111- وَلَوْ أَنَّنَا نَزَّلْنَا إِلَيْهِمُ الْمَلآئِكَةَ وَكَلَّمَهُمُ الْمَوْتَى وَحَشَرْنَا عَلَيْهِمْ كُلَّ شَيْءٍ قُبُلاً مَّا كَانُواْ لِيُؤْمِنُواْ “Biz onlara melekleri indirseydik, kendileriyle ölüler konuşsaydı ve her şeyi karşılarında toplasaydık, yine iman edecek değillerdi.”
Onların “Melekler bize gelse, ayetleri getirse” veya “Allahı ve melekleri karşımıza getir” gibi talepleri olmuştu.
Allahın onlar hakkında küfür takdiri sebebiyle, onlar bütün bu mu’cizelere rağmen yine de iman etmezler.[1>
إِلاَّ أَن يَشَاء اللّهُ “Ancak Allahın dilemesi müstesna.”
Ancak Allahın onların imanını dilemesi hâlinde imana gelirler.
Ayet, Mu’tezileye karşı açık bir delildir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ يَجْهَلُونَ “Fakat onların çoğu cahillik ediyorlar.”
Ayetin bu kısmı, hem müşriklere, hem de Müslümanlara bakabilir.
Müslümanlara bakan yönüyle şöyle olur: Müslümanların çoğu onların iman etmeyeceğini bilmiyorlar. Bundan dolayı onların iman etmesini umarak mu’cize inmesini temenni ediyorlar.
Müşriklere bakan yönüyle: Her türlü mu’cize de gelse iman etmeyeceklerini bilmiyorlar. Bundan dolayı şuurlarının taalluk etmediği meselede olanca güçleriyle “vallahi, mu’cize gelse mutlaka inanırız” diye yemin ediyorlar.
112- وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نِبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاطِينَ الإِنسِ وَالْجِنِّ “İşte böylece biz her peygambere ins ve cin şeytanlarını düşman kıldık.”
Ey peygamber! Sana düşman kıldığımız gibi, Senden önceki peygamberlere de düşman kıldık.
Ayet, kâfirlerin peygamberlere düşman olmasının Allahın fiili ve yaratmasıyla olduğuna bir delildir.
يُوحِي بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًا “Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar.”
Cinnî şeytanlar insî şeytanlara, bazı cinler bazılarına, veya bazı insî şeytanlar diğer insi şeytanlara vesvese verirler, telkinde bulunurlar.
وَلَوْ شَاء رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ “Rabbin dileseydi, bunu yapamazlardı.”
Şayet Rabbin onların imanını dilese, onlar peygamberlere düşmanlığı, birbirlerine yaldızlı batıl sözleri vahyetmeyi yapamazlardı.
Bu da Mu’tezile aleyhine bir delildir.
فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ “O hâlde, onları iftiralarıyla baş başa bırak.”
Öyleyse Sen, onları küfürleriyle baş başa bırak.
113- وَلِتَصْغَى إِلَيْهِ أَفْئِدَةُ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ وَلِيَرْضَوْهُ وَلِيَقْتَرِفُواْ مَا هُم مُّقْتَرِفُونَ “Bir de (şeytanlar), ahirete iman etmeyenlerin kalpleri, o yaldızlı söze kansın, ondan hoşlansın ve işledikleri suçları işlemeye devam etsinler diye böyle yaparlar.”
114- أَفَغَيْرَ اللّهِ أَبْتَغِي حَكَمًا “Artık ben Allah’tan başka bir hakem mi ararım?”
Ey peygamber! Onlara de ki: Benimle aranızda hükmetmesi ve hak yolda olanı batıl yolda olandan ayırması için, ben Allahtan başkasını mı talep ederim?
Hakem, hâkimden daha beliğ bir ifadedir. Âdil olmayan biri hakkında “hakem” denilmez.
وَهُوَ الَّذِي أَنَزَلَ إِلَيْكُمُ الْكِتَابَ مُفَصَّلاً “Hâlbuki O, size mufassal olarak Kitab’ı indirmiştir.”
Kitaptan murat Kur’an-ı Kerîmdir. Kur’anda hak ve batıl birbiriyle karıştırılmayacak şekilde beyan edilmiştir.
Ayette, Kur’anın mu’cize oluşu ve güzel anlatımıyla, diğer mu’cizelere ihtiyaç bırakmadığına bir tenbih vardır.
وَالَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْلَمُونَ أَنَّهُ مُنَزَّلٌ مِّن رَّبِّكَ بِالْحَقِّ “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler.”
Ayetin bu kısmı, Kur’andaki i’cazın onun hak ve, Allah katından indirilmiş olduğuna delaletini te’yid eder. Ehl-i kitap olanlar, Kur’anın onların yanında olanı tasdik ettiğini bilirler. Hâlbuki Hz. Peygamber ne onların kitaplarını okumuş, ne de âlimleriyle beraber olmuştur.
Ayet, onların hepsinin bunu bildiğini ifade etti. Çünkü ekserisi zâten bilirler, bilmeyenler de ednâ bir teemmülle öğrenebilirler.
Denildi ki: “Kendilerine kitap verdiklerimiz, onun gerçekten Rabbin katından hak olarak indirilmiş olduğunu bilirler” derken, bundan murat onlardan mü’min olanlardır.
فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ “O halde sakın şüphe edenlerden olma.”
Sakın onların bunu bilmesi hususunda veya ekserisinin onu yalanlaması sebebiyle o Kur’anın Allah tarafından indirilmesi konusunda şüpheye düşme!
Ayet-i Kerîme, “Ve (bana) “sakın Allah’a ortak koşanlardan olma” (denildi).” (En’am, 14) ayeti gibi tehyic babındandır.[2>
Veya hitap Hz. Peygambere olmakla beraber, bundan murat ümmetidir.
Denildi ki: Ayetteki hitap muhatap olan herkesedir. Yani, Kur’anın sıhhati konusunda deliller birbirini bu şekilde takviye edince, hiç kimsenin bu meselede şüpheye düşmesi uygun değildir.
115- وَتَمَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ صِدْقًا وَعَدْلاً “Rabbinin kelimesi sıdk ve adalet bakımından tamdır.”
Kur’an, verdiği haberlerde ve yaptığı vaatlerde sadıktır. Meseleler hakkında verdiği hükümlerde ise âdildir.[3>
لاَّ مُبَدِّلِ لِكَلِمَاتِهِ “Onun kelimelerini değiştirebilecek yoktur.”
Allahın kelimelerini daha doğru ve daha âdil bir şeyle değiştirmeye kimsenin gücü yetmez.
Veya Tevrat’a yapıldığı gibi, kimsenin Kur’anı tahrif ederek ondan olmayanları ondanmış gibi göstermesi söz konusu olamaz.
Ayet-i Kerime, bu manaya göre “Hiç şüphe yok ki, o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik ve elbette onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 9) ayeti gibi taraf-ı ilâhîden Kur’anın korunmasına dair bir garantidir.
Veya ayetin manası şöyledir: Kur’andan sonra onu neshedecek, hükümlerini değiştirecek bir peygamber ve bir nebi gelmeyecektir.
وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “O, Semi’ – Alîm’dir.”
Allah onların söylediklerini işitir, gizlediklerini de bilir, dolayısıyla onları ihmal etmez.
116- وَإِن تُطِعْ أَكْثَرَ مَن فِي الأَرْضِ يُضِلُّوكَ عَن سَبِيلِ اللّهِ “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uysan, seni Allah yolundan saptırırlar.”
“Yeryüzündekilerin çoğu” ifadesinden murat,
-Kafirler,
-Cahiller,
-Hevâ’ya uyanlar olabilir.
Çünkü yoldan çıkan kimse, genelde yoldan çıkarıcı şeyleri emreder.
إِن يَتَّبِعُونَ إِلاَّ الظَّنَّ “Onlar ancak zanna tabi oluyorlar.”
Onların zanna tâbi olmaları,
-Babalarını hak yolda sanmaları,
-Cehaletleri,
-Fasit (bozuk) görüşleridir.
Zan, ilim mukabili olarak kullanılır.
وَإِنْ هُمْ إِلاَّ يَخْرُصُونَ “Ve onlar sadece yalan uyduruyorlar.”
-Allaha çocuk nisbet etmeleri,
-Putlara tapmanın Allaha ulaşmaya vesile olduğunu söylemeleri,
-Ölü etini helâl kabul etmeleri,
-Ve aslında helâl olan bazı hayvanları haram saymaları gibi ifadelerinde ancak yalan söylüyorlar.
