53- قُلْ أَنفِقُواْ طَوْعًا أَوْ كَرْهًا لَّن يُتَقَبَّلَ مِنكُمْ“De ki: İster gönüllü, ister gönülsüz olarak infak edin, sizden asla kabul olunmayacaktır.”
Ayet, haber manasında bir emirdir. Yani, ister hoşlanarak isterse de kerhen nasıl infakta bulunursanız bulunun, bu infaklarınız kabul edilmeyecek.
Bunun ifade ettiği mana, her iki şekilde de kabul edilmemesinin eşit olduğunu daha etkin bir şekilde anlatmaktır.
Ayet, peygamberimize gelip de “beni fitneye düşürme, ben malımla yardım edeyim” diyen Ced Bin Kays’ın sözüne cevap gibidir.
Onların infakının kabul edilmemesi iki şekilde olabilir:
1-Ya kendilerinden bir şey alınmaz.
2-Veya alınsa bile bundan bir sevap göremezler.
إِنَّكُمْ كُنتُمْ قَوْمًا فَاسِقِينَ “Çünkü siz, fasık bir topluluk oldunuz.”
Ayetin bu kısmı niçin kabul edilmeyeceğinin sebebini beyan eder. Devamında bunun açıklaması ve anlatımı vardır.
54- وَمَا مَنَعَهُمْ أَن تُقْبَلَ مِنْهُمْ نَفَقَاتُهُمْ“Onların infaklarının kabul edilmemesi şundandır:”
إِلاَّ أَنَّهُمْ كَفَرُواْ بِاللّهِ وَبِرَسُولِهِ “Onlar Allah ve Rasûlünü inkar ettiler.”
Yani, onların nafakalarının kabulüne engel olan durum, ancak küfürleridir.
وَلاَ يَأْتُونَ الصَّلاَةَ إِلاَّ وَهُمْ كُسَالَى “Namaza ancak tembel tembel gelirler.”
وَلاَ يُنفِقُونَ إِلاَّ وَهُمْ كَارِهُونَ “İnfaklarını da ancak istemeye istemeye verirler.”
Çünkü onlar infak ederken ve namaz kılarken bir sevap ummuyorlar, bunları terk durumunda da bir cezadan korkmuyorlar.
55- فَلاَ تُعْجِبْكَ أَمْوَالُهُمْ وَلاَ أَوْلاَدُهُمْ“Onların malları ve evladı seni imrendirmesin.”
Çünkü bu şekilde geniş imkânlar içinde olmaları bir istidraçtır ve kendilerine bir vebaldir. Ayetin devamı bunu ortaya koymaktadır:
إِنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ لِيُعَذِّبَهُم بِهَا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Allah onlara, bununla (mal ve evlatla) ancak dünya hayatında azap etmeyi istiyor.”
Mal ve evladın onlara dünyada azap olması:
-Bunları toplamak ve korumak için çok zorluklarla karşılaşmaları,
-Bunlarla ilgili gördükleri şiddetli durumlar ve musibetlerdir.
وَتَزْهَقَ أَنفُسُهُمْ وَهُمْ كَافِرُونَ “Bir de canlarının kâfir olarak çıkmasını.”
Böylece onlar bu mallarla oyalanırken akıbeti düşünmeyecek, kâfir olarak can vereceklerdir. Bu da onlar için bir istidraçtır.
56- وَيَحْلِفُونَ بِاللّهِ إِنَّهُمْ لَمِنكُمْ “Kesinlikle sizden olduklarına dair Allah’a yemin ederler.”
وَمَا هُم مِّنكُمْ “Oysa onlar sizden değillerdir.”
وَلَكِنَّهُمْ قَوْمٌ يَفْرَقُونَ “Fakat onlar korkudan ödleri patlayan bir topluluktur.”
Onlar, sizin müşriklere yaptığınızı kendilerine yapmanızdan korkuyorlar, bir takiyye olarak Müslüman olduklarını izhar ediyorlar. Gerçekte ise onların kalpleri iman etmemiştir.
57- لَوْ يَجِدُونَ مَلْجَأً أَوْ مَغَارَاتٍ أَوْ مُدَّخَلاً لَّوَلَّوْاْ إِلَيْهِ وَهُمْ يَجْمَحُونَ “Şayet sığınacak bir yer veya (gizlenecek) mağaralar yahut girilecek bir delik bulsalardı, hemen koşarak oraya kaçarlardı.”
