7ّّّ7- وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Göklerin ve yerin gaybı Allah’a aittir.”
Göklerin ve yerin gaybını bilmek Allaha hastır, başkası bilemez.Gayb, göklerde ve yerde kullara gizli kalan, duyularla algılanmayan, kendisine gözle görülür, elle tutulur bir alâmet olmayan şeydir.
Denildi ki: Bundan murat, kıyamet günüdür. Çünkü onu bilmek, gök ve yer ehline gaybtır.
وَمَا أَمْرُ السَّاعَةِ إِلاَّ كَلَمْحِ الْبَصَرِ أَوْ هُوَ أَقْرَبُ “Kıyametin kopuşu yalnız bir göz açıp yummak gibidir veya daha az bir zamandır.”
Ayet, sür’at ve kolaylık yönüyle kıyametin meydana gelmesini anlatmaktadır.
Çünkü Allahu Teâlâ o zaman bütün mahlûkata birden hayat verir.
Ayetteki “veya” kelimesi
1-Ya tahyir ifade eder.
2-Veya “hatta” manası taşır.
1-Yani, Allah kıyameti isterse göz açıp yumuncaya kadar bir sürede, dilerse de daha az bir zamanda bir anda yapar.
2-Allah kıyameti göz açıp yumuncaya kadar bir sürede, hatta daha az bir zamanda yapar.
Denildi ki: Ayetin manası şöyledir: Kıyametin meydana gelmesi her ne kadar zaman içerisinde meydana gelse de, gerçekte Allah nezdinde sizin “göz açıp yumuncaya kadar, hatta daha az zamanda” dediğiniz türdendir.
إِنَّ اللّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Şüphesiz Allah her şeye kadirdir.”
Böyle olunca, mahlûkatı peyder pey yaratmaya muktedir olduğu gibi, birden yaratmaya da gücü yeter.Cenab-ı Hak, bunu beyandan sonra kudretine delil olmak üzere şöyle bildirdi.
78- وَاللّهُ أَخْرَجَكُم مِّن بُطُونِ أُمَّهَاتِكُمْ لاَ تَعْلَمُونَ شَيْئًا “Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı.”
وَجَعَلَ لَكُمُ الْسَّمْعَ وَالأَبْصَارَ وَالأَفْئِدَةَ “Ve size işitme duyusu, gözler ve gönüller verdi.”
Size kendisiyle ilim öğreneceğiz göz, kulak ve kalpler verdi. Siz bunlarla eşyanın cüziyatını hisseder ve onları idrak edersiniz. Sonra, bunları tekrar be tekrar hissetmekle kalplerinizle “bunlar aynı gruptan, şunlar farklı gruptan” şeklinde birbirinden ayırırsınız. Böylece sizin için “bedihî ilimler” meydana gelir. Buradan da, onlar üzerinde tefekkür ederek “kesbî ilimleri” elde edersiniz.
لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Ola ki şükredersiniz.”
Allahın size vermiş olduğu kulak, göz, kalp gibi şeyler, her tavırda size verilen nimetleri bunlarla bilip Allaha şükretmeniz içindir.
79- أَلَمْ يَرَوْاْ إِلَى الطَّيْرِ مُسَخَّرَاتٍ فِي جَوِّ السَّمَاء “Havada Allah’ın emrine boyun eğerek uçan kuşları görmediler mi?”Allah, bunlara verdiği kanatlar ve uygun sebeplerle, onları uçmaya müheyya kılar.
مَا يُمْسِكُهُنَّ إِلاَّ اللّهُ “Onları tutan ancak Allahtır.”
Çünkü bunların cesetlerinin ağırlığı aslında düşmelerini gerektirir. Ne bunların üstünde tutunacakları bir şey, ne de altlarında dayanacakları bir destek vardır. Onları ancak Allah tutar.
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ “Şüphesiz bunda iman eden kimseleriçin âyetler (ibretler) vardır.”
Kuşların uçmaya uygun bir şekilde yaratılması, atmosferin uçmayı mümkün kılacak bir keyfiyette yapılması, o kuşların ağırlıklarına rağmen havada tutulmalarında, iman eden kimseler için ayetler, ibretler vardır.
