144. DERS (Hud Suresi, 13 - 24 ) Kur’an’la Tahaddi

13- أَمْ يَقُولُونَ افْتَرَاهُ “Yoksa “onu uydurdu” mu diyorlar?”

Yoksa “o vahyi uydurdu” mu diyorlar.

قُلْ فَأْتُواْ بِعَشْرِ سُوَرٍ مِّثْلِهِ مُفْتَرَيَاتٍ “De ki: Haydi siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin.”

De ki: “Beyanda ve nazım güzelliğinde onun mislinden on sûre getirin!”

Kur’an önce on sûre ile meydan okudu. Bundan aciz kaldıklarında onlara kolaylık olsun diye bir sûrenin benzerini getirmelerini istedi.

“Şayet bu Kur’anı benim uydurduğumu söylüyorsanız, siz de böyle uydurma şeyler yapın, getirin. Çünkü sizler benim gibi fasih Arabsınız. Benim yapabildiğimi siz de yapabilirsiniz. Hatta kıssa ve şiir öğrendiğiniz, edebiyat ve nazımla uğraştığınız için bana nisbetle bu işi daha iyi yaparsınız.”

وَادْعُواْ مَنِ اسْتَطَعْتُم مِّن دُونِ اللّهِ “Allah’tan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın.”

Muarazaya yardım için Allahtan başka çağırabileceğiniz kimler varsa çağırın.

إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer sadık iseniz...”

Onun iftira olduğunda sadık iseniz, bunu yapın.

 

14- فَإِن لَّمْ يَسْتَجِيبُواْ لَكُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا أُنزِلِ بِعِلْمِ اللّهِ “Eğer size cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir.”

Ayet, önce peygambere hitap ile başlamıştı. Burada ise “eğer sana icabet etmezlerse yerine “size” şeklinde çoğul zamiriyle geldi. Bu,

-Ya, Hz. Peygambere tazim içindir.

-Veya mü’minlerin de onlara “haydi Kur’anın bir mislini getirin” diye meydan okumaları sebebiyledir. Kur’anda yer alan Hz. Peygambere gelen bir emir, eğer sırf şahsıyla alakalı değilse, mü’minleri de içine alır, onların da bu emre tabi olmaları gerekir. Emrin hususî olması ise, delille bilinir. Mü’minlerin de burada dâhil edilmesi, böyle bir meydan okumanın onların imanını kökleştirmesi ve yakinlerini artırmasındandır.

Dolayısıyla bundan gaflet etmemeleri gerekir. Bunun için devamında şöyle geldi:

“Ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir”

Böyle bir kitap ancak Allahın ilmiyle olur, bir başkası buna güç yetiremez.

وَأَن لاَّ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “Ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.”

Ve bilin ki, Ondan başka bir ilah yok. Çünkü O, başkasının bilemeyeceği, güç yetiremeyeceği şeyleri de bilendir, her şeye güç yetirendir.

Ayette hem onlara bir tehdit, hem de Allahın onlara ceza vermesinden ilahların koruyamayacağını beyan ile ümitlerini suya düşürmek vardır.

فَهَلْ أَنتُم مُّسْلِمُونَ “Artık müslüman oluyor musunuz?”

Onun mu’cize oluşu mutlak olarak sizin yanınızda tahakkuk ettiğinde, artık İslam üzere sabit, onda kök salmış ihlâslı mü’minler olunuz.

Hitabın tamamının müşriklere yönelik hitap olması da caizdir. Bu durumda “Eğer size cevap veremedilerse” ifadesi “eğer o çağırdığınız ilahlarınız size yardım edemedilerse” manasını anlatır. “Onlar yardımdan aciz kalınca, muaraza yapamayacağınız ortaya çıkar. Öyleyse bilin ki, onun nazmı ancak Allahın bildiği bir nazımdır. Onun nezdinden indirilmedir. Sizi davet etmiş olduğu tevhid, haktır. Böyle olunca, bu kadar kati delillerden sonra siz de İslama giriyor musunuz?”