Şayet sığınacakları bir kale veya mağaralar veya saklanacakları bir delik bulsalar, elbette hiç sağa sola bakmadan doludizgin giden bir at gibi gayet süratle o tarafa koşarlardı.
58- وَمِنْهُم مَّن يَلْمِزُكَ فِي الصَّدَقَاتِ “İçlerinden sadakalar konusunda sana dil uzatanlar da var.”
فَإِنْ أُعْطُواْ مِنْهَا رَضُواْ “Kendilerine ondan bir pay verilirse, hoşnut olurlar.”
وَإِن لَّمْ يُعْطَوْاْ مِنهَا إِذَا هُمْ يَسْخَطُونَ “Eğer kendilerine ondan bir pay verilmezse, hemen kızarlar.”
Münafıklardan Ebu Cüvvaz hakkında indiği söylenir. Şöyle demişti: “Sahibinizi görmüyor musunuz? Sizden alınan sadakaları koyun çobanlarına veriyor ve âdil olduğunu iddia ediyor!”
Bir başka rivayette ise, ilerde Haricilerin reisi olacak İbnu Zü’l-Huvaysıra hakkında indiği ifade edilir. Hz. Peygamber (asm) Huneyn ganimetlerini dağıtırken yeni Müslüman olan Mekkelilere biraz fazla vererek gönüllerini hoşnut etmek istedi. (Müellefe-i kulûb) Bunun üzere, bahsi geçen kişi “Ya Rasulullah, âdil ol!” dedi. Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Yazıklar olsun sana! Ben adil olmazsam kim âdil olur?”
59- وَلَوْ أَنَّهُمْ رَضُوْاْ مَا آتَاهُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ “Ne olurdu bunlar, Allah ve Rasûlünün kendilerine verdiğine razı olsalardı.”
Keşke onlar peygamberin kendilerine verdiği ganimet veya sadakadan razı olsalardı.
Ayette “Allah ve rasulünün verdiğine” derken Allahın da vermesinden bahsedilmesi, hem Allahı tazim, hem de peygamberin yaptığının O’nun emriyle olduğuna uyarıda bulunmak içindir.
وَقَالُواْ حَسْبُنَا اللّهُ “Ve şöyle deselerdi: Allah Bize yeter.”
سَيُؤْتِينَا اللّهُ مِن فَضْلِهِ وَرَسُولُهُ “Allah bize lütfundan verecek, Onun rasulü de.”
İşte bunlar, Allah ve Rasulünün verdiğine razı olup “Allahın lütfu bize yeter. O bize lütfuyla sadaka veya başka bir ganimet verecek. Peygamber de şimdi verdiğinden daha fazlasını verecek.”
إِنَّا إِلَى اللّهِ رَاغِبُونَ “Bizim bütün rağbetimiz Allah’adır.”
“Biz Allahın kendi lütfundan bizleri zengin kılacağına rağbet ediyoruz” deselerdi elbette kendileri için çok daha hayırlı olurdu.
Cenab-ı Hak, daha sonra Hz. Peygamberin yaptığını tasvip ve tahkik olarak sadakaların verileceği yerleri beyan etti ve şöyle buyurdu:
60- إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ“Sadakalar ancak şunlar içindir:”
Yani, zekâtlar şu sayılacak kimseler içindir, başkalarına verilemez.
Ayetin bu kısmı, onların Hz. Peygamberi ayıplamaları ganimetlerde değil de, zekâtın taksiminde olduğuna bir delildir.
لِلْفُقَرَاء “Fakirler.”
Fakir, malı ve kazancı olmayan kimsedir, “Bıçak kemiğe dayandı” deyimi kabîlinden, fakirin ihtiyacı son derece şiddetlidir.
وَالْمَسَاكِينِ “Miskinler.”
Miskin ise, malı veya kazancı olduğu halde kendisine yetmeyen kimsedir. Miskin kelimesi “sükûn” kökünden gelir. Sanki acz, onu sükûna maruz bırakmıştır. Cenab-ı Hakkın “Gemi, denizde çalışan bazı miskinlere aitti.” (Kehf, 79) buyurması, miskinin mal veya kazanç sahibi kimse olmasına delâlet eder. Hz. Peygamber (asm) miskinliği ister, fakirlikten ise Allaha sığınırdı.
