110 -} وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَاخْتُلِفَ فِيه “Andolsun, biz Mûsâ’ya Kitab’ı vermiştik de onda ihtilaf edilmişti.”
Bunlar Kur’anda ihtilaf ettikleri gibi, Musaya Tevratı verdiğimizde de insanlar ihtilaf etmişti, kimisi iman etti, kimisi de inkâr etti.
وَلَوْلاَ كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ “Eğer daha önce Rabbinin bir sözü geçmemiş olsaydı, elbette aralarında hüküm verilirdi.”
Allahtan olan söz, kıyamete kadar mühlet verme hükmüdür. Böyle bir hüküm olmasa elbette batıl yoldan gidenin hak yoldan gidenden ayrılması için, hak etmiş olduğunun başına gelmesiyle aralarında hüküm verilirdi.
وَإِنَّهُمْ لَفِي شَكٍّ مِّنْهُ مُرِيبٍ “Ve onlar onun hakkında derin bir şüpheiçindedir.”
Senin kavminin kâfirleri, o Kur’andan şüphe uyandıran bir tereddüt içindeler.
111- وَإِنَّ كُلاًّ لَّمَّا لَيُوَفِّيَنَّهُمْ رَبُّكَ أَعْمَالَهُمْ “Şüphesiz Rabbin onların herbirine, yaptıklarının karşılığını tastamam verecektir.”O mü’minlerden ve kâfirlerden her birine Senin Rabbin elbette yaptıkları amellerin karşılığını eksiksiz verecektir.
إِنَّهُ بِمَا يَعْمَلُونَ خَبِيرٌ “Şüphesiz O, onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır.”
Onun için -velev gizlense de- O’ndan hiçbir şey kaçıp kurtulamaz.
112- فَاسْتَقِمْ كَمَا أُمِرْتَ “Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol.”
Allahu Teâlâ tevhid ve nübüvvette ihtilaf edenlerin durumunu beyan etti, vaat ve vaîdin açılımında ayrıntıları anlattı, ardından da peygamberine istikameti emretti.
İstikamet; akaid, ameller ve ibadette dosdoğru olmayı içine alır.
Akaidde istikamet, teşbih ve ta’til arasında ortada yer almaktır.[1>
Amellerde istikamet, vahyi tebliğ etmek ve ilâhî hükümleri nazil olduğu şekilde açıklamaktır.
İbadette istikamet ise, ifrat ve tefrite varmadan hakkını vermektir.
Görüldüğü gibi istikamet gayet zordur. Bundan dolayı Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurmuştur:“Hûd sûresi beni ihtiyarlattı.”
وَمَن تَابَ مَعَكَ “Beraberindeki tevbe edenler de (dosdoğru olsunlar). ”
Şirk ve küfürden dönen ve seninle beraber iman edenler de istikamet üzere olsunlar.
وَلاَ تَطْغَوْاْ “Aşırı gitmeyin!”Size belirlenen huduttan çıkmayın.
إِنَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرٌ “Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”
O, yaptıklarınızı görür ve ona karşılık verir.
Ayetin bu kısmı, istikamet emrinin ve haddi aşmaktan yasaklamanın illetini anlatır.
Ayette, nass’ları kıyas ve istihsan gibi şeylerle eğip bükmeden, her hangi bir tasarrufta bulunmadan onlara tâbi olmanın vücubuna bir delil vardır.[2>
113- وَلاَ تَرْكَنُواْ إِلَى الَّذِينَ ظَلَمُواْ فَتَمَسَّكُمُ النَّارُ “Zulmedenlere en küçükbir meyil göstermeyin, yoksa ateş size de dokunur.”
O zalimlere en küçük bir meyil bile etmeyin. Mesela onların elbiselerini giymeye özenmek, onlardan bahsedilmesini gözünde büyütmek “ben de onlar gibi olsam” diye temenni etmek…
Zulmeden birine edna bir meyil bile ateşi gerektiren bir durum olursa,
doğrudan zulüm ile muttasıf olan zâlimlere meyletmek ne kadar vebali gerektirir, kıyas edilsin![3>
Az bir meyil bile yasaklanmışken bütün bütün meyletmek, sonra bizzat onu yaparak ve ona dalarak zulmetmek elbette daha ileri derecede veballerdir.
