193. DERS (İsra Suresi, 101 - 111) Dokuz Mu’cize

101- وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى تِسْعَ آيَاتٍ بَيِّنَاتٍ “Andolsun biz Musa’ya apaçık dokuz mu’cize verdik.”

Bu dokuz mu’cize

-Asa,

-Yed-i Beyza (Hz. Musanın elinin ışık saçması),

-Çekirge istilası,

-Haşere istilası,

-Kurbağa istilası,

-Kan istilası [1>

-Taştan su fışkırması,

-Denizin yarılması,

-Tur Dağının İsrailoğullarının üzerine kaldırılması.

Bu son üçünün yerine şunlar da nazara verilmiştir:

-Tufan,

-Kıtlık yılları,

-Mahsulün azalması,

Safvandan şöyle nakledilir: Yahudinin biri Hz. Peygambere bu ayette kastedilen “dokuz ayeti” sordu. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi:

-Allaha bir şeyi şerik kılmayacaksınız.

-Hırsızlık yapmayacaksınız.

-Zina işlemeyeceksiniz.

-Hak bir sebep olmadan Allahın haram kıldığı cana kıymayacaksınız.

-Sihir yapmayacaksınız.

-Faiz yemeyeceksiniz.

-Öldürmesi için bir masumu Sultana teslim etmeyeceksiniz.

-Namuslu kimseye namus iftirası atmayacaksınız.

-Savaşta cepheden kaçmayacaksınız.

-Ve bir de size has olarak Cumartesi gününde ibadetle meşgul olup dünyevî çalışmayacaksınız.

Bu cevap üzerine Yahudi Hz. Peygamberin elini ve ayağını öptü.

Bu rivayete göre, burada medar-ı bahs olan ayetler, bütün dinlerde sabit olan genel hükümlerdir.

Son hüküm, cevaba ilâve bir hükümdür. Bunun için Hz. Peygamber kelamın sevkinde bir farklılık yapmış, onu değişik bir üslûpla söylemiştir.

فَاسْأَلْ بَنِي إِسْرَائِيلَ “İsrailoğullarını iste.”

Biz Musaya şöyle dedik: Firavundan İsrailoğullarını iste, onları Seninle göndersin.’’[2>

Veya mana şöyle olabilir: “Onlara, dinlerinin hâlinden sor.”

Veya “Ey Peygamber! İsrailoğullarına Musa ile Firavunun macerasını sor.”

Veya “İsrailoğullarına Musaya verilen ayetlerden sor, ta ki müşrikler Senin doğru söylediğini bilsinler.”

Veya “İsrailoğullarına Musaya verilen ayetlerden sor, ta ki bunları bilip teselli bulasın.’’[3>

Veya “bu ayetleri (mu’cizeleri) öğrendiğinde şunu bilesin: Önceki milletlerde olduğu gibi, şayet Senin kavmine de istemiş oldukları mu’cizeler gösterilse inadda ısrar edecekler, iman etmeyeceklerdir.”

Veya “Bu ayetleri sor ki, yakînin artsın. Çünkü delillerin birbirine kuvvet vermesi, yakîn kuvevetini ve kalb itminanını ziyade yapar.”

إِذْ جَاءهُمْ “Hani (Musa) kendilerine gelmişti.”

فَقَالَ لَهُ فِرْعَونُ “Firavun Ona şöyle demişti:”

إِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا مُوسَى مَسْحُورًا “Ey Musa! Ben senin gerçekten büyülenmiş olduğunu zannediyorum.”

Ben seni büyülenmiş, aklını bozmuş biri olarak görüyorum.

 

102- قَالَ لَقَدْ عَلِمْتَ مَا أَنزَلَ هَؤُلاء إِلاَّ رَبُّ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ بَصَآئِرَ “Musadedi: “Sen de bildin ki, bunları birer ibret olmak üzere, ancak göklerin ve yerin Rabbi indirdi.”

Hz. Musa dedi: Ey Firavun! Sen de biliyorsun ki bu ayetleri / mu’cizeleri indiren ancak göklerin ve yerin Rabbidir. Bunlar, benim doğruluğumu sana göstermeye yeterlidir. Ama sen inad ediyorsun.

وَإِنِّي لَأَظُنُّكَ يَا فِرْعَونُ مَثْبُورًا “Ey Firavun! Ben de seni helak olmuş  zannediyorum.”

Ben ise ey Firavun, Seni hayırdan nasipsiz, şerre ise kendini kaptırmış bir zavallı olarak görüyorum.

