126. DERS (Tevbe Suresi, 43 - 52) Tebük Seferi-1

43- عَفَا اللّهُ عَنكَ “Allah seni affetsin.”

لِمَ أَذِنتَ لَهُمْ “Niçin onlara izin verdin?”

Ayette Hz. Peygamberin izin vermekle hata ettiğine bir kinaye vardır. Çünkü “Allah seni affetsin” demek, hatanın varlığını gösterir. Yani, “onlar senden izin isteyip yalandan gerekçeler söylediklerinde niye onlara izin verdin, keşke bir şey demeseydin.”

حَتَّى يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذِينَ صَدَقُواْ وَتَعْلَمَ الْكَاذِبِينَ “Ta ki doğru söyleyenlerin kimler olduğu sana netleşse ve yalancıların kimler olduğunu bilseydin.”

Özür beyan etmede doğru söyleyenleri ortaya çıkarsan ve kimlerin o konuda yalancı olduklarını bilseydin.

Denildi ki: Hz. Peygamber (asm) kendisine emredilmeyen iki şey yaptı: Bedir esirleri için fidye aldı ve Tebük seferinde münafıklara izin verdi. Her ikisinde de ilâhî itaba muhatap oldu.

 

44- لاَ يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ أَن يُجَاهِدُواْ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِم “Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla ve canlarıyla cihad etmek hususunda senden izin istemezler.”

Mü’minlerin Allah yolunda cihad için Senden izin almaları şeklinde bir durum yoktur. Çünkü onlardan hâlis olanlar zâten cihada can atarlar, O konuda izin beklemezler, nerede kaldı “biz katılmayabilir miyiz?” şeklinde izin istesinler.

وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالْمُتَّقِينَ “Allah, müttakileri bilendir.”

Ayetin bu kısmı, onların takvasına şehadet eder ve bunun karşılığını vermeyi de vaat eder.

“Denildi ki” şeklinde bir anlatım, o görüşün zayıflığına delalet eder. Beydâvî, -diğer müelliflerin de yaptığı gibi- önce kuvvetli olan görüş veya görüşleri zikreder, ardından zayıf olan görüşlere dikkat çeker. Dolayısıyla, temel bir İslamî eserde gördüğümüz her naklin, mutlaka müellif tarafından kabul edilmesi gerekmez.

 

45- إِنَّمَا يَسْتَأْذِنُكَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Senden izin isteyenler, ancak Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenlerdir.”

Ayette, Allaha ve ahiret gününe imanın özellikle zikredilmesi, cihada sevk eden veya mani olan şeyin bu ikisine inanmak veya inanmamak olduğunu hissettirmek içindir.

وَارْتَابَتْ قُلُوبُهُمْ “Onların kalpleri şüpheye düşmüştür.”

فَهُمْ فِي رَيْبِهِمْ يَتَرَدَّدُونَ “Bundan dolayı onlar, şüpheleri içinde bocalayıp dururlar.”

Onlar, şüpheleri içinde şaşkın, ne yapacaklarını bilmez bir haldedirler.

 

46- وَلَوْ أَرَادُواْ الْخُرُوجَ لأَعَدُّواْ لَهُ عُدَّةً “Şayet cihada çıkmak isteselerdi, elbette onunla ilgili olarak bir takım hazırlıklar yaparlardı.”

 وَلَكِن كَرِهَ اللّهُ انبِعَاثَهُمْ “Fakat Allah davranmalarını kerih gördü.”

 فَثَبَّطَهُمْ “Böylece onları yoldan alıkoydu.”

Onlar çıkmadılar, işi ağırdan aldılar, çünkü Allah onların yola çıkmak için harekete geçmelerini kerih gördü de, korkaklık ve tembelliklerinden dolayı onları alıkoydu.

وَقِيلَ اقْعُدُواْ مَعَ الْقَاعِدِينَ “Ve onlara, “oturun oturanlarla beraber” denildi.”

Ayetin bu kısmı, Allahın onların çıkmasını kerih görerek kalplerine bu manayı ilka etmesini bir temsildir.

Veya şeytanın “oturun oturduğunuz yerde” şeklindeki vesvesesini beyandır.

Veya birbirlerine söyledikleri sözü hikâye etmektir.

