Kur'an ya En Harika ya da (Hâşâ) En Hilekâr Kitaptır

Katındaki en çetin azap ile korkutmak, salih amellerde bulunan müminlere de içinde ebedi kalacakları güzel bir ecri müjdelemek için içinde hiçbir (tezat ve) eğrilik bulunmayan dosdoğru Kitabı, kulu (Muhammed) üzerine indiren Allah’a hamd olsun.”

(Kehf Suresi, 18:1)

"Sâir kelâmların (sözlerin) Kur’an’ın ayâtına nispeti (kıyası), şişelerdeki görünen yıldızların küçücük akisleriyle yıldızların aynına nispeti (kıyası) gibidir.”

(Bediüzzaman)

 

Kur’an, Thomas’ın geçen haftaki konuşmamızdaki itirazlarına Tur Suresi’nde cevap veriyor. Bu suredeki ayetler, bütün inkâr yollarını kapatarak Allah’ın varlığını ispat eder. Her bir ayet, ateizmden tabiatperestliğe; Budizm’den Hinduizm’e kadar farklı sapık akımlara işaret ederek onlardaki yanlışlığı gösterir. Böylece dosdoğru yol olan İslam’a girmenin aklen gerekli olduğunu, ikna edici bir üslupla ders veriyor.1Thomas’la ilgili ayetleri müzakere ettik bu haftaki görüşmemizde:

– Geçen hafta, Kur’an’ın birçok inkâr akımının argümanlarına cevap verdiğini söylemiştim. Başka bir deyişle, Kur’an “dosdoğru yol” olarak tarif ettiği yolun dışındaki yolların eğri olduklarını anlatarak, insanları Kur’anî yolu kullanmaya davet ediyor. Tur Suresi’ninin 35-43 arasındaki ayetleri münhasıran bu konuyu işliyor. Biraz uzun olacak, sence bir mahsuru yoksa, önce ilgili ayetleri kısa yorumlarıyla aktarmak istiyorum. Daha sonra sözü sana vereceğim.

Olur. Dinliyorum. Bence bir mahsuru yok. Bugün biraz erken ayrılmam gerekiyor. Eğer konuyu bitiremezsek, haftaya devam ederiz.

– Tur Suresi, otuz beşinci ayet,2 “Yoksa onlar bir Yaratıcı olmaksızın mı yaratıldılar?” diyor. Bu ayet bir Yaratıcı olmadan her şeyin meydana geldiğini iddia eden dinsiz felsefeye işaret ediyor. İnsanın bir Yaratıcı tarafından kasıt ve hikmetle yaratıldığını inkâr edip doğal seleksiyon sonunda hayvandan türediğini söyleyen Darvinci görüşü reddediyor. “Kâinatta her şey bir gaye, bir vazife ve bir hikmet için yaratıldığına göre insan nasıl başıboş, gayesiz, maksatsız, tesadüfî meydana gelmiş olabilir” diyerek inkâr edenlerin içine düştüğü hatayı, akıl gözlerine gösteriyor.

Aynı ayette geçen “Veya kendi kendilerini mi yaratıyorlar?” sorusuyla da sadece maddenin varlığını kabul eden ve bir yaratıcının müdahalesi olmadan maddenin kendiliğinden oluştuğunu iddia eden materyalist düşünceye işaret ediliyor. Ayet, Yaratıcı’yı kabul etmeyenin, her şeyin kendi kendini yarattığına inanmak zorunda kalacağını ifade ediyor. Yani bir yaratıcıyı reddetmekle, ateist birinin her şeyi yaratıcı yaptığını ima ediyor. Kur’an, her şeyin, her şeyle ilişkisini nazara vererek “Bir tek şeyi yaratan; ancak her şeyi yaratandır” diyor.