Belki de bu ayet, zulümden nehiy ve zulmü tehditte tasavvur edilebilecek en beliğ bir anlatımdır.
Hz. Peygambere ve beraberindeki mü’minlere olan bu hitap, orta yolu (adaleti) ifade eden istikamette sebat etmeleri içindir. Çünkü ifrat veya tefrite meyil ile istikametten ayrılmak, nefsine veya başkasına zulmetmektir, hatta zulmün ta kendisidir.
وَمَا لَكُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاء “Sizin için Allah’tan başka dostlar yoktur.”
Hâlbuki sizden azabı men edecek yardımcılarınız yoktur.
ثُمَّ لاَ تُنصَرُونَ “Sonra size yardım da edilmez.”
Ayrıca, Allah da yardım etmez. Çünkü zulmettiğinizde sizi azapla cezalandırması ile ilgili sebkat etmiş hükmü vardır.
Ayette “sonra, size yardım da edilmez” derken, “sonra” ifadesi Allahın onlara yardımının olmayacağını anlatır. Çünkü azap ile uyarmış ve zulüm yapmaları hâlinde azabı onlara vacip kılmıştır.Ayetteki“sonra” ifadesi, sebebiyet bildiren فَ (fe) yerine onlara yar
dım edilmesinin uzaklığını ifade etmesi de caizdir. Çünkü Allahu Teâlâ onlara azap edici olduğunu, başkasının da onlara yardıma güç yetiremeyeceğini beyan edince şu sonuç ortaya çıktı: Demek ki onlar asla yardım göremeyecekler.
114- وَأَقِمِ الصَّلاَةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِّنَ اللَّيْلِ “Gündüzün iki tarafında ve
gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl.”
Gündüzün iki tarafı, sabahın ilk saatleri ve ikindi sonrasıdır.
Ayette sabah, ikindi, akşam ve yatsıya işaret vardır. Gündüzün iki tarafından ikindi sonrasına işaret eden kelime, güneşin tepe noktasından zevale meylinden itibaren meydana gelen zamana işaret ettiğinden öğleyi de tazammun ettiği söylendi.
إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ “Çünkü iyilikler kötülükleri giderir.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Her bir namaz, -günahlardan kaçınmak şartıyla-, kendisiyle önceki namaz arasındakilere keffarettir.”
Sebeb-i Nüzûl
Sebeb-i nüzulü hakkında şöyle rivayet edilir: Bir adam Hz. Peygambere gelip “Bir kadınla beraber oldum, ancak ilişkiye girmedim, durumum nedir?” deyince bu ayet nazil oldu.
ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ “İşte bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.”
“İşte bu” ifadesi, “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetinden buraya kadar olanlara işarettir.Kur’ana işaret ettiği de söylenmiştir.
115- وَاصْبِرْ “Sabret!”
فَإِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ “Çünkü, Allah iyilik edenlerin mükâfatınızayi etmez.”
Taat hususunda ve günahlara karşı sabret.
Ayetin evvelinde Hz. Peygambere hitap edilirken, devamında “Allah iyilik edenlerin mükâfatını zayi etmez” denilmesi, maksada bir delil gibidir, namazın ve sabrın birer ihsan (iyilik) olduğunu gösterir ve ihlâs olmadan bunların kıymeti olmadığına ima eder.
116- فَلَوْلاَ كَانَ مِنَ الْقُرُونِ مِن قَبْلِكُمْ أُوْلُواْ بَقِيَّةٍ يَنْهَوْنَ عَنِ الْفَسَادِ فِي الأَرْضِ“Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya!”
Ayet metnindeki “ulû-bakiyye”, rey ve akıl sahipleridir ve faziletli insanlardır.
