11- قُلْ سِيرُواْ فِي الأَرْضِ ثُمَّ انظُرُواْ كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الْمُكَذِّبِينَ “De ki: Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların sonu nasıl olmuş, görün!”
Yeryüzünde dolaşın, Allahın onları nasıl toptan helâk ettiğini, köklerini kestiğini görün, ibret alın.
12- قُل لِّمَن مَّا فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “De ki: Göklerde ve yerde olanlar kimindir?”
De ki: “Yaratma ve yönetme yönünden göklerde ve yerde olanlar kimindir?”
Buradaki sual, onları susturmak içindir, yoksa kimin olduğunu araştırmak için değildir.
قُل لِلّهِ De ki: Allah’ındır!”
Ayette, bu sualin cevabının başka bir şey olmayacağına da bir tenbih vardır. Öyle ki onlar için başkasını söylemeleri mümkün değildir.
كَتَبَ عَلَى نَفْسِهِ الرَّحْمَةَ “O, kendi nefsine rahmet etmeyi yazdı.”
Allah, bir lütuf ve ihsan olarak rahmeti kendine yazdı.
Rahmetten murat, dünya ve ahireti içine alır.
Mesela,
-Marifetine hidayet etmek.
-Deliller vaz etmek sûretiyle varlığını ve birliğini bildirmek.
-Kitaplar indirmek.
-Küfür içinde olanlara mühlet vermek, Onun rahmet prensiplerindendir.
لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ لاَ رَيْبَ فِيهِ “Sizi, varlığında asla şüphe olmayan kıyamet gününde mutlaka toplayacaktır.”
Ayet onların Allaha şirk koşmalarına ve tefekkür etmemelerine mukabil bir vaîddir. Yani, Allah kabirlerde sizi bir araya getirecek, huzurunda toplayacak ve şirkinize mukabil sizi cezalandıracaktır.
Ayetten murat biraz önce nazara verilen rahmetin beyanı da olabilir. Yani, insanların diriltilmesi ve ilâhî nimete mazhariyetleri de Allahın rahmetinin bir tezahürüdür.
O günün gelmesinde veya Allahın sizi cem etmesinde asla bir şüphe yoktur.
الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ “Kendilerini hüsrana uğratanlar var ya, işte onlar iman etmezler.”
Bunlar, sermayelerini zayi ederek kendilerine zarar vermişlerdir.
Sermayeleri ise,
-Aslî fıtratları
-Ve akl-ı selimdir.
Ayette yer alan ف (fe) harfi sebebiyet bildirir. Bu, onların iman etmemelerinin kendilerine zarar vermelerinden dolayı olduğuna delâlet eder. Çünkü,
-Duyulara ve vehme uyup aklı iptal etmeleri,
-Tefekkürden gafil olmaları onları küfürde ısrara ve imandan kaçınmaya sevk etmiştir.
13- وَلَهُ مَا سَكَنَ فِي اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ “Gece ve gündüzde barınan her şey O’nundur.”
Yani, gece ve gündüzün müştemil olduğu her şey O’nundur
Veya gece ve gündüzde sükunet ve hareket hâlinde olan her şey O’nundur. Ayette hareketten bahsedilmemesi, iki zıddan birini nazara vermekle iktifa edilmesindendir.
وَهُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ “O, Semi’ – Alîm’dir.”
O, her söyleneni işitir, her şeyi bilir. Hiçbir şey ona gizli kalmaz.
Ayet, aynı zamanda söz ve fiillerinden dolayı müşriklere bir vaîd manası da taşır.
14- قُلْ أَغَيْرَ اللّهِ أَتَّخِذُ وَلِيًّا فَاطِرِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “De ki: Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’tan başkasını mı dost edineceğim.”
Ayet, dost edinmeyi değil, Allahtan başkasını dost edinmeyi bir inkârdır. Ayette bildirilen veliden (dosttan) murat, kendisine ibadet edilen batıl mabutlardır. Çünkü şirke çağıran kimseye karşı bir reddir.
Ayetteki “Fatır” ifadesi, meydana getiren, yaran anlamındadır.
