1- سُبْحَانَ الَّذِي أَسْرَى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِّنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ إِلَى الْمَسْجِدِ الأَقْصَى الَّذِي بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ آيَاتِنَا “Kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, Kulunu geceleyin Mescid-i Haram’dan etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.”
“Sübhan” ifadesi, tenzih manasına gelen bir tesbihtir. Tenzihe alem olarak kullanılır.[1>
Ayetin bununla başlaması, devamında nazara verilen miraca güç yetirememekten Allahın yüce olduğunu ifade etmek içindir. Aslında “İsra”, “gece yolculuğu” iken ayrıca “gece” anlamında “leylen” ifadesinin elif-lâmsız gelmesi, bu gece yolculuğundaki müddetin az olmasına delâlet eder.
Mescid-i Haram Ka’be, Mescid-i Aksâ ise Kudüsteki Beyt-i Makdis’tir. Buna “en ileri mescid” anlamında “Mescid-i Aksâ” denilmesi, o gün için daha ilerisinde bir mescid olmamasındandır.
Hz. Peygamberden şöyle nakledilir:
“Ben Mescid-i Haram’da Ka’benin Hicr mevkiinde, uyku-uyanıklık arası bir hâlde iken Cebrail bana Burak’ı getirdi.”
Bu rivayete göre Hz. Peygamberin bu gece yolculuğu bizzat Ka’beden başlamıştır.
Veya Harem’den olup “Mescid-i Haram” diye söylenmiştir. Çünkü Haremin tamamı mescittir.
Veya Harem, Mescid-i Haramı kuşattığından böyle ifade edilmiştir.
Veya devamında “Mescid-i Aksa” denildiğinden, ona mutabık olması için Haremden “Mescid-i Haram” şeklinde söz edilmiştir.
Bu açıklamalara şu açıdan ihtiyaç vardır: Hz. Peygamberden gelen bazı rivayetlerde bu yolculuğun, Ümmü Hânî’nin evinde iken gerçekleştiği anlatılır. Şöyle ki: “Hz. Peygamber (asm) Ümmü Hânî’nin evinde yatsı namazından sonra uykuda idi. O gece İsra gerçekleşti ve aynı gece geri döndü.
Hz. Peygamber (asm) kıssayı ümmü Hânî’ye anlatıp şöyle dedi: “Peygamberler benim için temessül ettirildi, onlara imam oldum.”
Sonra Hz. Peygamber Mescid-i Haram’a çıkıp mi’racını Kureyşe haber verdi. Muhatapları bunu imkânsız görüp taaccüple karşıladılar. Hatta, önceden iman edenlerden bazıları dinden çıktı. Bazı adamlar Hz. Ebubekir’e koşup Hz. Peygamberin anlattıklarını naklettiler. O şöyle dedi: “Eğer böyle demişse, doğru söylemiştir.”
Dediler: “Bu anlatılanlara rağmen O’nu tasdik ediyor musun?”
Hz. Ebubekir şöyle cevap verdi: “Ben, bundan daha uzak şeyleri söylemesinde O’nu tasdik ediyorum, bunu niye tasdik etmeyeyim?”
Bundan dolayı kendisine “Sıddîk” lakabı verildi.
Daha önce Beyt-i Makdise gitmiş olan bazıları “öyleyse bize orayı anlat” deyip, Hz. Peygamberi zor durumda bırakmak istediler. Allahu Teâlâ perdeyi gözünden kaldırdı, bakıp onlara anlatmaya başladı. Bunun üzerine “tamam, orayı doğru bir şekilde anlattın. Şimdi de bizim kervanımızdan haber ver” dediler. Hz. Peygamber de onlara develerinin sayısını, kervanın durumlarını anlattı. “Kervanınız falan gün, önünde şöyle bir deve olduğu hâlde güneş doğarken gelecek” dedi. Onlar tepeye çıkıp gözetlemeye başladılar. Kervanı aynen Hz. Peygamberin vasfettiği şekilde buldular. Bütün bunlara rağmen yine de inanmadılar, “bu apaçık bir sihir” dediler.
