3ّ5- وَقَالَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ لَوْ شَاء اللّهُ مَا عَبَدْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ نَّحْنُ وَلا آبَاؤُنَا “Allah’a ortak koşanlar dedi ki: Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık.”
وَلاَ حَرَّمْنَا مِن دُونِهِ مِن شَيْءٍ “Ve O’nun emri dışında hiçbir şeyi haram kılmazdık.”
Onların böyle demeleri ancak alay etmek içindi.
Veya “Allahın dilediği mutlaka olur. Dilemediği ise asla meydana gelmez” esasına yapışıp, peygamber gönderilmesinde ve insanların imtihan edilmesinde bir fayda olmadığını söylediler.[1>
Veya, kendilerinin işlemiş olduğu şirk ve Allahın aslında haram kılmadığı bazı hayvanları haram kılmaları gibi fiillerinin tenkidine karşı “Şayet bu haram kılmak çirkin bir şey olsaydı, Allah bizden bunun sudurunu dilemez, bunun tersini dilerdi” şeklinde delil getirmek istediler.
Yaptıkları kötü fiilleri Allahın dilemesine vermeleri, özür beyan etmek şeklinde olmayıp, bir sığınma idi.[2> Çünkü amellerinin çirkin olduğuna itikatları yoktu.
Ayetin devamında onların bu iki şüphesine cevaba bir tenbih vardır:
كَذَلِكَ فَعَلَ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ “Kendilerinden öncekiler de böyle yaptılar.”
Yani, Allaha şirk koştular, Onun helâl kıldığını haram saydılar, peygamber gönderilmesini anlamsız buldular.
فَهَلْ عَلَى الرُّسُلِ إِلاَّ الْبَلاغُ الْمُبِينُ “Peygamberlere düşen, apaçık tebliğ den başka nedir?”
Peygambere düşen görev, ancak hakkı ortaya koyacak şekilde tebliğde bulunmaktır. Bunun ise, Allahın hidayetini dilemiş olduğu kimsenin hidayetinde bir tesiri yoktur. Lakin vesile olma noktasında, hidayete sevk etmiş olur. Allahın vukuunu dilemiş olduğu şeyin vukuu mutlak olmayıp, onun için takdir etmiş olduğu sebeplerdendir.[3>
Sonra Cenab-ı Hak peygamberliğin bütün ümmetlerde devam ede gelen ilâhî bir kanun olduğunu, düzgün mizaçlı kimselerin aldığı gıdanın onlara fayda vermesi ve kuvvetlendirmesi, bozuk mizaçlı olanlara ise zarar vermesi, rahatsız etmesi gibi, peygamberlerin de Allahın hidayetini murat ettiği kimsenin hidayetine, dalaletini murat ettiği kimsenin ise dalaletine bir sebep olduğunu anlattı ve şöyle buyurdu:
36- وَلَقَدْ بَعَثْنَا فِي كُلِّ أُمَّةٍ رَّسُولاً أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ وَاجْتَنِبُواْ الطَّاغُوتَ “Andolsun ki biz her ümmete, “Allah’a ibadet edin ve tağuttan sakının” diye bir peygamber gönderdik.”
فَمِنْهُم مَّنْ هَدَى اللّهُ “Böylece Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti.”
Bir kısmını, onların irşadıyla imana muvaffak kıldı.
وَمِنْهُم مَّنْ حَقَّتْ عَلَيْهِ الضَّلالَةُ “Bir kısmına da dalalet hak oldu.”
Çünkü onları muvaffak kılmadı, hidayetlerini murat etmedi[4>
فَسِيرُواْ فِي الأَرْضِ “Şimdi yer yüzünde gezip dolaşın.”
فَانظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ “Dolaşın da, yalanlayanların akıbetinin nasıl olduğuna bakın?”
Ey Kureyş topluluğu! Âd, Semud ve diğerlerinin akıbetine bakın, ola ki ibret alırsınız.
37- إِن تَحْرِصْ عَلَى هُدَاهُمْ فَإِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي مَن يُضِلُّ “Sen onların hidayetine ne kadar hırs göstersen de, şüphesiz Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez.”