“Artık müslüman oluyor musunuz?”

Bu gibi sorularda, kendisinde bulunan talep manası, gereğini yapmaya ve özrün kalmadığına tenbih olduğundan, gayet etkili bir davet vardır.

 

15- مَن كَانَ يُرِيدُ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا وَزِينَتَهَا نُوَفِّ إِلَيْهِمْ أَعْمَالَهُمْ فِيهَا “Her kim dünya hayatını ve güzelliklerini isterse biz onlara amellerinin karşılığını orada tamamen öderiz.”

Kim, ihsan ve iyilik ile dünya hayatını ve zînetini murad ederse, onlara sıhhat, makam, bol rızık ve çokça evlad gibi şeylerle amellerinin karşılığını dünyada veririz.

وَهُمْ فِيهَا لاَ يُبْخَسُونَ “Orada onlar bir eksikliğe uğratılmazlar.”

Onlara ücretlerinden bir şey noksan verilmez.

Ayetin, riya ehline, münafıklara ve kâfirlere şümulü olabilir.

 

16- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَيْسَ لَهُمْ فِي الآخِرَةِ إِلاَّ النَّارُ “İşte onlar öyle kimselerdir ki, ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur.”

Yaptıklarına mukabil, mutlak olarak kendilerine ahirette ateş var. Çünkü onlar güzel amellerinin karşılığını dünyada tamamen aldılar. Geriye ise kötü amellerinin günahları kaldı.

وَحَبِطَ مَا صَنَعُواْ فِيهَا “Sanat haline getirdikleri şeyler, orada hep boşa gitti.”

Çünkü ahirette kendilerine bir sevap kalmadı.

Veya onlara zâten sevap yazılmadı. Çünkü yaptıkları iyi işlerde Allahın rızasını talep etmediler. Amellerin sevabında temel esas ise, ihlâsla yapılmasıdır.

وَبَاطِلٌ مَّا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Ve bütün yaptıkları da batıldır.”

Onların yaptıkları hadd-i zâtında batıl şeylerdir. Çünkü şartlarına uyularak yapılmamıştır.

Sanki bu iki cümleden her biri, üstte bildirilen “ahirette kendilerine ateşten başka bir şey yoktur ” hükmünün sebebini anlatmaktadır.

 

17- أَفَمَن كَانَ عَلَى بَيِّنَةٍ مِّن رَّبِّهِ(O dünyayı isteyenler), hiç Rabbinden açık bir delil üzere olan kimse gibi midir?”

Ayette, Rabbinden bir delil üzere olanla dünya hayatına talip kimsenin bir olamayacağı ifade edilmiştir.

Rabbinden bir beyyine (delil) üzere olan kimseyi, bu delil yaptığı ve terk ettiği bütün işlerinde hak ve doğruya götürür.

Ayet, ihlâslı her mü’mini içine alacak şekilde genel bir hükümdür. Bununla beraber, “bundan murat Hz. Peygamberdir” veya “ehl-i kitaptan iman edenlerdir” şeklinde yorumlar da vardır.

Bazı âlimlere göre, burada sözü edilen delil, akıldır. Buna göre ayette, aklını gereği gibi kullanan kimse ile, her şeyi dünya hayatından ibaret kabul edip fıtrata aykırı olarak inkâr yoluna sapan kimselerin bir olmadığı vurgulanmıştır. Üstelik insan doğru bir inanca sahip olma yolunda sadece aklıyla baş başa bırakılmayıp, ilâhî vahiyle de desteklenmiştir. Ayetin devamı, bunu nazara verir.

وَيَتْلُوهُ شَاهِدٌ مِّنْهُ “Bu delili, Rabbinden bir şahit izler.”

Bu delile, Allahtan bir şahit vardır ve bunun sıhhatine şehadet eder. Allahtan olan bu şahit ise, Kur’andır.