Veya söyledikleri zan ve tahminden başka bir şey değil iken, kendilerini hak bir şey üzere takdir ediyorlar.
117- إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ مَن يَضِلُّ عَن سَبِيلِهِ “Şüphesiz Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir.”
وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ “Ve O, doğru yolu bulanları da en iyi bilendir.”
Cenab-ı Hakkın en iyi bilmesi,
-İlmin kendisine taallukunun mümkün olduğu bütün cihetleri ihata etmesi,
-İlminin “olmazsa olmaz” şeklinde lüzumu,
-İlminin zâtından olup hariçten olmamasındandır.
118- فَكُلُواْ مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ إِن كُنتُمْ بِآيَاتِهِ مُؤْمِنِينَ “Onun ayetlerine inanan kimseler iseniz, artık üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilenlerden yiyin.”
Yani, boğazlanması esnasında Allah adı anılarak kesilen hayvanların etlerinden yiyin, Allah adı anılmadan veya murdar olarak ölen hayvanların etlerinden ise yemeyin.
“Onun ayetlerine inanan kimseler iseniz”
Çünkü Allahın ayetlerine inanmak, Allahın helal kıldıklarını mubah saymayı, haram kıldıklarından ise uzak durmayı iktiza eder.
119- وَمَا لَكُمْ أَلاَّ تَأْكُلُواْ مِمَّا ذُكِرَ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ “Size ne oluyor da Allah’ın adı anılarak kesilenlerden yemiyorsunuz?”
Allah adı söylenerek kesilmiş, eti mubah hayvanlardan yemenize bir engel yoktur.
وَقَدْ فَصَّلَ لَكُم مَّا حَرَّمَ عَلَيْكُمْ إِلاَّ مَا اضْطُرِرْتُمْ إِلَيْهِ “Hâlbuki O size, mecbur kalmanızın dışında haram olan şeyleri genişçe açıklamıştır.”
“(Şunlar) size haram kılındı: Ölmüş hayvan, kan, domuz eti, Allah’tan başkası adına boğazlanan hayvan…” (Maide, 3) gibi ayetlerde haram olanlar bildirilmiştir.
Zaruret halinde, aslında haram olan bir şeyi yemek helâl olur.
وَإِنَّ كَثِيرًا لَّيُضِلُّونَ بِأَهْوَائِهِم بِغَيْرِ عِلْمٍ “Doğrusu onları çoğu, bir ilme dayanmadan hevâ’larına uyarak yoldan çıkarıyor.”
Onların çoğu, ilim ifade eden bir delile dayanmadan, sırf kendi keyiflerine göre haramı helâl ve helali haram yaparak yoldan çıkarıyorlar.
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِالْمُعْتَدِينَ “Şüphesiz Rabbin, haddi aşanları en iyi bilendir.”
Seni terbiye eden Rabbin, elbette haktan batıla, helalden haram doğru haddi aşan mütecavizleri en iyi bilendir.
120- وَذَرُواْ ظَاهِرَ الإِثْمِ وَبَاطِنَهُ “Günahın zahir olanını da bırakın, batın olanını da.”
Zahir günah, açıktan işlenen, batın günah ise gizlice yapılandır.
Azalarla işlenen günah zâhir, kalp ile işlenen ise batındır.
إِنَّ الَّذِينَ يَكْسِبُونَ الإِثْمَ سَيُجْزَوْنَ بِمَا كَانُواْ يَقْتَرِفُونَ “Çünkü günah kazananlar, yaptıkları karşılığında cezalandırılacaklardır.”
121- وَلاَ تَأْكُلُواْ مِمَّا لَمْ يُذْكَرِ اسْمُ اللّهِ عَلَيْهِ “Üzerine Allah adı anılmayanlardan yemeyin.”
وَإِنَّهُ لَفِسْقٌ “Çünkü bu bir fısktır.”
Ayetin zahirine göre kasden veya unutma yoluyla Allahın adı söylenmemişse, kesilen hayvanın etinden yenilmez. Davud-u Zahirî bu kanaattedir. Ahmed Bin Hanbelden de böyle bir görüş nakledilir. İmam Malik ve İmam Şafiî ise, Hz. Peygamberin şu hadisine dayanarak bunun hilafını söylerler: “Allah adını söylememiş de olsa, müslümanın kestiği hayvan, helâldir.” İmam Ebu Hanife ise kasten terk ile unutarak terk arasında fark olduğunu söyler.
