149. DERS (Hud Suresi, 84 - 95) Hz. Şuayb ve Kavmi

84- وَإِلَى مَدْيَنَ أَخَاهُمْ شُعَيْبًا “Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik.”

قَالَ يَا قَوْمِ اعْبُدُواْ اللّهَ “Dedi ki: Ey kavmim! Allah’a ibadet edin.”

مَا لَكُم مِّنْ إِلَهٍ غَيْرُهُ “Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.”

وَلاَ تَنقُصُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ “Ölçüde ve tartıda noksanlık yapmayın.”

Medyen, Hz. İbrahimin torunlarındandır. Ayetten murat, onun evladıdır.

Veya “Medyen” derken “Medyen ahalisi” kastedilmiştir. Medyen, bu beldeyi kurmuş ve kendi ismiyle anılır olmuştur.

Onlara önce tevhidi emretti. Çünkü o, işin esasıdır. Sonra da adalete aykırı bir şekilde âdet haline getirdikleri ölçüde ve tartıda noksanlıktan onları sakındırdı.

إِنِّيَ أَرَاكُم بِخَيْرٍ “Çünkü ben sizi bir refah içinde görüyorum.”

“Ben sizi böyle bir haksızlığa meydan vermeyecek geniş imkânlar içinde görüyorum.”

Veya “ben sizi bir nimet üzere görüyorum. Değil insanların hukukunu çiğnemek, buna şükür olarak fazla fazla vermeniz gerekir.”

Veya, “ben sizi bolluk üzere görüyorum. Sakın şimdi yaptığınız gibi haksızlıklarla bu halinizi ortadan kaldırmayın!”

Ayetin bu kısmı, onlara ticarette haksızlık yasağının illetini bildirir.

وَإِنِّيَ أَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ مُّحِيطٍ “Ve gerçekten ben, sizin hakkınızda kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.”

Öyle muhit ki, sizden hiç kimse böyle bir azabın dışında kalamaz.

Bu azaptan murat, kıyamet gününün azabı veya toptan helak edilmeleri olabilir.

 

85- وَيَا قَوْمِ أَوْفُواْ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ بِالْقِسْطِ “Ey kavmim! Ölçüyü ve tartıyı tam yapın.”

Cenab-ı Hak önceki ayette “ölçüde ve tartıda noksanlık yapmayın” diye nehiyde bulunmuştu. Burada da “ölçü ve tartıyı tam yapın” diye açık emirde bulundu.

Bunda şuna bir tenbih vardır: Ölçüde-tartıda bilerek azaltmaktan el çekmek onlara yetmez, tam yapmaya çalışmaları gerekir.

Ziyade ve noksanda bulunmadan, adaletle ve eksiksiz ölçüp tartmak gerekir. Biraz fazla vermek, emredilen bir şey değildir, ama mendubdur, bazan mahzuru da olabilir.

وَلاَ تَبْخَسُواْ النَّاسَ أَشْيَاءهُمْ “İnsanların hakları olan şeyleri eksiltmeyin.”

Ayet, tahsisten sonra tamimdir. Önceki ayette ölçü ve tartıyı tam yapmak emredilmişti. Burada ise daha genel bir ifadeyle “İnsanların hakları olan şeyleri eksiltmeyin” denildi.

Bu ifade, önceki ayete nisbetle miktarda veya başka bir özellikte tam yapmaktan daha geneldir. Ayetin devamı da, nehiy noktasında daha genel bir yasaklamadır:

وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ “Ve yeryüzünde müfsitler olarak karışıklık çıkarmayın.”

Çünkü burada yasaklanan fesat, sadece ölçü- tartıda fesat olmayıp, her türlü fesadın yasaklanmasıdır.

Denildi ki: “İnsanların eşyasını eksiltmek, alış-verişlerde ondan (haksız) bir vergi almaktır. Yeryüzünde bozgunculuk yapmak ise, hırsızlık, eşkıyalık ve çapulculuktur.”

Ayette, “müfsitler olarak” kaydının getirilmesi, ıslah niyetiyle Hz. Hızırın yaptığı tarzda görünüşte kötü, ama neticesi iyi olan durumları hariç bırakmak içindir.

Ayete şöyle mana verildi: “Dininizle ilgili ve ahiretinize faydası olan işlerde, yeryüzünde müfsitler olarak kötülük yapmayın.”

 

86- بَقِيَّةُ اللّهِ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Eğer mü’minler iseniz, Allah’ın size bıraktığı helal kazanç sizin için daha hayırlıdır.”