Otuz altıncı ayette, “Yoksa gökleri ve yeri onlar mı yarattı? Doğrusu onların düşünüp iman etmeye niyetleri yoktur” ifadesiyle, temel bir dayanakları olmadığı hâlde, Allah’ın varlığını reddeden ateist düşünceye işaret ediliyor. Ayet, Allah’ın varlığını inkâr edenlere soruyor: “Gözünüz önündeki gökleri ve gezegenimizi kim yarattı? Madem bir iğne bile ustasız meydana gelemez, nasıl olur da bu kadar büyük ve kompleks nesneler ustasız meydana gelir?” Ayet, ateistlere, göklerin ve yerin ustası olduklarını ispat etmelerini yahut onların ustası olan Yaratıcı’yı kabul etmelerinin gereğini ifade ediyor.

Otuz yedinci ayet, “Yoksa Rabbinin hazineleri onların yanında mı?” diyor. Yani kâinatın tedbiri ve idaresini onlar mı ele geçirdi, diyor. Böylece peygamberlik müessesesini inkâr eden Brehmenlere, ilahî iradeyi reddeden sapkın felsefî akımlara ve aklı esas alıp Kur’an ve sünneti akıllarına uydurmaya çalışan Mutezile gibi akımlara işaret ediyor. Her şeyin hakikatini ancak Allah bilir. Her şeyin hazinesi sadece O’nun yanında bulunur. İşte bu ayetle, Allah, Kur’an’ın hakikatlerine karşı çıkanlara meydan okuyor: “Peygamberliği inkâr ediyorsanız söylediklerinizin doğru olduğunu ve bunun kaynağını gösterin” diyor. “Hak peygamberlerin hepsi mucizelerle gelmiştir. O hâlde öncelikle onların mucizelerinin inkâr edilmesi gerekir. Oysa Rabbiniz iradesiyle, bir kısım insanları peygamber yapıp onlara hakikatin hazinesini göstermiştir. Sizin hakikat diye iddia ettikleriniz; ancak şahsî kuruntularınızdır. Beşer olarak, kendi başınıza, mutlak hakikate sahip olamazsınız. Hakikatinizin semavî kaynaklı olduğunu iddia ediyorsanız hakikat hazinemize ulaştığınızı ispat etmeniz gerekir. Nitekim peygamberler, gösterdikleri mucizelerle Rahman’ın hazinesine mazhar olduklarını göstermişlerdir.”

Otuz sekizinci ayet, “Yoksa göklere çıkıp da haberlerini dinlemek için bir merdivenleri mi var? Öyle ise dinleyicileri, işittiklerine dair açık bir delil getirsin” diyor. Yani Allah’tan gelen gaybî haberleri dinlemeyip kâhinlik, ispritizmacılık gibi yollarla gaybî haberlere ulaştığını iddia edenlere işaret ediyor. “İddia ettiğiniz gibi hakikate giden bir yol bulmuş iseniz açık bir delil gösteriniz. Aksi halde yalancılardan olduğunuz ortaya çıkacak” diyor. Ayet, açık delil istemekle, insanların her söylenilene inanmamalarını ve akıllarını kullanarak kendilerine sunulan delilleri incelemelerini ders veriyor.

Otuz dokuzuncu ayet der: “Yoksa kız çocukları O’nun, erkek çocukları da sizin mi?” Burada ayet, Allah’a ortak koşan müşrik felsefeye ve yıldızlara tapanlara ve Allah’a çocuk isnat edenlere işaret ediyor. İnsan gibi aciz, bağımlı ve fani bir varlığın, neslini devam ettirmesi için muhtaç olduğu üremeyi; hiçbir şeye muhtaç olmayan, vücudu vacip ve devamlı, varlığı ezeli ve ebedi, zatı cismaniyetten arınmış, yüce ve mahiyeti artıp çoğalmaktan münezzeh ve kudreti her türlü acizlikten beri olan Zat-ı Zülcelal’e isnat ederek O’na evlat sahibi olduğunu söylemek, bir safsata ve hezeyandır.

Kırkıncı ayet, “Yoksa sen onlardan bir ücret istedin de onlar ağır bir şey altına mı girdiler?” der. Bununla zalim ve azgın dünyaperestlere (kapitalistlere) işaret etmiş olur. Peygamber’i dinlemeyen dünyaperestleri uyarır: “Sizden bir ücret mi isteniyor ki geri kalıyorsunuz? Oysa peygamber sizden hiçbir şahsî beklenti içinde değildir. Yaptığı hizmetin ecrini ve ücretini yalnızca Cenab-ı Hak’tan istiyor.”