İmam Ebu Hanife “Üzerine Allah adı anılmayanlardan yemeyin” ayetini şöyle açıklar:
Bundan murat meyte olabilir.
Veya Allahın adı dışında başkası namına kesilen hayvanlar olabilir. Nitekim ayetin devamında “bu bir fısktır” denilmesi de bunu teyid eder. Çünkü fısk, Allahtan başkası için kesilene denilir.
وَإِنَّ الشَّيَاطِينَ لَيُوحُونَ إِلَى أَوْلِيَآئِهِمْ لِيُجَادِلُوكُمْ “Şeytanlar, kendi dostlarına, sizinle mücadele etmelerini vahyederler.”
Şeytanlar, dostları olan kâfirlere vesvese yoluyla sizinle mücadele etmelerini telkin ederler. Mesela derler ki: “Sizin ve av hayvanlarınızın öldürdüğünü yiyorsunuz da Allahın öldürdüğünü terk ediyorsunuz!”
وَإِنْ أَطَعْتُمُوهُمْ إِنَّكُمْ لَمُشْرِكُونَ “Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesiz siz de müşriklerden olursunuz.”
Eğer Allahın haram kıldığını helal yaparak o şeytanlara itaat ederseniz siz de Allah’a ortak koşmuş olursunuz. Çünkü Allaha itaati bırakıp başkasına itaat eden ve onun dinine uyan, elbette şirke girmiş olur.
122- أَوَ مَن كَانَ مَيْتًا فَأَحْيَيْنَاهُ وَجَعَلْنَا لَهُ نُورًا يَمْشِي بِهِ فِي النَّاسِ كَمَن مَّثَلُهُ فِي الظُّلُمَاتِ لَيْسَ بِخَارِجٍ مِّنْهَا “Ölü iken hayat verdiğimiz ve kendisine, insanlar içinde yürüyeceği bir nur ihsan ettiğimiz kimsenin durumu, karanlıklar içinde kalmış ve bir türlü ondan çıkamayan kimsenin durumu gibi midir?”
Ayet, bir temsil yoluyla şunu anlatır: Allahın hidayet ettiği kimse, daha önce manen ölü iken hayat bulur, dirilir. Öncesinde dalalette iken bundan kurtulur, deliller ve ayetlerin nuruyla önünü görür, eşyayı tefekkürle seyir ve temaşa eder. Böylece hak ve batılı, haklıyı ve haksızı birbirinden ayırır.
“…karanlıklar içinde kalmış ve bir türlü ondan çıkamayan kimsenin durumu gibi midir?”
Ayetin bu kısmı da, dalalette kalan ve ondan asla ayrılmayan kimsenin hâlini anlatan bir meseldir.
كَذَلِكَ زُيِّنَ لِلْكَافِرِينَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “İşte kâfirlere, işlemekte oldukları çirkinlikler böyle süslü gösterilmiştir.”
İşte, mü’minlere imanları süslü kılındığı gibi, kâfirlere de kendi yaptıkları süslü kılındı.
Sebeb-i Nüzûl
Ayet Hz. Hamza ve Ebu Cehil hakkında nazil oldu. Hz. Ömer ve Ebu Cehil hakkında indiği de söylenmiştir.
123- وَكَذَلِكَ جَعَلْنَا فِي كُلِّ قَرْيَةٍ أَكَابِرَ مُجَرِمِيهَا لِيَمْكُرُواْ فِيهَا “İşte bunun gibi, her beldede mücrimleri oranın ileri gelenleri kıldık ki orada hilekârlık etsinler.”
Mekke’de olduğu gibi hemen her beldede, orada hileler yapmaları için önde gelen kimseleri mücrimler kıldık.
Ayette geçen “ekabir” “büyük olanlar” demektir. Bunlar halkı peşlerinden sürüklemekte ve onlara hileler yapmakta mahir kimselerdir.
وَمَا يَمْكُرُونَ إِلاَّ بِأَنفُسِهِمْ “Hâlbuki onlar ancak kendilerine hile yaparlar.”
وَمَا يَشْعُرُونَ “Ama farkında olmuyorlar.”
Çünkü yaptıklarının vebalini kendileri çekeceklerdir.
