76. DERS (Maide Suresi, 51 - 63) Allahın Hizbi

 

51- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء “Ey iman edenler! Yahudileri ve Hristiyanları dost edinmeyin.”

Onlara itimad etmeyin, dostlarla sıkı fıkı olmanız gibi onlarla beraber olmayın.

بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ “Onlar birbirlerinin dostudurlar.”

Ayetin bu kısmı, hükmün illetine bir imadır. Yani, onlar sizin aleyhinizde ittifak hâlindedirler. Dinde bir olmaları ve size zıd olmada ittifakları sebebiyle, onlar birbirlerine dost olurlar.

وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ “Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o onlardan olur.”

Hükmün bu şiddette gelmesi, onlardan içtinabın vücubunu gösterir.

Veya şu açıdan da bakılabilir: Onlara dostluk gösterenler münafıklardı.

إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.”

Zalim kavim, ya kâfirlere dostluk göstererek kendi nefislerine zulmetmiş veya İslâm düşmanlarına dostluk göstererek mü’minlere zulmetmişlerdir.

 

52- فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ “İşte kalplerinde bir hastalık olanların, onların arasında koşup durduklarını görürsün.”

Burada “kalbinde maraz olanlardan” murat, münafıkların reisi İbnu Übey ve emsali kimselerdir.

يَقُولُونَ نَخْشَى أَن تُصِيبَنَا دَآئِرَةٌ “Başımıza bir felaket gelmesinden korkuyoruz” derler.”

Sebeb-i Nüzûl

Münafıklar, ehl-i kitaba dostluk gösteriyor ve “Korkarız ki devran döner, işler tersine çevrilir, devlet kâfirlerin olur. Ondan dolayı biz onlarla görülüyoruz” şeklinde mazeret beyan ediyorlardı.

Rivayet edilir ki, Ubade Bin Samit, Hz. Peygambere şöyle dedi: Yahudilerden benim çok dostlarım var. Ben onların dostluğundan beri olduğumu, Allah ve Rasulüne dost olduğumu ilan ediyorum.”

Bunun üzerine (münafıkların reisi) İbnu Übey şöyle dedi: “Ben devranın dönmesinden korkan bir adamım. Onların dostluğundan teberri edemem.” Bu münasebetle üstteki ayet nazil oldu.

فَعَسَى اللّهُ أَن يَأْتِيَ بِالْفَتْحِ أَوْ أَمْرٍ مِّنْ عِندِهِ “Umulur ki Allah, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir.”

Umulur ki Allah, Peygamberine düşmanlarına karşı bir fetih verir veya katl ve sürgün ile Yahudilerin kökünü keser.

Ayette bahsedilen durum, münafıkların sırlarını izhâr etmek ve onların katli de olabilir.

فَيُصْبِحُواْ عَلَى مَا أَسَرُّواْ فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ “Ve onlar içlerinde gizledikleri şeye pişman olurlar.”

Böylece onlar Hz. Peygamberin dini konusunda gizlemiş oldukları küfür ve tereddütten pişman olurlar.

 

53- وَيَقُولُ الَّذِينَ آمَنُواْ (O zaman) iman edenler derler ki:”

Ayetin bu kısmı “peki, bu durumda mü’minler acaba ne diyor” şeklinde mukadder bir suale cevap gibidir.

Ayrıca şu manalar da verilebilir:

“Umulur ki Allah bir fetih verir ve mü’minler de şöyle der.”

Veya “Umulur ki Allah bir fetih ve mü’minlerin şöyle diyeceği bir zamanı getirir…”

أَهَؤُلاء الَّذِينَ أَقْسَمُواْ بِاللّهِ جَهْدَ أَيْمَانِهِمْ إِنَّهُمْ لَمَعَكُمْ “Sizinle beraber olduklarına dair var güçleriyle Allah’a yemin edenler şunlar mı?”

