178. DERS (Nahl Suresi, 70 - 76) Mahlûk Ve Hâlık

7ّ0- وَاللّهُ خَلَقَكُمْ “Allah, sizi yarattı.”

ثُمَّ يَتَوَفَّاكُمْ “Sonra sizi vefat ettirir.”

Allah sizi yarattı ve sonra muhtelif ecellerle sizi vefat ettirir.

وَمِنكُم مَّن يُرَدُّ إِلَى أَرْذَلِ الْعُمُرِ لِكَيْ لاَ يَعْلَمَ بَعْدَ عِلْمٍ شَيْئًا “İçinizden kimi de, biraz ilimden sonra bir şey bilmesin diye, ömrün en düşkün çağına kadar yaşatılır.”

Ayette insan ömrünün en kötü çağı “erzel-i ömür” şeklinde geçer. Bundan murat, yaşlılıktır. Yaşlılık, kuvvet ve aklın noksanlığında çocukluk dönemine benzer. İleri yaşlılık dönemi, insan hayatının en düşkün dönemidir.

Bu dönemde insan bir nevi çocuklaşır, unutkanlık ve anlayamama problemleriyle karşılaşır.

إِنَّ اللّهَ عَلِيمٌ قَدِيرٌ “Şüphesiz ki Allah Alîm’dir – Kadîr’dir.”

Allah Alîm’dir, ömürlerinizin miktarını bilir. Kadîr’dir, sapasağlam genci öldürür, pir-i fâniyi bir süre daha yaşatır.

Ayette, insanların ecellerinin farklı olmasının, ancak bir Kadir-i Hakîmin takdiriyle olduğuna bir tenbih vardır.

Allahu Teâlâ, belli bir ölçü üzere, insanların bünyelerini terkip ve mizaçlarını da tadil etmiştir. Ölüm, şayet insanların tabiatlarının gereği olsaydı, insan ölümlerinde bu derece farklılık olmaması gerekirdi.

 

7ّ1- وَاللّهُ فَضَّلَ بَعْضَكُمْ عَلَى بَعْضٍ فِي الْرِّزْقِ “Allah, rızık yönünden bir kısmınızı bir kısmınıza üstün kıldı.”Bunun sonucu olarak bazınız zengindir, bazınız da fakir. Bir kısmınıza geniş imkânlar vermiştir. Böyle olanlar hem kendi rızıklarını temin ederler, hem de başkalarına yardımcı olurlar. Bir kısmınız ise, bunun tersi bir durumdadır.

فَمَا الَّذِينَ فُضِّلُواْ بِرَآدِّي رِزْقِهِمْ عَلَى مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُمْ فَهُمْ فِيهِ سَوَاء “Üstün kılınanlar, ellerinin altındakilere rızıklarını veriyor değillerdir, böylece onda eşittirler.”

Kendilerine geniş imkânlar verilenler, yardımcı oldukları kimselere gerçekte rızık veriyor değillerdir. Dolayısıyla hem efendiler hem de köleler, Allah tarafından rızıklandırılmakta eşittirler.

Ayette şöyle bir mana da olabilir: “Efendiler, ellerindeki rızkı kölelere dağıtıp da o rızıkta eşit hâle gelmezler.” Bu mana, müşriklere bir red ve inkârdır. Çünkü müşrikler, kölelerinin rızıkta kendilerine ortak olmasına razı değillerken, tutarlar Allahın bazı mahlûkatını O’na ulûhiyette şerik yaparlar.

أَفَبِنِعْمَةِ اللّهِ يَجْحَدُونَ “Durum böyle iken, Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?

Durum böyleyken Allahın nimetini inkâr edip, Ona şerikler mi koşuyorlar? Böyle bir şerik koşmak, Allahın onlara verdiği nimetlerin bir kısmını o şeriklere nisbet etmeyi gerektirir.

Veya şöyle mana verilebilir: Allah onlara bu kadar delilleri izahlı bir şekilde bildirmişken, bu delilleri inkâr mı ediyorlar?

 

7ّ2- وَاللّهُ جَعَلَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجًا “Allah, size kendi cinsinizden eşler kıldı.”

Allah size, ülfet etmeniz ve evladınızın da sizin gibi olması için kendi cinsinizden eşler verdi.

Denildi ki: Bundan murat, Âdem ve Havvanın yaratılmasıdır.

وَجَعَلَ لَكُم مِّنْ أَزْوَاجِكُم بَنِينَ وَحَفَدَةً “Ve eşlerinizden oğullar ve torunlar meydana getirdi.”

