“Sen ancak zikre (Kur’an’a) uyan ve görmeden Rahman’dan korkan kimseyi uyarabilirsin. İşte böylesini, bir mağfiret ve güzel bir mükâfatla müjdele.”
(Yasin Suresi, 36:11)
“Hakiki adalet ister ki, şu küçücük insan, şu küçüklüğü nispetinde değil, belki cinayetinin büyüklüğü, mahiyetinin ehemmiyeti ve vazifesinin azameti nispetinde mükâfat ve mücazat (ceza) görsün.”
(Bediüzzaman)
Thomas’la Kur’an hakkındaki şüphelerini ve sorularını konuşmaya devam edecektik. Geçen hafta görüşmemizin sonuna doğru af ve adalet konusunu gündeme getirmişti. Sonsuz adalet sahibi bir ilah aynı zamanda çok bağışlayıcı, çok affedici olamayacağını iddia etmişti. Thomas’a zihnindeki ilahi adaletle ilgili bir soru sorarak başladım sohbetimize:
– Geçen hafta en son söylediklerinden anladığım kadarıyla, rasyonel biri olarak Allah’ın mutlak adalet sahibi olması gerektiğini kabul ediyorsun, ancak çok affedici olmasını makul bulmuyorsun. Öyle mi?
– Doğru anlamışsın.
– Adalet ve affın birbiriyle çeliştiğini düşünüyorsun. O hâlde, öncelikle her birini ayrı ayrı ele alalım. Daha sonra “İkisi birlikte bulunabilir mi?” sorusuna dönelim.
– Makul bir öneri.
– Kur’an, Allah’ın mutlak adalet sahibi “Adil” olduğunu söylerken aynı zamanda O’nun bu adaleti yerine getirmek için diğer isim ve sıfatlara da sahip olduğunu beyan ediyor. Allah, zaman ve mekâna bağlı olmaksızın, her yaratığın, her şeyini her an işiten “Semî”, her an gören “Basîr” ve her an gözeten “Rakîb”tir. Gizli ve açık her şeyin, her şeyini her an bilen “Alîm”dir. Her şeye gücü yeten ve kendisine hiçbir şey ağır gelmeyen “Kadîr”dir. Her şeyi, her şeyiyle muhafaza eden “Hafîz”dir. Bu vasıfların sahibi Allah, insanın, küçük ve büyük her türlü amelini kaydediyor. Kıyamet koptuktan sonra insanı hadsiz kudretiyle haşredecek. Mahkeme-i Kübra’da insanı yargılayacak. Kötü amelleri ağır basarsa cezalandırma yeri olan cehenneme, iyilikleri ağır basarsa mükâfat yeri olan cennete gönderecek. Kısacası, Allah’ın mutlak adalet sahibi olduğunu kabul etmen, anlattıklarımı da kabul etmeni gerekli kılıyor.
– Söylediklerini kabul ediyorum. Bunları yapmakla, sonsuz adaletiyle yaratıcı olmanın gereğini yerine getirmiş oluyor. Başka türlü yapması düşünülemezdi.
– Gayet güzel. Demek ki Kur’an’ın ahiretle ilgili hükümlerini kabullenmede bir problem görmüyorsun.
– Hayır. Eğer sonsuz adalet sahibi bir Yaratıcı varsa anlattıklarını yapması gayet normal. Benim problemim, durumun affetmek tarafıyla ilgili. İkisini bağdaştıramıyorum.
– Şimdi, af tarafına gelelim. Kur’an, Allah’ın çok affeden “Afuvv”, günahları bağışlayan “Gafur”, tövbeleri kabul eden “Tevvab” olduğunu söylüyor.
– Çok adil olan bir Yaratıcı nasıl olur da saydığın vasıfların sahibi olabilir ki? Birini affettiğin zaman hiçbir şey yapmamış varsayıyorsun. Oysa mağdurun kaybolan hakkı var. Örneğin, sen alışveriş merkezine gittin; biri sana, durup dururken bir tokat vursa ne yaparsın? Ben seni affettim, yoluna devam et mi dersin? Yoksa polisi arayıp bu suçu işleyen kişinin cezalandırılmasını mı istersin?
– Anladığım kadarıyla, sen affetme düşüncesine tamamen karşısın.
– Evet, başkasının bana yaptığı haksızlığı benim dışımda üçüncü birinin bağışlaması benim hakkıma tecavüzdür.
– İslam’daki af kavramını tahrif olmuş Hıristiyanlıktaki günah çıkarmayla karıştırıyorsun galiba. Hıristiyanlıktaki af anlayışı mutlak adaletle bağdaşmıyor. Ancak İslam’ın af anlayışı, adalete ters düşmüyor. Anlaşılan ikisini de aynı kefeye koyuyorsun.