Size haram kılınanlardan uzak kaldıktan sonra, Allahın helâlinden size

bıraktığı kâr, ölçüde-tartıda noksanlaştırarak servet edinmenizden sizin için çok daha hayırlıdır.

“Eğer mü’minler iseniz”

Ancak bu, iman etmeniz şartıyla sizin için daha hayırlıdır. İman olmadan sevap olmaz.

وَمَا أَنَاْ عَلَيْكُم بِحَفِيظٍ “Ve ben sizin üzerinize bir muhafız değilim.”

“Ben sizi çirkin işlerden koruyamam.”

Veya “Amellerinizi hıfzedecek ve ona göre karşılık verecek, ben değilim. Ben ancak nasihat eden mübelliğim. Uyarımı yaptığımda Allah nezdinde mazur sayılırım.”

Veya “Eğer siz bu kötü amellerinize son vermezseniz, Allahın size olan nimetlerini koruyabilecek değilim.”

 

87- قَالُواْ يَا شُعَيْبُ أَصَلاَتُكَ تَأْمُرُكَ أَن نَّتْرُكَ مَا يَعْبُدُ آبَاؤُنَا أَوْ أَن نَّفْعَلَ فِي أَمْوَالِنَا مَا نَشَاء “Dediler: Ey Şuayb! Babalarımızın taptığını terk etmemizi yahut mallarımız hakkında dilediğimizi yapmaktan vazgeçmemizi namazın mı sana emrediyor?”

Puta tapan bu kimseler, kendilerine tevhidi emreden peygambere alay ederek ve namazıyla dalga geçerek böyle cevap verdiler. Bu cevaplarıyla “Senin bizi davet ettiğin şeyin aklî bir gerekçesi yok. Seni buna sevk eden, alıştığın şey cinsinden hayaller, vesveselerdir” manasını hissettirmektedirler.

Hz. Şuayb çok namaz kılardı. Bundan dolayı diğer özellikleri arasında özellikle bunu nazara verdiler, “namazın mı sana emrediyor?” dediler.

Ayetin bu kısmı, Hz. Şuaybın ölçü-tartıda azaltmayı bırakıp da doğru dürüst tartmalarını istemesine onların cevabıdır.

إِنَّكَ لَأَنتَ الْحَلِيمُ الرَّشِيدُ “Gerçekten sen yumuşak huylu ve aklı başında bir adamsın!”

Bu ifadeleriyle, Hz. Şuayb’la alay ettiler, aslında bunun zıddıyla Onu vasfetmeyi kastettiler.

Veya şöyle de olabilir: Böyle diyerek, Ondan duyduklarını inkâr etmelerinin ve akıldan uzak görmelerinin sebebini açıkladılar. Yani, “Sen halîm- selim ve akıllı birisin. Böyle olan biri, bu tarz şeyler söylemez.”

 

88- قَالَ يَا قَوْمِ أَرَأَيْتُمْ إِن كُنتُ عَلَىَ بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّي وَرَزَقَنِي مِنْهُ رِزْقًا حَسَنًا “Şuayb, şöyle dedi: Ey kavmim! Söyleyin bakayım, ya ben Rabbimden gelen bir beyyine üzere isem ve katından bana güzel bir rızık vermişse!”

Ayetteki beyyine, Allahın ona verdiği ilim ve nübüvvete işarettir.

Güzel bir rızık, Allahın kendisine verdiği helâl mala işarettir.

“Ben bu durumda iken…” dedikten sonra, şartın cevabı hafzedilmiştir. Bu, şöyle takdir edilebilir: “Ruhanî ve cismanî saadetleri cem eden bu kadar nimetlere mazhar iken, benim kalkıp da Allahın vahyine hıyanet etmem, emir ve yasaklarına muhalefette bulunmam hiç uygun olur mu?”

Hz. Şuayb bu ifadelerle, kavmindeki alışılmış olan hâli değiştirmek istemesi ve ecdatlarının dininden onları sakındırmasındaki gerekçeyi anlatmaktadır.

وَمَا أُرِيدُ أَنْ أُخَالِفَكُمْ إِلَى مَا أَنْهَاكُمْ عَنْهُ “Size yasakladığıma muhalif bir şey yapmak istemiyorum.”

إِنْ أُرِيدُ إِلاَّ الإِصْلاَحَ مَا اسْتَطَعْتُ “Ben ancak gücüm yettiğince düzeltmek istiyorum.”

Bu üç cevabın bu şekilde tanziminde şöyle bir tenbih vardır:

“Akıllı insan, yaptığı ve terkettiği her şeyde üç hukuktan birini nazara alması gerekir:

1-En önemlisi ve en yücesi, Allahın hakkı.

2-Nefsin hakkı.

