185. DERS (İsra Suresi, 11 - 22) İnsanın Sorumluluğu

11- وَيَدْعُ الإِنسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءهُ بِالْخَيْرِ “İnsan, hayra dua eder gibi şerre dua eder.”

İnsan öfke anında kendisi, ailesi, malı hakkında Allah’tan şer ister, bedduada bulunur.

Veya hayır istediğini zannederek şerre dua eder. Bunu isterken, hayra dua eder gibi dua eder, ister.

وَكَانَ الإِنسَانُ عَجُولاً “Doğrusu insan çok acelecidir.”İnsan, gerçekten çok acelecidir. Sonucunu hiç düşünmeden hatırına gelen her şeyi hemen yapmak ister.

Denildi ki: Ayetteki “insan”dan murat Hz. Âdemdir. Kendisine ruh üflendiğinde, ruh göbeğine geldiğinde hemen doğrulmak istedi, yere düştü.

 

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) Sevde Binti Zem’a’ya bir esir vermişti. Sevde, esirin iniltilerine acıdı, kelepçesini gevşetti, esir de kaçtı. Bunun üzerine Hz. Peygamber Sevdeye beddua etti, sonra da pişman oldu. Ardından dedi: “Allahım, ben ancak bir insanım. Kime beddua etmişsem, bunu onun hakkında rahmete çevir.”

Bu olay üzerine ayet nâzil oldu.

Ayette anlatılan durumun bir an önce azabın gelmesini isteyen kâfir kimse hakkında olması da caizdir. Mesela, müşriklerden Nadr Bin Haris, Bedir savaşından önce “Allahım, bu iki ordudan hayırlı olana zafer ver” diye dua etmişti. Ayrıca “Allahım, eğer bu Senin katından gelmiş bir hak kitap ise, üstümüze gökten taş yağdır veya bize çok elim bir azap ver.” (Enfal, 32) ayetinde bildirilen duayı yapmıştı. Duası kabul oldu, Müslümanlar galip geldi, kendisi de Bedir günü kılıçla boynu vurularak öldürüldü.

 

12- وَجَعَلْنَا اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ آيَتَيْنِ “Biz geceyi ve gündüzü birer ayet kıldık.”

Gece ve gündüz, başka türlü olması mümkün iken aynı tarzda birbirini takip eder. Bu durum, kudret ve hikmet sahibi bir Yaratıcıya delalet etmektedir.

فَمَحَوْنَا آيَةَ اللَّيْلِ “Ardından gecenin ayetini sildik.”

وَجَعَلْنَا آيَةَ النَّهَارِ مُبْصِرَةً “Ve gündüzün ayetini de eşyayı gösterici kıldık.”

Bir ayet olan geceyi silip diğer ayet olan gündüzü aydınlık kıldık.

Denildi ki: İki ayetten murat ay ve güneştir. Mana şöyle takdir edilebilir: “Gece ve gündüzü aydınlatan ay ve güneşi iki ayet kıldık.” Veya “Gece ve gündüzü, iki ayet sahibi kıldık.”

Gecenin ayeti olan ay’ın silinmesi, zâtında karanlık ve nurunun giderilmiş olmasıdır. Veya nurunun peyder pey azalıp büsbütün gözden kaybolmasıdır.

Gündüzün ayeti olan güneşin aydınlatıcı olması ise, şua sahibi olup eşyanın onun ziyasıyla görülmesidir.

لِتَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ وَلِتَعْلَمُواْ عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ “Bunu, Rabbinizden bir lütuf aramanız, yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için yaptık.”

Ta ki gündüzün aydınlığında maişetinizi temin yollarını arayasınız, onunla amellerinizi görerek yapasınız.

Ve bir de bunların farklı olmaları, peşpeşe gelmeleriyle veya hareketleriyle yılları ve hesabı bilmeniz içindir.