Ayet, Hz. Peygambere hitap eder. Bir önceki ayette nazara verilen “Bir kısmına da dalalet hak oldu” manasını açıklamaktadır.
وَمَا لَهُم مِّن نَّاصِرِينَ “Onlar için hiçbir yardımcı da yoktur.”
Azabı onlardan kaldırmak suretiyle kendilerine yardım edecek hiçbir kimse yoktur.
3ّّ8- وَأَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ لاَ يَبْعَثُ اللّهُ مَن يَمُوتُ “Onlar, “Allah ölenkimseyi diriltmez” diye en kuvvetli yeminleriyle Allah’a yemin ettiler.”Ayet, “Allah’a ortak koşanlar dediler ki: “Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık.”ayetine atfedilmiştir. (Nahl, 35) Yani onlar tevhidi inkâr ettikleri gibi, öldükten sonra dirilmeyi de inkâr etmişlerdir. Allahu Teâlâ, en beliğ bir şekilde onları red ile şöyle buyurdu:
بَلَى “Hayır!”Hayır, iş onların dediği gibi değil, Allah insanları diriltecektir.
وَعْدًا عَلَيْهِ حَقًّا “Bu, O’ndan hak bir vaattir.”Allahın vaadinde hulfetmesi imkânsız olduğundan, bunu mutlaka yapacaktır. Ayrıca, hikmeti de bunu gerekli kılmaktadır .
وَلكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يَعْلَمُونَ “Lakin insanların çoğu bunu bilmezler.”
Ancak insanların çoğu, diriltileceklerini bilmiyorlar.Bilmemeleri şu yönlerden olabilir:
-Allahu Teâlâ âlemde hikmetle tasarrufta bulunur. Onlar, Allahın âdetinin hikmeti gözetmeyi esas aldığını, hikmetin ise ahireti gerektirdiğini bilmezler.
-Veya ülfetle baktıklarından böyle bir şeyin imkansız olduğunu tevehhüm ederler.[5>
Sonra Cenab-ı Hak her iki durumu açıklamak için şöyle buyurdu:
39- لِيُبَيِّنَ لَهُمُ الَّذِي يَخْتَلِفُونَ فِيهِ “Ta ki, hakkında ihtilaf ettiklerini onlara açıkça göstersin.”
Allah ihtilafa düştükleri gerçeği beyan etmek için onları diriltecektir.
وَلِيَعْلَمَ الَّذِينَ كَفَرُواْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَاذِبِينَ “Bir de, bunu inkâr edenler kendilerinin yalancı olduklarını bilsinler.”
Allah, o inkârcıların, batıl davalarında yalancı olduklarını ortaya koymak için böyle yapacaktır.
Ayetin bu kısmı öldükten sonra dirilmeyi gerektiren ilâhî hikmete işaret eder. O da, sevap ve ceza vermek ile hak ile batılın, hak yolda olanla batıl yolda olanın birbirinden ayrılmasıdır.
Sonra ise şöyle buyurdu:
40- إِنَّمَا قَوْلُنَا لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَ لَهُ كُن فَيَكُونُ “Biz bir şeyi dilediğimiz zaman, ona sözümüz sadece “ol” dememizdir, o da hemen oluverir.”Ayet, haşrin mümkün olduğunun beyanıdır. Şöyle ki:Allahın yaratması tamamen kudret ve meşietiyledir, bunun için evvelinde gerekli maddeler ve bir hazırlık süresi gerekmez, yoksa teselsül lâzım gelir.[6>
Dolayısıyla, evvelinde madde ve örnek olmadan bidayeten eşyayı yaratması imkân dairesinde olduğu gibi, sonrasında bunları iade şeklinde yaratması da imkân dairesindedir.
4ّ1- وَالَّذِينَ هَاجَرُواْ فِي اللّهِ مِن بَعْدِ مَا ظُلِمُواْ “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince:”Ayette bahsedilenler, Hz. Peygamber ve hicret eden sahabilerdir. Kureyş onlara zulmetmişti. Sahabenin bir kısmı Habeşistana ve sonra da Medineye, bir kısmı ise doğrudan Medineye hicret etti.