Fakir ve miskin arasındaki bu farkı, “Veya hiçbir şeyi olmayan bir miskine.” (Beled, 16) ayetine dayanarak aksiyle açıklayanlar da olmuştur.
وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا “O işte çalışan görevliler.”
Zekatın verildiği başka bir yer, onun tahsili ve toplanmasında çalışanlardır.
وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ “Müellefe-i kulûb.”
Bunlar İslam’a girmiş, ama niyetleri henüz zayıf kimselerdir.
Veya seçkin kimseler olup bunlara vererek ve hatırlarını hoş yaparak, benzerlerini de İslâma çekebilmek umulur. Hz. Peygamber Uyeyne Bin Hısn, Akra Bin Hâbis ve Abbas Bin Mirdas’a bu niyetle vermişti.
Müslüman olması umulan eşrafın da bu sınıfa girdiği söylenmiştir. Ancak en doğrusu şudur ki, Hz. Peygamber bunlara zekâttan değil, ganimetlerden kendine has olan beşte birlik kısımdan vermekteydi.
Denildi ki: Müellefe-i kulûb hissesi, Müslümanların sayısını çoğaltmaya yönelikti. Allah İslâmı aziz kılıp ehlini çoğaltınca bu pay düştü.7
وَفِي الرِّقَابِ “Köleler.”
Efendisine belli bir ücreti ödeyip hürriyetine kavuşmak üzere sözleşme yapan kölelere taksitlerinde yardımcı olmak
Veya doğrudan onları satın alıp hürriyetine kavuşturmak.
Bu, Hz. Ömerin görüşü ve uygulamasıdır. Ancak bu uygulamadan hareketle müellefe-i kulûb hissesinin kıyamete kadar düştüğünü zannetmek yanlış olur. Hz. Ömerin yaptığı, kendi devrinin bir özelliğidir, sonraki devirler için bağlayıcı bir hüküm getirmez.
İmam-ı Malik ve Ahmed Bin Hanbel, esirlerin fidyelerini ödemeyi de buna dâhil ettiler. وَالْغَارِمِينَ “Borçlular.”
-Kişi, masiyete veya israfa dayalı olmadan borçlanmış ve ödeyecek imkanı yoksa,
-Veya velev zengin de olsalar, kişiler arasını düzeltmek için verilebilir.
Hadiste şöyle bildirilmiştir:
“Şu beş durum dışında zengine sadaka helâl olmaz:
1-Allah yolunda savaşa katılan.
2-Borçlu kimse.
3-Parasını vererek sadaka malı satın alan kişi.
4-Fakir komşusuna verilen sadakanın hediye edildiği zengin kimse.
5-Zekât memuruna.
وَفِي سَبِيلِ اللّهِ “Allah yolunda.”
Cihada sarfetmek üzere, gönüllü olarak katılanlara, bunlara cihad malzemesi alımında.
Köprü ve baraj yapımlarında da kullanılabileceği ifade edildi.8
وَابْنِ السَّبِيلِ “Yolda kalmışlar.”
Malından ayrı kalmış yolcu.
فَرِيضَةً مِّنَ اللّهِ “Allah tarafından böyle farz kılındı.”
وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah Alîm’dir, Hakîm’dir.”
Allah her şeyi yerli yerine koyar, ilim ve hikmetle hükmeder.
Ayetin zahiri, zekâta istihkakın sadece bu sekiz sınıfa has olmasını gerektirir. Ayrıca onlardan her sınıfa verilmesi ve aralarında dengenin gözetilmesini icap ettirir. İmam-ı Şafii bu görüştedir. Hz. Ömer, Huzeyfe, İbnu Abbas ve sahabe ve tâbiinden bazı zâtlar ise, hepsine eşit olarak değil, gerekirse bir tek sınıfa verilebileceğini söylediler. Diğer üç mezhep imamı da bu görüştedirler. Şafiî mezhebinden bazıları da bunu ifade etmişlerdir. Şeyhim ve babam da derdi ki:
“Ayet, zekâtın bunların dışında kimseye verilmeyeceğini beyan eder, yoksa bunların hepsine taksim edilmesini değil.”
Yani, Allah yolunda olmak şartıyla, maddî-manevî cihadla ilgili masraflarda zekât fonundan yararlanılabilir.