– Aralarında hem fark var hem de yok. Hıristiyanlar, İsa’nın çarmıha gerilmesini günahlarına kefaret olarak görüyorlar. Bizim için azap çekti, biz cehenneme gitmeyeceğiz, diyorlar. Bunu rasyonel olarak kabul etmek mümkün değil. Hiçbir akıllı insan böyle bir şeyi kabul etmez. İslam’da böyle bir şey yok. Ancak İslam’da Allah’ın affetmesi, Hıristiyanların günah çıkartmasına benziyor. Tek farkı birisinde, Yaratıcı doğrudan doğruya affediyor, diğerinde ise başka birisinin aracılığıyla affediyor. Sonuçta ikisi de aynı kapıya çıkıyor.
– Haklısın, İslam hiçbir aracıya yer vermeksizin, her mümine doğrudan doğruya Rabbine iltica edip af dileme hakkını tanıyor. Bu çok önemli bir fark. Kilisenin insanları asırlarca sömürmesinin arkasında, affetme yetkisinin Allah’tan alınıp papazlara verilmesi yatıyor.
– Sana katılıyorum. Kilise bu yetkisini çok kötüye kullanmıştı.
– Önemli bir fark daha var. İslam’a göre, genel prensip olan, kul hakkının af edilmemesidir.1Yani ibadette noksanlık varsa veya kul hakkına girmeyen alanlarda günah işlenmişse Allah affedebilir. Ancak başkasının hakkını gasp edip sonradan Allah’a gidip af dilemek olmaz. Maddî ve manevî olarak başkasına zarar verenler, hesap gününde, mağdura sevaplarını verecek veya onun günahlarından alacak. Böylelikle hiç kimsenin hakkı zayi olmayacaktır. Umumî prensip, bu dünyada insanların hakkını ödeyip ahirete kul borcuyla gitmemektir. Her şuurlu mümin bu konuda azamî dikkat gösterir.
Örnek olması hasebiyle, dün yaşadığım bir hadiseyi seninle paylaşmak istiyorum. Arabamı satılığa çıkarmıştım. Gazeteye ilan verdikten sonra birçok kişi arabama müşteri oldu. Arabanın motorunda bir problem vardı. Müşterilere problemin ne olduğunu anlattığımda hayret ettiler. “Böyle dürüst konuşan satıcı çok az bulunur” dediler. Bununla da kalmadım. Ahirette hesap vermekten korktuğum için arabayı bir tamirciye götürdüm. Motorda ne problem olduğunu öğrendim. Dün arabayı almak isteyen bir müşteri geldi. Arabayı gösterdikten sonra kendisine şunları söyledim: “Tamirciden öğrendiğime göre arabanın motoru ileride arıza verebilir. Böyle bir durumda 500 dolar civarında bir tamir maliyetin olur. Hakkınız bana geçmesin diye, arabanın fiyatından 500 dolar indirim yapıyorum.”
Müşteri dürüstçe arabanın kusurunu söylememe hayret etti. Arabayı almaya karar verdi. Yine de gönlüm razı olmadı. Bildiği bir tamirciye arabayı gösterip daha sonra karar vermesini tavsiye ettim. Tamirciye arabayı götürüp problemin ne olduğundan emin olduktan sonra arabayı satın aldı. İsteseydim arabanın kusurunu söylemez ve 500 dolar fazlaya satardım. Görünürde 500 dolar kayba uğradım. Ancak gerçekte 500 dolar bulmuş kadar huzurluydum. Çünkü müşteriyi kandırıp bu dünyada 500 dolar kazanabilirdim, ancak ebedi âlemde 500 milyar dolarla bile ölçülemeyecek bir kayba uğrardım.
– Seni tebrik ediyorum. Güzel bir fazilet örneği göstermişsin. Kısaca anladığım kadarıyla İslam’da herkes kul hakkından hesaba çekilecek. Genel af, kul hakkı için geçerli değil.
– İnsan işlediği bütün amellerden hesaba çekilecek. Zilzal Suresi, zerre kadar iyiliğin mükâfatsız ve zerre kadar da kötülüğün cezasız kalmayacağını söylüyor. Lokman (a.s.), oğluna her şeyin hesabını vereceğini bilerek yaşaması gerektiğini şöyle tavsiye ediyor: “Yavrum! Şüphesiz yapılan iş bir hardal tanesi ağırlığında olsa ve bir kayanın içinde yahut göklerde veya yerin içinde bile olsa Allah onu çıkarır getirir. Çünkü Allah en gizli şeyleri bilendir, (her şeyden) hakkıyla haberdar olandır.” (Lokman Suresi, 31:16)
– Kul hakkıyla ilgili anlattıklarına itirazım yok. Bu dünyada İslam ceza hukukuna göre, suç işleyenlere ceza verildiğini biliyorum. Benim itirazım, Yaratıcı’nın kendini affedici olarak tanıtıp öbür dünyada affedici davranmasıdır. Kanaatimce kul hakkına girmeyen konularda da affetmek olamaz.