Veya bunlardan murat, Rasûlullahın Medineye hicretinden sonra Mekkede hapsedilen, işkence yapılan Bilâl, Suheyb, Habbab, Ammar, Abbas, Ebu Cendel ve Süheyl’dir. (Radıyallahu anhum ecmaîn)
لَنُبَوِّئَنَّهُمْ فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً “Biz onları dünyada mutlaka güzel bir şekilde yerleştiririz.”
وَلَأَجْرُ الآخِرَةِ أَكْبَرُ “Ahiret mükafatı ise, elbette çok daha büyüktür.”
Bunlar, dünyada güzel bir hayata kavuşacakları gibi, kendileri hakkında ahiret mükâfatı dünyadakinden çok daha büyük olacaktır.
Hz. Ömerden şöyle nakledilir: O, muhacirlerden birine ganimet gibi bir ikramda bulunduğunda şöyle derdi: “Bunu al, Allahın ahirette senin için hazırladığı ise, çok daha efdaldir.”
لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ “Keşke bilselerdi…”Zamir, kâfirlere de, muhacirlere de raci olabilir.
Kâfirlere raci olsa mana şöyle olur: “O kâfirler, şayet Allahın bu muhacirler için dünya ve ahrette vereceği şeyleri bilselerdi, muvafakat eder, onlara katılırlardı.”
Muhacirlere raci olsa mana şöyledir: “Muhacirler kendilerine dünya ve ahirette verilecekleri bilseler, daha çok gayret gösterir, daha ziyade sabrederlerdi.”
42- الَّذِينَ صَبَرُواْ “Onlar ki, sabrettiler.”O muhacirler, kâfirlerin işkenceleri ve vatandan ayrı kalmak gibi zor hâllere sabretmiş kimselerdir.
وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ “Ve sadece Rablerine tevekkül ederler.”
Sadece Allaha yönelmiş, her işlerini O’na havale etmişlerdir.
43- وَمَا أَرْسَلْنَا مِن قَبْلِكَ إِلاَّ رِجَالاً نُّوحِي إِلَيْهِمْ “Senden önce de, kendilerine vahyettiğimiz ricalden başkasını peygamber olarak göndermedik.”
Kureyş “Allah bir insanı Peygamber olarak göndermekten yücedir” diyorlardı, ayet onların görüşüne bir reddir. Yani, Allahın bu konuda kanunu, meleklerin diliyle bir beşere vahyedip onları hakka davet etmektir. Bunun hikmeti En’am sûresinde zikredilmişti.[7>
فَاسْأَلُواْ أَهْلَ الذِّكْرِ إِن كُنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Eğer bilmiyorsanız ehl-i zikre sorun.”
Şayet bu konuda tereddüdünüz varsa, ehl-i zikre sorun.Ehl-i zikirden murat, ehl-i kitaptır veya âlimlerdir.
Ayette, Allahın bir kadın veya bir meleği peygamber olarak göndermediğine bir delil vardır.
“O, melekleri ikişer, üçer, dörder kanatlı elçiler kılandır.” (Fatır, 1) ayetinde nazara verilen meleklerin elçiliği,
-Ya kendi hemcinsleri olan meleklere elçi olmaları,
-Veya peygamberlere taraf-ı İlâhiden elçi olarak gönderilmeleridir.
Denildi ki: Melekler Peygamberlere daima erkek suretinde temessül ederek geldiler. Buna, şu rivayetle cevap verilmiştir:
-“Hz. Peygamber (asm) Hz. Cebraili gerçek suretiyle iki defa gördü.”
Keza ayette, bilinmeyen meselelerde âlimlere müracaat etmenin vücubuna da bir delil vardır.
44- بِالْبَيِّنَاتِ وَالزُّبُرِ “(Biz o peygamberleri) apaçık delillerle ve kitaplarla(gönderdik.)”
Biz o Peygamberleri mu’cizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ayet sanki “peygamberler ne ile gönderildi?” sorusuna bir cevaptır.
وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الذِّكْرَ لِتُبَيِّنَ لِلنَّاسِ مَا نُزِّلَ إِلَيْهِمْ “Sana da Zikri indirdik ki, insanlara indirileni açıklayasın.” Zikirden murat, Kur’andır. Kur’ana zikir denilmesi, bir öğüt ve tenbih olmasındandır.
Kitabı Sana indirmemiz, onun vasıtasıyla kendilerine emredilen ve yasaklanan şeyleri beyan etmen içindir.
Veya ayetten murat şu da olabilir: O kitaptan anlamakta zorluk çektikleri şeyleri açıklaman için Kur’anı Sana indirdik.
وَلَعَلَّهُمْ يَتَفَكَّرُونَ “Ve ola ki onlar da düşünürler.”Ve onların Kur’ana dikkatle bakıp da gerçeklere yönelmeleri için onu indirdik.
4ّ5- أَفَأَمِنَ الَّذِينَ مَكَرُواْ السَّيِّئَاتِ أَن يَخْسِفَ اللّهُ بِهِمُ الأَرْضَ أَوْ يَأْتِيَهُمُ الْعَذَابُ مِنْ حَيْثُ لاَ يَشْعُرُونَ “O sinsice kötü tuzaklar kuranlar, Allah’ın kendilerini yerin dibine geçirmesinden veya hissetmeyecekleri bir yerden kendilerine azabın gelmesinden emin mi oldular?”
Bunlar, peygamberlerin helâki için hile ve tuzak kuranlardır.
Veya özellikle de Hz. Peygambere tuzaklar kuran ve ashabını imandan alıkoymaya çalışanlardır.
Bunlar, Allahu Teâlânın Karunu yerin dibine geçirdiği gibi, kendilerini yerin dibine geçirmesinden veya Lût kavmine yaptığı gibi ansızın sema canibinden azap gönderilmesinden emin mi oldular?
46- أَوْ يَأْخُذَهُمْ فِي تَقَلُّبِهِمْ “Yahut dolaşıp dururlarken kendilerini yakalayıvermesinden…?”
Veya seyahat ederlerken veya ticaretleriyle meşgul olurlarken Allahın onlara ceza vermesinden emin mi oldular?
فَمَا هُم بِمُعْجِزِينَ “Onlar, Allahı aciz bırakıcı değillerdir.”
47- أَوْ يَأْخُذَهُمْ عَلَى تَخَوُّفٍ “Yahut korku üzere iken kendilerini yakalamasından (emin mi oldular?)”
Veya kendilerinden önce helâk olan bir kavim gibi, korku içinde beklerlerken, azabın onları o korku halinde yakalayıvermesinden emin mi oldular?
Bu, Allahu Teâlânın onların can ve mallarını azar azar noksanlaştırması, adım adım kendilerini helâke götürmesi şeklinde de olabilir.
Rivayete göre Hz. Ömer minber üzerinde “Tahavvuf hakkında ne dersiniz?” diye sordu. Sükut ettiler. Ancak Hüzeyl kabilesinden yaşlı bir zât kalkıp “Bu bizim lügatimizde olan bir kelimedir, “noksan kılmak” demektir” şeklinde cevap verdi.
Hz. Ömer, “Arablar bunu şiirde bilirler mi?” dedi, yaşlı zât da şiirden delil getirdi. Bunun üzerine Hz. Ömer “Divanınıza sahip çıkın, sapmazsınız” dedi. Muhatapları “divanımız nedir?” dediler. Hz. Ömer, “cahiliye şiiri” dedi. Çünkü onda Kitabınızın tefsiri ve kelâmınızın manaları vardır.”
فَإِنَّ رَبَّكُمْ لَرؤُوفٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Rabbiniz Rauf – Rahîm’dir.”Rauf-Rahim olduğu için size ceza vermede acele etmez, fırsat tanır.
48- أَوَ لَمْ يَرَوْاْ إِلَى مَا خَلَقَ اللّهُ مِن شَيْءٍ “Allah’ın yarattığı şeyleri görmediler mi?”