وَمِن قَبْلِهِ كِتَابُ مُوسَى إَمَامًا وَرَحْمَةً “Ondan önce bir rehber ve rahmet olan Musa’nın kitabı da onu destekler.”

Kur’andan önce Hz. Musanın kitabı aynı şekilde bir şahittir. Bu ise Tevrattır.

Tevrat, dinde kendisine tâbi olunan bir kitaptır, indirildiği insanlara bir rahmettir. Çünkü o, dünya ve ahiret hayrını elde etmeye vesiledir.

Bu açıklama ile beraber, ayette geçen beyyine (delil) ve şahit hakkında farklı cihetlere de dikkat çekilmiştir. Mesela:

-Beyyine, Kur’andır, şahit ise Cebraildir.

-Beyyine Hz. Peygamberin dilidir, şahit de onu koruyan melektir.

أُوْلَئِكَ يُؤْمِنُونَ بِهِ “İşte bunlar ona inanırlar.”

“İşte bunlar” ifadesi, beyyine yani delil üzere olanlara işarettir.

İşte bunlar, Kur’ana iman ederler.

وَمَن يَكْفُرْ بِهِ مِنَ الأَحْزَابِ فَالنَّارُ مَوْعِدُهُ “İnsan gruplarından kim onu inkâr ederse, varacağı yer ateştir.”

Mekke ehlinden ve onlarla beraber Allah rasûlüne karşı hizip hâline gelenlerden her kim onu inkâr ederse, varacağı yer hiç şüphesiz ateştir.

فَلاَ تَكُ فِي مِرْيَةٍ مِّنْهُ “Ondan hiç şüphen olmasın.”

Ondan, yani bu vaad edilen yerden veya Kur’andan sakın bir şüphe içinde olma.

إِنَّهُ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ “Şüphesiz o, Rabbinden bir gerçektir.”

وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لاَ يُؤْمِنُونَ “Fakat insanların çoğu iman etmezler.”

Ekser insanların inanmaması, tefekkürlerinin az olması ve fikirlerinin bozulması yüzündendir.

 

18- وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا “Ve Allah’a yalan iftira edenden daha zalim kim olabilir?”

Allaha yalan iftira etmek,

-Onun indirmediğini indirmiş gibi ona nisbet etmek,

-Veya onun indirdiğini inkâr etmekle olur.

أُوْلَئِكَ يُعْرَضُونَ عَلَى رَبِّهِمْ “İşte bunlar, Rablerine arz edilirler.”

İşte bu yalancılar mahşerde tutulur, amelleri Allaha arzedilir.

وَيَقُولُ الأَشْهَادُ “Ve şahitler şöyle diyecekler:”

Şahitler,

-Melekler,

-Peygamberler,

-Veya kendi azalarıdır.

هَؤُلاءِ الَّذِينَ كَذَبُواْ عَلَى رَبِّهِمْ “Rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır!”

أَلاَ لَعْنَةُ اللّهِ عَلَى الظَّالِمِينَ “Dikkat edin, Allah’ın lâneti zalimler üzeri nedir.”

Ayet, Allaha yalan iftira etmekle zulmeden bu kimselerin başına gelecek felaketi haber veren büyük bir tehdittir.

 

19- الَّذِينَ يَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ وَيَبْغُونَهَا عِوَجًا “Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu eğri göstermek isteyen kimselerdir.”

Onlar, Allahın dininden alıkoyarlar ve onda eğrilikler ararlar, onu haktan inhirafla gerçek dışı bir şekilde vasfederler.

Veya ona tâbi olanları dinden döndürüp eğri yollara sevk etmek isterler.

 وَهُم بِالآخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ “Ve onlar, ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir.”

Ayette, “Ve onlar, ahireti inkâr edenlerin ta kendileridir” denilmesi, hem onların küfrünü te’kidle anlatır, hem de böyle bir inkarın onlara has olduğunu bildirir.