Bu olay, hicretten bir yıl önce idi.
Mi’racın uykuda mı yoksa uyanıkken ruhuyla veya ruh-ceset beraberliğiyle mi olduğu hususunda ihtilaf edildi.
Ekser âlimlere göre, Hz. Peygamber (asm) cesediyle Beyt-i Makdise gece vakti götürüldü. Sonra yine cesediyle semalara yükseltildi, ta Sidre-i Münteha’ya kadar vardı. Kureyş, işte bu yüzden hayret ettiler, bunu imkânsız gördüler.[2>
Kelâm ilminde miraca şöyle delil getirilir:
Cisimler, kendileriyle ilgili arızî hâlleri kabulde eşittirler. Allah ise, imkân dairesindeki her şeye kâdirdir. Dolayısıyla Hz. Peygamberin bedeninde
“Etrafını mübarek kıldığımız”Mescid-i Aksanın mübarek kılınması hem din, hem de dünya yönündendir. Çünkü,
-O bölge vahyin iniş merkezlerindendir.
-Hz. Musa’dan beri Peygamberlerin ibadet ettiği bir yerdir.
-Nehirlerle, ağaçlarla kuşatılmıştır.
“Kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için”
Mesela,
-Gece vaktinde an gibi kısa bir zamanda bir aylık mesafeye gitmesi ve Beyt-i Makdisi görmesi,
-Peygamberlerin kendisine temessül etmesi ve onların makamlarına vakıf olması.
Ayetin evvelinde gıyabî olarak Allahın tasarrufundan söz edilirken, burada “Kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için” denilerek mütekellim sığasına geçilmesi, bu bereketlerin ve ayetlerin büyüklüğünü nazara vermek içindir.
إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ البَصِيرُ “Şüphesiz ki O, Semi’ – Basîrdir.”
O Allah, Muhammedin sözlerini işitir, fiillerini görür ve buna göre O’na ikram ile kurbiyetine mazhar kılar.
2- وَآتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ “Musa’ya da Kitabı verdik.”
وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِّبَنِي إِسْرَائِيلَ أَلاَّ تَتَّخِذُواْ مِن دُونِي وَكِيلاً “Ve ‘beni bırakıp başkasını vekil edinmeyiniz’ diye anlatması için İsrailoğullarına bir rehber kıldık.”
Yani, “İşlerinizi havale edeceğiniz Benden başka bir Rab edinmeyin!’’[3>
3- ذُرِّيَّةَ مَنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ “Ey Nûh’la beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden gelenler!”
Bunda, atalarını Hz. Nûhla beraber gemide taşımak suretiyle boğulmaktan kurtarmasını nazara vererek Allahın nimetlerini hatırlatmak vardır.
إِنَّهُ كَانَ عَبْدًا شَكُورًا “Doğrusu O, çok şükreden bir kuldu.”
Hz. Nûh, bütün hâllerde Allaha çokça şükreden bir kul idi.
Bunda Hz. Nûhun ve yanındakilerin kurtarılmasının, O’nun şükrünün bereketi olduğuna bir ima vardır ve ayrıca O’nun gibi çokça şükreden biri olmaya bir teşvik söz konusudur.
Zamirin Hz. Musa’ya râci olduğu da söylendi.
4- وَقَضَيْنَا إِلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ فِي الْكِتَابِ “İsrailoğullarına Kitab’ta şu hükmü verdik:”
Kitaptan murat, Tevrattır.
لَتُفْسِدُنَّ فِي الأَرْضِ مَرَّتَيْنِ “Muhakkak siz, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız.”
Bunlardan birincisi, Tevratın hükümlerine muhalefet ve Şa’ya veya Ermiya Peygamberi öldürmeleridir.
İkincisi ise, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahyayı öldürmeleri, Hz. İsayı da öldürmeye kastetmeleridir.
وَلَتَعْلُنَّ عُلُوًّا كَبِيرًا “Ve gerçekten çok ileri gidip, haddi aşacaksınız.”