Buradaki soru, onların hâlini inkâr içindir. Yani, Onlar ilâhî sanatlardan nicelerini görmüşlerdir. Ama gördükleri hâlde onlara ne oluyor ki bunları tefekkür etmiyorlar? Ta ki Allahın kudretinin ve kahrının kemâlini anlasınlar, O’ndan korksunlar.
يَتَفَيَّأُ ظِلاَلُهُ عَنِ الْيَمِينِ وَالْشَّمَآئِلِ سُجَّدًا لِلّهِ وَهُمْ دَاخِرُونَ “Onların gölgeleri Allah’a secde ederek ve tevazu ile boyun eğerek sağa ve sola dönmektedir.”
Yani, onlar gölgesi olan mahlûkata bakmadılar mı? Bu gölgeler, o şeylerin sağlarından sollarından sürünmektedir.
Ayette sağ tekil, sol ise çoğul gelmiştir. Bu, lafız ve mana itibarıyla olabilir.
Secdeden murat, ister fıtri, isterse de iradî hakka teslim olmaları, boyun eğmeleridir. Mesela, ağacın meyveleri çok olup aşağıya meylettiğinde “ağaç secde etti” denilir. Üzerine binilmesi için deve başını eğdiğinde ise “deve secdeye vardı” denilir.
Gölgenin secdesi, güneşin yükselmesi ve aşağıya meyletmesiyle dönmesidir.
Veya güneşin doğuş ve batış yerlerinin farklı farklı olması sebebiyle, kendisi için takdir olunan sürünmenin bir yönden başka yöne olmasıdır.
Veya gölgenin secdesi, yere yapışık bir şekilde secde eden biri görüntüsünde olmasını ifade eder.
Gölge bu şekilde secde ile yerde sürünerek Allaha secde ettiği gibi, gölgenin cirmi olan varlıklar da Allahın onlarda yapacağı tasarruflara karşı emir alan askerler gibidirler.
Ayette, varlıkların Allaha boyun eğmelerinin, insanlar için kullanılan kalıpta gelmesi,
-Ya varlıklar içinde insan da olduğundan,
-Veya şuurlu boyun eğmenin insanın özelliği olmasındandır.
49- وَلِلّهِ يَسْجُدُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ مِن دَآبَّةٍ وَالْمَلآئِكَةُ “Göklerde ve yeryüzünde bulunan bütün canlılar ve melekler, Allah’a secde ederler.”Secdeden murat, onların ilâhî emirlere boyun eğmeleridir. Bu, hem Allahın irade ve tesirine fıtri olarak yapılan, hem de teklif ve emrine karşı kendi isteğiyle iradî olarak yapılan boyun eğmeyi içine alır. Böylece bütün gök ve yer ehline secde isnadı sahih olur.[8>
Dâbbe ifadesi, göklerde ve yerde hareket halinde olan her şeyi içine alır. Melekler de hareketli olmaları hasebiyle dâbbe ifadesinde dahil iseler de, “melekler ve Cebrail” geldi dediğimiz de Cebrail meleklere dahil iken ayrıca söylenmesi tarzında bir atıf yapılmıştır. Bu atıf tazim içindir.[9>
Veya bu atıf, mücerret varlıkların cismanî olanlara atfı şeklindedir. “Melekler mücerret ruhlardır” diyenler, bu ayetle delil getirmişlerdir.
Veya dâbbe, arzda olanları beyan eder, melaike de göklerde olanı beyan eder.
Veya ayetteki meleklerden murat, arzdaki hafaza melekleri ve diğer meleklerdir. O zaman mana şöyle olur: Göklerde ne varsa ve arzda olan bütün canlılar ve melekler Allaha secde ederler.
وَهُمْ لاَ يَسْتَكْبِرُونَ “Ve onlar kibirlenmezler.”Ve bunların hiçbiri, Allaha ibadetten kaçınmazlar, severek secdelerini yaparlar.
50- يَخَافُونَ رَبَّهُم مِّن فَوْقِهِمْ “Onlar, üstlerindeki Rab’lerinden korkarlar.”
-Rablerinin, üzerlerinden bir azap göndermesinden korkarlar.
-Veya “O, kullarının üstünde mutlak hâkimiyet sahibidir.” (En’am, 61) ayetinde bildirildiği gibi, Rablerinin her an onları kahra muktedir olmasından korkarlar.
