143. DERS (Hud Suresi, 1 - 12 ) İlâhî Mesaj

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

1- الَر “Elif-Lâm-Râ.”

كِتَابٌ أُحْكِمَتْ آيَاتُهُ “Bu öyle bir kitaptır ki, âyetleri muhkem kılınmıştır.”

Onun ayetleri sağlam bir nazımla dizilmiştir. Lafız ve mana cihetinden herhangi bir ihlal ona arız olamaz.

Veya Kur’an ayetlerinin muhkem oluşundan murat, bozulma ve neshten uzak oluşudur. Bu durumda muhkem ayetlerden murat, bu sûrenin ayetleridir ve bunlarda neshedilmiş ayet bulunmamaktadır.

Veya onun ayetleri, hüccet ve delillerle sağlam kılınmıştır.

Veya onun ayetleri, hikmetle dolu ayetlerdir. Çünkü teorik ve pratik hikmetin ana meselelerini şümulüne almıştır.

ثُمَّ فُصِّلَتْ مِن لَّدُنْ حَكِيمٍ خَبِيرٍ “Sonra da Hakîm, Habîr (hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah) tarafından ayrıntılı olarak açıklanmıştır.”

Sonra bu muhkem ayetler akaid, hükümler, öğütler ve haberlerle ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Veya sûreler şeklinde fasıl fasıl yapılmıştır.

Veya peyder pey indirilmesiyle ayrıntılar bildirilmiştir.

Veya ihtiyaç olan yerlerde tafsilata girilmiştir.

 

2- أَلاَّ تَعْبُدُواْ إِلاَّ اللّهَ “Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye.”

إِنَّنِي لَكُم مِّنْهُ نَذِيرٌ وَبَشِيرٌ “Şüphesiz ben size O’nun tarafından gönderilmiş bir uyarıcı ve müjdeciyim.”

Allahın, şirke karşı cezayla, tevhide karşı sevapla karşılık vereceğini haber veren bir uyarıcı ve bir müjdeciyim.

 

3- وَأَنِ اسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ “Ve Rabbinizden mağfiret isteyin.”

ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ “Sonra da Ona tevbe edin.”

Sonra matlubunuza tevbe ile ulaşmaya çalışın. Çünkü hak yoldan çıkan birinin, tekrar yola dönmesi lazımdır.

Şöyle de denildi: Şirkten istiğfar edin, sonra taat ile Allaha dönün.

Ayetteki “sonra” ifadesinin iki emir arasında farklılıktan dolayı gelmesi caizdir.

يُمَتِّعْكُم مَّتَاعًا حَسَنًا إِلَى أَجَلٍ مُّسَمًّى “Ta ki bir ecel-i müsemmaya kadar sizi güzel güzel yaşatsın.”

Ta ki sizi huzur ve güven içinde yaşatsın.

Ecel-i müsemma, onlar için belirlenen ömrün sonudur.

Veya bundan murat “sizi toptan bir azapla helak etmesin” manasıdır. Ecel-i müsemma her ne kadar ömürle alakalı ise de, herbir ferde nisbetle belli bir vakittir. Dolayısıyla bir değişiklik söz konusu olamaz.

وَيُؤْتِ كُلَّ ذِي فَضْلٍ فَضْلَهُ “Ve her fazilet sahibine lütfunu versin.”

Ve dininde fazilet sahibi her insana, faziletinin karşılığını dünya ve ahirette versin.

Ayetin bu kısmı, tevbe eden muvahhid kimseye dünya ve ahiretin hayrını vaat etmektedir.

وَإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ كَبِيرٍ “Eğer yüz çevirirseniz, ben sizin adınıza büyük bir günün azabından korkarım.”

“Büyük bir günün azabından” murat kıyamet günü olabilir. Dünyadaki felaketler de olabilir. Mesela, Mekke ahalisi kıtlıkla mübtela kılındı, leşleri yiyecek kadar zor günler yaşadılar.

