188. DERS (İsra Suresi, 40 - 53) Yeniden Diriliş

40- أَفَأَصْفَاكُمْ رَبُّكُم بِالْبَنِينَ وَاتَّخَذَ مِنَ الْمَلآئِكَةِ إِنَاثًا “Yoksa Rabbiniz size oğulları tahsis etti de, kendisi meleklerden dişiler mi edindi?”

“Melekler Allahın kızları” diyenlere bir hitaptır. Sorudan murat, bunun böyle olmadığını bildirmektir.Hâlbuki böyle bir tercih, sizin akıllarınıza ve âdetlerinize aykırıdır.

إِنَّكُمْ لَتَقُولُونَ قَوْلاً عَظِيمًا “Gerçekten siz çok büyük bir söz söylüyorsunuz.”

Sizler, Allaha evlat nisbet etmekle vebali çok olan büyük bir söz söylüyorsunuz. Hâlbuki evlat sahibi olmak, fani varlıkların bir özelliğidir.Ayrıca, kendiniz bile erkeği tercih ederken, Allah için kızlar nisbet ederek de başka cihetten haddinizi aşıyorsunuz.Keza, mahlûkatın en eşrefi olan melekleri kız kabul ederek iftira ediyorsunuz.

 

41- وَلَقَدْ صَرَّفْنَا فِي هَذَا الْقُرْآنِ لِيَذَّكَّرُواْ “Andolsun ki, hatırlayıp öğütalmaları için Biz bu Kur’ân’da türlü şekillerde açıklamalar yaptık.”Andolsun ki, biz bu manayı şu Kur’anda çok yerlerde çeşitli şekillerde mükerreren beyan ettik.

وَمَا يَزِيدُهُمْ إِلاَّ نُفُورًا “Fakat bu, ancak onların ürkmelerini artırır.”

Kur’an, onların öğüt almaları için geldi, ama böylesi kimselerin ancak haktan ürküntülerini artırır.

 

42- قُل لَّوْ كَانَ مَعَهُ آلِهَةٌ كَمَا يَقُولُونَ إِذًا لاَّبْتَغَوْاْ إِلَى ذِي الْعَرْشِ سَبِيلاً “De ki:Eğer dedikleri gibi Allah ile birlikte ilâhlar olsaydı, o zaman bunlar Arş’ın sahibine bir yol ararlardı.”

Şayet onların dediği gibi, Allah ile beraber ilahlar olsaydı, o ilahlar

-Hükümdarların birbirleriyle muamelelerinde olduğu gibi, mülkün Mâliki olana muhtaç olduklarını bilip O’na bağlılıklarını bildireceklerdi.

-Veya “Onların yalvardıkları da, Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar.” (İsra, 57) ayetinde nazara verildiği şekilde, bu ilah zannedilenler O’nun kudretini ve kendi aczlerini bildiklerinden O’na ibadet ve taatle yakın olmaya çalışacaklardı.

 

43- سُبْحَانَهُ وَتَعَالَى عَمَّا يَقُولُونَ عُلُوًّا كَبِيرًا “O, münezzehtir onların dediklerinden ve pek büyük bir yücelikle yücedir.”Çünkü O, varlık mertebelerinin en üstü olan Vâcibu’l-Vücuddur, bizâtihi devam ve bekâ sahibidir. Çocuk edinmek ise, vücut mertebelerinin en alt kısmında olanların bir özelliğidir. Çünkü, kendileri ölecek, nesilleri çocuklarıyla devam edecektir.

 

44- تُسَبِّحُ لَهُ السَّمَاوَاتُ السَّبْعُ وَالأَرْضُ وَمَن فِيهِنَّ “Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler.”

وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدَهِ “Hiçbir şey yoktur ki hamd ile O’nu tesbih etmesin.”

Bunların hepsi hâl diliyle Allahu Teâlâyı imkân dairesindekiler gibi olmaktan, hudus (sonradan olma) özelliklerinden tenzih ederler. Kendilerinin mümkün ve hudus özelliği taşımalarıyla Vâcibu’l-vücud ve ezelî olan Sani’lerine delâlet ederler.

وَلَكِن لاَّ تَفْقَهُونَ تَسْبِيحَهُمْ “Fakat siz, onların tesbihlerini iyi anlamazsınız.”

Sizler ise ey müşrikler, onların tesbihinin anlaşılacağı sahih nazarı (doğru düşünme yöntemini) ihlâl ettiğinizden, onların tesbihini anlamıyorsunuz.