Kırk birinci ayet, “Yoksa gaybın ilmi, onların yanında da oradan mı alıp yazıyorlar?” diyor. Yani bu ayet de ölümden sonra insana neler olacağını bildiğini iddia eden Budistlere ve gayba ilişkin tahminlerini mutlak hakikat sanan aklını beğenmişlere işaret ediyor: “Gaybî kitapları mı var ki gaybtan haber veren Kur’an’ı dinlemiyorlar. İnsanın ölümden sonra başka bir varlık suretinde dünyaya geleceğini nereden biliyorlar? Yoksa vahye mazhar peygamberlerden başka kimseye açılmayan ve kendi başına ona girmeye kimsenin haddi olmayan gayb âlemine mi girdiler? Öyleyse peygamber olduklarını, Kur’an gibi, tahrip olmamış semavî bir kitaba sahip olduklarını ispat etmeleri gerekir. Aksi hâlde, onların sözleri hakikat değil, hayal ve hezeyandır.”

Kırk ikinci ayette, “Yoksa sana tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kâfirler tuzağa düşecek olanların ta kendileridir” ifadesiyle, semavî mesaja tabi olmayıp hile ve tuzakla hidayete erenleri dalalette sevk etmeye çalışan şarlatan münafıklara ve dessas zındıklara işaret ediliyor. Bu insanlar, Hz. Muhammed’e (a.s.m.) bazen kâhin, bazen mecnun bazen de sihirbaz deyip insanları ondan uzaklaştırmak istiyorlar. Oysa kendilerinin dahi inanmadıkları suçlamalara, başkalarını inandırmaları mümkün değildir. Onlar aslında kendi nefislerine hile yapıp kendilerini aldatıyorlar.

Kırk üçüncü ayet ise, “Yoksa onların Allah’tan başka bir ilahı mı var? Allah onların ortak koştukları şeylerden münezzehtir” diyor. Bununla iyilik ve kötülük tanrılarına inanan Mecusilere ve ayrı ayrı sebeplere bir nevi ilahlık veren esbapperestlere işaret ediliyor. “Eğer göklerde ve yerde, Allah’tan başka ilahlar olsaydı ikisi de harap olup giderdi” (Enbiya Suresi, 21:22) ayeti de Yaratıcı’nın ilahlık vasfını ortaya koyuyor. Yani matematiksel olarak her vasfın sonsuz derecesine sahip iki yaratıcı olamaz. Örneğin, iki sonsuz kudret sahibi yaratıcı mantıken var olamaz. O hâlde iki sonlu kudret sahibi yaratıcı olabilir. Kudreti sınırlı olan, varlığını sonsuz zamanlarda devam ettiremez. İkisi de mutlaka bir gün harap olup giderdi. Oysa, Allah ezeli ve ebedidir.3

Yukarıda aktardığın bütün manaların söz konusu ayetlerde olduğunu zannetmiyorum.

– Senin zannını değil, Kur’an uzmanlarının görüşlerini esas almak gerekir. Aktardığım yorumlar benim şahsi görüşüm değil, en büyük Kur’an yorumcularından biri kabul ettiğim Said Nursî’nin görüşü…

Bence insanlar, Kur’an’ı ilahî kelam kabul edip iman ettikten sonra onun kelimelerine istediği manaları yüklüyorlar.

– Böyle bir iddiayla, şimdiye kadar gelip geçmiş yüz binlerce Kur’an uzmanlarınalarına hakaret ediyorsun. Hayatı, Kur’an’ı anlamaya ve yaşamaya adayan binlerce büyük zekâlar ve ulvi dehalar, ciddiyet, samimiyet ve ihlasla Kur’an rahlesinin önünde diz çöküp ders almışlar. Kur’an’ın, okuma yazması bile olmayan birinin eseri olduğunu fark etmemişler. Ondaki taklidi ve sahtekârlığı görmemişler.