3-İnsanların hakkı.

İşte ey kavmim! Bunların herbirisi size emrettiğim şeyleri emretmemi, sakındırdığım şeyleri de sakındırmamı gerektirmektedir.”

وَمَا تَوْفِيقِي إِلاَّ بِاللّهِ “Muvaffakiyetim ancak Allah’ın yardımı iledir.”

Hakka ve doğruya isabet etmem, ancak Allahın hidayeti ve yardımıyladır.

عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ “Sadece O’na tevekkül ettim.”

Çünkü O, her şeyi yapmaya kâdirdir, O’nun dışındakiler ise hadd-i zâtında acizdirler. Hatta itibara alınmaya değmeyecek madum hükmündedirler.

Bunda, ilim mertebelerinin en ilerisi olan mahz-ı tevhide (tam bir tevhid inancına) bir işaret vardır.

وَإِلَيْهِ أُنِيبُ “Ve sadece O’na dönüyorum.”

Bu da öldükten sonraki hayatın marifetine bir işarettir.

Bu kelimelerde, yaptığı ve terkettiği şeylerde hakka isabet, bütün işlerinde yardım ve bütünüyle ona yönelmek için Allahtan tevfik talebi vardır.

Aynı zamanda,

-Kâfirlerin “acaba bize döner mi?” şeklindeki beklentilerinden tamamen ümit kestirmek,

-Onlardan ayrı olduğunu izhar etmek,

-Sonunda hesap için Allaha dönüleceği gerçeğinden hareketle, onların düşmanlıklarına ve tehditlerine aldırmamak vardır.

 

89- وَيَا قَوْمِ لاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شِقَاقِي أَن يُصِيبَكُم مِّثْلُ مَا أَصَابَ قَوْمَ نُوحٍ أَوْ قَوْمَ هُودٍ أَوْ قَوْمَ صَالِحٍ “Ey kavmim! Bana karşı gelmeniz sakın sizi, Nûhkavminin veya Hûd kavminin veya Salih kavminin başlarına gelen musibetler gibi bir musibete uğratmasın.”

وَمَا قَوْمُ لُوطٍ مِّنكُم بِبَعِيدٍ “Ve Lût kavmi sizden uzak değildir.”

Zaman ve mekân yönüyle Lût kavmi size uzak değildir. Onlardan öncekilerden ibret almıyorsanız, hiç olmazsa onların halinden ibret alınız.

Veya, onlar küfür ve günahta sizden uzak değildi, dolayısıyla onların başına gelenin sizin de başınıza gelmesi hiç de uzak değildir.

 

90- وَاسْتَغْفِرُواْ رَبَّكُمْ “Rabbinizden mağfiret dileyin.”

ثُمَّ تُوبُواْ إِلَيْهِ “Sonra O’na tevbe ile yönelin.”

إِنَّ رَبِّي رَحِيمٌ وَدُودٌ “Şüphesiz benim Rabbim Rahîm’dir – Vedud’dur.

Rabbim, gerçekten Rahim’dir, tevbe edenlere rahmeti büyüktür. Vedud’dur, çokça sevenin sevdiğine lütuf ve ihsanda bulunması tarzında onlara muamele eder.

Ayetin bu kısmı, küfürde ısrar yerine, bu uyarıdan sonra tevbe etmeleri durumunda kendilerine yapılacak iyi muameleyi vaat etmektir.

 

91- قَالُواْ يَا شُعَيْبُ مَا نَفْقَهُ كَثِيرًا مِّمَّا تَقُولُ “Dediler ki: Ey Şuayb! Dediklerinin çoğunu anlamıyoruz.”

Sen bize tevhid, ticarette haksızlık yapmamak gibi şeyler anlatıyor, bunlara deliller zikrediyorsun ama, biz bunların çoğunu anlamıyoruz.

Onların anlamamaları, akıllarının kusurundan ve tefekkür etmeyişlerindendir.

Denildi ki: Onlar bu sözü, O’nun kelâmını küçümsemek için söylediler.

Veya O’ndan çok nefret ettikleri için zihinlerini anlamak için yormadılar.

وَإِنَّا لَنَرَاكَ فِينَا ضَعِيفًا “Hem biz seni aramızda zayıf biri olarak görüyoruz.”

Senin bir kuvvetin yok ki, sana bir kötülük dilesek bizden kaçabilesin.

Veya seni koruyup kollayacak kimse yok.

وَلَوْلاَ رَهْطُكَ لَرَجَمْنَاكَ “Eğer kabilen olmasaydı, seni taşa tutardık.”