5- فَإِذَا جَاء وَعْدُ أُولاهُمَا بَعَثْنَا عَلَيْكُمْ عِبَادًا لَّنَا أُوْلِي بَأْسٍ شَدِيدٍ “Birincisinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik.”
Bundan murat, birinci fesadlarına taraf-ı İlahiden ceza verilmesidir.
Üzerlerine gönderilenlerin kim olduğu hakkında farklı rivayetler vardır. Bu meyanda Buhtunnasr ve Câlutun adı geçer. Bunlar, zorba hükümdarlardı, harpte çok şiddetli kuvvete sahib kimselerdi.
فَجَاسُواْ خِلاَلَ الدِّيَارِ “Onlar, evlerin ortasına kadar girip sizi aradılar.”
Bunlar, sizi öldürmek, mallarınızı yağma etmek için evlerin içlerine kadar girdiler. Büyüklerini öldürdüler, küçüklerini esir aldılar, Tevratı yaktılar, Mescid-i Aksayı harabeye çevirdiler. Mu’tezile mezhebi, Allahın kâfiri bunlara musallat kılmasını uygun görmediklerinden, “gönderdik” ifadesini “kendilerini serbest bıraktık, engel olmadık” şeklinde te’vil ettiler.
وَكَانَ وَعْدًا مَّفْعُولاً “Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.”
Onların cezalandırılmaları, kaçınılmaz bir vaat idi.
6- ثُمَّ رَدَدْنَا لَكُمُ الْكَرَّةَ عَلَيْهِمْ “Sonra sizi tekrar onlar üzerine galip kıldık.”
Sonra bu gönderilenlere karşı size devlet ve galebe nasip ettik. Bu, düşmanlarında meydana gelen idarî değişiklikte yeni hükümdarın onlara acıyıp esirlerin Şama gitmesine izin vermesiyle oldu.
Hz. Danyal bunlara komuta etti, orada bulunan Buhtunnasr taraftarlarına galip geldiler.
Veya ayette medar-ı bahs olan Câlut ve adamları olma durumunda, Allahu Teâlâ Hz. Davudu Câluta karşı çıkardı ve Hz. Davud da onu öldürdü.
وَأَمْدَدْنَاكُم بِأَمْوَالٍ وَبَنِينَ “Ve mallarla ve evlatlarla gücünüzü artırdık.”
وَجَعَلْنَاكُمْ أَكْثَرَ نَفِيرًا “Ve sizi sayıca ziyade kıldık.”
7- إِنْ أَحْسَنتُمْ أَحْسَنتُمْ لِأَنفُسِكُمْ “İyilik ederseniz, kendinize iyilik etmiş olursunuz.”
وَإِنْ أَسَأْتُمْ فَلَهَا “Ve kötülük ederseniz yine kendinizedir.”
İyilik ederseniz sevabı kendinize, kötülük ederseniz de vebâli üzerinizedir.
فَإِذَا جَاء وَعْدُ الآخِرَةِ لِيَسُوؤُواْ وُجُوهَكُمْ وَلِيَدْخُلُواْ الْمَسْجِدَ كَمَا دَخَلُوهُ أَوَّلَ مَرَّةٍ وَلِيُتَبِّرُواْ مَا عَلَوْاْ تَتْبِيرًا “Artık diğer fesadınızın zamanı gelince, yüzünüzü kara etmeleri ve ilk girdikleri gibi yine Mescide (Beyt-i Makdis’e) girmeleri ve ele geçirdiklerini mahvetmeleri için onları tekrar göndereceğiz.”
