33- قَدْ نَعْلَمُ إِنَّهُ لَيَحْزُنُكَ الَّذِي يَقُولُونَ “Onların söylediklerinin seni üzdüğünü elbette biliyoruz.”
فَإِنَّهُمْ لاَ يُكَذِّبُونَكَ “Onlar aslında seni yalanlamıyorlar.”
Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar.
وَلَكِنَّ الظَّالِمِينَ بِآيَاتِ اللّهِ يَجْحَدُونَ “Fakat, o zalimler Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.”
“Onlar” demek yerine “o zâlimler” denilmesi onların bu inkârlarıyla zulmettiklerine veya zulümle iç içe olmaları sebebiyle inkâr ettiklerine delâlet içindir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Ebu Cehil şöyle diyordu: “Biz Seni yalanlamıyoruz, çünkü Sen nezdimizde dosdoğru bir insansın. Biz ancak bize getirdiğini yalanlıyoruz.”
34- وَلَقَدْ كُذِّبَتْ رُسُلٌ مِّن قَبْلِكَ “Andolsun ki senden önce de nice peygamberler yalanlandı.”
Ayet, Hz. Peygambere bir tesellidir.
Ayette “onlar Seni yalanlamıyorlar” ifadesinin mutlak olarak Hz. Peygamberin yalanlanmasını nefyetmediğine bir delil vardır.[1>
فَصَبَرُواْ عَلَى مَا كُذِّبُواْ وَأُوذُواْ “Onlar yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine karşı sabrettiler.”
Ama onlar, kavimlerinin yalanlamasına ve eziyetlerine sabrettiler. Sen de onları örnek al ve sabret!
حَتَّى أَتَاهُمْ نَصْرُنَا “Sonunda kendilerine yardımımız yetişti.”
Ayette, sabredenlere yardımın geleceğine dair bir vaade gizli bir işaret vardır.
وَلاَ مُبَدِّلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ “Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek yoktur.”
“Hayır O, hak ile geldi ve peygamberleri tasdik etti. Elbette siz o elîm azabı tadacaksınız.” (Saffat, 37, 38) gibi ayetlerde vaat edilen durumlara bir işarettir.
وَلَقدْ جَاءكَ مِن نَّبَإِ الْمُرْسَلِينَ “Şüphesiz ki sana, peygamberlerin haberlerinden bir kısmı gelmiştir.”
O peygamberlerin kıssalarından ve kavimlerine karşı maruz kaldıkları çileli hâllerden bazı haberler Sana geldi.
35- وَإِن كَانَ كَبُرَ عَلَيْكَ إِعْرَاضُهُمْ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَن تَبْتَغِيَ نَفَقًا فِي الأَرْضِ أَوْ سُلَّمًا فِي السَّمَاء فَتَأْتِيَهُم بِآيَةٍ “Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse; bir delik açıp yerin dibine inerek, yahut bir merdiven kurup göğe çıkarak onlara bir mu’cize getirmeye gücün yetiyorsa durma, yap!”
Senden ve Senin getirdiklerine imandan yüz çevirmeleri Sana ağır geliyorsa, yere doğru bir menfez, bir tünel açıp onlar için bir ayete muttali olabileceksen veya bir merdivenle semaya yükselip oradan kendilerine bir ayet getirebileceksen, hiç durma hemen yap.
Ayetten murat, Hz. Peygamberin kavminin İslâma girmesi için ne kadar arzulu olduğunu beyan etmektir. Öyle ki yerin altından veya semanın fevkinden bir mu’cize getirmeye gücü yetse, onların imanı ümidiyle hiç tereddüt etmez, hemen getirirdi.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَمَعَهُمْ عَلَى الْهُدَى “Şayet Allah dileseydi, elbette onları hidayet üzere toplardı.”
Allah isteseydi onları imana muvaffak kılardı, onlar da iman ederlerdi. Lakin O’nun meşieti buna taalluk etmedi.
Öyleyse “onlar iman etmiyorlar” diye kederinden kendini helâk etme!
Mutezile, ayeti şöyle te’vil eder:
Şayet Allah dilese onları imana zorlayacak bir mu’cize getirmek sûretiyle
716 b Beydâvî Tefsiri
hepsini hidayet üzere toplardı. Lâkin hikmete uygun olmaması sebebiyle bunu yapmadı.
فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْجَاهِلِينَ “O hâlde, sakın cahillerden olma.”
Öyleyse, olmayacak bir şeye hırs göstererek, sabredilecek yerlerde sızlanarak cahillerden olma. Çünkü böyle yapmak cahillerin âdetidir.
36- إِنَّمَا يَسْتَجِيبُ الَّذِينَ يَسْمَعُونَ “Davete, ancak kulak verenler icabet eder.”
Senin davetine ancak ve ancak anlayarak ve düşünerek dinleyenler icabet eder.
Bir başka ayette şöyle bildirilir:
“Şüphesiz bunda, kendisinde bir kalp olan yahut gafletten uzak bir halde kulak veren kimseler için bir öğüt vardır.” (Kaf, 37)
Bunlar ise, duymayan ölüler gibidirler.
وَالْمَوْتَى يَبْعَثُهُمُ اللّهُ “Ölülere gelince; Allah onları diriltir.”
ثُمَّ إِلَيْهِ يُرْجَعُونَ “Sonra O’na döndürülürler.”
37- وَقَالُواْ لَوْلاَ نُزِّلَ عَلَيْهِ آيَةٌ مِّن رَّبِّهِ “Dediler ki: Rabbinden ona bir ayet indirilse ya!”