Bu ibretlerin “iman eden kimseler için” olması, bunlardan faydalananların onlar olması yönündendir.[1>
8ّ0- وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّن بُيُوتِكُمْ سَكَنًا “Allah size evlerinizden bir sükûnet yeri yaptı.”
Allah, mukîm olduğunuz zaman içinde duracağınız, sükûnet bulacağınız taştan, çamurdan yapılmış evler kıldı.
وَجَعَلَ لَكُم مِّن جُلُودِ الأَنْعَامِ بُيُوتًا تَسْتَخِفُّونَهَا يَوْمَ ظَعْنِكُمْ وَيَوْمَ إِقَامَتِكُمْ “Ve davarların derilerinden gerek göç gününüzde, gerek ikamet gününüzde kolayca taşıyacağınız evler kıldı.”
Ayrıca davar derilerinden yapılmış çadırlardan bir kısım evler size nasip etti. Buna, yün, yapağı ve kıllardan yapılan evler de dâhil edilebilir. Çünkü bunlar deri üzerinde bitmektedirler.
Bunları yüklenip taşımak size zor gelmez, kolayca taşıyabilirsiniz.
Siz bunları gerek göç günü, gerekse konaklama gününde zorlanmadan kullanırsınız.
Yün koyundan, yapağı deveden, kıl ise keçiden elde edilir. Ayette bunların en’ama, yani davarlara nispet edilmesi, bu hayvanların davar cinsinden olmasındandır.
وَمِنْ أَصْوَافِهَا وَأَوْبَارِهَا وَأَشْعَارِهَا أَثَاثًا وَمَتَاعًا إِلَى حِينٍ “Ve onların yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar yararlanacağınız bir kısım ev eşyası ve ticari mal meydana getirdi.”
İşte siz bunların yün, yapağı ve derilerinden hem giyilen, serilen ev eşyası yapar, hem de ticaret malı olarak istifade edersiniz.
Bu istifadeniz, bir zaman sürer. Çünkü bunlar sağlam oldukları için uzun süre kullanılabilirler. Hatta bir kısmını ölümünüze kadar da kullanırsınız.
8ّ1- وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّمَّا خَلَقَ ظِلاَلاً “Allah, yarattıklarından sizin için gölgeler yaptı.”
Allah; ağaç, dağ, bina ve benzeri şeylerden sizin için güneşin hararetinden koruyacak gölgeler kıldı.
وَجَعَلَ لَكُم مِّنَ الْجِبَالِ أَكْنَانًا “Ve sizin için dağlarda barınaklar var etti.”
Bunlar, dağlardaki mağaralar ve yontmak suretiyle elde edilen evlerdir.
وَجَعَلَ لَكُمْ سَرَابِيلَ تَقِيكُمُ الْحَرَّ وَسَرَابِيلَ تَقِيكُم بَأْسَكُمْ “Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve savaşta koruyacak elbiseler kıldı.”
Sizi sıcaktan koruyacak, yün, keten pamuk ve benzerlerinden elbiseler verdi.
Ayette “sıcaktan koruyacak” ifadesi, ya iki zıddan birinin zikriyle yetinmek içindir veya Kur’anın ilk muhatapları nezdinde sıcaktan korunma daha önemli olduğundandır.
“Savaşta koruyacak elbise”den murat, savaşta düşmana karşı koruyan demir yelek, zırh gibi şeylerdir.
كَذَلِكَ يُتِمُّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكُمْ لَعَلَّكُمْ تُسْلِمُونَ “İşte, üzerinizde olan nimetini böylece tamamlıyor, ola ki kendisine boyun eğesiniz.”
Bahsi geçen nimetleri tamamlaması gibi, size olan nimetlerini tamamlıyor. Ta ki bu nimetlerle bakıp O’na iman edesiniz ve hükmüne boyun eğesiniz.
Ayette geçen تُسْلِمُونَ “tüslimun” kelimesi “selâmet” kökünden gelir.
Buna göre şu manalara da dikkat çekilmiştir:
-Allah size olan nimetini böyle tamamlıyor, ta ki şükredip de azaptan selâmette kalasınız.
-Veya, bu nimetlere bakıp da şirkten selamet bulasınız.
-Veya, zırh kuşanarak yaralanmaktan korunasınız.
82- فَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ الْمُبِينُ “Buna rağmen yüz çevirirlerse, artık sana düşen apaçık bir tebliğdir.”