– “Kur’an yalan ve hileyle dolu bir kitaptır” demiyorum. Aksine içinde birçok yararlı bilgiler olduğunu kabul ediyorum. Ancak bu, onun semavî olduğuna delil olamaz.

– On dört asırdır milyarlarca insana rehberlik yapan, onların hayatlarını şekillendiren, kalplerine ve ruhlarına gıda olan, yüzlerce devletin kanun ve nizamına ilham kaynağı olan Kur’an’ı, semavî kitap değil, Hz. Muhammed (a.s.m.) tarafından, şu veya bu şekilde yazılmış, beşerî bir kitap olarak algıladığımızda, onu en yüce seviyeden en alçak bir seviyeye düşürmüş oluyoruz. Bu seviyeden bakarsak “Kur’an medeniyeti”ne kaynaklık eden ve milyonlarca doğru sözlü, adil, âlim ve fazıl insanı yetiştiren Kur’an’ı, cahil ve hilekâr bir insanın sahte sözleri olduğunu kabul etmemiz gerekir.

Çünkü “Kur’an kelamullah olmazsa Arş’tan zemine (yere) düşer gibi sukut eder (alçalır), ortada kalmaz. Mecmâ-ı hakâik (hakikatleri toplayan bir eser) iken menba-ı hurafat (hurafeler kaynağı) olur. Ve o harika fermanı gösteren zat (hâşâ, sümme hâşâ) eğer Resulullah olmazsa, âlâ-yı illiyyinden (en yüce mertebeden) esfel-i safiline (en aşağı merteb) sukut etmek (düşmek) ve menba-ı kemalat (mükemmel sıfatların kaynağı) derecesinden maden-i desais (hilelerin kaynağı) makamına düşmek lazım gelir; ortada kalmaz. Zira, Allah namına iftira eden, yalan söyleyen, en edna (aşağı) bir dereceye düşer. Bir sineği daimî bir surette tavus görmek ve tavusun büyük evsafını (vasıflarını) onda her vakit müşahede etmek (görmek) ne kadar muhal (imkânsız) ise şu mesele de öyle muhaldir (imkânsızdır).”4

Tarihteki gelmiş geçmiş İslam devletlerindeki bütün iyilikleri Kur’an’a veremezsin. O iyiliği, önder konumunda olup toplumlarını ileriye götüren bireylere vermen lazım. Meşhur deyimle, Sezar’ın hakkını, Sezar’a vermelisin.

– Kanaatimce sen Kur’an’ın hakkını da Sezar’a veriyorsun. Kur’an, insanlık tarihinde benzersiz bir inkılap yapmıştır. Vahşi, cahil, inatçı bir kavmi, medeni, âlim ve fazıl bir kavme dönüştürerek bir asır gibi kısa bir sürede birkaç kıtada hükümran kılmıştır. Tarihteki bütün Müslümanları tek bir ordu gibi düşünsek Kur’an, kuvvetli kanunlarıyla, sağlam prensipleriyle, tesirli emirleriyle o büyük orduyu iki dünyayı fethedecek şekilde talim ve terbiye eden mukaddes bir kumandan hükmünde olur. İslam ümmetinin kumandan-ı azamı olan Kur’an-ı Azimüşşan, ordunun her bir ferdini derecelerine göre akıllarını aydınlatıp, kalplerini nurlandırıp, nefislerini terbiye edip, ruhlarını besleyip, vicdanlarını temizleyip, bütün manevî latifelerini inkişaf ettirerek “insan-ı kâmil” yapmış ve fazilette insanlığa örnek olacak muhteşem bir medeniyeti inşa etmiştir. Bundandır ki Atlantic Monthly Press yayınevi yakın zamanda başlattığı “Dünyayı Değiştiren Kitaplar” dizisi içinde Kur’an’ı da yayınladı.

Sen Muhammed’e bile hiç kredi vermiyorsun, her şeyi Kur’an’a veriyorsun galiba.