İki zan arasında çok büyük fark vardır. Çünkü Firavunun zannı tamamen yalandır. Hz. Musanın zannı ise, emarelerinden görüldüğü üzere, yakînî bir durumu ifade etmektedir.

 

103- فَأَرَادَ أَن يَسْتَفِزَّهُم مِّنَ الأَرْضِ “Derken Firavun, onları arzdan sürmek istedi.”

Firavun, Musa ve kavmini hafife almak, onları sürmek istedi.

Bundan murat, onları Mısırdan sürüp çıkarmak veya öldürerek arzdan nesillerini kaldırmak olabilir.

فَأَغْرَقْنَاهُ وَمَن مَّعَهُ جَمِيعًا “Biz de onu ve beraberindekilerin hepsini suda boğduk.”

Biz ise, onun hilesini kendi üzerine çevirdik, onu ve kavmini suda boğarak yeryüzünden sildik.

 

104- وَقُلْنَا مِن بَعْدِهِ لِبَنِي إِسْرَائِيلَ اسْكُنُواْ الأَرْضَ “Arkasından İsrailoğullarına şöyle dedik: Oraya yerleşin!Firavundan sonra veya onların suda boğulmasından sonra, İsrailoğullarına şöyle dedik: Sizi sürüp çıkarmak istediği yere yerleşin.

فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ جِئْنَا بِكُمْ لَفِيفًا “Sonra ahiret vaadi geldiği vakit, hepinizi toplayıp bir araya getireceğiz.”“Ahiret vaadi geldiği vakit”

Bundan murat

-Onların galibiyeti,

-Ahiret hayatı,

-Kıyamet,

-Ahiretteki kıyam olabilir.

Siz ve onlar karışık olduğunuz hâlde sizi bir araya getirir, sonra aranızda hükmeder, saîd olanlarınızı şaki olanlarınızdan ayırt ederiz.

Ayet metninde geçen “lefîf”, “muhtelif kabilelerden cemaatler” demektir.

 

105- وَبِالْحَقِّ أَنزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ نَزَلَ “Biz bu Kur’an’ı hak olarak indirdik, O da hak olarak indi.”Biz Kur’anı ancak ve ancak indirilmesini gerektiren hak bir gerekçeyle indirdik. Ve o Kur’an da Peygambere ancak ve ancak ihtiva etmiş olduğu hak ile indi.

Denildi ki: Ayetin manası şöyle de olabilir:

“Biz o Kur’anı semadan ancak meleklerin kontrolünde indirdik. Peygambere de, ancak şeytanların bir şey karıştırmasından korunmuş bir şekilde nazil oldu.”

Bundan murat, işin başında ve sonunda Kur’anın batıl şeylerden uzaklığını ifade etmek de olabilir.

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلاَّ مُبَشِّرًا وَنَذِيرًا “Biz seni ancak bir müjdeci ve bir uyarıcı olarak gönderdik.”

Biz Seni ancak ve ancak itaat edene sevabı müjdeleyici ve isyan edene de uyarıcı olarak gönderdik. Dolayısıyla Sana düşen ancak müjdelemek ve uyarmaktır.

 

106- وَقُرْآناً فَرَقْنَاهُ لِتَقْرَأَهُ عَلَى النَّاسِ عَلَى مُكْثٍ “Sana Kur’ân’ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye kısımlara ayırdık.”

Biz onu, parça parça indirdik.

Denildi ki: Bunun manası şudur: “Biz onda hakkı batıldan ayırdık.”

Parça parça indirmemiz, insanlara yavaş yavaş ve teennî ile okuman içindir. Çünkü böylesinin ezberlenmesi daha kolay olur ve daha iyi anlaşılmasına yardım eder.

وَنَزَّلْنَاهُ تَنزِيلاً “Ve onu peyderpey indirdik.”

Ve biz onu hadiselere göre tedricen nâzil ettik.

 

 107- قُلْ آمِنُواْ بِهِ أَوْ لاَ تُؤْمِنُواْ “De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın.”

Çünkü sizin Kur’ana inanmanız O’nun kemâlini artırmaz, inanmayışınız da ona bir noksanlık vermez.

إِنَّ الَّذِينَ أُوتُواْ الْعِلْمَ مِن قَبْلِهِ إِذَا يُتْلَى عَلَيْهِمْ يَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ سُجَّدًا “Çünkü daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda, onlar yüzleri üstü secdeye kapanırlar.”