Mü’minlerin bir kısmı bir kısmına, hem münafıkların haline şaşarak, hem de Allahu Teâlânın mü’minlere verdiği ihlasla gururlanarak böyle söylerler.

Veya, mü’minler Yahudilere böyle söylerler. Çünkü münafıklar, Allahu Teâlânın bize anlattığı gibi “Andolsun, eğer çıkarılırsanız, mutlaka biz de sizinle beraber çıkarız. Eğer sizinle savaşılırsa, mutlaka size yardım ederiz.” (Haşir, 11) demişler ve Yahudilere destek olacaklarına yemin etmişlerdi.

حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ “Onların amelleri boşa gitmiştir.”

فَأَصْبَحُواْ خَاسِرِينَ “Böylece ziyan edenlerden olmuşlardır.”

Ayetin bu kısmı, mü’minlerin sözünün devamı olabileceği gibi, doğrudan Allahın onlar hakkında bir hükmü de olabilir. Bunda taaccüp manası vardır ve sanki şöyle denilmiştir: “Onların amelleri ne kadar da boşa gitti, onların ziyanları ne kadar da büyük oldu!”

 

54- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ مَن يَرْتَدَّ مِنكُمْ عَن دِينِهِ فَسَوْفَ يَأْتِي اللّهُ بِقَوْمٍ “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında bir kavim getirir.”

Bu, Allahu Teâlânın vukuundan önce haber verdiği olaylardandır. Hz. Peygamber devrinin sonlarında üç Arab kabilesi dinden dönmüştü.

1-Beni Müdlic. Bunların reisi Esved-i Anesi idi. Yemende peygamberlik davasında bulundu. Bulunduğu bölgede hükümran oldu. Sonra Firuz Deylemi, Hz. Peygamberin vefatından bir gün önce onu öldürdü. Hz. Peygamber, onun öldürüldüğü gece ashabına durumu haber verdi, Müslümanlar da bu haberle mesrur oldular. Haber ise Rabiul evvel ayının sonlarında geldi.[1>

2-Beni Hanife. Bunlar Müseylime’nin ashabıdır. Müseylime, nübüvvet davasında bulundu ve Rasulullaha şöyle bir mektup yazdı:

“Allah Rasülü Müseylimeden Allah Rasulü Muhammede. Arzın yarısı benim, yarısı da senin.”

Hz. Peygamber cevabî mektubunda şöyle dedi:

“Arz Allahındır. Kullarından dilediğini arza mirasçı yapar. Akıbet müttaki olanlarındır.”

Hz. Ebu Bekir Müseylimeye savaş açtı. Hz. Hamzanın kâtili Vahşi, Müseylimeyi öldürdü.

3-Beni Esed. Bunlar Tuleyha Bin Huveylidin kavmidir. Bu şahıs peygamberlik iddiasında bulundu. Hz. Peygamber ona Halid Bin Velidi gönderdi. Savaş sonrası Şama kaçtı, sonra da İslâma girdi, İslâmı güzel yaşadı.

Hz. Ebu Bekir döneminde ise yedi irtidad olayı yaşandı. Allah, O’nun eliyle bütün bu irtidat olaylarını bitirdi.

يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”

Bu kavmin hangisi olduğu hakkında farklı görüşler vardır. Şöyle ki:

1-Bu kavim, Yemen halkı olabilir. Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) Ebu Musa El-Eşari’ye işaret edip “ayetin bahsettiği kavim, bunun kavmidir” demiştir.

2-Bu kavim İranlılar olabilir. Ayetten muradın kimler olduğu sorulunca Hz. Peygamber (asm) elini Selman-ı Farisinin omzuna vurup “bu ve bunun gibi olanlardır” buyurmuştur.

3-Bundan murat Kadisiye savaşında cihad edenler de olabilir, denilmiştir…

Allahın kullarına muhabbeti, onlara dünyada hidayet ve tevfik murat etmesi, ahirette de güzel akibet (hüsn-ü sevab) vermesidir.