Bu tesbih, lafız ile olabileceği gibi, delâlet şeklinde de olabilir.[1>

إِنَّهُ كَانَ حَلِيمًا غَفُورًا “Şüphesiz O, Halîm’dir - Ğafur’dur.”O, gaflet ve şirkinize ceza vermede acele etmemesiyle Halîm’dir.

Sizden tevbe edenleri bağışlamasıyla da Ğafur’dur.

 

45- وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَابًا مَّسْتُورًا “Sen Kur’ân’ı okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına biz görünmez bir perde çekeriz.”Bu perde, Senin onlara okuduğunu anlamalarına engel olur.Bu perdenin “mestûr” yani örtülü olması, göz ile görülen bir perde cinsinden olmadığı içindir.

Ayet metnindeki “Hicaben mestura” ifadesi, iç içe perde durumunu da ifade edebilir. Yani onlar, bu perde sebebiyle Hz. Peygamberin sözünü anlamıyorlar. Ama anlamadıklarının da farkında değiller.[2>Cenab-ı Hak, önceki ayette onların afak ve enfüste dikilen ayetlerin ne dediklerini anlamadıklarını anlatmıştı. Bu ayetle de, kendilerine indirilen Kur’an ayetlerini anlamadıklarını bildirdi. Bununla, onların dalalette kalmayı hak ettiklerini nazara verdi. Nitekim bir sonraki ayet, açıktan bunu ifade etmektedir:

 

46- وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا “Ve kalplerinin üzerine, onu anlamalarına engel perdeler geçirdik ve kulaklarına bir ağırlık verdik.”

Kur’an, hem lafız, hem de mana yönüyle mu’cize olduğundan, o inkârcıların her iki yönden de mahrumiyetleri anlatıldı: Kalpleriyle manasını anlayamazlar, kulaklarıyla lafzına muhatap olamazlar.

وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْآنِ وَحْدَهُ وَلَّوْاْ عَلَى أَدْبَارِهِمْ نُفُورًا “Rabbini Kur’ân’da tek olarak andığın zaman da, ürkerek arkalarına dönüp kaçtılar.”

Kur’anda Allahtan tek olarak bahsedip onların ilahlarından söz etmeyince, tevhide kulak vermekten ürktüler, kaçtılar.

 

47- نَّحْنُ أَعْلَمُ بِمَا يَسْتَمِعُونَ بِهِ إِذْ يَسْتَمِعُونَ إِلَيْكَ “Biz onların, seni dinlerken nasıl dinlediklerini çok iyi biliriz.”Yani, onlar Seni dinlediklerinde ve kendi aralarında fısıldaştıklarında, bundan maksatlarının ne olduğunu biz çok iyi biliriz. Onlar, Seninle ve Kur’anla dalga geçmek için dinliyorlar.

وَإِذْ هُمْ نَجْوَى إِذْ يَقُولُ الظَّالِمُونَ إِن تَتَّبِعُونَ إِلاَّ رَجُلاً مَّسْحُورًا “Ve onlar birbiriyle fısıldaşırlarken, o zalimler şöyle derler: Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!”

Bu cümle, başında “Hatırla, şöyle diyorlardı” şeklinde yeni bir cümle olabileceği gibi, onların kendi aralarında fısıldaşmalarını ifade eden üstteki cümleden bedel de olabilir. “Onlar” demek yerine “O zâlimler” denilmesi, bu şekilde gizliden gizliye fısıldaşmalarının zulüm türünden olduğuna işaret içindir.

 

48- انظُرْ كَيْفَ ضَرَبُواْ لَكَ الأَمْثَالَ “Bak senin için nasıl misal getirdiler?”

Sana “şair, sahir, kahin, mecnun” dediler.

فَضَلُّواْ فَلاَ يَسْتَطِيعْونَ سَبِيلاً “Böylece yoldan çıktılar! Artık bir yol bulamazlar.”

Böylece, bütün bu isnatlarında haktan saptılar, öyle ki, Seni tenkidde nazara alınacak bir şey söyleyemiyorlar, ne yapacağını bilmeyen şaşkın gibi, tutarsız, çelişkili şeyler söylüyorlar.

Veya şöyle de mana verilebilir: Onlar yoldan öyle saptılar ki, artık doğru yola gelemezler.

 

49- وَقَالُواْ أَئِذَا كُنَّا عِظَامًا وَرُفَاتًا أَإِنَّا لَمَبْعُوثُونَ خَلْقًا جَدِيدًا “Ve şöyle dediler: Biz, bir yığın kemik ve ufalanmış toz olduğumuz zaman mı, yeni bir yaratılışla diriltilmiş olacağız?”