إِلاَّ قَلِيلاً مِّمَّنْ أَنجَيْنَا مِنْهُمْ “Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız
pek az kimse bunu yapmıştı.”
Lakin onlardan çok azını kurtardık. Çünkü bunlar bu vasıfta kimselerdi.
وَاتَّبَعَ الَّذِينَ ظَلَمُواْ مَا أُتْرِفُواْ فِيهِ “Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları
refahın ardına düştüler.”
Zalim olanlar ise kendilerine verilen nimetlerle şehvete tâbi oldular, şehvete sebep olan şeylere ihtimam gösterdiler, bunun dışında olanlardan ise yüz çevirdiler.
وَكَانُواْ مُجْرِمِينَ “Ve mücrim kimseler oldular.”
Ve onlar inkârcı mücrimlerdi.
Cenab-ı Hak, sanki bununla önceki ümmetleri toptan helâk eden sebeplerin neler olduğunu beyan etmek istedi. Bunlar da:
-İçlerinde zulmün yaygın olması,
-Hevâya uymaları,
-Küfür ile beraber, münkerattan alıkoymayı terk etmeleridir.
117- وَمَا كَانَ رَبُّكَ لِيُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا مُصْلِحُونَ “Ahalisi ıslah edici kimseler iken, Rabbin beldeleri bir zulümle helâk etmez.”O beldelerde yaşayanlar, şirk içinde olsalar bile, kendi aralarında ıslaha gayret gösteren kimseler olup şirklerine fesadı ilâve etmemişlerse, Allah onları helâk etmez.
Bunun sebebi, O’nun ziyade rahmeti ve insanların hukukuna müsamahasıdır. Bunun içindir ki, fıkıh âlimleri kul hakkı ve Allah hakkı karşı karşıya geldiğinde, kul haklarını öncelikli görmüşlerdir.Şöyle denilmiştir: Mülk (saltanat) şirk ile devam eder, ama zulüm ile devam etmez.
118- وَلَوْ شَاء رَبُّكَ لَجَعَلَ النَّاسَ أُمَّةً وَاحِدَةً “Rabbin dileseydi, insanlarıbir tek ümmet yapardı.”
Allah dilese, bütün insanları müslüman yapardı.
Ayet, emrin iradeden farklı olduğuna ve Allahu Teâlânın herkesin imanını murat etmediğine ve O’nun irade ettiğinin vukua gelmesinin vacip olduğuna zâhir bir delildir.
وَلاَ يَزَالُونَ مُخْتَلِفِينَ “Onlar ihtilafa devam edeceklerdir.”
Bazısı hak üzere iken bazısı da batıl üzeredir. Öyle ki mutlak manada her yönden ittifak edeni neredeyse bulamazsın.
119- إِلاَّ مَن رَّحِمَ رَبُّكَ “Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna.”
Ancak Allahın lütfundan hidayet ettiği insanlar bundan müstesnadır. Onlar, hak dinin usullerinde ve esaslarında ittifak etmişlerdir.
وَلِذَلِكَ خَلَقَهُمْ “İşte bunun için onları yarattı.”
“İşte bunun için onları yarattı” derken, şayet zamir insanlara râci olsa mana şöyle olur: “Allah onları ihtilaf için yarattı.”
Veya rahmetle alâkalı olabilir: Yani, Allah onları rahmetine mazhar kılmak için yarattı.
وَتَمَّتْ كَلِمَةُ رَبِّكَ لأَمْلأنَّ جَهَنَّمَ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ أَجْمَعِينَ “Rabbinin, ‘An
dolsun ki cinlerden ve insanlardan cehennemi dolduracağım’ sözü tamam oldu.”
Bu hüküm, Allahtan bir uyarıdır.Veya meleklere bildirdiği bir sözüdür.
Ayette nazara verilen durum, ins ve cinnin isyankârları ile alakalıdır.
