129. DERS (Tevbe Suresi, 67 - 72) Tebük Seferi-4

 

67- الْمُنَافِقُونَ وَالْمُنَافِقَاتُ بَعْضُهُم مِّن بَعْضٍ“Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir.”

Bir şeyin parçaları nasıl ona benzerse, erkek ve kadın münafıklar da nifakta ve imandan uzak olmada birbirlerine benzerler.

Onlar daha önce “biz sizdeniz” şeklinde yemin etmişlerdi. Ayetin bu kısmı onları red ile, “Hayır, onlar sizden değillerdir, onlar birbirlerindendir” demektedir. Ayetin devamı da buna delil gibidir. Çünkü ayetin devamında, onların hâlinin mü’minlerin hâlinin tam zıddı olduğu beyan edilmekte ve şöyle denilmektedir:

يَأْمُرُونَ بِالْمُنكَرِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمَعْرُوفِ “Kötülüğü emredip iyiliği yasaklarlar.”

Onlar, küfür ve masiyetle münkeri emrederler.

İman ve taatten ise, nehyederler.

وَيَقْبِضُونَ أَيْدِيَهُمْ “Ellerini de sıkı tutarlar.”

Ellerini iyilik yapmaktan sıkarlar.

Elin sıkılığı, cimrilikten kinayedir.

نَسُواْ اللّهَ فَنَسِيَهُمْ “Allah’ı unuttular, O da onları unuttu.”

Onlar Allahı anmaktan gafil oldular ve itaati terk ettiler.

O da onları lütfundan ve fazlından mahrum bıraktı.

إِنَّ الْمُنَافِقِينَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “Şüphesiz münafıklar, fasıkların ta kendileridir.”

O münafıklar inat etmekte ve hayırlı şeylerden çıkmakta zirvededirler.

 

68- وَعَدَ اللهُ الْمُنَافِقِينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْكُفَّارَ نَارَ جَهَنَّمَ خَالِدِينَ فِيهَا “Allah, erkek münafıklara, kadın münafıklara ve kâfirlere, içinde ebedî kalmak üzere cehennem ateşini va’detti.”

هِيَ حَسْبُهُمْ “O, onlara yeter.”

Böyle bir akıbet ve ceza onlara yeter!

Bu ifadede cehennem azabının azametine bir delil vardır.

وَلَعَنَهُمُ اللّهُ“Allah, onları lânetledi.”

Allah onları rahmetinden uzak kıldı ve zillete düçar etti.

وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ “Onlar için sürekli bir azap vardır.”

 

69- كَالَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ(Ey münafıklar!), Siz de tıpkı sizden öncekiler gibisiniz:”

كَانُواْ أَشَدَّ مِنكُمْ قُوَّةً وَأَكْثَرَ أَمْوَالاً وَأَوْلاَدًا “Onlar sizden daha güçlü, mal ve evlatça sizden daha varlıklı idiler.”

فَاسْتَمْتَعُواْ بِخَلاقِهِمْ “Onlar paylarına düşenden faydalanmışlardı.”

Onlar, dünya lezzetlerinden nasipleri olan şeylerden faydalandılar.

فَاسْتَمْتَعْتُم بِخَلاَقِكُمْ كَمَا اسْتَمْتَعَ الَّذِينَ مِن قَبْلِكُمْ بِخَلاَقِهِمْ “Sizden öncekilerin, paylarına düşenden faydalandığı gibi siz de payınıza düşenden öylece faydalandınız.”

Ayet, önceki dönemlerde yaşayıp da, gelip geçici şehvetlerle nakıs lezzetlerden faydalanan ve bu fani isteklerle akıbeti düşünmekten ve gerçek lezzetleri elde etmekten uzak kalan kimseleri kınamakta ve onların yolunda olan muhataplarına da bu şekilde bir uyarıda bulunmaktadır. Çünkü, bu muhatapların hâli onların hâline benzemekte ve onların gittiği yoldan gitmektedirler.

وَخُضْتُمْ كَالَّذِي خَاضُواْ “Sizden önce batağa dalanlar gibi siz de daldınız.”

O batıla dalanlar gibi siz de daldınız.

أُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ فِي الُّدنْيَا وَالآخِرَةِ “İşte onların dünya ve ahrette amelleri boşa gitmiştir.”

Bu yaptıklarından dolayı onlar dünya ve ahirette sevaba layık olmadılar.

وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ “Ve işte onlar, ziyana uğrayanların ta kendileridir.”

Hem dünyayı ve hem de ahireti kaybettiler.