Böyle söylemeleri, inkâr ve istib’adlarından dolayıdır.[3>

 

50- قُل كُونُواْ حِجَارَةً أَوْ حَدِيدًا “De ki: İster taş olun, ister demir...”

 

51- أَوْ خَلْقًا مِّمَّا يَكْبُرُ فِي صُدُورِكُمْ “İsterse gönlünüzde büyük olan başka bir şey olun, fark etmez.”

Onlara cevaben de ki: İster bir taş olun ister demir veya size göre hayat verilmesine en uzak ne varsa o olun, Allaha göre fark etmez, hayat verir. Bütün cisimler, kendilerine verilen özellikleri kabulde ortak olduklarından, Allahın kudretine size yeni bir hayat vermek zor gelmez. Kaldı ki, sizin kemikleriniz için hayat yeni bir şey değildir.                                  Onlar, çürümeden önce taze ve canlı idi. O maddeler, hayatı daha önce kabul ettiği gibi, yeni bir hayatı çok daha kolay bir şekilde kabul eder.

فَسَيَقُولُونَ مَن يُعِيدُنَا “Onlar, “Bizi kim tekrar diriltecek?” diyecekler.”

قُلِ الَّذِي فَطَرَكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ “De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan!” Siz toprak iken, toprağa nisbetle çok uzak olan hayatı veren, elbette ona tekrar hayat vermeye kâdirdir.

فَسَيُنْغِضُونَ إِلَيْكَ رُؤُوسَهُمْ وَيَقُولُونَ مَتَى هُوَ “Sana alaylı alaylı başlarını sallayarak “bu, ne zaman?” diyecekler.”

Bu cevabın üzerine, onlar taaccüp ve istihza ile başlarını Sana doğru sallayacaklar.

قُلْ عَسَى أَن يَكُونَ قَرِيبًا “De ki: Bakarsınız pek yakındır!” Çünkü, her gelecek yakındır.

 

 52- يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَجِيبُونَ بِحَمْدِهِ “Sizi çağıracağı gün, hamd ile Onun emrine koşacaksınız.”Öldükten sonra diriltilmenin Allahtan bir davet ve onlardan da bir icabet şeklinde ifade edilmesi istiare yoluyladır. Bunda, bu işin sür’ati ve kolaylığına bir tenbih vardır. Ayrıca, bu davet ve icabetten maksadın, muhasebe ve ceza için sevk edilmeleri olduğuna bir işaret söz konusudur.

Onların icabetinin hamd ile olması

-O’nun kudretinin kemâline karşı Allaha hamdeder bir hâlde diriltilmelerini anlatır. Rivayete göre başlarındaki toprakları silkeleyip “Sübhaneke Allahümme ve bihamdike” diyeceklerdir.

-Veya bundan murat, hamdedenlerin boyun eğmesi gibi diriltilmeye karşı boyun eğmelerini ifade eder.

وَتَظُنُّونَ إِن لَّبِثْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً “Ve pek az bir müddet kaldığınızı zannedeceksiniz.”

Yüzyıl ölü kaldıktan sonra diriltilen ve kendisine “ne kadar kaldın?” diye sorulduğunda “bir gün veya bir günün bir kısmı kadar” diye cevap veren kimse gibi, kabirde kaldığınız süreyi azımsayacaksınız.[4>

 

Veya görmüş olduğunuz dehşetli hâlden dolayı dünyadaki hayatınızı çok kısa bulacaksınız.


[1> Gök gürültüsü, kuşlar, dereler gibi bazıları sesli tesbihat yaparlar. Dağlar, taşlar, ağaçlar gibi olanlar ise hâl diliyle tesbihat yaparlar.

[2> Cehâlet iki kısımdır:

1-Cehl-i basit. Yani bilmemek.

2-Cehl-i mürekkeb. Yani bilmediğini de bilmemek. Onlar, tam bir cehl-i mürekkep içindeler. Yoksa, bilmediklerinin farkına varsalar, kurtulmaya ve söyleneni anlamaya çalışacaklar.

[3> Yani, “böyle bir durumda yeniden mi dirileceğiz?” demeleri, sormak için olmayıp canlıda olan tazelik ile çürümüş kemiklerde olan kuruluğun birbirinden çok uzak ve birbirine aykırı olduğundan hareketle, “hayır, böyle bir şey olamaz, bu akıldan çok uzak bir şey” manasını ifade etmek içindir

[4> Bununla ilgili bkz. Bakara, 259

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
17. İsra
Gönderi tarihi: 13-04-2014
1,291 kez okundu
Block title
Block content