120- وَكُلاًّ نَّقُصُّ عَلَيْكَ مِنْ أَنبَاء الرُّسُلِ مَا نُثَبِّتُ بِهِ فُؤَادَكَ “Peygamberlerin
haberlerinden, kendileriyle senin kalbini pekiştirdiğimiz her bir haberi sana aktarıyoruz.”
Ayet, bu kıssaların anlatılmasından maksadın ne olduğuna tenbihte bulunur. O da:
-Hz. Peygamberin yakînini ziyadeleştirmek,
-Kalbini mutmain kılmak,
-İlahi mesajı edada nefsine sebât vermek,.
-Kafirlerin ezasına tahammülü sağlamaktır.
وَجَاءكَ فِي هَذِهِ الْحَقُّ وَمَوْعِظَةٌ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ “Bunlarda sana hak,mü’minlere de bir öğüt ve hatırlatma gelmiştir.”
Bu sûrede veya sana anlatılan bu kıssalarda hak/ gerçek olan sana geldi.
Ve bunlar mü’minlere bir öğüt ve hatırlatmadır.
121- وَقُل لِّلَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ “İman etmeyenlere de ki:”
اعْمَلُواْ عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنَّا عَامِلُونَ “Elinizden geleni yapın, biz de yapacağız.”
Siz bulunduğunuz hâl üzere yapacağınız amelleri yapın, biz de kendi hâlimiz üzere yapacağız.
122- وَانتَظِرُوا إِنَّا مُنتَظِرُونَ “Bekleyin, biz de bekleyeceğiz.”
Siz devranın aleyhimize dönmesini bekleyin, biz de emsalinizin başına gelenlerin sizin başınıza gelmesini bekleyeceğiz.
1ّّّ23- وَلِلّهِ غَيْبُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Göklerin ve yerin gaybı Allah’ındır.”
Onlarda olan hiçbir gizli şey O’na gizli değildir.
وَإِلَيْهِ يُرْجَعُ الأَمْرُ كُلُّهُ “Bütün işler O’na döndürülür.”
Şüphesiz hem onların hem de Senin durumun O’na racidir.
فَاعْبُدْهُ “Öyle ise O’na ibadet et.”
وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ “Ve O’na tevekkül et.”
Çünkü O, Sana kâfidir.
Ayette tevekkülden önce ibadetin emredilmesi, tevekkülün ancak ibadet edene fayda vereceğine bir tenbihtir.
وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.”
Allah Senin de onların da yaptıklarından habersiz değildir, ona göre her birinize layık olanı verir.Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Her kim Hûd sûresini okursa Nûh, Hûd, Salih, Şuayb, Lût, İbrahim ve Musa (Aleyhimüsselamı) tasdik eden ve yalanlayanlar sayısınca kendisine haseneler verilir. Kıyamet günü de inşaallahu Teâlâ saidlerden olur.
[1> Bunun ortası tevhiddir. Teşbih, Allahı mahlûkatına benzetmek, ta’til ise O’nu veya sıfatlarını inkâr etmektir. Nitekim Allahın sıfatlarını kabul etmeyen Mu’tezile mezhebinin bir adı Muattıla’dır.
[2>Allahın gönderdiği din, gerçekte nasılsa öyle kabul edilmeli, zorlamalı te’viller ve nefsani içtihadlarla asıl mecrasından çıkarılmamalıdır. Yoksa, Nasreddin Hoca’nın leyleği uzun gagası ve uzun bacaklarıyla görüp de “bu nasıl kuş!” diyerek onun gaga ve bacaklarından bir miktar kesmesi ve ardından da “işte şimdi kuşa benzedin” demesi gibi garip bir durumla karşılaşırız.
[3>Ayette “zulmedenlere en küçük bir meyil göstermeyin” denilmiştir. “Zalimlere” gösterilecek meylin çok daha şiddetli bir vebali gerektirdiği ortadadır. Çünkü nice zulmeden kişinin “zâlim” olarak nitelendirilmediğini görürüz. Ama birisi “zalim” olarak parmakla gösterilir hâle gelmişse, ona gösterilecek meyil çok daha ileri bir cürümdür.