Şayet yüz çevirip, Senden bunları kabul etmezlerse, bu sana zarar vermez. Sana düşen ancak tebliğdir, bunu da zâten yaptın.
8ّ3- يَعْرِفُونَ نِعْمَتَ اللّهِ “Allah’ın nimetini tanırlar.”
Müşrikler, burada kendilerine sayılan nimetleri ve başkalarını nimet olarak bilirler, Allahdan geldiğini itiraf ederler.
ثُمَّ يُنكِرُونَهَا “Sonra da onu inkâr ederler.”
Ama ardından,
–Bu nimetleri verenden başkasına ibadet etmekle,
-Ve “bunlar, ilahlarımızın şefaatiyle bize geldi” demek suretiyle,
-Veya “şu sebeple bunlara ulaştık” diyerek,
-Veya bu nimetlerin hakkını vermemek suretiyle onları inkâr ederler.
Denildi ki: “Allahın nimetinden” murat Hz. Peygamberin nübüvvetidir. Onun nübüvvetini mu’cizelerle tanıdılar, sonra ise sırf inat yüzünden inkâr ettiler.
Ayette geçen “sonra” ifadesi, bildikten sonra inkârın daha çirkin olduğunu gösterir.
وَأَكْثَرُهُمُ الْكَافِرُونَ “Ve onların çoğu kafirlerdir.”
Onların çoğu inadından inkâr eden kimselerdir.
“Onların çoğu” denilmesi,
-Bir kısmının aklı kıt olduğu için hakkı bilmemesinden,
-Veya tefekkürde ihmalleri olduğundan,
-Veya mükellefiyet yaşına gelmediğinden, sorumlu olmamalarındandır.
Veya “onların çoğu” ifadesi, “Doğrusu onların çoğu bilmezler.” (Nahl, 75) ayetinde olduğu gibi tümü yerine kullanılmış da olabilir.
84- وَيَوْمَ نَبْعَثُ مِن كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا “O gün her ümmetten bir şahid getireceğiz.”
Şahitten murat, o ümmetin peygamberidir, oların iman ve küfrüne şehadet eder.
ثُمَّ لاَ يُؤْذَنُ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ “Sonra o inkar edenlere izin verilmez.”
Sonra o inkâr edenlere mazeret beyan etmeleri için izin verilmez. Çünkü özürleri yoktur.
Denildi ki: Onlara dünyaya yeniden dönme hususunda izin verilmez.
Ayette geçen “sonra” ifadesi, mazeret beyan etmelerinden şiddetle men edildiklerini gösterir. Çünkü peygamberler, bunlarla ilgili şehadette bulunmuşlardır.
وَلاَ هُمْ يُسْتَعْتَبُونَ “Ve onlardan özür dilemeleri de istenmez.”
Onlardan tarziye de istenmez.
85- وَإِذَا رَأى الَّذِينَ ظَلَمُواْ الْعَذَابَ فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمْ “O zulmedenler azabı gördükleri zaman, artık onlardan azap hafifletilmez.”
وَلاَ هُمْ يُنظَرُونَ “Ve onlara süre de verilmez.”
O zâlimler cehennem azabını gördüklerinde, artık o azap kendilerinden ne hafifletilecek, ne de kendilerine mühlet verilecek.
86- وَإِذَا رَأى الَّذِينَ أَشْرَكُواْ شُرَكَاءهُمْ قَالُواْ رَبَّنَا هَؤُلاء شُرَكَآؤُنَا الَّذِينَ كُنَّا نَدْعُوْ مِن دُونِكَ “Ve Allah’a ortak koşanlar, şeriklerini gördükleri zaman, “Rabbimiz! İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız ortaklarımızdır” diyecekler.”
Müşriklerin Allaha şerik kıldıkları şeyler,
-Şerik olduğunu iddia ettikleri putlar,
-Onları küfre sevk etmeleri cihetiyle kendilerine ortak olan şeytanlar olabilir.
“İşte bunlar, seni bırakıp da kendilerine taptığımız ortaklarımızdır”
İşte bunlar, Senin dûnunda kendilerine ibadet veya itaat ettiğimiz ortaklarımız.
Bu ifadeleri, bunda hata ettiklerini itiraf etmektir.
Veya azaplarının yarısını bunlara verebilmek için bir çare arayışıdır.