124- وَإِذَا جَاءتْهُمْ آيَةٌ قَالُواْ لَن نُّؤْمِنَ حَتَّى نُؤْتَى مِثْلَ مَا أُوتِيَ رُسُلُ اللّهِ “Onlara bir âyet geldiği zaman, “Allah elçilerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla inanmayacağız” dediler.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Ebu Cehil şöyle der: “Abd-i Menaf oğullarıyla hep rekabet halinde olduk. Tam onlarla eşit hale gelmiştik ki “bizden peygamber çıktı, kendisine vahiy geliyor” dediler. Vallahi, O’na gelen vahiy bize de gelmedikçe Muhammede inanmayacağız!”
Bunun üzerine üstteki ayet nâzil olur.
اللّهُ أَعْلَمُ حَيْثُ يَجْعَلُ رِسَالَتَهُ “Allah, risalet görevini kime vereceğini en iyi bilendir.”
Ayet, onlara bir reddir. Yani, nübüvvet neseple, malla değildir. Ancak Allahın dilediği kullarına nasip ettiği ruhanî faziletlerledir. Allah, mesajını iletmeye ehil olanları seçer ve görevlendirir.
سَيُصِيبُ الَّذِينَ أَجْرَمُواْ صَغَارٌ عِندَ اللّهِ وَعَذَابٌ شَدِيدٌ بِمَا كَانُواْ يَمْكُرُونَ “Suçlu olanlara, Allah katından bir zillet ve yaptıkları hilelerden dolayı şiddetli bir azap erişecektir.”
“Allah katından bir zillet”
O mücrimlere, kibirlerinden sonra zillet ve küçüklük isabet eder.
“Allah katından” ifadesi, taraf-ı İlahiden gelecek bir musibete işaret edebildiği gibi, kıyamet günü başlarına gelecek en büyük musibeti de ifade edebilir.
“Ve yaptıkları hilelerden dolayı şiddetli bir azap erişecektir”
Hileleri sebebiyle veya hilelerine bir karşılık olarak onlara çok büyük bir azap vardır.
125- فَمَن يُرِدِ اللّهُ أَن يَهْدِيَهُ يَشْرَحْ صَدْرَهُ لِلإِسْلاَمِ “Allah, her kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar.
Allah kime hak yolu bildirmek ve onu imana muvaffak kılmak isterse, kalbine genişlik verir.
Ayet, insan nefsinin,
-Hakkı kabule hazır olması,
766 b Beydâvî Tefsiri
-Hakkı kabule engel olan ve aykırı olan hallerden arıtılmasını kinaye yoluyla anlatır.
Hz. Peygambere ayetle ilgili sorulduğunda şöyle buyurmuştur:
“Bu, Allahın mü’min kulunun kalbine bıraktığı bir nurdur. Bu nurla inşirah duyar, genişlik kazanır.”
Bunun üzerine ashab “bunun bilinecek bir emaresi var mı?” diye sorarlar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir: “Evet,
-Ebediyet diyarına yönelmek,
-Aldanma diyarı olan dünyadan yüz çevirmek,
-Ölüm gelmeden ona hazır olmak.”
وَمَن يُرِدْ أَن يُضِلَّهُ يَجْعَلْ صَدْرَهُ ضَيِّقًا حَرَجًا كَأَنَّمَا يَصَّعَّدُ فِي السَّمَاء “Kimi de saptırmak isterse, sanki göğe yükseliyormuş gibi, göğsünü dar ve sıkıntılı yapar.”
Bu kalp darlığı sebebiyle hakkı kabule yanaşmaz, kalbine iman girmez.
“Sanki göğe yükseliyormuş gibi”
Ayetin bu kısmı, kalp darlığı sebebiyle iman etmemeyi, asla yapamayacağı bir şeye teşebbüs eden kimsenin haline benzetti.
Çünkü semaya yönelmek, insanın gücünün yetmeyeceği şeylerde bir meseldir. Bununla, insanın havaya yükselmesinin olmayacak bir şey olması gibi, böyle birinin de iman etmesinin olmayacak bir şey olduğuna tenbihte bulunulmuştur.
كَذَلِكَ يَجْعَلُ اللّهُ الرِّجْسَ عَلَى الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ “Allah, iman etmeyenlere işte böyle azap verir.”
Allah, bu şekilde bazılarının sadrını daraltıp kalbini haktan uzaklaştırdığı gibi, iman etmeyenlerin üzerine işte böyle azap indirir, onları tevfikinden mahrum bırakır.