Ayette geçen “hafede” kelimesi “torunlar” anlamına geldiği gibi, “kızlar” anlamına da gelebilir. Çünkü “hafid” kelimesi, “hizmette sür’atli olan” demektir. Kız çocukları da evlerde mükemmel hizmet ederler.

Denildi ki: Bundan murat, damatlardır.

Denildi ki: “Hafede”den murat, üvey evlattır.

وَرَزَقَكُم مِّنَ الطَّيِّبَاتِ “Sizi tayyip rızıklardan rızıklandırdı.”

Helâl, lezzetli rızıklardan size ikram etti.

Ayette “tayyip rızıklardan” demesi, dünyadaki verilenlerin ahirettekilere nümuneler olmasındandır.

أَفَبِالْبَاطِلِ يُؤْمِنُونَ وَبِنِعْمَتِ اللّهِ هُمْ يَكْفُرُونَ “Durum böyle iken onlar, batıla inanıp da Allah’ın nimetini mi inkâr ediyorlar?”

Batıl bir şey olarak putların kendilerine fayda vereceğine veya bu temiz rızıklardan bir kısmının kendilerine haram kılındığına inanıyorlar da, bir kısım nimetlerini putlara nisbet ederek veya Allahın aslında helâl kıldıklarını haram sayarak Allahın nimetini inkâr mı ediyorlar?

Ayette “batıl” ve “nimet” kelimelerinin cümlede öne alınmaları,

-Ya bunların önemini vurgulamak,

-Veya daha etkili bir anlatımla “özellikle” manasını vermek içindir.

-Veya ayet sonlarındaki ahenk yönüyledir.

 

7ّ3- وَيَعْبُدُونَ مِن دُونِ اللّهِ مَا لاَ يَمْلِكُ لَهُمْ رِزْقًا مِّنَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ شَيْئًا “Onlar, Allah’ı bırakıp, göklerden ve yerden kendileri için hiçbir rızka sahip olmayan şeylere tapıyorlar.”Onların Allaha şerik kıldığı batıl mabutlar ne gökten yağmur yağdırabilir, ne de yerden ot bitirebilirler.

وَلاَ يَسْتَطِيعُونَ “Ve güç de yetiremezler.”

Bunlar, gökten ve yerden hiçbir şeye “bu benimdir, mülkiyeti ve tasarrufu bana aittir” diye sahip çıkamazlar.

Veya onlarda hiçbir şeye güç yetirmek söz konusu değildir.

“Ve güç de yetiremezler” ifadesi, kâfirlere de yönelik olabilir. Yani, bu kâfirler hayat sahibi ve göklerde ve yerde bazı şeylerde tasarrufta bulunurlarken yine de hiçbir şeyin gerçek mâliki değillerdir. Nerde kaldı onların taptığı cansız putlar, herhangi bir şeye malik olabilsinler?

 

7ّّّ4- فَلاَ تَضْرِبُواْ لِلّهِ الأَمْثَالَ “Öyleyse Allah’a emsal koşmayın.”Allaha şerik sayarak hiçbir şeyi O’na misil kılmayın!

Veya misal getirdiğiniz şeye Allahı kıyas etmeyin. Çünkü darb-ı mesel, bir hâlin bir başka hâle benzetilmesidir.

إِنَّ اللّهَ يَعْلَمُ “Çünkü Allah bilir.”

Siz, bir hükümdarın kölesine yapılan kulluğun, aslında hükümdara daha ziyade saygı gösterisi olduğunu zannedip putlara ibadeti önemsiyorsunuz. Ama bu yanlış kıyastır. Allah bu kıyasın fasit olduğunu ve yaptığınız yanlış kıyasta suçunuzun büyük olduğunu bilir.

وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ “Siz ise bilmezsiniz.”

Ama siz bunu bilmezsiniz. Şayet bilseydiniz, böyle bir şeye cür’et etmezdiniz.

Veya genel anlamda olabilir: “Allah eşyanın künhünü bilir, sizler ise bilmezsiniz.” Böyle olunca, O’nun nassı karşısında kendi görüşünüzü bırakın.

Veya ayete şu mana verilebilir:

“Allah hakkında rastgele misaller vermeyin. Çünkü Allah nasıl misaller verilmesi gerektiğini bilir, siz ise bilmezsiniz.”