Bu da Allahın onlara İranlıları musallat kılmasıyla oldu. Yahudiler Hz. Yahyayı şehit etmişlerdi, kanı yerin altından dışarıya kaynıyordu. İran komutanı “bu nedir?” diye sordu. “Bizden kabul edilmemiş bir kurban kanı” dediler. Komutan “bana doğru söylemediler” diyerek onların binlercesini öldürttü. Yerden kaynayan kan çıkmaya devam ediyordu. Komutan onlara “şayet bana doğru söylemezseniz hiçbirinizi sağ bırakmam” dedi. Bunun üzerine “o, Yahya’nın kanıdır” dediler. Komutan da “İşte böyle birinden dolayı Rabbiniz sizden intikam alıyor” dedi. Ardından şöyle seslendi: “Ey Yahya! Benim de Senin de Rabbin Senden dolayı kavminin başına gelen musibeti bilmektedir. Artık Allahın izniyle kanın dursun, yoksa burada hiçbirini sağ koymayacağım.” Bunun üzerine kanın kaynaması durdu.
8- عَسَى رَبُّكُمْ أَن يَرْحَمَكُمْ “Olur ki Rabbiniz size merhamet eder.”
Bu son cezadan sonra ola ki Rabbiniz size merhamet eder.
وَإِنْ عُدتُّمْ عُدْنَا “Ama dönerseniz biz de döneriz.”
Şayet siz tekrar isyana dönerseniz, biz de tekrar sizi cezalandırmaya döneriz.
Nitekim onlar Hz. Peygamberi yalanladılar, öldürmeye teşebbüs ettiler. Allah da Peygamberini onlara musallat kıldı. Kurayza kabilesi öldürüldü, Benî Nadîr sürgüne gönderildi, diğerlerine de cizye ödeme yükümlülüğü getirildi.
Bu, onların dünyada cezasıdır.
وَجَعَلْنَا جَهَنَّمَ لِلْكَافِرِينَ حَصِيرًا “Ve cehennemi, kâfirler için kuşatıcı bir zindan yaptık.”
Ahirette ise nankör olan inkâr edenler için cehennem vardır. Cehennem onlar için dışarı çıkamayacakları daimi bir hapishanedir.
9- إِنَّ هَذَا الْقُرْآنَ يِهْدِي لِلَّتِي هِيَ أَقْوَمُ “Şüphesiz ki bu Kur’ân, insanları en doğru yola iletir.”
Şüphesiz bu Kur’an, hâllerin ve yolların en doğrusu olan bir hâle ve yola sevkeder.
وَيُبَشِّرُ الْمُؤْمِنِينَ الَّذِينَ يَعْمَلُونَ الصَّالِحَاتِ أَنَّ لَهُمْ أَجْرًا كَبِيرًا “Ve salih amel işleyen mü’minlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.”
10- وأَنَّ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ أَعْتَدْنَا لَهُمْ عَذَابًا أَلِيمًا “Ve ahirete inanmayanlara gelince, onlara da can yakıcı bir azab hazırladık.”
Yani, Allah mü’minleri iki müjdeyle müjdeler:
1-Kendilerine sevap verilmesi,
2-Düşmanlarının da cezalandırılması.
[1>Yani bu ifadeyle, Cenab-ı Hakkın bütün noksanlıklardan yüce olması anlatılır
[2> Yani, Hz. Peygamber (asm) “rüyamda oralara gittim” veya “ruhen oraları gezdim” dese, bunu inkâr eden çıkmazdı. Onların şiddetli inkârı şunu gösteriyor ki, ruh-ceset beraberliğiyle miraca mazhar olduğunu anlattı, onlar da inkâr ettiler. veya O’nu taşıyan cismin bedeninde çok süratli bir hareketi yaratmaya da gücü yeter. Böyle hayret verici olmak, zaten mu’cizelerin bir lazımıdır.
[3> İşleri Allaha havale etmekten murat, her işin O’nun izniyle olduğunu bilip de rızkını O’ndan istemek, O’ndan şifa beklemek, muvaffak olmayı O’nun lütfu bilmek gibi durumlardır. Bu, sebeplere müracaata engel değildir. Çünkü Allahu Teâlâ, sebeplerle neticeleri meydana getirmeyi bir âdet edinmiştir. Mesela, hastalanınca doktora gitmek ve ilaç kullanmak lazımdır. Ama neticesi olan şifayı Allahtan bilmek gerekir. Yoksa insan, farkına varmadan sonuçları sebeplere nisbet ederek şirke düşebilir.