Ayette “onlar üzerine” demek yerine “iman etmeyenlere” denilmesi, hükmün illetini göstermek içindir, iman etmediklerinden dolayı böyle bir cezaya çarptırılmışlardır.
126- وَهَذَا صِرَاطُ رَبِّكَ مُسْتَقِيمًا “İşte bu, dosdoğru olarak Rabbinin yoludur.”
“İşte bu” ifadesiyle işaret olunan şey
-Kur’anın getirdiği beyan,
-İslam,
-Bahsi geçen imana muvaffak kılmak veya mahrum bırakmak olabilir.
“Rabbinin yoludur.”
Rabbinin razı olduğu yoldur. Veya O’nun hikmetinin iktiza ettiği âdeti ve yoludur.
“Dosdoğru olarak”
Bu yolda bir eğrilik yoktur.
قَدْ فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَذَّكَّرُونَ “Şüphesiz biz, hatırlayıp ibret alan bir kavim için âyetleri geniş bir şekilde açıkladık.”
Öğüt alanlar bu ayetlerden anlarlar ki,
-Her şeye gücü yeten ancak Allahtır.
-Hayır ve şerden meydana gelen her şey O’nun hükmüyle ve yaratmasıyladır.
-Ve o, kullarının hallerini bilir, onlara muamelesinde hikmet ve adalet sahibidir.
127- لَهُمْ دَارُ السَّلاَمِ عِندَ رَبِّهِمْ “Onlar için Rableri katında dârus- selâm vardır.”
Dârus-Selâm, Allahın diyarıdır. Bundan murat cennettir. Allahu Teâlânın bunu zâtına nisbet etmesi, o cennetin şanına tazim içindir.
Veya “Darus-Selâm”dan murat her türlü nahoş şeylerden uzak olan selâmet yurdudur.
Veya kendilerine taraf-ı İlahiden selâm verilecek diyardır.
Darus-Selâm, Allahın taahhüdündedir. Veya onlar için Allah katında hazırlanmış olup, künhünü O’ndan başkası bilmemektedir.
وَهُوَ وَلِيُّهُمْ بِمَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Ve O, yapmakta oldukları şeylerden dolayı onların velisidir.”
128- وَيَوْمَ يِحْشُرُهُمْ جَمِيعًا “Onların hepsini bir araya toplayacağı gün (şöyle diyecektir:)”
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ قَدِ اسْتَكْثَرْتُم مِّنَ الإِنسِ “Ey cin topluluğu! İnsanların çoğunu yoldan çıkardınız.”
“Cin topluluğundan” murat şeytanlardır. Yani, ey şeytanlar topluluğu!
İnsanları kandırmak ve yoldan çıkarmak için çok çalıştınız, onları kendinize tâbi yaptınız.
وَقَالَ أَوْلِيَآؤُهُم مِّنَ الإِنسِ “Onların insanlardan olan dostları şöyle derler:”
رَبَّنَا اسْتَمْتَعَ بَعْضُنَا بِبَعْضٍ “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık.”
İnsanların cinlerden faydalanması, cinlerin onlara şehevî şeylere ve bunlara ulaştıran vesilelere rehberlik yapmalarıdır. Cinlerin insanlardan faydalanması ise, insanların onlara itaat etmesi ve muratlarına ulaştırmalarıdır.
Denildi ki: İnsanların onlardan faydalanması, ıssız yerlerde ve korku hallerinde onlara sığınmaları, cinlerin insanlardan faydalanması ise, insanların onları korumaya muktedir varlıklar olarak kabullenmeleridir.
وَبَلَغْنَا أَجَلَنَا الَّذِيَ أَجَّلْتَ لَنَا “Ve bize belirlediğin ecelimizin sonuna ulaştık.”
Onlara belirlenen ecelden murat, öldükten sonra diriltilmeleridir.
Onların bu ifadesinde,
-Şeytana uyduklarını,
-Hevâ’ya tâbi olduklarını,
-Haşri inkâr ettiklerini,
-Yaptıklarına pişman olduklarını itiraf etmek vardır.
قَالَ النَّارُ مَثْوَاكُمْ خَالِدِينَ فِيهَا “Allah der: Ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.”
إِلاَّ مَا شَاء اللّهُ “Ancak Allah’ın dilemesi müstesna.”
Ayette nazara verilen istisna,
-Ateşten zemherire intikal vakitleridir.
-Ateşe girmeden evvel kendilerine tanınan mühletler de olabilir.