– Hiçbir şekilde affedilmemeli, demeye getiriyorsun. Çocuğuna karşı nasıl davranıyorsun? Her hata yaptığında ceza veriyor musun?
– Bir haksızlık yaptığında mutlaka cezalandırıyorum.
– Hiçbir şekilde affetmiyorsun çocuğunu, öyle mi?
– Biraz düşüneyim... Kazayla çocuğum bir şey yaparsa yani hiçbir şekilde iradî değilse cezalandırmam. Çünkü bilerek bir hak kaybına yol açmamıştır.
– Peki, çocuğun ihmalkârlıktan dolayı sana zarar verirse ne yaparsın?
– Bu durumda cezalandırırım. Ancak kasıt yoksa daha hafif ceza veririm.
– Epey haşin bir babasın galiba. Amerikan toplumunda ebeveynlerin daha çok affedici olduklarını düşünüyordum. Sen istisnasın galiba.
– Olabilir. Rasyonel insanın ne yapacağını söylüyorum.
Biz gölün kenarında adalet konusunu tartışırken ilginç bir şey oldu. Orada bulunan birkaç çocuk yanımızdaki ördeklere ayaklarıyla kum atıp oyun oynamaya başladılar. Ortalık birden toz duman oldu. Thomas çocuklardan yana oturduğu için tozlar onun üzerine geliyordu. Nasıl tepki göstereceğini merak ediyordum. Çocuklar tozuturken her şeyi işiten ve gören Rabbimizin bizi görüp konuştuklarımızı işittiğini bu küçük hadiseyle hatırladım ve tebessüm ettim.
Thomas, söylediklerinin doğruluğunu teyit etmek için harekete geçti. Çocuğa kızarak “Lütfen tozutma” dedi. Çocuk hiçbir tepki vermeden devam etti. Thomas, bu sefer biraz daha sert bir ses tonuyla uyarıda bulundu. Çocuklar, yine aldırış etmedi. Üçüncüde Thomas, kalktı ve ileride oturan annelerine giderek çocuklarına engel olmasını rica etti. Anne, “Çocuktur ne olacak?” der gibi Thomas’ı pek kaale almadı. Bu durumdan sonra aramızda şu diyaloglar geçti:
– Çocuğu cezalandırmadın, Thomas.
– Hayır, cezalandırdım. Ona kaşlarımı çatarak yüksek ses tonuyla kızdım. Bu bir nevi cezadır.
– Çocuk da annesi de buna aldırmadı. Yaptıkları yanlarına kâr kaldı. Senin ise hakkın zayi oldu. Rasyonel biri olarak hakkını araman gerekir. Gözlemlediğim kadarıyla, yüzünle kızarken nazik ses tonuyla bir nevi affedici olduğunu ifade ettin. Hem de verdiğin ceza (kızgınlığın) neticeyi değiştirmedi. Şimdi ne yapacağını merak ediyorum.
– İki şeyden birini yapacağım. Eğer tozutmaya devam ederlerse polise haber verebilirim veya burayı terk edip başka bir yere oturmayı deneriz.
– Hah! İşte böyle! Benim dediğim noktaya geldin. Şunu biliyorsun ki polis çağırdığında bir netice alamazsın. Çünkü çocukların tozutmasını suç sayan bir kanun yok. Annesi ise “Engel olmaya çalıştım, çocuktur devam etti” diyerek işin içinden sıyrılır. Olan sana olur. Hem tozları yutmuş olacaksın hem de zamanını boşa harcayacaksın ve sinirlerini harap edeceksin. Oysa çocuktur, deyip daha affedici bir üslupla annesine anlatsaydın belki de durum farklı olacaktı.
– Ben hak kaybına razı olmadığım için affetmeyi rasyonel bulmuyorum. Affetmekle sonucu değiştiremezsin. Yani haksızlığı telafi edemezsin. Belki çocuğun bir daha tozutmasına engel olabilirsin. Ancak o zamana kadar yediğin tozlar, boğazında kalacak.
– Haklısın. Yine de senden daha iyi durumda olacağım. Çünkü yediğim her bir toz için muazzam bir sevap alacağım için gönlüm rahat olur. Oysa sen hukukunun çiğnendiğini düşünerek için için sızlanırsın.
– İyi o zaman. Aç ağzını da çocuk bütün tozları getirip boşaltsın içine. Sevabın daha çok olur!