Ayetin bu kısmı, üstteki hükmün illetini (gerekçesini) anlatır. Yani, siz ona inanmasanız da, sizden daha hayırlı olan âlimler ona iman ettiler. Bunlar önceki kitapları okudular, vahyin hakikatını ve nübüvvetin emârelerini tanıdılar, haklı olanı haksız olandan ayıracak bir seviye kazandılar.[4>

Veya mana şöyle olabilir: “Öncesinde ehl-i ilim olanlar Senin vasıflarını ve Sana indirilenin sıfatını bu kitaplarda gördüler.”

Ayetin bu kısmının teselli yoluyla “De ki” ifadesinin illetini göstermesi de caizdir. Sanki şöyle demiştir: “Cahillerin imanına bedel, âlimlerin imanıyla teselli bul, sevin. O cahillerin iman etmesi veya yüz çevirmesine önem verme.”

İşte, bu ilim ehline Kur’an okunduğunda Allahın emrine bir saygı veya peygamberlerin gönderilmediği bir fetret döneminden sonra, Allahın önceki kitaplarda vaad edilen ahirzaman peygamberini göndermesi ve O’na Kur’anı indirmesine bir şükür olarak yüz üstü secdeye kapanırlar.

 

108- وَيَقُولُونَ سُبْحَانَ رَبِّنَا “Ve derler ki: Rabbimizi tenzih ederiz.”

Yani, “Ya Rabbi, vaadini yapmamaktan Seni tenzih ederiz.”

إِن كَانَ وَعْدُ رَبِّنَا لَمَفْعُولاً “Şüphesiz ki Rabbimizin vaadi mutlaka gerçekleşir.”

“Onun vaadi hiç şüphesiz yerine gelecektir”

 

109- وَيَخِرُّونَ لِلأَذْقَانِ يَبْكُونَ “Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar.”

Yüz üstü secdeye varmalarını burada tekrar etmesi, hâl ve sebebin farklı oluşundandır. Çünkü birinci secdeye varışları ilâhî vaadin yerine getirilmesinden dolayı şükür secdesidir. İkincisi ise, Kur’andaki öğütlerden etkilenip, Allahın haşyetinden ağlamaktan dolayıdır.

وَيَزِيدُهُمْ خُشُوعًا “Ve o (Kur’ân’ı işitmek) onların huşu’larını artırır.”

Kur’anı dinlemek, onların ilmini ve Allaha olan yakînlerini artırdığı gibi, huşularını da ziyade kılar.

1ّ10- قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَنَ “De ki: İster “Allah” deyin, ister.“Rahmân” deyin.”

Sebeb-i Nüzûl

Hz. Peygamber dua ederken “Ya Allah, Ya Rahmân” diyordu. Müşrikler bunu duyunca “Bizi iki ilaha ibadet etmekten yasaklıyor. Ama kendisi başka bir ilaha da dua ediyor” dediler. Bunun üzerine bu ayet nazil oldu.

Veya Yahudiler, “Ya Muhammed! Sen Rahmân ismini az söylüyorsun. Hâlbuki Allah Tevratta bu ismi çokça kullanmıştır” deyince nazil olmuştur. Birinciye göre bundan murat, her ne kadar Allah hakkında kullanılma cihetleri farklı olsa da, her iki lafzın da bir zât için eşit olarak kullanıldığını göstermektir.[5>

İkinciye göre ise, bundan murat Allah hakkında her iki ismin de kullanılmasının güzel olduğunu, maksadı ifade ettiğini anlatmaktır.

أَيًّا مَّا تَدْعُواْ فَلَهُ الأَسْمَاء الْحُسْنَى “Nasıl çağırırsanız çağırın, en güzel isimler O’nundur.”

Ayetteki “dua” kelimesi, “isimlendirme” manasınadır. Yani “Allah” deseniz de olur, “Rahmân” deseniz de olur, ikisi de güzeldir.

Cenab-ı Hakkın isimlerinin ism-i tafdil sığasıyla “en güzel” şeklinde ifade edilmesi, manayı daha kuvvetli anlatır. Bununla, Allahın celâl ve ikram sıfatlarına delâlette bulunulur.

وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا “Namazında sesini pek yükseltme,çok da gizli okuma.”

Namazın kıraatinde yüksek sesle okuma ki müşrikler duyup da kötü söz söylemesinler, gürültü koparmasınlar.Çok da sessiz okuma ki arkandaki mü’minler Seni duymakta zorlanmasınlar.