إِنَّ رَبَّكَ حَكِيمٌ عَليمٌ “Şüphesiz Rabbin Hakîm – Alîm’dir.”
Senin Rabbin, fiillerinde hikmet sahibidir, ins ve cinin amellerini ve hallerini bilir.
129- وَكَذَلِكَ نُوَلِّي بَعْضَ الظَّالِمِينَ بَعْضًا بِمَا كَانُواْ يَكْسِبُونَ “İşte bunun gibi, kesbettikleri şeyler sebebiyle zalimlerin bir kısmını bir kısmına dost yaparız.”
Kesbettikleri küfür ve günahlar sebebiyle o zalimlerin bir kısmını bir kısmına dost yaparız.
130- يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالإِنسِ أَلَمْ يَأْتِكُمْ رُسُلٌ مِّنكُمْ يَقُصُّونَ عَلَيْكُمْ آيَاتِي وَيُنذِرُونَكُمْ لِقَاء يَوْمِكُمْ هَذَا “Ey cin ve ins topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağını size hatırlatan rasuller gelmedi mi?”
Ayette nazara verilen rasuller, özellikle insanlara gönderilen elçilerdir. Lakin hitapta cinlerle beraber olduklarından ifadenin böyle gelmesi sahih olmuştur. Bunun naziri “İkisinden inci ve mercan çıkar.” (Rahmân, 22) ayetidir. Mercan, tuzlu sudan çıkar, tatlı sudan çıkmaz.
Bazıları ayetin zahirinden hareketle “Hem insanlara hem de cinlere kendi cinslerinden peygamberler gönderildi” dediler.
Denildi ki: Cinlerden gönderilen elçiler, insanlara gönderilen peygamberlerin elçileridir. Nitekim ayette şöyle geçer:
“Hani Kur’an’ı dinlemek üzere cinlerden bir grubu sana yöneltmiştik. Onlar, peygamberin yanına gelince birbirlerine, “Susun!” dediler. Kur’an’ın okunması bitince de uyarıcı olarak kavimlerine döndüler.” (Ahkaf, 29)
قَالُواْ شَهِدْنَا عَلَى أَنفُسِنَا “Onlar derler: Biz kendi aleyhimize şahitlikettik.”
Günah ve isyan içinde olduğumuza şehadet ettik.
Onların bu ifadesi, küfürlerini ve azabı hak ettiklerini bir itiraftır.
وَغَرَّتْهُمُ الْحَيَاةُ الدُّنْيَا “Dünya hayatı onları aldattı.”
وَشَهِدُواْ عَلَى أَنفُسِهِمْ أَنَّهُمْ كَانُواْ كَافِرِينَ “Ve kâfir olduklarına dair kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.
Ayet, onların bakışının hatalı olduğunu ve görüşlerinin doğru olmadığını bildirerek onları kınar. Çünkü onlar dünya hayatına ve nâkıs lezzetlere aldandılar, ahireti ise bütün bütün terk ettiler. Sonunda kendileri aleyhinde küfürlerine şehadet ettiler, kendilerini ebedi azaba teslim ettiler.
Onların bu hâlini anlatmakta, muhatapları onlar gibi olmaktan sakındırmak vardır.
131- ذَلِكَ أَن لَّمْ يَكُن رَّبُّكَ مُهْلِكَ الْقُرَى بِظُلْمٍ وَأَهْلُهَا غَافِلُونَ “İşte bu,Allah’ın, halkları habersizken beldeleri haksız yere helâk etmeyeceği içindir.”
“İşte bu” ifadesi, peygamberlerin gönderilmesine işarettir.
Ayetin devamı, hükmün illetini gösterir.[4>
132- وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِّمَّا عَمِلُواْ “Her biri için yaptıklarına göre dereceler vardır.”
Mükelleflerin hepsi için yaptıkları amellere göre veya bunların karşılığı olarak mertebeler vardır.
وَمَا رَبُّكَ بِغَافِلٍ عَمَّا يَعْمَلُونَ “Rabbin onların yaptıklarından gafil değildir.”
Allah, onların yaptıklarından gafil olmadığı için hiçbir amel O’na gizli kalmaz. Onlardan her birinin layık olduğu sevap veya ceza miktarını da elbette bilir.
133- وَرَبُّكَ الْغَنِيُّ ذُو الرَّحْمَةِ “Rabbin Ğanî’dir, rahmet sahibidir.”