Kulların Allaha muhabbeti ise, O’na itaati esas almaları ve karşı gelmekten sakınmalarıdır.

أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ “Mü’minlere karşı yumuşaktırlar.”

أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ “Kâfirlere karşı ise şiddetlidirler.”

يُجَاهِدُونَ فِي سَبِيلِ اللّهِ “Allah yolunda cihad ederler.”

وَلاَ يَخَافُونَ لَوْمَةَ لآئِمٍ “Hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar.”

Onlar, Allah yolunda cihadı ve Allahın dininde tavizsiz yaşamayı cem eden kimselerdir. Onlar cihadları esnasında da münafıklardan farklı olurlar. Çünkü münafıklar Müslümanların ordusu içinde yer aldıklarında, dostları olan Yahudilerin kınamasından korkarlar ve bundan dolayı onların kınamasına yol açacak bir şey yapmazlardı.

Ayette geçen “levme” ifadesi “kınamak” manasına gelen “levm” kelimesinden gelir, “tek kınama” anlamındadır. Bunun bu kalıpta gelişi ve “lâim” kelimesinin elif-lâmsız gelmesi, manayı daha da kuvvetlendirir. Yani, onlar kimden olursa olsun her türlü kınamadan korkmazlar, çekinmezler.

ذَلِكَ فَضْلُ اللّهِ يُؤْتِيهِ مَن يَشَاء “Bu, Allah’ın bir lütfudur, onu dilediğine verir.”

وَاللّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ “Allah, Vasi’ – Alîm’dir (geniş ihsan sahibidir, her şeyi çok iyi bilendir).”

Allahın lütfu boldur, buna kimin ehil olduğunu da bilir.

 

55- إِنَّمَا وَلِيُّكُمُ اللّهُ وَرَسُولُهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ “Sizin veliniz ancak Allah’tır, Onun Resûlüdür ve iman edenlerdir.”

Allahu Teâlâ, önceki ayetlerde kâfirlerle dost olmaktan yasaklamıştı, burada da dostluğa layık olanları bildirdi.

Ayette “sizin velileriniz” değil de, “sizin veliniz” denilmesi şunu gösterir: Allahın dostluğu asıldır, rasülüne ve mü’minlere gösterilecek dostluk ise tebei olup, bu asla göre olmalıdır, yani peygamber ve ehl-i iman Allah namına sevilmelidir.[2>

الَّذِينَ يُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَهُمْ رَاكِعُونَ “Onlar, tam bir itaatle namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler.”

Ayetin bu kısmı, mü’minlerin sıfatıdır.

Ayet metnindeki “rakiun” kelimesi, onların namaz ve zekâtlarında huşu içinde olmalarını ifade eder. “Zekât verirken mütevazi bir hâlde verirler” manası da söz konusu olabilir.

Rivayete göre Hz. Ali namazda rükû hâlinde iken bir dilenci O’ndan yardım talebinde bulundu. O da, rûku hâlinde iken, yüzüğünü çıkarıp ona attı.

Şia, ayette geçen “sizin veliniz” kelimesine ulu’l-emr, yani “idareci” manası vererek bu ayetle Hz. Ali’nin imametine delil getirdi. Ama ayetin zâhir manası, yukarda zikrettiğimiz manadır.

Ayrıca, ayet “namazı dosdoğru kılarlar ve zekâtı verirler” şeklinde çoğul ifade ile gelmiştir, bunu bir kişiye hamletmek, zâhire aykırıdır.

Şayet ayetin Hz. Ali hakkında indiği sahih ise, çoğul sığası ile gelmesi, diğer insanları da O’nun gibi yapmaya teşvik etmek içindir.

Yine bu rivayetten öyle anlaşılıyor ki, namaz esnasında az bir fiil namazı bozmaz. Keza, nafile sadakaya da “zekât” adı verilebilir.