Onların indirilmesini istediği ayet, talep ettikleri bir mu’cize veya inen ayetleri inatları yüzünden bir şey saymadıkları için başka bir ayet gelmesidir.
قُلْ إِنَّ اللّهَ قَادِرٌ عَلَى أَن يُنَزِّلٍ آيَةً “De ki: Şüphesiz Allah, bir ayet indirmeye kâdirdir.”
Allah, onların talep ettiklerinden bir ayet veya üzerlerine dağın kaldırılması gibi kendilerini imana zorlayacak bir mu’cize veya inkâr etmeleri halinde helâk olacakları bir delil indirmeye kâdirdir.
وَلَكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لاَ يَعْلَمُونَ “Fakat onların çoğu bilmezler.”
Lakin onların ekserisi Allahın ayet indirmeye, mu’cize göstermeye kâdir olduğunu, böyle bir ayetin indirilmesinin başlarına belayı celbedeceğini, kendilerine indirilende başka ayete ihtiyaç hissettirmeyecek şekilde alternatif olduğunu bilmezler.
38- وَمَا مِن دَآبَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلاَّ أُمَمٌ أَمْثَالُكُم “Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar.”
Ayette “iki kanadıyla uçan” ifadesinde “iki kanat” kaydı, cümlenin sür’at veya başka bir manayı anlatmak için mecaz olmadığını göstermek içindir.
İşte, her bir canlı ve her bir kuş sizler gibi halleri mahfuz, rızkları ve ecelleri mukadder birer ümmettir.
Ayetten murat, Cenab-ı Hakkın
-Kudretinin kemâline,
-İlminin şümulüne,
-Tedbirinin vüsatine delâlettir. Ta ki bu, O’nun ayet indirmeye de kâdir olduğuna bir delil olsun.
مَّا فَرَّطْنَا فِي الكِتَابِ مِن شَيْءٍ “Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”
“Kitap”tan murat
1-Levh-i Mahfuz olabilir. Çünkü Levh-i Mahfuz, âlemde cereyan eden büyük-küçük her şeye müştemildir. Onda canlı-cansız hiçbir şey mühmel değildir.
2-Kur’anı Kerim de olabilir. Çünkü Kur’anda dinle ilgili ihtiyaç olan her şey ayrıntılı veya mücmel olarak bulunmaktadır.
ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ “Sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.”
Sonra bütün ümmetler, onları terbiye eden Rab’lerine sevkedilirler, birbirlerinden haklarını alırlar. Rivayette bildirildiği gibi, “boynuzsuz hayvan boynuzludan hakkını alır.”
39- وَالَّذِينَ كَذَّبُواْ بِآيَاتِنَا صُمٌّ وَبُكْمٌ فِي الظُّلُمَاتِ “Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir.”
Ayetlerimizi yalanlayanlar, sağırdırlar, Allahın rububiyetine, ilminin kemâline ve kudretinin büyüklüğüne delâlet eden böyle ayetleri duymazlar. Dilsizdirler, hakkı konuşmazlar, küfrün karanlıklarında ne yapacaklarını şaşırmış bir hâldedirler.
Ayetteki “zulümat”tan murat küfür karanlıkları yanında
-Cehalet karanlığı
-İnat karanlığı
-Taklid karanlığı da olabilir.
مَن يَشَإِ اللّهُ يُضْلِلْهُ “Allah dilediği kimseyi yoldan çıkarır.”
Ayet-i Kerime, Mu’tezileye karşı ehl-i sünnete apaçık bir delildir.
وَمَن يَشَأْ يَجْعَلْهُ عَلَى صِرَاطٍ مُّسْتَقِيمٍ “Dilediğini de, dosdoğru yol üzere kılar.”
O’nu hidayete irşad eder ve ona doğru sevkeder.
40- قُلْ أَرَأَيْتُكُم إِنْ أَتَاكُمْ عَذَابُ اللّهِ أَوْ أَتَتْكُمُ السَّاعَةُ أَغَيْرَ اللّهِ تَدْعُونَ “De ki: Söyleyin bakalım, acaba size Allah’ın azabı gelse veya size kıyamet saati gelip çatsa, Allah’tan başkasını mı çağırırsınız?”
Bu sualden maksat, onların hayret verici durumlarını ortaya koymaktır.
Yani, “sizden öncekilere geldiği gibi size de Allahın azabı veya kıyametin dehşeti gelse, Allahtan başkasına mı yalvarırsınız?”
Bu ifade, onları susturmak içindir.
إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “Eğer doğru söylüyorsanız…”
Putların ilahlar olduğunda sadık iseniz, Allahı değil de onları çağırın!
41- بَلْ إِيَّاهُ تَدْعُونَ “Hayır, yalnız O’na yalvarırsınız.”
Onlarla alakalı bazı ayetlerde anlatıldığı üzere, sadece O’na yalvarırsınız.
فَيَكْشِفُ مَا تَدْعُونَ إِلَيْهِ إِنْ شَاء “O da –dilerse- kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır.”
Hangi hâlin açılması için O’na dua etmişseniz, dilerse o hâli açar, size lütufta bulunur.
وَتَنسَوْنَ مَا تُشْرِكُونَ “Ve (o zaman), ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.”
O vakit batıl mabutlarınızı unutursunuz. Çünkü, zararı açmaya kâdir olanın başkası değil ancak Allah olduğu akıllarda iyice netleşmiştir.
[1> Yani, önceki ayete bakıldığında Hz. Peygamberi yalanlayan kimse olmadığı zannedilebilir. Ama peşinden gelen bu ayetten O’nu yalanlayanlar da olduğu anlaşılmaktadır.