وَكُلَّ شَيْءٍ فَصَّلْنَاهُ تَفْصِيلاً “Ve biz her şeyi fasıl fasıl anlattık.”

Din ve dünya işinde muhtaç olduğunuz ne varsa biz onları tek tek, fasıl fasıl beyan ettik.

 

 

 

13- وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ “Her insanın mukadderatını boynuna doladık.”

Her insanın da amelini ve kendisi için takdir olunan kaderini boynuna taktık, Onun ameli veya kaderi sanki gayp yuvasından ve kader canibinden kendisine uçup gelmektedir.

Arablar kuşların gelip gitmelerinden manalar çıkarır, duruma göre ya hayra yorar veya uğursuzluk sayarlardı. Ayette, hayra ve şerre sebebiyet verme yönünden Allahın kaderi ve kulun ameli için istiare olarak kullanılmıştır.

وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا “Ve onun amel defterini kıyamet günü açılmış bir kitap şeklinde önüne çıkarırız.”Kıyamet günü onu amel defteri olarak önüne koyarız.

Veya bundan murat, yaptığı amellerin etkisiyle nakışlanmış nefsidir. Çünkü insanın iradî fiilleri nefiste çeşitli hâller meydana getirir. Bundan dolayı, bu amellerin tekrarı melekeleri oluşturur.

 

14- اقْرَأْ كَتَابَكَ “Kitabını oku!”

كَفَى بِنَفْسِكَ الْيَوْمَ عَلَيْكَ حَسِيبًا “Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!”

Hasîb, “hesap görücü” anlamına gelebileceği gibi, “şahit” anlamında da kullanılabilir.

Nefis müennes olduğu hâlde “hasîb” kelimesinin müzekker gelmesi, muhasebe ve şahitliği yapanların erkekler olmasından veya buradaki nefsin “şahıs” anlamına gelmesindendir.

 

15- مَّنِ اهْتَدَى فَإِنَّمَا يَهْتَدي لِنَفْسِهِ “Kim hidayete erse kendi iyiliği için hidayete erer.”

وَمَن ضَلَّ فَإِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَا “Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar.”

Onun hidayette olması başkasını kurtarmaz.

Dalaleti de başkasını yoldan çıkarmaz.

وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ أُخْرَى “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez.”

Herkes kendi günahını taşır.

وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً “Biz, bir peygamber göndermedikçe,azap edici değiliz.”

Gönderilen elçi onlara delilleri beyan eder, Allahın hükümlerini açıklar. Böylece insanların diğer âlemde “biz bunları duymadık” deme hakları olmaz.

Ayette, din bildirilmeden insanlara bir şeyin vacip olmadığına bir delil vardır.

 

 16- وَإِذَا أَرَدْنَا أَن نُّهْلِكَ قَرْيَةً أَمَرْنَا مُتْرَفِيهَا فَفَسَقُواْ فِيهَا “Biz bir beldeyi helak etmek istediğimizde, oradaki refah sahiplerine (itaati) emrederiz, onlar ise orada kötülük işlerler.”

İrademiz, sabık kazamızı (mukadder hükmümüzü) infaz için bir kavmin helakine taalluk ettiğinde veya “hasta ölmek istediğinde hastalığı şiddetlenir” denilmesi misalî, bir kavmin mukadder helâk vakti geldiğinde, kendilerine gönderdiğimiz bir peygamber diliyle, o beldenin refah içinde yaşayan önde gelenlerine Allaha itaat etmelerini emrederiz.[1>

Bu manaya, ayetin öncesi ve sonrası delâlet eder. Mesela, sonrasında onların fıskından bahis var. Fısk, “taatten çıkmak ve isyanda direnmektir.” Dolayısıyla mukabele yolu ile, onlara taatin emredildiğine delâlet eder.

