130. DERS (Tevbe Suresi, 73 - 79) Tebük Seferi-5

73- يَا أَيُّهَا النَّبِيُّ جَاهِدِ الْكُفَّارَ وَالْمُنَافِقِينَ “Ey peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et.”

Kâfirlere karşı cihad yeri geldiğinde kılıçla, münafıklara karşı cihad ise onları ilzam ile susturmak, had cezalarını tatbik etmekle olur.

وَاغْلُظْ عَلَيْهِمْ “Ve onlara karşı katı ol.”

وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ “Onların varacakları yer cehennemdir.”

وَبِئْسَ الْمَصِيرُ “Orası Ne kötü bir varış yeridir!”

 

74- يَحْلِفُونَ بِاللّهِ مَا قَالُواْ “Bir şey söylemediklerine dair Allah’a yemin ediyorlar.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre Hz. Peygamberin (asm) Tebük seferi iki ay sürdü. Bu arada Kur’an ayetleri iniyor, geride kalanları ayıplıyordu. Cellas Bin Süveyd şöyle dedi: Eğer Muhammedin kardeşlerimiz hakkında söyledikleri hak ise, biz eşekten daha fenayız.”

Onun böyle dediği Rasulullaha ulaştı. Onu çağırıp niye böyle söylediğini sorguladı. Cellas, böyle bir şey demediğine yemin etti. Bunun üzerine ayet nazil oldu, o da tevbe etti, tevbesinde samimi oldu.

وَلَقَدْ قَالُواْ كَلِمَةَ الْكُفْرِ “Andolsun onlar küfür sözünü söylediler.”

وَكَفَرُواْ بَعْدَ إِسْلاَمِهِمْ “İslâm’a girdikten sonra küfre döndüler.”

Müslüman olduklarını ilan ettikten sonra küfür izhar ettiler.

وَهَمُّواْ بِمَا لَمْ يَنَالُواْ “Ayrıca başaramadıkları şeye yeltendiler.”

Hz. Peygambere suikast girişiminde bulundular. Münafıklardan onbeş tanesi Tebük dönüşünde Hz. Peygamberi gece vakti sarp bir yerden geçerken bineğinden düşürmek hususunda plan kurdular. Ammar Bin Yasir Hz. Peygamberin bineğinin yularını tutmuş çekiyor, Huzeyfe de ardından sevk ediyordu. O esnada Huzeyfe deve sesleri ve silah şakırtıları duydu. “Ey Allahın düşmanları defolun, defolun” diye bağırdı, onlar da kaçıp gitti.

Onların nail olamadıkları şeye niyetlenmeleri, Hz. Peygamberi ve mü’minleri Medineden çıkarmaları veya Hz. Peygamber istemese bile, münafıkların başı İbnu Selûlü başlarına reis yapmak istemeleri olabilir.

وَمَا نَقَمُواْ إِلاَّ أَنْ أَغْنَاهُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ مِن فَضْلِهِ “Sırf, Allah ve Resûlü kendi lütfu ile onları zengin kıldığı için intikama niyetlendiler.”

Medine halkının çoğu geçim sıkıntısı çekiyordu. Hz. Peygamber onlara geldiğinde ganimetlerle zengin oldular.

فَإِن يَتُوبُواْ يَكُ خَيْرًا لَّهُمْ “Eğer tevbe ederlerse, kendileri için hayırlı olur.”

وَإِن يَتَوَلَّوْا يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ عَذَابًا أَلِيمًا فِي الدُّنْيَا وَالآخِرَةِ “Eğer yüz çevirirlerse, Allah onları dünyada ve ahirette elem dolu bir azapla azaplandıracaktır.”

Şayet nifakta ısrar ile yüz çevirirlerse, dünyada katl ile, ahirette de ateş ile onlara elim bir azap verir.

وَمَا لَهُمْ فِي الأَرْضِ مِن وَلِيٍّ وَلاَ نَصِيرٍ “Artık onlar için yeryüzünde ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.”

 

75- وَمِنْهُم مَّنْ عَاهَدَ اللّهَ لَئِنْ آتَانَا مِن فَضْلِهِ لَنَصَّدَّقَنَّ وَلَنَكُونَنَّ مِنَ الصَّالِحِينَ “İçlerinden kimi de Allah’a şöyle söz vermişti: Eğer bize lütfundan verirse, mutlaka bol bol sadaka veririz ve mutlaka salihlerden oluruz.”

Ayet, Salebe Bin Hâtıb hakkında indi. Salebe, Hz. Peygambere gelip “Beni malla rızıklandırması için Allaha dua et” dedi. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: Şükrünü eda edebildiğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.”

Bu cevap üzerine Salebe geri döndü.