– Haa... Haa... Beni yanlış anladın galiba. Benim affetmem geçmişe yönelik işliyor. Şu an için hukukumu korumakla mükellefim. Benim vücudum bana emanet verilmiş. Emaneti en iyi şekilde korumam gerekir. Ancak bir şey olup bitmişse affedici olmam tavsiye ediliyor. Affederek hatası olan insanın gönlünü fethedip hedefime daha kısa ve güzel yoldan ulaşmış oluyorum. Uğradığım sıkıntıların da karşılığı, kat kat fazlasıyla verileceğine göre garaza gerek yoktur. Bu sırdandır ki hayatta hiçbir insana kin besleyip düşmanlık yaptığımı hatırlamıyorum, hatta Hz. Muhammed’in (a.s.m.) verdiği terbiye ışığında, mümin kardeşime üç günden fazla küs kalmam günah sayılıyor.
– Anlattıkların insanlar için doğru olabilir; ama Yaratıcı sonsuz kudret ve sonsuz adalet sahibi olduğu için senin söylediğin tarzda davranamaz. Affettiğinde, mağdur insanın hakkı zayi olur. Bence mutlak adalet sahibi olan, rasyonel prensiplere göre hareket ettiğinde, hiç kimseyi affedemez.
– Tekrar edeyim. Başkasına hukukunu çiğneyen, hakkını geri ödemeli ve helallik dilemelidir. Prensipte kul hakkının affı söz konusu değil. Dolayısıyla kimsenin hakkı zayi olmuyor. Allah, kendisine karşı işlenen günah ve kusurları affedebilir.
– Bildiğim kadarıyla, İslam başkasına yaptığı haksızlığı telafi edemeyen, ancak yaptığından pişman olup tövbe eden birinin de affedilebileceğini söylüyor. Ben özellikle bu tarz affa karşıyım.
– Böyle bir durumda bile affetmenin aslında ne kadar rasyonel olduğunu açıklamaya çalışayım. Diyelim ki senin 1000 dolarını çaldım. Parayı harcadım. Geri ödemeye gücüm yok. Sana gelip şöyle yalvardım: “Beni lütfen affet. Yaptığımın yanlış olduğunu anladım. Bir daha yapmayacağım. Sana geri ödeme yapmaya gücüm yok. Senin affetmeni rica ediyorum.” Beni affeder misin?
– Hayır, seni affedemem. Beni zarara uğratmışsın.
– Anlaşıldı. Peki, bu esnada yakarışlarımı işiten üçüncü biri araya girip sana 100 bin dolar verse ve beni affetmeni isterse affeder misin?
– Maddî ve manevî zararım tazmin edildiği için affederim. Ancak bir mesele daha var. Senin bir daha böyle bir şey yapmaman için cezasız kalmanı istemen. Her halükârda ceza almanı isterim. Aksi hâlde, toplumda herkes hırsızlık yapmaya yeltenir.
– Dediğine katılıyorum. Cezanın iki yönü var. Biri, hak sahibine hakkını vermek; ikincisi, benzer haksızlıklara meyledenleri caydırmak. Affetmek ikinci koşulu yerine getirmiyor, diyorsun.
– Aynen öyle.
– İslam’a göre Hıristiyanlıktaki gibi, kuru kuruya af dilemekle affedilmiyorsun. Bir insan, gerçekten pişman olmuşsa affediliyor. Yani yaptığını bir daha hiç yapmamaya niyetliyse ve bu kararlılıktaysa affa layık olur. Her şeyden haberdar olan “Habîr” ve gizli açık her şeyi bilen “Alîm”, samimi pişmanlık duymayanları affetmez. Bundandır ki bir Müslüman günah işlediğinde, gözyaşları dökerek pişmanlığını ifade ederse, yaptığından tövbe ve istiğfar ederse, af talebinde bulunur. Buna rağmen kesin olarak affedildiğini söyleyemez. Sadece affedilme ümidiyle, yaptığı tövbeyi tutmaya gayret gösterir. Her yaptığını gören “Basîr” ve her söylediğini işiten “Semî” bir Yaratıcı’ya inanan, imanı ölçüsünde, günah işlemekten uzak durur. Rahman ve Rahîm olduğu gibi Kahhar ve Cebbar olan Allah’ın hazırladığı cehenneme girmemek için azamî gayret gösterir.
– Anlattıkların mantıklı geliyor; fakat yine de bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyorum.2 Mutlak adalet ve affetmeyi birlikte düşünmeyi içime sindiremiyorum.
– Rasyonel bir insansın. Senin ne hissettiğini bilemem. Hislerine değil, aklına cevap verebilirim. Aklen yanlış bulduğun bir şey varsa anlatırsın. Yoksa sana söyleyecek bir şeyim olmaz.