Veya Hz. Peygamberin onlara sefere gelemeyecek kimseleri hatırlatarak “oturun oturanlarla beraber” demesidir.

Veya yine Hz. Peygamberin sefere gelemeyenleri değil de gelmeyenleri nazara vererek onlara böyle hitap etmesidir.

Bu son iki durum da, geride kalmak isteyen münafıkları zemmetmekten (kınamaktan) hâli değildir.

 

47- لَوْ خَرَجُواْ فِيكُم مَّا زَادُوكُمْ إِلاَّ خَبَالاً “Şayet sizin içinizde sefere çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı.”

Şayet çıksalar, içinizde fesat ve şer çıkarmaktan başka işleri olmazdı.

Ayetin ifadesinden, “zaten Müslümanların kendi içinde fesat ve şer vardı, bunlar da gelse, bu daha da artardı” manası çıkarılamaz.

ولأَوْضَعُواْ خِلاَلَكُمْ “Aranızda koşuştururlardı.”

Aranıza katılırlar, söz dolaştırırlar, huzursuzluğa yol açarlardı. Veya, sizi desteksiz bırakmaya, hezimete sebebiyet verirlerdi.

يَبْغُونَكُمُ الْفِتْنَةَ “Sizi fitneye düşürmeye çalışırlardı.”

Aranızda ihtilaf çıkarmak için sizi fitneye düşürmeye çalışırlardı.

Veya kalplerinize korku düşürmek isterlerdi.

وَفِيكُمْ سَمَّاعُونَ لَهُمْ “Aranızda onları dinleyecek kişiler de vardı.”

İçinizde bazıları zayıftır, onların sözüne kulak verir ve onlara itaat eder.

Veya içinizde bazı söz taşıyıcılar çıkar, sizden duyduklarını onlara nakleder.

وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمِينَ “Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.”

Allah onların içlerini ve onlardan ne geleceğini bilir.

 

48- لَقَدِ ابْتَغَوُاْ الْفِتْنَةَ مِن قَبْلُ “Andolsun, bunlar daha önce de fitne çıkarmak istemişlerdi.”

Senin işini bozmak, ashabını birbirine düşürmek istediler.

Bu kısım, Uhud savaşındaki bir duruma işarettir. Münafıkların reisi İbnu Übey ve onun arkadaşları Tebük seferinde Rasulullah ve ashabı ile önce çıkıp sonra geri döndükleri gibi, Uhud savaşında da cepheden dönmüşlerdi.

وَقَلَّبُواْ لَكَ الأُمُورَ “Ve sana karşı türlü türlü işler çevirmişlerdi.”

Onlar sana tuzak ve hileler kurdular, senin emrini ibtal için insanların görüşlerini değiştirmeye çalıştılar.

حَتَّى جَاء الْحَقُّ “Nihayet hak geldi.”

Ta ki zafer ve ilâhî te’yid ile hak geldi.

وَظَهَرَ أَمْرُ اللّهِ “Allah’ın emri üstün oldu.”

Allahın dini yüceldi.

وَهُمْ كَارِهُونَ “Onlar istemedikleri hâlde.”

Onlar hoşlanmamalarına rağmen böyle oldu.

Bu iki ayet, onların geri kalmalarına mukabil Hz. Peygamberi ve mü’minleri bir tesellidir. Ve Cenab-ı Hakkın niçin onları geride bıraktığının ve çıkmalarından hoşlanmamasının beyanıdır. Onların perdelerini yırtmak ve sırlarını açmaktır, mazeretlerini ortadan kaldırmaktır. Ve Hz. Peygamberin onlara izin vermede acele etmesinden kaynaklanan durumu bir telafidir.

 

49- وَمِنْهُم مَّن يَقُولُ ائْذَن لِّي وَلاَ تَفْتِنِّي “Onlardan bazısı ‘Bana izin ver ve beni fitneye düşürme’ diyor.”

Bir kısmı geride kalmak isterken böyle diyecekler. Yani, “bana izin vermezsen fitneye düşmüş olurum.”

Bu ifade tarzında bu kimselerin izin verilse de verilmese de zaten geride kalacaklarını hissettirmek vardır.