Ancak daha sonra tekrar geldi ve şöyle dedi: “Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, şayet Allah beni mal ile rızıklandırırsa, her hak sahibine hakkını vereceğim.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber ona dua etti. O da koyun aldı, aldığı koyunlar kurtçukların çoğalması gibi çoğalmaya başladı. Öyle ki Medine onlara dar geldi. Bunun üzerine Salebe bir vadiye yerleşti, cemaattan ve Cum’adan kesildi. Hz. Peygamber Salebenin durumunu sordu, kendisine şöyle denildi: “Bir vadiye sığmayacak kadar malı çoğaldı.”

Hz. Peygamber bunu duyunca “Salebeye yazık oldu!” dedi.

Daha sonra Hz. Peygamber iki zekât memurunu zekâtları toplamak üzere görevlendirdi. İnsanlar zekâtlarını bunlara veriyorlardı. Salebeye de uğradılar, zekâtını istediler. Zekâtla ilgili inen ayetleri okudular.

Salebe şöyle dedi: “Bu ancak cizyedir. Bu ancak cizyenin kardeşidir. Şimdi dönün, ben bir düşüneyim.” Bunun üzerine ayet nazil oldu. Hakkında ayet inince, Salebe Hz. Peygambere zekâtını getirdi.

Hz. Peygamber “Allah senden zekât almaktan beni men etti” buyurdu. Salebe, pişmanlığından başına toprak saçmaya başladı. Hz. Peygamber şöyle dedi: “Bu senin suçun. Sana emretmiştim, ama beni dinlemedin.”

Salebe Hz. Peygamberin vefatından sonra zekâtını Hz. Ebubekire getirdi, kabul etmedi. Sonra Hz. Ömerin hilafeti zamanında O’na getirdi, O da kabul etmedi. Hz. Osman devrinde öldü gitti.

 

76- فَلَمَّا آتَاهُم مِّن فَضْلِهِ بَخِلُواْ بِهِ “Fakat Allah, lütfundan onlara verince, onda cimrilik ettiler.”

Allahın hakkını vermediler.

وَتَوَلَّواْ وَّهُم مُّعْرِضُونَ “Ve yüz çevirerek dönüp gittiler.”

Onlar, Allaha itaatten yüz çevirmeyi âdet hâline getirmiş bir topluluktur.

 

77- فَأَعْقَبَهُمْ نِفَاقًا فِي قُلُوبِهِمْ إِلَى يَوْمِ يَلْقَوْنَهُ بِمَا أَخْلَفُواْ اللّهَ مَا وَعَدُوهُ وَبِمَا كَانُواْ يَكْذِبُونَ “Allah’a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için O da kalplerine, kendisine kavuşacakları güne kadar (sürecek) bir nifak soktu.”

Allah da onların bu fiillerinin akıbetini kalplerinde bir nifak ve kötü bir itikad kıldı.

Zamir, cimriliğe de raci olabilir. O zaman mana şöyle olur: “Onlardaki bu cimrilik yerini kalblerde yerleşen bir nifaka bıraktı.”

Allaha kavuşmaktan murat,

-Ölümle Allaha kavuşmak,

-Veya amellerinin karşılığına kavuşmak olabilir. O da kıyamet günü olacaktır.

Böyle bir akıbete maruz kalmaları,

1-Sadaka vermeleri ve salih olmaları hususunda sözlerinde durmamalarındandır.

2-Ve bir de o vaat ettikleri şeyde yalancı olmalarındandır. Çünkü vaadini yerine getirmemek yalanı tazammun eder, böyle olunca iki cihetle çirkin olur.

Veya yalancı olmaları sırf vaat meselesinde olmayıp, genelde yalan konuşmalarıdır.

 

78- أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ سِرَّهُمْ وَنَجْوَاهُمْ وَأَنَّ اللّهَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ “Bilmediler mi Allah onların içlerinde gizlediklerini ve fısıltılarını bilir ve Allah gaybleri çok iyi bilendir..”

O münafıklar veya Allaha söz veren o kimseler, onların içlerinde gizledikleri nifakı veya sözlerinde durmamaya kati niyetli oluşlarını, aralarında mü’minleri rencide edici fısıldaşmalarını veya zekâta “haraç” demelerini Allahın bildiğini bilmediler mi?

“Ve Allah gaybleri çok iyi bilendir.”

O, Allâmu’l-guyup olduğundan, yani bütün gizli şeyleri bildiğinden, bu halleri O’na gizli değildir.