– Uç bir örnekle hissettiğim yanlışı sana açıklayayım. Sadece misal olsun diye anlatacağım. Sakın üzerine alınma.
– Merak etme, alınmam.
– Diyelim ki senin en küçük kızını cani biri kaçırdı. İşkence yapıp öldürdü. Polisler, katili yakaladılar ve içeri attılar. Adam, hapiste İslam’la tanıştı. Birkaç sene içinde İslam’ı inceleyip çok şuurlu bir Müslüman oldu. Yaptığı cinayetin vahametini kabul etti. Büyük bir pişmanlık duydu. Yüz seksen derece dönüş yaptı. Tabir yerindeyse, dört dörtlük bir Müslüman oldu. Sonra da sana ulaştı. Durumunu açıkladı. Bin bir pişmanlık içinde, senden af diledi. Varsayalım ki sen affedersen devlet de affedecek ve bu kişi hapisten kurtulacak. Sen affeder misin böyle bir caniyi? Sen affetsen bile senin inandığın Allah affedecek mi?
– Türkçede “Allah düşmanıma bile böyle bir şey vermesin” diye bir söz vardır. Anlattığın hadise her anne-baba için gerçekten çok zor bir durum. Allah göstermesin, başıma böyle bir şey gelse hislerim ve aklım arasındaki mücadeleden hangisinin galip çıkacağını bilemem. Ancak aklım galip olursa rasyonel olarak nasıl hareket edeceğimi sana anlatayım.
– Benim eşim olsa böyle bir caninin kafasına tek kurşun sıkarak cezasını hemen infaz eder. Affedebileceğini hayal bile edemiyorum.
– Aklım hâkim olsa ve katilin samimi dönüş yaptığını bilsem affedebilirim. Kesin ifade kullanmıyorum, çünkü baba olarak hislerimin etkisinde kalıp katil cezasını görsün de diyebilirim. İslam hukukunda devlet böyle bir katili affetme yetkisine sahip olmadığı gibi beni de affetmeye zorlayamaz. Yani affetmeyi tercih etmediğimde günah işlemiş olmuyorum. Ancak affetmem daha yüksek bir fazilet olur.
– Bu durumda senin hakkın zayi olduğu için mutlak adalete aykırıdır. Varsayalım senin 40 sene daha ömrün olacak. Bu süre zarfında, evlat acısını çekeceksin. Huzurun büyük oranda kaybolacak. Ölünce her halükârda cennete gideceksen çocuğun öldüğünde büyük zarardasın. Çocuğuna bir şey olmazsa 40 sene mutlu bir hayata ve ebedi cennete sahip olacaksın. Çocuğun katledilince 40 sene acı çekeceksin. Katil affedilince senin 40 senelik kaybını kimse telafi edemeyecek.
– Sanırım telafisi var. Benim Rabbim sonsuz kudret sahibi olduğu için her şeyi telafi edebilir.
– Nasıl?
– Sen ebedi hayatta herkesin aynı seviyede mutlu olacağını düşünüyorsun. Diyelim ki çocuğum ölmeyince mutlu bir dünya hayatı ve bir odalı evde yaşadığım sonsuz bir cennet hayatı kazanacağım; fakat çocuğumun katli ve benim katili affetmem durumunda, evlat acısıyla geçen bir dünya hayatı ve yüz binlerce odası olan bir köşk kazanacağım. Elbette ikinci durumda, dünyadaki kaybım fazlasıyla telafi edilmiş oluyor.
– İlginç bir yaklaşım. Hiç böyle düşünmemiştim. Senin anlattığın şartlar dâhilinde, mutlak adalet ve affetmek birbiriyle bağdaşabilir. Yine de bir şeyler eksik gibi.
– Nedir eksik olan? Söylersen tamamlamaya çalışırız.
– Bence adalet ve affetmek, cezanın genel mantığına aykırı olduğu için rasyonel bulmuyorum. Bildiğin gibi ben yıllarca psikolog olarak çalıştım. Hapishanelerde mahkûmları gözlemledim. İstersen bilgi ve gözlemlerim ışığında öncelikle ceza tanımı yapıp en etkin ceza verme metodunun şartlarını açıklayayım. Daha önce söylediğimiz gibi adil bir Yaratıcı varsa elbette ki en etkin ceza metodunu kullanacaktır. Oysa affetmek cezanın yaptırım gücünü azalttığı için insanların suç işleme meylini kırmaz. Ceza, istenmeyen hareketlerin tekrarını azaltmak veya tamamen önlemek olarak tanımlanır. Cezadan istenen maksadın hâsıl olması altı koşulun yerine getirilmesine bağlıdır.