İbnu Abbas şöyle der: İki bedevi yanıma gelip de bir kuyu hakkında davacı-davalı olmuştu. Onlarda biri “Onu ben meydana getirdim” derken F-T-R kelimesini kullandı. O zamana kadar bunun anlamını bilmiyordum.”
وَهُوَ يُطْعِمُ وَلاَ يُطْعَمُ “O, besler ama beslenmeye ihtiyacı yoktur.”
Rızkı veren O’dur, ama kendisi rızka muhtaç değildir. Ayette taam (yiyecek) kelimesinin kullanılması, ona olan ihtiyacın şiddetindendir.
قُلْ إِنِّيَ أُمِرْتُ أَنْ أَكُونَ أَوَّلَ مَنْ أَسْلَمَ “De ki: Bana, (Hakka) teslim olanların ilki olmam emredildi.”
Hz. Peygamberin “hakka teslim olanların ilki olmasının emredilmesi” ümmetine nisbetledir.
وَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُشْرِكَينَ “Ve (bana) “sakın Allah’a ortak koşanlardan olma” (denildi).”
15- قُلْ إِنِّيَ أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ “De ki: Eğer Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım.”
Ayet, onların “acaba Onu bizden biri haline getirebilir miyiz?” şeklindeki beklentilerini kesen bir başka etkili ifadedir. Ayrıca, onların azabı hak eden asiler olduklarına da bir tarizdir.
16- مَّن يُصْرَفْ عَنْهُ يَوْمَئِذٍ فَقَدْ رَحِمَهُ “O gün kimden azab giderilirse, kuşkusuz (Allah) ona rahmet etmiştir.”
وَذَلِكَ الْفَوْزُ الْمُبِينُ “İşte bu, apaçık kurtuluştur.”
Ayette “işte bu” ile işaret olunan, azaptan uzak kılınmak veya rahmete mazhariyet olabilir.
17- وَإِن يَمْسَسْكَ اللّهُ بِضُرٍّ فَلاَ كَاشِفَ لَهُ إِلاَّ هُوَ “Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kendisinden başka açacak yoktur.”
Eğer Allahtan sana hastalık veya fakirlik gibi bir beliyye dokunsa, O’ndan başkası o beliyyeyi ortadan kaldırmaya güç yetiremez.
وَإِن يَمْسَسْكَ بِخَيْرٍ فَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدُيرٌ “Ve eğer sana bir hayır dokundurursa, kuşkusuz O, herşeye kadirdir.”
Eğer O’ndan sana sıhhat ve servet gibi bir nimet dokunsa, Allah o nimeti korumaya ve devam ettirmeye kâdirdir. Dolayısıyla “Ve eğer sana bir hayır dilerse, o zaman da O’nun lütfunu engelleyebilecek kimse yoktur.” (Yunus, 107) ayetinde denildiği gibi, hiç kimse o nimeti ortadan kaldırmaya güç yetiremez.
18- وَهُوَ الْقَاهِرُ فَوْقَ عِبَادِهِ “O, kullarının üstünde tam hâkimdir.”
Ayet, Allahın hükümranlığını ve yüceliğini, galebe ve kudretle bir tasvirdir.
وَهُوَ الْحَكِيمُ الْخَبِيرُ “Ve O, Hakîm – Habîr’dir.”
Allah, emir ve tedbirinde hikmet sahibidir, kullarından ve onların gizli hallerinden haberdardır.
19- قُلْ أَيُّ شَيْءٍ أَكْبَرُ شَهَادةً “De ki: Şahitlik yönünden hangi şey daha büyüktür?”
Sebeb-i Nüzûl
Kureyş müşrikleri Hz. Peygambere “Senin hakkında Yahudi ve Hristiyanlara sorduk. Onlar nezdinde seninle ilgili bir zikir ve sıfat olmadığını iddia ettiler. Öyleyse Senin Allahın rasulü olduğuna kimin şehadet edeceğini göster” demişlerdi. Ayet bu münasebetle nâzil oldu.
“Şey” ifadesi her varlık için kullanılabilir.
Bununla alakalı Bakara sûresinde bilgi verilmişti.[1>
قُلِ اللّهِ شَهِيدٌ بِيْنِي وَبَيْنَكُمْ “De ki: Allah! O, benimle sizin aranızda şahittir.”