 

70- أَلَمْ يَأْتِهِمْ نَبَأُ الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ قَوْمِ نُوحٍ وَعَادٍ وَثَمُودَ وَقَوْمِ إِبْرَاهِيمَ وِأَصْحَابِ مَدْيَنَ وَالْمُؤْتَفِكَاتِ “Onlara, kendilerinden öncekilerin; Nûh Kavmi’nin, Âd’in, Semûd’un, İbrahim Kavmi’nin, Medyen Ashabı’nın ve mü’tefikat’ın haberi gelmedi mi?”

Bunlardan Nûh kavmi tufanda boğularak öldü.

Âd kavmi rüzgar ile helâk edildi.

Semud, şiddetli bir sarsıntıyla helak oldu.

Hz. İbrahimin kavmi helâk oldu, Nemrut da sivrisinekle ölüp gitti.

Medyen ashabı, Hz. Şuayb’ın kavmidir, bulutun bir gölge gibi her tarafı kapladığı günde ateş ile helak edildi.

Mü’tefikat, Hz. Lûtun üstü altına getirilen beldeleridir. Ayrıca gökten başlarına özel taş yağdırıldı.

Mü’tefikattan murat ısrarla dini yalanlayan kimselerin beldeleri de olabilir. Bunların üstünün altına gelmesi, hallerinin hayırdan şerre çevrilmesidir.

أَتَتْهُمْ رُسُلُهُم بِالْبَيِّنَاتِ “Peygamberleri onlara apaçık mu’cizeler getirmişti.”

فَمَا كَانَ اللّهُ لِيَظْلِمَهُمْ “Allah, onlara zulmediyor değildi.”

Allahın âdetinde, bazı insanların suçsuza zulmen ceza vermesi gibi bir durum yoktur.

وَلَكِن كَانُواْ أَنفُسَهُمْ يَظْلِمُونَ “Lâkin onlar nefislerine zulmediyorlardı.”

Lakin onlar, küfür ve yalanlama ile kendilerini azaba maruz bırakmakla, kendi kendilerine zulmediyorlardı.

 

71- وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır.”

Daha önce “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerindendir” denilmişti. Burada da ona mukabil mü’minlerin birbirinden olduğu bildirildi.

يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ “Onlar, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.”

وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ “Namazı dosdoğru kılarlar.”

وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ “Zekâtı verirler.”

وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ “Allah ve Resûlüne itaat ederler.”

أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ “İşte Allah bunlara merhamet edecektir.”

إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Şüphesiz Allah Azîz’dir – Hakîm’dir.”

Allah Azîz’dir, her şeye galiptir, dilediğini yapmak O’na gayet kolaydır. Hakîm’dir, her şeyi yerli yerince yerleştirir.

 

72- وَعَدَ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ “Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad etti.”

خَالِدِينَ فِيهَا “Orada ebedi kalacaklardır.”

وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فِي جَنَّاتِ عَدْنٍ “Ayrıca Adn cennetlerinde hoş meskenler (vaat etti.)

Bunlar, nefislerin beğendiği veya kendisinde hoş bir hayatın yaşanacağı meskenlerdir.

Hadiste şöyle bildirilir: “Cennetin meskenleri inci, zeberced ve kırmızı yakuttan yapılmış köşklerdir.”

Bir başka hadiste ise şöyle denilir:

“Adn cenneti, hiçbir gözün görmediği ve hiçbir kalbe hutur etmemiş Allahın diyarıdır. Burada sadece nebiler, sıddıklar ve şehitler oturur. Cenab-ı Hak şöyle der: “Sana girene ne mutlu!”

Cenab-ı Hak ardından daha büyüğünü vaad ederek şöyle bildirdi:

وَرِضْوَانٌ مِّنَ اللّهِ أَكْبَرُ “Allah’ın rızası ise en büyüktür.”

Çünkü Allahın rızası, her saadetin ve kerametin başlangıcıdır. Vusûle nail olmaya ve likayı elde etmeye vesile olur.

Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir:

“Allahu Teâlâ cennet ehline şöyle der:

-Halinizden razı mısınız?

-Evet, razıyız. Nasıl razı olmayalım ki, mahlûkatından hiçbirine vermediklerini bize verdin.

-Size, bundan daha efdalini vereceğim.

-Bundan daha efdal ne olabilir ki?

-Size rızamı helâl kılacağım. Dolayısıyla ebediyen size kızmayacağım.”

ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte büyük kurtuluş budur.”

“İşte bu” ifadesiyle Allahın razı olması veya vaad edilenlerin tamamı kastedilmektedir.

 

Bu, en büyük kurtuluştur. Bunun yanında, dünya ve içindeki her şey küçük kalır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
9. Tevbe
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,554 kez okundu
Block title
Block content