 

4- إِلَى اللّهِ مَرْجِعُكُمْ “Dönüşünüz yalnızca Allah’adır.”

وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve O her şeye kadirdir.”

Her şeye kadir olduğu için en şiddetli bir azapla size ceza vermeye de gücü yeter.

 

5- أَلا إِنَّهُمْ يَثْنُونَ صُدُورَهُمْ لِيَسْتَخْفُواْ مِنْهُ “İyi bilin ki onlar, O’ndan gizlenmek için sadırlarını çeviriyorlar.”

Onlar, sadırlarını haktan çeviriyorlar, ondan inhiraf ediyorlar.

Veya küfre ve Hz. Peygambere düşmanlığa yöneliyorlar.

Veya sırtlarını dönüyorlar.

Peygamberi ve mü’minleri o gizli hallerine muttali kılmasın diye, bu şekilde Allahtan bazı hallerini gizlemek istiyorlar.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre ayet müşriklerden bir grup hakkında indi. Şöyle demişlerdi: “Perdelerimizi çeksek, elbiselerimize bürünsek, kalplerimizde Muhammede düşmanlığımızı gizlesek, bizim halimizi nasıl bilecek?”

Ayetin münafıklar hakkında indiğini söyleyenler olmuşsa da itibar etmemek gerekir. Çünkü ayet Mekkîdir, münafıklık ise Medine döneminde ortaya çıkmıştır.

أَلا حِينَ يَسْتَغْشُونَ ثِيَابَهُمْ يَعْلَمُ مَا يُسِرُّونَ وَمَا يُعْلِنُونَ “İyi bilin ki, elbiselerine büründükleri zaman, Allah onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilir.”

Onlar yataklarına girip elbiselerini üzerlerine aldıklarında Allah onların kalplerinde neler gizlediklerini ve ağızlarıyla neler konuştuklarını bilir. Onun ilminde onların hem gizli hem de alenî halleri eşittir.

إِنَّهُ عَلِيمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ “Çünkü O, kalplerde olanı hakkıyla bilendir.”

Allah sinelerde olan sırları, kalpleri ve bunların hallerini bilir.

 

6- وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ إِلاَّ عَلَى اللّهِ رِزْقُهَا “Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın.”

Allah, lütuf ve rahmet olarak, her canlının rızkını taahhüt etmiştir.

Ayette bu mananın çok kuvvetli ifade edilişi bunun mutlaka böyle olduğun bildirmek ve bu konuda tevekküle sevk etmek içindir.

وَيَعْلَمُ مُسْتَقَرَّهَا وَمُسْتَوْدَعَهَا “Ve O, her birinin müstekar ve müstevda’ını bilir.”

Müstekar ve müstevda’, çeşitli yorumlara açıktır. Bu meyanda şunlar düşünülebilir:

-Allah onların yaşadıkları ve öldükleri yerleri bilir.

-Bundan murat erkeklerin sulbu ve kadınların rahmi olabilir.

-Allah o canlılar bilfiil vücut bulduklarında arzın neresinde olduklarını bilir, bilkuvve haline geldiklerinde zerrelerinin nerelere dağıldığını da bilir.

كُلٌّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ “Bunların hepsi bir kitab-ı mübindedir.”

Canlıların her biri ve bunlarla ilgili haller, levh-i mahfuzda zikrolunmuştur.

Sanki ayet ile Cenab-ı Hakkın bütün malumatı bilmesi murat edilmiştir. Devamında gelen ayette ise, bütün mümkinata kadir olduğu nazara verilmektedir. Bunda tevhidin ve daha önce yapılan vaad ve tehdidin takriri söz konusudur.

 

7- وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ “O ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı.”

Allah gökleri, yeri ve bunlarda olanları yarattı. Bunun açıklaması A’raf sûresinde geçmişti.1

Gökler ve yerden murat, ulvî ve süfli iki cihet de olabilir.

Arzın tekil gelirken semavatın yani göklerin çoğul gelişi, ulvî şeylerin süfli şeylerden asıl ve zât (cevher) olarak farklı farklı olmasındandır.

وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاءِ “Onun arşı su üstündeydi.”

Gökler ve yer yaratılmazdan önce Allahın arşı su üzerinde idi. Arş, suyun sırtına bırakılmış olduğundan, gökler ve yer arasında bir engel yoktu.

Bununla boşluğun mümkün olduğuna ve o suyun bu âlemin ecramından arştan sonra ilk yaratılan şey olduğuna delil getirildi.

Şöyle de denildi: Su da rüzgârın sırtında idi.

Doğrusunu en iyi Allah bilir.

لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً (Göklerin ve yerin yaratılması) Hanginizin amelce en güzel olacağını denemesi içindir.”

Allah bütün bunları hallerinizi denemek, nasıl amel edeceğinizi görmek için yaptı. Çünkü bütün bunlar muhtaç olacağınız sebepler ve maddelerdir. Ayrıca kendileriyle istidlalde bulunacağınız, çıkarımlar yapacağınız deliller ve emarelerdir.

Ayette “Hanginizin amelce en güzel olacağını denemesi içindir.” şeklinde en üstünlük derecesiyle ifade edilmesi onları en güzelini araştırmaya ve yapmaya teşvik içindir. Ayrıca ilim ve amel mertebelerinde daima ilerlemeye sevk etmek içindir. Çünkü amelden murat hem azaların, hem de kalbin amelidir. Bundan dolayı Hz. Peygamber şöyle demiştir:

“Allah sizi deneyecek, ta ki hanginizin akılca daha güzel, Allahın haram kıldıklarından kaçınmada daha ziyade vera’ sahibi ve O’na itaatte daha süratli olduğu ortaya çıksın.”

Arş gibi konular, farklı yorumlara açık meselelerdir. Bunlarda nihaî sözü şu dünyada söyleyebilmek kolay değildir.

وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ “Böyle iken “ölümden sonra şüphesiz diriltileceksiniz” desen, inkârcılar “bu, ancak apaçık bir sihirdir” derler.”

Onlara göre, öldükten sonra dirilme veya ondan bahseden Kur’an, aldatıcı bir sihirden ibarettir.

 

8- وَلَئِنْ أَخَّرْنَا عَنْهُمُ الْعَذَابَ إِلَى أُمَّةٍ مَّعْدُودَةٍ لَّيَقُولُنَّ مَا يَحْبِسُهُ “Ve eğer bunlardan azabı belli bir süreye kadar erteleyecek olursak, o zaman da “onu engelleyen nedir?” diyecekler.”

Şayet vaad olunan azabı belli bir zamana kadar tehir etsek, alaylı alaylı “vukuuna ne engel oluyor” derler.

أَلاَ يَوْمَ يَأْتِيهِمْ لَيْسَ مَصْرُوفًا عَنْهُمْ “İyi bilin ki, o azap onlara geldiği gün kendilerinden geri çevrilecek değildir.”

Ama Bedirde olduğu gibi, azap kendilerine geldiğinde, o azap onlardan çevrilmez.

وَحَاقَ بِهِم مَّا كَانُواْ بِهِ يَسْتَهْزِؤُونَ “Ve o alay ettikleri şey kendilerini kuşatmış olacaktır.”

Ve o zaman alay ederek bir an önce gelmesini istemiş oldukları azap kendilerini kuşatmıştır.

Ayette ileride gelecek bir durum, geçmiş zaman ile ifade edildi. Bu hem tahakkukunun kesinliğini ve hem de tehdidin şiddetini göstermek içindir.

 

9- وَلَئِنْ أَذَقْنَا الإِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً ثُمَّ نَزَعْنَاهَا مِنْهُ إِنَّهُ لَيَئُوسٌ كَفُورٌ “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet tattırır da, sonra bunu ondan çekip alırsak, şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir.”