– Hz. Muhammed’i (a.s.m.) Kur’an’dan ayrı düşünmüyorum. O “yaşayan Kur’an”dır. Dolayısıyla, Kur’an dediğimizde, kitap olarak kastettiğimiz; 6666 ayetlik mukaddes bir eser akla gelir. Aynı zamanda, bu ayetlerle hayatının her anını şekillendiren en kâmil insan olarak da Hz. Muhammed (a.s.m.) akla gelir. Kur’an’a beşer kelamı dediğimizde, onu hâşâ kuvvetsiz, kıymetsiz, asılsız bir düzme kitap farz edip yazarı sandığımız ve düşmanının bile tasdikiyle Muhammedü’l-Emin olduğu sabit olan zatı da hâşâ, sahtekâr, hilekâr, düzenbaz ve yalancı kabul etmemiz gerekir. Kısacası, Kur’an ya sonsuz ilim ve hikmet sahibi Allah’ın kelamıdır ve şimdiye kadar yazılmış bütün beşerî kitapların üstünde bir makama sahiptir ya da Allah adına uydurulmuş bir kitaptır ve insanlık tarihinde yazılmış en asılsız, düzmece kitaptır.5Saate baktığına göre birazdan ayrılacaksın galiba.

Evet. Ayrılmam gerekiyor.

– Son olarak Duke Üniversitesi’nde İslamî Araştırmalar Merkezi başkanı Bruce Lawrence’ın Kur’an ve Hz. Muhammed (a.s.m.) ile ilgili orijinal bir tespitini seninle paylaşmak istiyorum.

Buyur, seni dinliyorum.

– Lawrence’e göre, İslam’a karşı olanların argümanları şöyledir: “Birinci mesele, onların Muhammed’in gerçek peygamber olmadığını düşünmeleridir. Muhammed hayatta iken Ebu Lehep ve Ebu Cehil gibi kişiler, onun peygamber olduğuna inanmadılar. Onu, bazı parlak fikirleri olan Kureyşli bir tüccar olarak bildiler. Onun yaşadığı hadiseler, özellikle Medine’de meydana getirdiği yeni ve sebatlı topluluk, onu ve mesajını teyit etti. Birileri hâlen Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğu konusunda şüphe edebilir, ancak ona verilen hidayet, ümit ve şifa kaynağı olan semavî mesaj, onun rehber olarak otoritesini kuvvetlendirdiği gibi yaşamıyla ilgili bilgiler de Kur’an’ın yüce bir eser olduğunu teyit etti. Hakikatlerin ümmete tatbik edilmesi konusunda görüş ayrılıkları olduğunda bile Kur’an ve Peygamber bütün samimi Müslümanlar için iki önemli kaynak oldu.”6

* * *

Kur’an’ın en kıymetli cevherlerinden biri de sadece iman yolunu değil, aynı zamanda inkâr yollarını çok iyi tarif etmesidir. Gözünü ve gönlünü açan insanlara bütün yolları gösteriyor. Ebedi saadet yolundaki güzelliği çok güzel tasvir ettiği gibi, ebedi azaba götüren yolu da çok açık bir şekilde beyan ediyor. Thomas’la bu haftaki görüşmemizde de müşahede ettiğim gibi, Kur’an’ın bu tespitleri hak ve hakikattır. Ancak, Peygambere iman edip, elindeki mücevherlerin kıymetini takdir edenler istifade ediyorlar. Mevlana’nın hikayesindeki Seba halkı gibi sorgulayanlar ise bu eşsiz hazineden mahrum kalıyorlar:

“Sebalılar ‘Ey davaya girişenler! Doktorluğu bildiğinize, bize fayda vereceğinize deliliniz nerede? Siz de bizim gibi uyku uyumakta, siz de bizim gibi yemek yemektesiniz. Köylerde, şehirlerde bizim gibi oturup duruyorsunuz. Bu su toprak tuzağındayken nasıl olur da gönül simurgunu avlayabilirsiniz? Fakat mevki ve reislik sevdası sizi peygamberlik davasına salmış, bu yüzden kendinizi peygamber sanıyorsunuz. Bu çeşit laflar, bu çeşit yalanlara kulak bile asmak istemeyi, ayran kâsesine düşmek dilemeyiz’ dediler.