Ayrıca şu manalara da dikkat çekilmiştir:

“Ona emrettim, o da okudu” denildiğinde okumanın emredildiği anlaşılır. Burada da “onlara emrederiz” denildikten sonra, fıska düştükleri ifade edildiğine göre, kendilerine fısk emredilmiş demektir. Ancak, Cenab-ı Hakkın fıskı emretmesi, ona sevketmesinden mecazdır.

Veya onları şımartacak kadar bol nimet vermesi ve bu durumun da onların fıskına yol açmasından dolayıdır. Ancak “ona emrettim, o ise bana isyan etti” dediğimizde neyin emredildiğinin belli olmaması gibi, ayette “onlara emrederiz” denildiğinde neyin emredildiğinin belli olmaması da ihtimal dâhilindedir.

Ayette refah içinde olanlara emredildiğinin söylenmesi, başkalarının onlara tâbi olmasındandır. Ayrıca bu kimseler başkalarına nisbetle daha seri olarak hamakatte bulunurlar, fücura imkânları daha fazladır.

 

فَحَقَّ عَلَيْهَا الْقَوْلُ “Böylece, oraya azap sözü hak olur.”

Böylece azabın gelmesiyle ilgili önceden bildirilen söz gerçekleşir.

Veya onların günahlarının ortaya çıkması veya günahlara büsbütün dalmalarıyla ilgili söz, tahakkuk eder.

فَدَمَّرْنَاهَا تَدْمِيرًا “Biz de onu yerle bir ederiz.”Biz de o beldeyi, içindekileri helak ile ve diyarlarını harabeye çevirmekle hak ile yeksan ederiz.

 

17- وَكَمْ أَهْلَكْنَا مِنَ الْقُرُونِ مِن بَعْدِ نُوحٍ “Biz Nûh’tan sonra nice nesilleri helak ettik.”Nûhtan sonra Ad ve Semud gibi nice nesilleri helak ettik.

وَكَفَى بِرَبِّكَ بِذُنُوبِ عِبَادِهِ خَبِيرًَا بَصِيرًا “Kullarının günahlarından haberdar olmak ve görmekte Rabbin yeter.”Senin Rabbin onların işledikleri günahların hem zahirlerini, hem batınlarını bilir, ona göre ceza verir.

 

18- مَّن كَانَ يُرِيدُ الْعَاجِلَةَ عَجَّلْنَا لَهُ فِيهَا مَا نَشَاء لِمَن نُّرِيدُ “Her kim peşin dünya lezzetlerini isterse, dünyada istediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını peşinen veririz.”

Ayette hem peşin lezzetleri isteyen kimsenin iradesi, hem de istediğiyle alakalı ilâhî meşiet ve irade kaydı getirildi. Çünkü her temenni eden temenni ettiği şeye ulaşamaz. Bir takım imkânlara kavuşan da her arzuladığını elde edemez. Kaydın getirilmesi, her şeyin ilâhî meşîetle olduğunun bilinmesi içindir.

Sebeb-i Nüzûl

Denildi ki: Ayet münafıklar hakkında indi. Bunlar Müslümanlara riyakârlık yapıyorlar, onlarla beraber savaşa çıkıyorlardı. Hâlbuki savaşa gitmekten maksatları sadece ganimet elde etmek gibi şeylerdi.

ثُمَّ جَعَلْنَا لَهُ جَهَنَّمَ “Sonra cehennemi ona mekan kılarız.”

يَصْلاهَا مَذْمُومًا مَّدْحُورًا “Kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer.”

Allahın rahmetinden kovulmuş, kınanmış bir şekilde cehenneme girer.

 

 19- وَمَنْ أَرَادَ الآخِرَةَ وَسَعَى لَهَا سَعْيَهَا وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُولَئِكَ كَانَ سَعْيُهُم مَّشْكُورًا “Kim de ahireti ister ve mü’min olarak ciddi bir çaba ile onun için çalışırsa, işte bunların sa’yi meşkurdur (çalışmalarının karşılığını görürler).”