Ayetin bu kısmı onların kibirlenmeden ibadet etme hâllerini gösterir.
Veya niçin böyle olduklarını beyan eder. Çünkü Allahtan korkan kimse, O’na ibadetten kaçınmaz.
وَيَفْعَلُونَ مَا يُؤْمَرُونَ “Ve kendilerine ne emrolunsa, yaparlar.”
Ayette meleklerin mükellef olduklarına, korku-ümit arasında ibadetlerine devam ettiklerine bir delil vardır.
[1> “Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık” ifadesi, doğru olmakla beraber, bu cümleden yola çıkarak “bizim ve atalarımızın şirkini Allah diledi” şeklinde bir sonuca varmak tersinden mantık yürütmek olur. Çünkü Allah, mutlak kadir olmakla beraber, iman ve küfür, hidayet ve dalalet meselelerinde insanları hür bırakmıştır. Dolayısıyla, bunları yaratan Allah olmakla beraber, sorumluluk tamamen insana aittir.
[2> Yani, “aslında bunlar yapılmasa iyi olur ama ne yapalım Allah böyle dilemiş” şeklinde bir itiraf olmayıp “böyle yaptığımıza göre Allah böyle dilemiş demektir. Öyle ise, doğrusu budur” manasında söylemekteydiler
[3> Yani, Allah sebeplerle tasarrufta bulunur. Peygamberler de O’nun hidayete erdirmesinde birer sebeptir. Güneşle dünyayı aydınlattığı gibi, bu nuranî rehberlerle de insanların yolunu tenvir eder.
[4>Ayette “Böylece Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti” denildikten sonra, devamında “bir kısmına da dalalet hak oldu” denilmesinde şöyle bir incelik vardır: Onlar “Allah dileseydi, biz de, atalarımız da O’ndan başka hiçbir şeye tapmazdık” demişlerdi. (Nahl, 35) Bu, aslında doğru bir ifadedir. Allah dileseydi bütün insanları melekler gibi tamamen itaatkâr varlıklar olarak yaratırdı. O zaman herkes Allah’ı tanır ve O’na ibadet ederdi. Ama onların böyle demekten maksatları, kendi küfür ve dalaletlerini Allah’ın murat ettiğini söylemektir. Bu ise, tamamen yanlış bir hükme varmaktır. Allah, insanları imtihan etmeyi murat etmiş ve onların meyillerine, tercihlerine göre iman veya küfrü yaratmıştır. Ayette “bir kısmına hidayet etti” denildikten sonra “bir kısmına ise hidayet etmedi” yerine “bir kısmına da dalalet hak oldu” denilmesi böyle bir inceliği nazara vermektedir. Yani, onların dalalette olması Allah’tan bir zorlama olmayıp, kendi kesplerine terettüp eden bir neticedir.
[5>Görünüşte ölenler çürümekte, toprak hâline gelmektedir. Onlar, ülfetle âleme baktıklarından yeniden dirilme delillerini görmezler. Hâlbuki Allahu Teâlâ öldükten sonra dirilme nümuneleri göstermektedir. Mesela, ölü gıdalar insan bedenine girdiğinde dirilmekte, her kışta âdeta kıyameti kopan yeryüzü, bahar ile yeniden dirilmenin sayısız örneklerini göstermektedir
[6> Yani Allah yoktan yaratır, ademe vücut verir. İnsanların bir eser yaparken gerekli malzeme ve süreye muhtaç olması gibi O da maddeden yapmaya muhtaç olsa, teselsül yoluyla iş içinden çıkılmaz hâle gelir.
[7> Mesela, bkz. En’am, 91.
[8> Mesela mü’minler namazlarında secde ile Allaha olan itaatlerini iradî olarak gösterdikleri gibi, ağaçlar da Allahın iradesine uygun bir şekilde meydana gelmeleri ve meyve vermeleriyle fıtrî olarak secdelerini yapmış olurlar.
[9> Yani, her varlık secde eder, ama meleklerin secdesi çok daha ileri boyuttadır ve ayrıca zikredilmeye şayandır.