Peygamberler dediler ki: ‘Bu da o illetten, körlüğünüzden… Söylediğimiz sözlerin hakikatini göremiyorsunuz. Davamızı duyuruyorsunuz da elimizdeki mücevheri görmüyorsunuz. Elimizdeki bu mücevher, halka bir imtihandır. Onu gözlerin önünde dolandırıp durmaktayız. Kim ‘Nerede mücevher?’ derse bu sözü, körlüğüne, mücevherleri görmediğine şahittir. Güneş söze gelse de ‘Kalk, gündüz oldu yatıp durma’ dese sen de ‘A güneş, şahidin nerede?’ desen güneş, ‘Kör herif, Allah’tan kendine göz iste! Apaydın gündüz vakti birisi mum arasa onun bu araması körlüğüne tam bir delildir. Bari görmüyorsan, gündüz olduğundan şüphen varsa, daha sabah olmadı sanıyorsan, sus bir şey söyleme de kör olduğunu meydana vurma. Allah’ın ihsanını bekle!’ der. Gündüzün ‘Gündüz nerede?’ demek kendi kendini rezil etmektir a gündüz arayan!’”7

 

Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.

 

Dipnotlar:

1 Rabbini Arayan Thomas kitabının dördüncü bölümünde kâinatın varlığını açıklayan dört temel hipotezi (ihtimali) ayrıntılı olarak tartışmıştık. Şunu itiraf edeyim ki Kur’an’ın bu muhtemel ihtimalleri tartıştığını bilmiyordum. Thomas’la birlikte Kur’an’ı tetkik ederken Tur Suresi’nin 29-43. ayetlerinin inkâr yollarının hepsini ifade ederek çürüttüğünü görünce hayretler içinde kalmıştım. Bediüzzaman, Yirmi Beşinci Söz adlı eserinde söz konusu ayetlerdeki elmas hakikatleri ortaya çıkardıktan sonra şunu söylüyor: “Eğer iktidarım olsaydı birkaç cevherlerini daha gösterseydim ‘Şu ayetler tek başıyla bir mucizedir’, sen dahi diyecektin.”

2 Sahabeden Cübeyr bin Müt’im, bir akşam namazında Hz. Peygamber’in (a.s.m.) arkasında namaz kılarken Tur Suresi’nin 35-37. ayetleri okununca duyduğu hayranlığı “Kalbim yerinden fırlayacak gibi oldu” şeklinde ifade eder. (Tecrid-i Sarih Tercemesi, 11:189)

3 Yukarıda açıkladığımız on ayetin de tefsiri Yirmi Beşinci Söz’den alınmıştır.

4 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, On Beşinci Söz’ün Zeyli.

5 Bediüzzaman’a göre, Kur’an’ın manasını bilmeyen biri bile onun tilavetine kulak verdiğinde, farklı olduğunu anlayacak ve şöyle diyecektir: “Kur’an, bütün dinlediğim ve dünyada mevcut kitaplara kıyas edilse hiçbirisine benzemiyor ve onların derecesinde değildir. Öyle ise ya Kur’an umumunun altındadır veya umumunun fevkinde (üstünde) bir derecesi vardır. Umumun altındaki şık ise muhal (imkânsız) olmakla beraber, hiçbir düşman, hatta Şeytan dahi diyemez ve kabul etmez. Öyle ise Kur’an umum kitapların fevkindedir (üstündedir); öyle ise mu’cizedir.” (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, On Sekizinci İşaret)

6 Bruce Lawrence, The Qur’an: A Biograhphy, (Atlantic Monthly Pres: 2007), s. 193-194.

7 Mevlana, Mesnevi, Cilt: 3, s. 148-149.

Yazar:

Kategorisi:
Kur'an'ı Okuyan Bir Ateist'in Soruları ve Verilen Cevaplar
Gönderi tarihi: 27-08-2009
3,114 kez okundu