– İlginç bir noktaya temas ettin. Psikolojide doktoran var. Senin uzmanlık alanına girdiği için bu konuda beni aydınlatabilirsin. Nedir sözünü ettiğin koşullar?
– Birincisi, cezanın caydırıcılığı “kesinlik derecesine” yani uygulanma ihtimaline bağlıdır. Ne kadar yüksek olasılıkla cezanın tatbik edileceği bilinirse o derece insanları suç işlemekten alıkoyar. İkincisi, ceza ne kadar gecikmeli tatbik edilirse o derece etkinliği azalır. Üçüncüsü, cezanın yoğunluğu ne kadar fazlaysa o derece caydırıcı olur. Dördüncüsü, ceza işlenen suçun niteliğiyle orantılı olmalı. Hafif bir suça verilecek aşırı bir ceza, insanların adalet duygularını zedeler. Beşincisi, cezalar herkese adil şekilde tatbik edildiği ölçüde etkin olur. Araştırmalar bu koşulları yerine getiren yerlerde suç işleme oranının daha az olduğunu göstermiştir. Yani suç oranıyla bu koşulların tatbik oranı arasında bir paralellik vardır.
– Güzel açıkladın. Kanaatimce İslam ceza hukuku sözünü ettiğin bütün koşulları en güzel şekilde yerine getiriyor. Allah’ın ahirette bir kısım günahları affediyor olması yukarıdaki koşullardan hangilerini ihmal ederek suç işleme oranını artırıyor?
– Özellikle, birinci koşulu ihmal söz konusu. Somut bir örnek vereyim. Biri bir suç işliyor; sonra yakalanıp hâkim önüne çıkarılıyor. “Pişmanım Hâkim Bey. Söz veriyorum, bir daha aynı hatayı yapmayacağım. Ne olur beni affedin!” diyor. Hâkim de affediyor. Bunu gören diğer insanlar, affedileceği ümidiyle suç işler, böylece insanların suç işleme meyilleri artar.
– Haklısın. Sözünü ettiğin koşullarda suç işleme oranı elbette artar. Kimse kuralları takmaz. Bu Hıristiyanlık için geçerlidir; fakat İslam’da durum çok farklı. Bir Hıristiyan suç (günah) işledikten sonra papaza gidip günah çıkartabilir. Eve döndüğünde, annesinden yeni doğmuş gibi kendini temiz hissedilebilir. Bu sırdandır ki Hıristiyanların büyük ekseriyeti dinlerinin kurallarını takmıyorlar. Oysa bir Müslüman, başkasını hakkına tecavüz ederek bir günaha girmişse, tövbe etmekle kurtulacağını düşünemez. Öncelikle, mağduru bulup hakkını geri ödemesi gerekir. Hatta işlenen günah, kul hakkıyla ilgili değilse bile, günahkâr biri Allah’a el açıp günahından dolayı tövbe ettiğinde, günahının kesin olarak affedildiğini söyleyemez. Affedileceğini ümit edebilir, ancak kesin affedildim, diyemez. Affedilmesi, niyetine ve tövbesinden sonraki yaşantısına bağlıdır. Bir insan akşam bara gidip içki içtikten sonra sabahları tövbe ederek kurtulacağını bekleyemez. Çünkü “samimi tövbe”, bir günahı işlemekten pişmanlık duyup bir daha yapmamaya söz vermek ve bu sözünü yerine getirmek için her türlü gayreti göstermektir. Verdiğin örnekte, suçlu hâkim önüne çıkarılıyor ve affediliyor. İslam ceza hukukuna göre, suçlu hâkim önüne çıkarılırsa, belirli koşullarda sadece mağdurun affetme yetkisi var. Devletin böyle bir yetkisi yok. Allah’a karşı işlenen günahlarda bile, “Nasıl olsa affedilirim” diye mümin günah işleyemez. Çünkü İslam’da “yargılanma günü” kıyametin kopmasından sonra olacağı için kimse verilecek af kararlarını önceden bilemez.
– Samimi tövbe ettiğinde, affedileceğini kuvvetle ümit edebilir. Öyle mi?
– Evet.
– Oh ne hoş. O zaman her şeyi yaparım. Ölüm döşeğine düştüğümde yaptıklarımdan samimi tövbe ederim. Olur biter.
– O kadar kolay değil. Ne zaman öleceğini bilseydin böyle bir günah işleme stratejisi uygulayabilirdin. Oysa hiç kimse ne zaman öleceğini bilemez. Meşhur Türk şairlerinden Cahit Sıtkı Tarancı, 35 yaşına ulaştığında, şöyle demişti: “Yaş otuz beş! Yolun yarısı / Dante gibi ortasındayız ömrün.” Yetmiş yıl yaşayacağını beklerken on bir sene sonra ölmüştü. Meğer yolun sonuna yaklaşmış da haberi yokmuş. Aynı şey hepimiz için geçerli.