Sonra Allahu Teâlâ, kendisine yapılan ibadetle, kendisi dışındakilere yapılan ibadet hakkında şöyle misal getirdi:

 

7ّ5- ضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً عَبْدًا مَّمْلُوكًا لاَّ يَقْدِرُ عَلَى شَيْءٍ وَمَن رَّزَقْنَاهُ مِنَّا رِزْقًا حَسَنًا فَهُوَ يُنفِقُ مِنْهُ سِرًّا وَجَهْرًا “Allah, şunu misal verdi: Hiçbir şeye gücü yetmeyen, bir abd-i memluk ile, kendisine güzel bir rızık verdiğimiz ve o rızıkdan gizli ve açık olarak harcayan hür bir insan var.”

هَلْ يَسْتَوُونَ “Bunlar eşit olurlar mı?”

Allahu Teâlâ, kendisine şerik kılınan batıl mabutları tasarruftan tamamen aciz köleler temsiliyle anlattı. Kendini de çok mal sahibi, o maldan dilediği gibi infak eden hür kimse ile temsil etti.

Bunlar aynı cinsten ve her ikisi de mahlûk iken, köle efendiyle bir olmazsa ve şerik sayılmazsa, nasıl olur da mahlûkatın en acizi olan putlar, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her şeye gücü yeten Allah ile bir olabilir?

Denildi ki: Ayet, ilâhî yardımdan uzak kâfir ile, Allahın tevfikine mazhar olan mü’mini anlatan bir temsildir.

Ayette “abd-i memluk” ifadesindeki “memluk” kaydı, hürden ayırmak içindir. Çünkü hür insan da Allahın kuludur.

“Bir şeye gücü yetmez” ifadesi de “mükatep” ve tasarrufa izin verilen kölelerden ayırmak içindir.

Bu kölenin, kendi malına malik ve onda tasarruf edene mukabil söylenmesi şunu gösterir: Köle, mülkiyet hakkına sahip değildir.

(“Bu ikisi bir değildir” yerine) “Bunlar eşit olurlar mı?” şeklinde gelmesi, iki cinsi ifade ettiği içindir. Çünkü mana şöyledir: “Hür olanlarla köle olanlar hiç eşit olurlar mı?”

الْحَمْدُ لِلّهِ “Bütün hamd Allah’a mahsustur.”

Böyle olunca, her türlü hamd Allahadır. Ondan başkası, değil ibadet edilmeye, medhedilmeye ve şükredilmeye bile layık değillerdir. Çünkü bütün nimetlerin sahibi O’dur.

بَلْ أَكْثَرُهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ “Doğrusu onların çoğu bilmezler.”

Ama onların çoğu bunu bilmezler, O’nun nimetlerini başkasına nisbet ederler ve o nimetlerden dolayı O’nun dışında mabutlara taparlar.

 

7ّ6- وَضَرَبَ اللّهُ مَثَلاً رَّجُلَيْنِ أَحَدُهُمَا أَبْكَمُ لاَ يَقْدِرُ عَلَىَ شَيْءٍ “Allah şu iki adamı da misal verdi: Bunlardan biri dilsizdir, hiçbir şeye gücü yetmez.”

Doğuştan dilsiz, ne anlayabilir, ne de anlatabilir. Aklı noksan olduğundan ne sanattan, ne de tedbirden anlar.

وَهُوَ كَلٌّ عَلَى مَوْلاهُ “Ve efendisine bir yüktür.”Velisine bir yük ve ağırlıktan ibaret.

أَيْنَمَا يُوَجِّههُّ لاَ يَأْتِ بِخَيْرٍ “Onu nereye gönderse bir hayır getiremez.”

هَلْ يَسْتَوِي هُوَ وَمَن يَأْمُرُ بِالْعَدْلِ وَهُوَ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Şimdi, böyle biriyle, adaletle emreden ve doğru bir yolda bulunan biri hiç eşit olur mu?”Hiç üstte anlatılanla; anlayışlı, mantıklı, kifayetli, aklı başında, insanlara adaleti emrederek onlara faydalı olan, bütün faziletleri kendinde cem eden biri aynı olur mu?

Ayrıca bu ikincisi, tam bir istikamet üzere, hangi maksada yönelse, en uygun bir çalışma ile ona ulaşabiliyor.

Birinci adamın sayılan menfi özelliklerine mukabil, ikinci ile ilgili bu iki özellikle iktifa edildi. Çünkü bu ikisi, diğerinde olan menfi özelliklere bedel mükemmel özellikleri ifade eder.Bu, Allahu Teâlânın kendisi ve putlarla alakalı verdiği ikinci bir temsildir. Temsil, Allah ile putlar arasında hiçbir ortak yön olmadığını anlatmaktadır.

Veya bu, mü’minle kâfiri mukayese yoluyla anlatan bir temsildir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
16. Nahl
Gönderi tarihi: 12-04-2014
1,349 kez okundu
Block title
Block content