De ki: En büyük şahit Allahtır.
O Allah benimle sizin aranızda şahittir.
Cevabın “Allah, benimle sizin aranızda şahittir” şeklinde olması da caizdir. Çünkü, şahit Allah olunca, elbette en büyük şahit O’dur.
وَأُوحِيَ إِلَيَّ هَذَا الْقُرْآنُ لأُنذِرَكُم بِهِ وَمَن بَلَغَ “Ve bu Kur’ân bana, onunla hem sizi, hem de kendisine ulaşan herkesi uyarmam için vahyolundu.”
Hz. Peygamber aynı zamanda “müjdeci” olmakla beraber, burada sadece inzar (uyarma) görevi nazara verilmekle iktifa edildi.
“Ey Mekke ahalisi! Hem size, hem de Arab olmayanlara, ins ve cinne gönderildim. Kıyamete kadar bütün insanları uyarmakla görevlendirildim.”
Ayette, Kur’anın hükümlerinin hem nâzil olduğu dönemi hem de sonraki dönemleri içine aldığına, kendisine bu davetin ulaşmadığı kimselerin ise Kur’anın hükümlerinden hesaba çekilmeyeceklerine bir delil vardır.
أَئِنَّكُمْ لَتَشْهَدُونَ أَنَّ مَعَ اللّهِ آلِهَةً أُخْرَى “Yoksa siz, Allah’la beraber başka ilâhlar olduğuna mı şahitlik ediyorsunuz?”
Ayette hem onların Allah dışında ilahlar edindiklerini nazara vermek, hem de bunun ne kadar yanlış ve akıldan uzak olduğunu bildirmek vardır.
قُل لاَّ أَشْهَدُ “De ki: Ben şahitlik etmem.”
De ki: Ben sizin şehadet ettiklerinize şehadet etmiyor, batıl mabutlarınızı ilah olarak kabul etmiyorum.
قُلْ إِنَّمَا هُوَ إِلَهٌ وَاحِدٌ “De ki: O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır.”
Ben şehadet ediyorum ki Allah birdir, Ondan başka ilah yoktur.
وَإِنَّنِي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ “Ve gerçekten ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.”
Ben sizin Allaha ortak koştuğunuz putlardan uzağım.
20- الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ “Kendilerine Kitap verdiğimiz kimseler, O’nu kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.”
Ehl-i kitap olanlar Hz. Peygamberi Tevrat ve İncilde zikrolunan sıfatlarıyla tanırlar.
الَّذِينَ خَسِرُواْ أَنفُسَهُمْ فَهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ “Kendilerini hüsrana uğratanlar var ya, işte onlar iman etmezler.”
Ehl-i kitap ve müşriklerden nefislerine zulmedenler ise, imanı kazanabilecekleri şeyleri zâyi ettiklerinden imana gelmezler.
21- وَمَنْ أَظْلَمُ مِمَّنِ افْتَرَى عَلَى اللّهِ كَذِبًا أَوْ كَذَّبَ بِآيَاتِهِ “Allah’a iftira ederek yalan uydurandan veya âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir?”
Onların Allaha iftiraları “melekler Allahın kızlarıdır”, “Bunlar Allah katında bizim şefaatçilerimizdir” gibi sözleridir.
Allahın ayetlerini yalanlamaları ise, Kur’an ayetlerini ve “bunlar sihirdir” diyerek mu’cizleri yalanlamaları gibi durumlardır.
Onlar hem Allaha iftira etmiş, hem de Allahın ayetlerini yalanlamış iken ayette “veya” ile bunun ifade edilmesi, Allaha iftira etmenin ve ayetlerini yalanlamanın tek başına bile ne kadar ileri derecede nefse zulüm olduğuna tenbihte bulunmak içindir.
إِنَّهُ لاَ يُفْلِحُ الظَّالِمُونَ “Hiç şüphe yok ki, zalimler kurtuluşa eremezler.”
Onlardan daha zâlimi olmadığı gibi, bu zâlimler felah da bulamayacaklardır.
[1> Bkz. Bakara, 20. ayetin tefsiri.