 

20- أُولَئِكَ لَمْ يَكُونُواْ مُعْجِزِينَ فِي الأَرْضِ “Onlar yeryüzünde (Allah’ı) âciz bırakabilecek değillerdir.”

Onlar, dünyada Allahın kendilerine ceza vermesine engel olamazlar.

وَمَا كَانَ لَهُم مِّن دُونِ اللّهِ مِنْ أَوْلِيَاءَ “Onların Allah’tan başka sığınabilecekleri bir yardımcıları da yoktur.”

Ve onlara böyle bir ceza gelmesini engelleyebilecek dostları da yoktur. Onların dost edindikleri putlar, işitmez ve görmez şeyler olup, yardımcı olmaya elverişli değillerdir.

Böyle olmakla beraber Allah, daha şiddetli ve devamlı olması için onların cezasını ahirete tehir etmiştir.

يُضَاعَفُ لَهُمُ الْعَذَابُ “Onlar için azap kat kat artırılır.”

مَا كَانُواْ يَسْتَطِيعُونَ السَّمْعَ وَمَا كَانُواْ يُبْصِرُونَ “Onlar (gerçekleri) işitmeğe tahammül edemiyorlar, hem de görmüyorlardı.”

Onlar hakkı duymaktan sağır kimselerdi. Allahın ayetlerine karşı da kör bir halde bulunuyorlardı.

Bu cümle, sanki onlara azabın kat kat olmasının sebebini anlatmaktadır.

 

21- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ “İşte bunlar, kendilerine yazık eden kimselerdir.”

Bunlar, Allaha ibadet yerine batıl mabutlara ibadet ederek kötü bir alışveriş yaptılar, hüsrana düştüler.

وَضَلَّ عَنْهُم مَّا كَانُواْ يَفْتَرُونَ “Ve uydurmakta oldukları şeyler, kendilerini yüz üstü bırakarak kaybolup gitti.”

Ve iftira edip uydurdukları ilahlar ve onların şefaati kaybolup gitti.

Veya bu tebdil ile zarar ettiler. Ellerinde olanlar zayi olup gitti. Geriye sadece kuru bir pişmanlık kaldı.

 

22- لاَ جَرَمَ أَنَّهُمْ فِي الآخِرَةِ هُمُ الأَخْسَرُونَ “Bunlar, kesinlikle ahirette de en ziyade hüsrana uğrayacak olanlardır.”

Ahirette hiç kimse onlardan daha açık ve daha ziyade zarar etmeyecektir.

 

23- إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ وَأَخْبَتُواْ إِلَى رَبِّهِمْ أُوْلَئِكَ أَصْحَابُ الجَنَّةِ “İman edip, salih ameller işleyen ve Rablerine gönülden bağlananlara gelince, işte onlar cennet ashabıdır.”

هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ “Onlar orada ebedî kalacaklardır.”

 

24- مَثَلُ الْفَرِيقَيْنِ كَالأَعْمَى وَالأَصَمِّ وَالْبَصِيرِ وَالسَّمِيعِ “Bu iki zümrenin durumu, kör ve sağır ile gören ve işiten kimseler gibidir.”

Ayette kâfir ve mü’min bir misalle anlatılmaktadır. Kâfir kör ve sağırdır, mü’min ise gören ve işitendir. Kâfirin kör olması Allahın ayetlerini görmemesinden, sağır olması ise Allahın kelâmını duymazdan gelmesinden ve manalarını düşünmeye yanaşmayışındandır.

Mü’min ise bunun tam zıddıdır.

هَلْ يَسْتَوِيَانِ مَثَلاً “Bunların durumları hiç aynı olur mu?”

أَفَلاَ تَذَكَّرُونَ “Hâlâ tezekkür etmez misiniz?”

Bu darb-ı meselleri tezekkür edip, bunlarla ilgili düşünmez misiniz?

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
11. Hûd
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,869 kez okundu
Block title
Block content