وَابْتَغِ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً “Orta yolu seç.”Çünkü bütün işlerde vasat ve mu’tedil olmak, hoş bir şeydir.Rivayete göre, Hz. Ebubekir (r.a.) hafif sesle okuyor “Rabbime münacat ediyor, yalvarıyorum. O benim ihtiyacımı biliyor” diyordu. Hz. Ömer (r.a.) ise yüksek sesle okuyor “Şeytanları kovuyor, uyuklayanları uyarıyorum” diyordu. Ayet indiğinde Hz. Peygamber (asm) Hz. Ebubekire sesini biraz yükseltmesini, Hz. Ömer’e de biraz kısmasını emretti.

Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: “Bütün namazlarını cehrî olarak kılma, hepsini gizli okumakla da kılma. Gündüz namazlarını hafî, gece namazlarını da cehri olarak kıl, böylece ikisi ortasını bul.”

 

1ّّّ11- وَقُلِ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي لَمْ يَتَّخِذْ وَلَدًا “De ki: O Allah’a hamd olsun ki, hiçbir çocuk edinmedi.”

وَلَم يَكُن لَّهُ شَرِيكٌ فِي الْمُلْكِ “Ve mülkte bir şeriki olmadı.”

وَلَمْ يَكُن لَّهُ وَلِيٌّ مِّنَ الذُّلَّ “Zilletin gerektirdiği bir yardımcıya ihtiyacı olmadı.”

Yani, O’nun için zorda kalıp da birisinden yardım istemek ve böylece o hâlden kurtulmak gibi bir durum söz konusu değildir.

Allahu Teâlâ bununla kendisi gibi bir ilah veya mahlûktan, kendisi isteyerek veya mecbur kalarak ortağı olmasını, kendisine yardım etmesini ve takviyede bulunmasını nefyetti. Ve böyle olmasını, hamdi gerektiren bir durum olarak nazara verdi.

Bunda, her türlü hamde kendisinin layık olduğuna bir delâlet vardır. Çünkü O, zât olarak kâmildir, hiçbir noksanı yoktur. Yaratmak da sadece O’na hastır. Mutlak olarak nimet vermek O’na aittir. Ondan başkası ise, noksandır, kendine mâlik değildir, nimeti veren değil, nimete muhtaç olandır. Bundan dolayı atıf yoluyla şunu emretti:

وَكَبِّرْهُ تَكْبِيرًا (Böyle de) ve tekbir ile O’nun büyüklüğünü ilan et!”

Ayette şuna bir tenbih vardır: Kul, her ne kadar tenzih ve temcidde (Allahın şanını yüceltmede) çok ileri gitse, ibadet ve hamdde çok çalışsa da, bu konuda Cenab-ı Hakka layık bir şekilde yapamadığını, kusurlu olduğunu itiraf etmesi uygundur.

Rivayete Hz. Peygamber (asm) Muttalip oğullarından bir çocuk konuşmaya başladığında bu ayeti talim buyurur, ona öğretirdi.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Kim İsra sûresini okusa ve kalbi anne- babasının anılmasında rikkate gelse, cennette onun için çok büyük mükâfat vardır.’’[6>

Doğrusunu Allah bilir. Dönüş sadece O’nadır.


[1> Bu dördü, (A’raf, 133) de yer alır

[2> Ayette geçen “sual” kelimesi hem istemek, hem de sormak anlamına geldiğinden, bu ilk manadan hayli farklı olarak başka manalara dikkat çekilmiştir.

[3>Yani, Hz. Musaya Firavuna karşı böyle mu’cizeleri veren ve O’nu Firavuna galip kılan Allah, elbette Seni de mu’cizelerle teyid edecek, düşmanlarına galip kılacaktır.

[4>Böylelerinin imanı yanında, sizin inkârınızın hiç de önemi yoktur.

[5> Yani, Allah ve Rahmân her ne kadar isim olarak farklı olsa da, müsemma olarak aynıdır. Her ikisiyle de âlemin yaratıcısı kastedilmektedir.

 

[6> Beydâvînin nazara verdiği bu rivayet, aslında İsra sûresinin tamamı için olmayıp, bu sûrenin 23-24. ayetleriyle alakalı bir durumu anlatmaktadır. Burada kanaatimizce asıl önemli olan şudur: Kur’anı okurken, hayatla iç içe olacak şekilde okumak gerekir. Söz gelimi ayet anne-baba hakkından bahsediyorsa ayetin gereği yerine getirilmeli, ayet “tevbe edin, istiğfarda bulunun” diyorsa hemen tevbe ve istiğfar yapılmalıdır.

 

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
17. İsra
Gönderi tarihi: 14-04-2014
1,448 kez okundu
Block title
Block content