Gerçi yakınlarının gücünden korkacak değiliz ama, onlar da bizim dinimizden olduğundan onlara saygı duyuyoruz. İşte, onlar olmasaydı seni taşlayarak öldürürdük.

Ayette geçen “raht” ifadesi, üç ile on kişi arasını ifade eder.

Deliller ve ayetler karşısında mağlup olan kıt akıllı kimselerin söverek ve tehdit ile mukabelede bulunmaları, âdetleridir.

وَمَا أَنتَ عَلَيْنَا بِعَزِيزٍ “Ve bizim için sen hiç de önemli değilsin.”

 

92- قَالَ يَا قَوْمِ أَرَهْطِي أَعَزُّ عَلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَاتَّخَذْتُمُوهُ وَرَاءكُمْ ظِهْرِيًّا “Şuayb, şöyle dedi: Ey kavmim! Benim kabilem sizce Allah’tan daha itibarlı mı ki, O’na sırt çevirdiniz?”

Şirk koşarak ve peygamberini zelil kılmayı isteyerek, Allahı nazara alınmayan ve arkaya atılan bir şey gibi yaptınız.

Hz. Şuaybın bu ifadesi; inkâr, kınama, red ve tekzip manasına gelebilir.

Yani, “Beş on kişilik yakınlarım size Allahtan daha aziz olamaz, olmamalı! Nasıl olur da Allahı unutur, onları nazara alırsınız?”

إِنَّ رَبِّي بِمَا تَعْمَلُونَ مُحِيطٌ “Şüphesiz Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır.”

Yaptıklarınızdan hiçbir şey Allaha gizli değildir, o amellerinize göre size muamele eder, cezalandırır.

 

93- وَيَا قَوْمِ اعْمَلُواْ عَلَى مَكَانَتِكُمْ إِنِّي عَامِلٌ “Ey Kavmim! Elinizden geleni yapın, şüphesiz ben de yapacağım.”

سَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن يَأْتِيهِ عَذَابٌ يُخْزِيهِ وَمَنْ هُوَ كَاذِبٌ “Zillet verici azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu sonra bileceksiniz!”

Bunun bir benzeri En’am sûresinde geçmiş idi.[1> Orada “sonra bileceksiniz!”

derken فَ (fe) harfinin de gelmesi, içinde bulundukları halde ısrar etmelerinin buna sebebiyet vereceğini bildirmek içindi. Burada bu harfin gelmemesi, mukadder “bundan sonra ne olacak?” sorusuna cevap olduğu içindir. Bu, işin dehşetini gösterme hususunda daha etkilidir.

Bununla sanki şöyle demiştir:

“Azap gören ve yalancı olanın ben mi, yoksa siz mi olduğunu bileceksiniz.”

Onlar Hz. Şuaybı iddialarında yalancı sayıyorlardı.

O, “azabın kime geleceğini ve kimin yalancı olduğunu yakında bileceksiniz” derken, onların yalancılığına işaret etmektedir.

وَارْتَقِبُواْ إِنِّي مَعَكُمْ رَقِيبٌ “Gözleyin, şüphesiz ben de sizinle beraber gözlüyorum.”

 

94- وَلَمَّا جَاء أَمْرُنَا نَجَّيْنَا شُعَيْبًا وَالَّذِينَ آمَنُواْ مَعَهُ بِرَحْمَةٍ مَّنَّا “Ne zaman ki, emrimiz geldi, Şuayb ve beraberindeki mü’minleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık.”

وَأَخَذَتِ الَّذِينَ ظَلَمُواْ الصَّيْحَةُ “Ve o zalimleri korkunç bir gürültü yakaladı.”

فَأَصْبَحُواْ فِي دِيَارِهِمْ جَاثِمِينَ “Böylece diyarlarında çöküp kaldılar.”

Cebrail (as) bir sayha (şiddetli bir ses) ile onlara bağırdı, hepsi helâk oldular.

 

95- كَأَن لَّمْ يَغْنَوْاْ فِيهَا “Sanki orada hiç yaşamamışlardı.”

أَلاَ بُعْدًا لِّمَدْيَنَ كَمَا بَعِدَتْ ثَمُودُ “Dikkat edin! Semûd Allah’ın rahmetinden uzak olduğu gibi, Medyen de uzak oldu.”

 

Medyen kavmini Semud kavmine benzetmesi, ikisine de sayha ile azap verilmesindendir. Ancak Semud kavmine gelen sayha altlarından idi. Medyenin sayhası ise üstlerinden geldi.


[1> Bkz. En’am, 135

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
11. Hûd
Gönderi tarihi: 20-12-2013
1,696 kez okundu
Block title
Block content