– Haklısın. Ölüm anının bilinmemesi işleri değiştiriyor. Kabul ediyorum, İslam’daki affedilme konusundaki belirsizlik, Hıristiyanlığa nazaran, insanların daha temkinli olmalarını sağlar. Yine de bir kısım insanlar affedilirim ümidiyle suç işleyebilir. Üç toplum düşünelim. R toplumunda hiçbir şekilde af yok. İ toplumunda koşullu ve belirsiz af var. H toplumunda ise koşullu ve kesin af var. Böyle bir durumda, suç işleme oranı en az R (rasyonel) toplumunda yaşanır. İ (İslam) toplumunda suç işleme oranı R’den yüksek, ancak H (Hıristiyan) toplumundan düşük olur. Senin inandığın Allah, sonsuz ilim ve hikmet sahibi olduğundan, en etkin yolu seçmesi gerekir. Oysa Kur’an ikinci yolu seçtiğini söylüyor.
– Affetmenin diğer sonuçlarını dikkate almadığımızda senin dediğine itiraz etmek mümkün değil. Cezanın mutlak anlamda tatbik edildiği yerlerde, insanlar daha az suç işler. Ancak çok önemli bir noktayı göz ardı ediyorsun. Herkesin mutlaka yakalanıp cezalandırılacağı mükemmel bir sistem varsayımını yapıyorsan. Oysa gerçek hayatta daima suç işlediği hâlde, yakayı sıyıran birçok insan var. Örneğin, ABD’de yüz binlerce, belki de milyonlarca insan, her sene suç işlediği hâlde cezaya çarptırılmıyor. Herkesin başına her an “adil ve dürüst” bir polis koymadığımız sürece, kanun kaçaklarını önleyemeyiz. İslam, kötülük yapan insanlara, tövbe edip mağdurun hakkını ödemek şartıyla affedileceği ümidini telkin ederek kendilerini değiştirme fırsatını tanıyor. Senin tanımına göre ceza istenmeyen bir davranışın, tekrar işlenme sıklığını azaltmak için uygulanan şeydi. Affedilme ümidi, ilginç bir şekilde, cezadan istenen neticeyi sağlıyor. İ toplumunda affedilme politikasından dolayı, affedilmeyi yanlış algılayan bazı insanların suç işleme meyli artmasına rağmen kötü yola düştüğü halde tövbe ile bir çıkış yolunun olduğunu öğrenen birçok insanın da suç işleme meyli azalır. Toplam etkiyi düşündüğümüzde, diğer toplumlara göre, İ toplumu en az suç işleme oranına sahip olur.
– İlginç bir noktaya değindin. Fakat kesin olarak İ toplumunda suç işleme oranı en az olur, diyemezsin. Ampirik çalışmalarla buna delil göstermen gerekir. Ben de tam aksini iddia edebilirim.
– Haklısın. Bu noktada ya tarihî gerçeklere bakmalıyız veya ampirik çalışmalar yapmalıyız.
– İkisini de yapmak pek mümkün gözükmüyor.
– Kanaatimce gayet mümkün. Tarihte İslam toplumlarını ve seküler toplumların suç işleme oranlarını inceleyip karşılaştırabilirsin. Hatta aynı toplumun, seküler ve İslamî kanunlarla idare edildiği farklı dönemlerini karşılaştırabilirsin. Günümüzde de Müslümanların yoğunlukta yaşadıkları beldelerle, seküler insanların yoğun olduğu beldeler arasındaki suç işleme oranlarını karşılaştırabilirsin. Bruce Lawrence’ın 1998 yılında yayınlanan “Bir Miti Parçalayın: Şiddetin Ötesindeki İslam (Shattering the Myth: İslam Beyond Violence)” isimli kitabını okursan İslam’ın şiddeti telkin etmediğini ve Müslümanların da Batı’da sanıldığının aksine, şiddet taraftarı olmadığını anlayacaksın. Lawrence, müslim ve gayrimüslim toplumlarda şiddet ve diğer suç işleme oranlarını karşılaştırmalı olarak işleyen ampirik çalışmaları özetleyerek İslam’ın şiddete katkıda bulunan bir din olduğu tezini çürütüyor.