 

79- الَّذِينَ يَلْمِزُونَ الْمُطَّوِّعِينَ مِنَ الْمُؤْمِنِينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذِينَ لاَ يَجِدُونَ إِلاَّ جُهْدَهُمْ فَيَسْخَرُونَ مِنْهُمْ “Sadakalar hususunda gönüllü bağışta bulunan mü’minlerle, güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanları çekiştirip onlarla alay edenler var ya.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayet edilir ki, Hz. Peygamber (asm) sadakaya teşvik etti. Abdurrahmân Bin Avf, dörtbin dirhem getirdi ve dedi: “Sekiz bin dirhemim vardı. Rabbim için dört binini tasadduk ettim, dört binini de ailemin geçimi için bıraktım.”

Hz. Peygamber şöyle dedi. “Allah verdiğini de, tuttuğunu da mübarek etsin.”

Hz. Peygamberin bu duası sonucu Allahu Teâlâ Abdurrahmân Bin Avfa öyle bir bereket ihsan etti ki, iki hanımından birine, servetinin sekizde birinin yarısı olan seksen bin dirhem düştü.

Bu arada Asım Bin Adiy yüz yük hurmayı zekât olarak getirdi. Ensardan Ebu Akîl ise bir avuç hurma getirip şöyle dedi: “Ceririn yanında iki avuç hurmaya gün boyu çalıştım. Bir avuç hurmayı aileme bıraktım, bir avuç da buraya getirdim.” Hz. Peygamber, bu bir avuç hurmanın sadakaların arasına saçılmasını emretti. İşte, bu durumları gören münafıklar şöyle dediler:

“Abdurrahmân ve Asım, ancak riya için verdiler. Allah ve Rasulü Ebu Akîl’in verdiği bir avuç sadakaya elbette muhtaç değildir. Lakin o, kendisinin de sadaka verenler arasında anılmasını istedi.”

İşte, bu olaylar üzerine ayet nazil oldu.

سَخِرَ اللّهُ مِنْهُمْ “İşte asıl Allah onlarla alay eder.”

Bu, “Allah onlarla alay eder.” (Bakara 15) ayetinde de olduğu gibi, “Allah onların dalga geçmelerinin cezasını verir” manasına gelir.

وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlar için elem dolu bir azap vardır.”

Küfürlerine mukabil, onlar için elîm bir azap vardır.

80- اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ “Onlar için Allah’dan ister mağfiret dile, ister dileme.”

إِن تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَن يَغْفِرَ اللّهُ لَهُمْ “Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de Allah onları asla affetmeyecek.”

İbnu Übey, münafıkların reisi idi. Oğlu Abdullah ise, samimi bir müslümandı.

Babası hastalandığında Hz. Peygamberin ona istiğfar etmesini istedi. Hz. Peygamber de isteğine muvafakat edince, üstteki ayet nazil oldu. Hz. Peygamber bunun üzerine “yetmişten daha fazla istiğfar edeceğim” deyince de şu ayet nazil oldu:

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ “Onlara mağfiret dilesen de, dilemesen de onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır.” (Münafikun, 6)

Çünkü Hz. Peygamber yetmiş ifadesini kesret değil, belli bir adet olarak anladı. Zira bir rakamın belli bir adedi ifade etmesi asıldır. Allahu Teâlâ ise bundan muradın tahdid değil teksir olduğunu beyan etti. Yedi, yetmiş, yediyüz ve emsali adetlerin çokluktan kinaye kullanılmaları meşhurdur.

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ “Çünkü onlar Allah ve Rasûlünü inkâr ettiler.”

Ayette şu manaya bir işaret vardır:

Mağfiretten ümit kesmek ve Senin istiğfarının kabul edilmemesi, ne Allahın bunu esirgemesinden ne de Senden bir kusurdandır. Onların bağışlanmaması, buna kabiliyetlerinin olmayışındandır. Çünkü küfürleri mağfirete manidir.

وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ “Allah ise fasıklar güruhuna hidayet etmez.”

Allah, inkârlarında inatçı olan fasıklara hidayet etmez. Bu, önceki hükme bir delil gibidir. Çünkü kâfirin mağfireti küfürden tamamen kopmasıyla ve hakka irşad ile olur. Küfre tamamen dalmış ve âdeta kendine bir tabiat edinmiş olan kimse, küfürden kurtulamaz ve yola gelmez.

Ayette Hz. Peygamberin istiğfarda mazur olduğuna bir tenbih vardır. O da, dalaletin onlar hakkında tabiat haline geldiğini bilmediği sürece, onların imanından ümitsizliğe düşmemesidir. Yasak olan istiğfar, onların iman etmiyeceklerini bildikten sonra yine istiğfarda bulunmaktır.

Nitekim “Peygambere ve mü’minlere, -yakınları da olsalar- cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, müşrikler için mağfiret dilemeleri uygun değildir.” (Tevbe, 113) ayeti bunu beyan etmektedir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
9. Tevbe
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,903 kez okundu
Block title
Block content