فَألْقَوْا إِلَيْهِمُ الْقَوْلَ إِنَّكُمْ لَكَاذِبُونَ “Onlar ise, “Siz gerçekten yalancılarsınız” diye söz atacaklar.”
Şerikleri ise, kendilerinin Allaha şerik olmadığını beyan ile onları tekzip ederler.
Veya gerçekte onlar bunlara ibadet etmemişlerdi. “(O batıl mabutlar) onların ibadetlerini inkâr edecekler.” (Meryem, 82) ayetinde nazara verildiği gibi, ancak kendi hevâlarına tapmışlardı.
Putların “Siz gerçekten yalancılarsınız” demeleri, Allahın o zaman putları konuşturmasıyladır.
Veya şeytanın “Zaten benim size karşı bir gücüm yoktu. Ancak ben sizi çağırdım, siz de geldiniz.” (İbrahim, 22) dediği gibi, onları zorla küfre sevketmek gibi bir durumlarının olmadığını nazara verecekler.
8ّ7- وَأَلْقَوْاْ إِلَى اللّهِ يَوْمَئِذٍ السَّلَمَ “Ve o gün Allah’a teslim olurlar.”
Dünyada o kadar kibirlendikten sonra, o zâlim kâfirler hesap gününde Allahın hükmüne teslim olacaklar.
وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ “Ve bütün o uydurdukları şeyler kaybolup gitmiştir.”
Onlar, Allaha bir iftira olarak bu batıl mabutların kendilerine fayda vereceğini, şefaatçi olacaklarını söylüyorlardı. Hesap günü, o batıl mabutları bunları yalanlayacak ve bunlardan berî olduklarını söyleyecekler. Böylece o batıl mabutlar kaybolup gidecekler.
8ّ8- الَّذِينَ كَفَرُواْ وَصَدُّواْ عَن سَبِيلِ اللّهِ زِدْنَاهُمْ عَذَابًا فَوْقَ الْعَذَابِ بِمَا كَانُواْ يُفْسِدُونَ “İnkâr eden ve Allah yolundan çevirenlere, ifsatları sebebiyle azap üstüne azap verdik.”
Allah yolundan alıkoymaları,
-İslâmdan men ederek,
-Ve küfre sevkederek olur.
Küfürleri sebebiyle layık oldukları azaba ilâve olarak, bir de Allah yolundan alıkoymalarından dolayı müfsid olmaları sebebiyle bunlara azap edilecektir.
89- وَيَوْمَ نَبْعَثُ فِي كُلِّ أُمَّةٍ شَهِيدًا عَلَيْهِم مِّنْ أَنفُسِهِمْ “Biz o gün, her ümmet içinde, kendilerinden üzerlerine bir şahit göndeririz.”
Çünkü, her ümmetin peygamberi, onların içinden gönderilmiştir.
وَجِئْنَا بِكَ شَهِيدًا عَلَى هَؤُلاء “Seni de şunların üzerine şahit getireceğiz.”
Ayetin sonuna kadar olan bu kısım yeni bir cümle olabilir. Veya hâl cümlesidir.
وَنَزَّلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ تِبْيَانًا لِّكُلِّ شَيْءٍ “Sana bu kitabı her şeyi açıklayıcı olarak indirdik.”
Kitabın her şeyi açıklaması,
-Dinî meselelerde ayrıntılı olarak anlatmasıdır.
-Veya bazı meselelerde mücmel de gitse, bunun ayrıntılarını sünnete ve kıyasa havale etmesidir.
وَهُدًى وَرَحْمَةً “Ve bu bir hidayet ve bir rahmettir.”
Kur’an, herkes için bir rehber ve rahmettir. Ama bu hidayet ve rahmetten nice insanın mahrum kalmaları, ona gereken ihtimamı göstermemelerindendir.
وَبُشْرَى لِلْمُسْلِمِينَ “Ve hakka teslim olanlara bir müjdedir.”
Ve o Kur’an, özellikle Hakka teslim olanlar için bir müjdedir.
[1> Kitabın muhatabı aslında bütün insanlardır. Ama kitabı, okumasını bilenler okur. Onun gibi, kâinat kitabının bu ayetleri aslında bütün insanlara yöneliktir. Ama bu tekvînî ayetlerden istifade edenler, iman eden kimselerdir.