– Günümüzde İslam toplumları en yüksek suç işleme oranlarına sahip gözüküyor. Irak ve Filistin gibi yerlere baksan yeterli. Şu anda İslam toplumlarında şiddet olayları daha fazla. Bu senin argümanını çürütüyor.3
– İslam’ı şu anda politik problemlere sahip, birkaç ülkede yaşananlarla yargılamak hakkaniyetli olmaz. İslam, 1400 seneyi aşkın, farklı toplumlarda tatbik edile geldi. Hepsini birden dikkate aldığımızda, İslam’ın insanları şiddete değil, adalete teşvik ettiği görülecektir. Bu anlamda İslam’ın karnesi, Hıristiyanlığın karnesine oranla çok daha temiz gözüküyor. Anlaşılan sen 11 Eylül sonrasında Batı medyasında İslam hakkında söylenilenlere fazla kulak vermişsin. Amerika’ya yeni gelen biri, sadece cinayet haberlerini veren bir TV kanalını sürekli izlediğinde, Amerikan toplumunun canilerle dolu olduğu hükmüne varır. Aynen öyle de Batı medyasını son birkaç yıldır takip eden biri, İslam’ın şiddet telkin eden bir din olduğu kanaatine ulaşır. Oysa senin gibi rasyonel ve entelektüel insanlar, hem bütün İslam toplumlarını hem de İslam’ın hüküm sürdüğü bütün zamanları dikkate alarak İslam’ın şiddeti teşvik edip etmediği konusunda hüküm vermeli. Bu entelektüel dürüstlüğün ve bilimsel metodolojinin gereğidir. Eminim, İslam’ın en güzel tatbik edildiği Hz. Peygamber (a.s.m.) ve dört halife dönemini incelediğinde bu konuda fikrin değişecektir.
* * *
Doğrusunu söylemek gerekirse, Thomas’ın bu hafta gündeme getirdiği af ve adalet konusu beni şaşırttı. Çünkü kitabın son birkaç bölümünde de okuyacağınız gibi, onun ilahî af değil, ilahî ceza konusuna itiraz edeceğini bekliyordum. Ancak, müzakeremiz esnasında anladım ki, Thomas tahrif olmuş Hıristiyanlığın günahıyla İslam’ı yargılamaya çalışıyor. Hıristiyanlıkta, Hz. İsa’yı (a.s.) seven herkese, neredeyse hiç koşulsuz, cennete bilet veriliyor. Birçok Hıristiyan mezhebinde, bireyler günahlarını papaza itiraf etmekle affoluyorlar. Bu da haliyle, hafta içi her türlü günahı işleyip hafta sonu kiliseye gidip günahlardan temizlenen bir kitlenin doğmasına sebep olmuş. Thomas, aslında buna itiraz ediyor. Aynı şeyin, İslam için de geçerli olduğunu düşünüyor.
Bu arada Thomas’ın adaletin önemi konusundaki vurgusunu takdirle karşıladığımı söyleyeyim. Doğrusu, Kur’an’ın en önemli gayelerinden biri her türlü haksızlığa ve zulme mani olup, hakiki adaleti sağlamaktır. Elbette, kendini bize Kur’an’da Adil olarak tanıtan Rabbimiz hiç kimseye zerre kadar haksızlık yapmayacak ve hiç kimsenin hakkını zayi etmeyecektir. Bu hem O’nun ilminin, hem kudretinin, hem adaletinin, hem rahmetinin, hem de ilahî vaadinin gereğidir.
Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.
Dipnotlar:
1 Kanaatimce Thomas, kilisenin günah anlayışıyla İslam’ı bir tutuyor. Hıristiyanlık ve İslamiyet’te ilahî af konusunun aynı olduğunu sanıyor. Oysa Hıristiyanlar kiliseye gidip papaza günahlarını itiraf etmekle mutlak bir şekilde bağışlandıklarını düşünüyorlar. Onlarda kul hakkıyla ilgili bir istisna da yok!
2 Thomas’ın bu ifadesi, açıkça ilzam olduğunu gösteriyor. Sohbete başlarken Kur’an’da büyük bir kusur bulmuşçasına mutlak adalet ve affetmenin uyuşmazlığını gündeme getirmişti. Heyecanlı bir şekilde, çelişkinin gerekçesini açıklamıştı. Oysa Kur’an’ın bütüncül görüşü içinde, bunun çelişki olmadığını anlattığımda, aklen itiraz edecek bir şey bulamadığı için böyle kaçamak bir üslup kullanmıştı.
3 Gelişmiş Batı ülkelerinde çok sıkı polisiye önlemlere rağmen suç oranları yüksektir. İnsanlar polis ve hapis korkusundan dolayı suçlardan uzak duruyorlar. Fırsat bulduklarında suçun en alasını işliyorlar. Nitekim 2006 yılında ABD’nin New Orleans şehrinde yaşanan kasırgadan sonra polisler, şehri terk edince medenî toplum birden barbar bir kavme dönmüştü. Yağmalama, ırza geçme ve cinayet suçlarında büyük bir patlama oldu.