Biz insana lezzetini duyacak şekilde bir nimet versek, sonra da bu nimeti ondan geri alsak, sabrının azlığından ve Allaha güveni olmayışından dolayı, O’nun lütfundan ümidini keser, önceki verilenlere karşı da son derece nankörlük yapar.

 

10- وَلَئِنْ أَذَقْنَاهُ نَعْمَاءَ بَعْدَ ضَرَّاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ ذَهَبَ السَّيِّئَاتُ عَنِّي “Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra, ona bir nimet tattırırsak mutlaka, “Kötülükler benden gitti” diyecektir.”

Eğer ona dokunan musibetten sonra, hastalıktan sonra sıhhat, yokluktan sonra servet gibi nimetler tattırsak, o zaman o, “beni üzen musibetler bitti” der.

إِنَّهُ لَفَرِحٌ فَخُورٌ “Çünkü o, ferih, fahur (şımarık ve böbürlenen) biridir.”

Yani nimetlerle şımarır, onlarla mağrur olur, o nimetlere şükretmek, hakkını eda etmek yerine insanlara karşı iftihar eder.

Ayette geçen “nimeti tattırmak”, “sıkıntının dokunması” gibi ifadelerde şu manaya bir tenbih vardır: İnsanın dünyada muhatap olduğu nimetler ve karşılaştığı sıkıntılar, ahirette karşılaşacaklarının küçük birer numunesidir.

Aynı ifadeler şuna da dikkat çeker: Bu insan en küçük bir şeyde nankörlük veya şımarıklık gösterir. Çünkü tatmak, yiyeceğin idrakidir, dokunmak da işin daha başıdır.

 

11- إِلاَّ الَّذِينَ صَبَرُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ “Ancak sabredip salih amel işleyenler böyle değildir.”

Ancak musibetlere karşı, Allaha inanarak ve hükmüne teslim olarak sabredenler, geçmiş ve gelecek nimetlere bir şükür olarak salih amel işleyenler müstesnadır.

أُوْلَئِكَ لَهُم مَّغْفِرَةٌ وَأَجْرٌ كَبِيرٌ “İşte onlar için bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfat vardır.”

İşte bunlar için günahlarına bir bağışlanma ve çok büyük bir mükâfat vardır.

Bu mükâfatın en azı, cennettir.

 

12- فَلَعَلَّكَ تَارِكٌ بَعْضَ مَا يُوحَى إِلَيْكَ وَضَآئِقٌ بِهِ صَدْرُكَ أَن يَقُولُواْ لَوْلاَ أُنزِلَ عَلَيْهِ كَنزٌ أَوْ جَاء مَعَهُ مَلَكٌ “Belki de sen, “Ona bir hazine indirilseydi veya beraberinde bir melek gelseydi ya!” demelerinden dolayı sana vahyolunanlardan bir kısmını göz ardı edeceksin ve o yüzden göğsün daralacak.”

Neredeyse sana vahyedilenlerin bir kısmını tebliği terk edeceksin.

Burada bahsedilen kısım, müşriklerin görüşüne muhalif olan meselelerdir. Hz. Peygamber onların bunları reddetmelerinden ve bunlarla dalga geçmelerinden endişe ediyordu.

Böyle bir şeye yol açan bir durumun varlığı, o beklentinin vukuunu gerektirmez.

Çünkü peygamberler için “ismet” sıfatı vardır. Onlar vahye hıyanetten korunmuşlardır.

إِنَّمَا أَنتَ نَذِيرٌ “Fakat sen, ancak bir uyarıcısın.”

Sana düşen Sana vahyedilenlere uymaktır. Onların reddetmesi veya garip şeyler istemesi Seni ilgilendirmez. Öyleyse ne var ki, canını sıkıyorsun?

وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ “Allah ise her şeye vekildir.”

Sen de O’na tevekkül et. Çünkü O, onların halini bilir, onların sözlerinin ve fiillerinin karşılığını verir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
11. Hûd
Gönderi tarihi: 23-08-2013
3,662 kez okundu
Block title
Block content