Ayette nazara verilen çalışmak; hakkını vermek, emredilenleri yapmak, yasaklardan ise uzak durmaktır. Yoksa kendi akıllarıyla ortaya koydukları şeylerle Allaha yakın olmak değildir.

Ayetteki “lâm” harfi, niyet ve ihlâs ifade eder. Yani, yaptığı çalışmayı böyle bir niyetle ve ihlâsla yapmalıdır.

“Mü’min olarak”

Bu çalışmanın makbul olması için iman şartı vardır. Yani, “her kim kendisinde hiçbir şirk ve yalanlama olmayan sahih bir imanla iman ederse…” Çünkü iman, işin esasıdır.

İşte bu üç şartı cemedenlerin çalışması Allah nezdinde makbuldür, sevaplarını alırlar. Çünkü “şükür” Allaha nisbet edilince, taate karşı O’ndan sevap anlamına gelir.[2>

 

 

2- كُلاًّ نُّمِدُّ هَؤُلاء وَهَؤُلاء مِنْ عَطَاء رَبِّكَ “Hem onlara hem de diğerlerine Rabbinin bir ihsanı olarak medet veririz.”İki fırkadan her birine tekrar be tekrar ikramda bulunarak medet veririz, az öncesini daha öncesine destek yaparız.

وَمَا كَانَ عَطَاء رَبِّكَ مَحْظُورًا “Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir.”

Allah, dünyada bir lütuf olarak ihsanını ne mü’minden esirger ne de kâfirden.

 

21- انظُرْ كَيْفَ فَضَّلْنَا بَعْضَهُمْ عَلَى بَعْضٍ “Bak! Onların bir kısmını bir kısmına nasıl üstün kıldık!”Bak biz onların bir kısmını bir kısmına rızıkta üstün kıldık.

وَلَلآخِرَةُ أَكْبَرُ دَرَجَاتٍ وَأَكْبَرُ تَفْضِيلاً “Elbette ahiret, hem dereceler bakımından daha büyük, hem de üstünlük bakımından daha büyüktür.”

Ahiretteki farklılık ise çok daha büyük olacak. Çünkü oradaki farklılık cennet ve dereceleri, cehennem ve derekeleri şeklinde olacaktır.

 

2ّ2- لاَّ تَجْعَل مَعَ اللّهِ إِلَهًا آخَرَ “Allah ile birlikte başka bir ilâh edinme!”Hitap Hz. Peygamberedir, ama murat ümmetidir.Veya hitap herkesedir.

فَتَقْعُدَ مَذْمُومًا مَّخْذُولاً “Yoksa kınanmış ve yalnız başına bırakılmış olarak oturup kalırsın.”

Yoksa melekler ve mü’minler tarafından kınanır, Allah tarafından da yardımsız bırakılırsın.

 

Ayetten (mefhum-u muhalif ile) öyle anlaşılıyor ki tevhid ehli olan kimse ise, medhedilir, yardıma mazhar kılınır.[3>


 

[1> “Hasta ölmek istediğinde hastalığı şiddetlenir” ifadesi, aslında “hasta öleceği zaman” demektir. Benzeri bir şekilde “bir beldeyi helak etmek istediğimizde” ifadesi, “bir beldenin helaki geldiğinde” demektir.

[2> Bu üç şart, iman, irade ve ameldir. Ahiret saadetini elde etmek için,

-Mü’min olmak,

-Ahireti istemek,

-Emredilenleri yapıp yasaklardan kaçarak ciddi bir şekilde ahirete çalışmak lazımdır.

 

[3>Mefhum-u muhalif, söylenenin tersine zihnin intikal etmesidir. Allah ile beraber başka bir ilah edinen kimsenin kınandığı ve mahrum bırakıldığı ifade edilince, zihin buradan “demek ki Allah, tevhid ehlini medheder ve onları muvaffak kılar” manasına intikal eder.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
17. İsra
Gönderi tarihi: 12-04-2014
2,107 kez okundu
Block title
Block content