Allah Ğanî’dir, kullarından ve onların ibadetlerinden müstağnidir, hiçbir şeye muhtaç değildir.
“Rahmet sahibidir.”
Onları kemâle erdirmek için mükellefiyetle onlara merhametini gösterir, isyanlarına mukabil de süre verir.
Ayette, biraz önce zikri geçen peygamber göndermenin –haşa- Allahın bir faydası olmasına değil, kullara merhametinin bir tezahürü olduğuna tenbihte bulunmak ve bu ayetin peşinde gelen “dilerse sizi ortadan kaldırır”, yani “size bir ihtiyacı yoktur” manasına da bir hazırlık vardır.
إِن يَشَأْ يُذْهِبْكُمْ وَيَسْتَخْلِفْ مِن بَعْدِكُم مَّا يَشَاء كَمَآ أَنشَأَكُم مِّن ذُرِّيَّةِ قَوْمٍ آخَرِينَ “Sizi başka bir kavmin neslinden getirdiği gibi, dilerse sizi ortadan kaldırır ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.”
“Dilerse sizi ortadan kaldırır”
Ey âsiler, Allah dilerse sizi ortadan kaldırır.
“Ve sizden sonra da yerinize dilediğini getirir.”
Dilerse böyle yapar. Ama size olan rahmetinden bunları size bildirdi, içinizden peygamberler gönderdi.
134- إِنَّ مَا تُوعَدُونَ لآتٍ “Size vaad edilenler muhakkak gelecektir.”
وَمَا أَنتُم بِمُعْجِزِينَ “Ve siz, onun önüne geçemezsiniz.”
Size vaat edilen öldükten sonra dirilmek ve ahiretle ilgili hâller muhakkak vuku bulacaktır.
135- قُلْ يَا قَوْمِ اعْمَلُواْ عَلَى مَكَانَتِكُمْ “De ki: Ey kavmim! Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın!”
Bütün imkânlarınızı seferber edin, yapacağınızı yapın! Küfrünüzde, düşmanlığınızda sebat edin!
“Gücünüz yettiğince yapacağınızı yapın!”
Ayetin bu ifadesi, emir sûretinde bir tehdittir.
إِنِّي عَامِلٌ “Ben de yapıyorum.”
Ben de İslâm üzere sabır ve sebâtla devam edeceğim.
Emir sığasıyla tehdit, vaîdde mübalağadır. Sanki tehdidi yapan toptan ceza vermek istemekte ve muhatabını bunu netice verecek şeye sevk etmektedir. Ayrıca, bu tehditte, yapamayacağı şey kendisine emredilen biri gibi, tehdid edilen kimsenin de ne yaparsa yapsın şerden başka bir şey kazanamayacağını tescil etmek vardır.
فَسَوْفَ تَعْلَمُونَ مَن تَكُونُ لَهُ عَاقِبَةُ الدِّارِ “Yakında (dünya) yurdunun akıbetinin kimin olduğunu bileceksiniz.”
Ayette, uyarı bulunmakla beraber sözü insaflı söylemek ve hüsn-ü edep vardır. Ayrıca, uyaranın haklı olduğuna güvenmesine bir tenbih söz konusudur.
إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ “Şüphesiz, zalimler felaha eremezler.”
Ayette “kâfirler” yerine “zalimler” denilmesi hem daha genel olması, hem de daha ziyade mana ifade etmesindendir.
[1> Bu, Allahtan bir zorlama olmayıp, pek çok ayette dikkat çekildiği üzere “onların kesblerine terettüp eden bir neticedir.”
[2> Hz. Peygamber, şirkten en uzak insandır. Ama Ona böyle emredilmesi, işin ciddiyetini vurgular ve o hal üzere devam etmeye şiddetle teşvik eder.
[3> Yani Kur’an hem sıdk hem de adalet özelliğine sahiptir. Sıdk özelliği verdiği haberler ve yaptığı vaatlerle ilgilidir. Adalet özelliği ise, hükümlerle ilgilidir. O, hep doğruyu söyler ve adil bir şekilde hükmeder. Bunların zıddı olan yalan ve zulüm, ona asla yanaşmaz.
[4> Yani, Allahın peygamberler göndermesi insanların “Ya Rabbi, bizler nelerle mükellef olduğumuzu bilmiyorduk” dememeleri içindir.