Veya “izin vermezsen malım ve ailem perişan olacak, izin vererek kurtar beni. Çünkü peşimde onlara bakacak kimse yok” manasını ifade eder.

Sebeb-i -Nüzûl

Rivayete göre, münafıklardan Ced Bin Kays Hz. Peygambere Tebük seferi öncesi şöyle dedi: “Ensar bilirler ki ben kadınlara düşkün biriyim. Beni sarışın Rum kadınlarıyla fitneye düşürme! Ben malımla yardım edeyim, beni bırak.”

أَلاَ فِي الْفِتْنَةِ سَقَطُواْ “Bilesiniz ki onlar (böyle diyerek) fitnenin ta içine düştüler.”

Yani, bulundukları hâl zâten fitnedir, gitmeleri gereken bir seferden geri kalmak, fitne değil de nedir?

Veya kendilerinde münafıklık görülmesi de bir fitnedir.

 وَإِنَّ جَهَنَّمَ لَمُحِيطَةٌ بِالْكَافِرِينَ “Şüphesiz ki cehennem, kâfirleri kuşatmıştır.”

Kıyamet günü cehennem onları her taraftan kuşatmıştır.

Hatta şu hayatta da kuşatmıştır. Çünkü cehennemi netice verecek sebeplerin onları kuşatması, cehennemin onları kuşatması gibidir.

 

50- إِن تُصِبْكَ حَسَنَةٌ تَسُؤْهُمْ “Sana bir iyilik isabet etse, bu onları üzer.”

Bazı savaşlarında sana zafer ve ganimet gibi bir iyilik gelse, şiddetli hasetlerinden dolayı, üzülürler.

وَإِن تُصِبْكَ مُصِيبَةٌ يَقُولُواْ “Eğer başına bir musîbet gelirse şöyle derler:”

قَدْ أَخَذْنَا أَمْرَنَا مِن قَبْلُ “Biz tedbirimizi önceden almıştık.”

Uhud’da olduğu gibi çetin bir durumla karşılaşsan, geri kalmaktan dolayı kendi yaptıklarını beğenirler.

وَيَتَوَلَّواْ وَّهُمْ فَرِحُونَ “Ve sevinerek dönüp giderler.”

 

51- قُل لَّن يُصِيبَنَا إِلاَّ مَا كَتَبَ اللّهُ لَنَا “De ki: Bize, Allah’ın bizim için yazdığından başkası isabet etmez.”

Bundan murat şunlar olabilir:

-Bize ancak Allahın takdir ettiği zafer,

-Veya şehit olmak,

-Veya Levh-i mahfuzda bizim için yazdığı ne ise, o nasip olacak. Bu yazılan şey, sizin muvafık veya muhalif olmanızla değişmez.

هُوَ مَوْلاَنَا “O bizim Mevla’mızdır.”

O bizim yardımcımızdır, işlerimizi yürütendir.

وَعَلَى اللّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ “Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül etsinler.”

Çünkü, onların hakkı, başkasına tevekkül etmemektir.

 

52- قُلْ هَلْ تَرَبَّصُونَ بِنَا إِلاَّ إِحْدَى الْحُسْنَيَيْنِ “De ki: Sizin bizimle ilgili beklediğiniz şey, ancak iki güzelden biridir.”

Bunlardan biri galip gelmek, diğeri de şehit olmaktır.

وَنَحْنُ نَتَرَبَّصُ بِكُمْ أَن يُصِيبَكُمُ اللّهُ بِعَذَابٍ مِّنْ عِندِهِ أَوْ بِأَيْدِينَا “Biz ise, sizinle ilgili Allah’ın kendi katından veya bizim ellerimizle size gelecek bir azabı bekliyoruz.”

Allahtan gelen azap semadan bir felaket, mü’minlerin eliyle gelen azap ise, onların eliyle kâfir olarak savaşta öldürülmeleri olabilir.

فَتَرَبَّصُواْ “Haydi bekleyin bakalım.”

إِنَّا مَعَكُم مُّتَرَبِّصُونَ “Biz de sizinle birlikte beklemekteyiz.”

Akıbetimizin ne olacağını gözleyin bakalım, biz de sizin akıbetinizin ne olduğunu gözleyeceğiz.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
9. Tevbe
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,758 kez okundu
Block title
Block content