 

56- وَمَن يَتَوَلَّ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَالَّذِينَ آمَنُواْ فَإِنَّ حِزْبَ اللّهِ هُمُ الْغَالِبُونَ “Kim Allah’ı, O’nun Rasulünü ve iman edenleri veli (dost) edinirse, bilsin ki hizbullah (Allahın hizbinden olanlar) elbette galiptirler.”

Ayette, “Kim Allah’ı, O‘nun Rasulünü ve iman edenleri veli (dost) edinirse” denildikten sonra, “işte onlar galip olanlardır” şeklinde zamir getirmek yerine “bilsin ki hizbullah (Allahın hizbinden olanlar) elbette galiptirler” denilmesi, onların galebesinin bir delilidir. Sanki şöyle denilmiştir: “Kim bunları dost edinirse, işte onlar Allahın hizbidirler. Allahın hizbinden olanlar ise galiptirler.”

Ayrıca, bu şekilde onlara “Hizbullah” denilmesinde bu isimle onları övmek, şanlarını yüceltmek ve şereflendirmek vardır. Ayrıca, bunlardan başkasını dost edinenlere de bir tariz söz konusudur. Çünkü onlar hizbuşşeytandır.

 

57- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الَّذِينَ اتَّخَذُواْ دِينَكُمْ هُزُوًا وَلَعِبًا مِّنَ الَّذِينَ أُوتُواْ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكُمْ وَالْكُفَّارَ أَوْلِيَاء “Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve kâfirlerden, dininizi alay ve eğlence konusu yapanları dost edinmeyin.”

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, Rufaa Bin Zeyd ve Süveyd Bin Haris hakkında nazil olmuştur. Bunlar İslâma girdiklerini söylediler, ama münafıklık yaptılar. Müslümanların bir kısmı, bu ikisini sevmekteydiler. Onları sevmenin yasaklanması, onların dini bir eğlence ve oyun edinmesi gerekçesine bağlandı. Bunda, hükmün illetine bir imâ vardır. Yani, “bu sebeple onları sevmeyiniz.” Ayrıca, “böyle olanlar dostluğa layık değildirler, düşmanlık ve buğza layıktırlar” manasına bir tenbih söz konusudur.

Ayette ehl-i kitap ve kâfirlerin ayrı ayrı zikredilmesi, bunların farklılığına işaret eder. “Kâfirler” ifadesi her ne kadar ehl-i kitabı içine alsa da, küfürlerinin kat kat olması sebebiyle özellikle müşrikler için kullanılır.

Ayette, hak üzere olmayanların dostluğundan nehiy vardır. Müşrikler gibi kitap ehli olmayanlar bu nehye dâhil olduğu gibi, hevâ’nın hükmettiği ve doğru yoldan inhiraf eden kitap ehli de dâhildirler.

وَاتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Eğer mü’minler iseniz, Allah’tan korkun.”

Yasaklardan kaçarak Allahtan korkun.

Çünkü, gerçek bir iman, bunu gerektirir.

Veya şöyle de mana verilebilir: “Gerçekten Allahın vaad ve vaîdine (tehdidine) inanmış kimseler iseniz, Allahtan korkun.”

 

58- وَإِذَا نَادَيْتُمْ إِلَى الصَّلاَةِ اتَّخَذُوهَا هُزُوًا وَلَعِبًا “Siz namaza çağırdığınız vakit, onu bir eğlence ve oyun edindiler.”

“Onu bir eğlence ve oyun edindiler” derken, zamir hem namaza, hem de namaz için yapılan nidaya, yani ezana râci olabilir. Bunda, namaz için ezanın meşru olduğuna bir delil vardır.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayet edilir ki, Medine Hristiyanlarından biri, müezzinin “eşhedû enne Muhammeden rasulullah” nidasını duyduğunda “Allah yalancıyı yaksın” diye beddua ederdi. Derken bir gece, hizmetçisi ateşle eve girdi. Ailesi ise uykuda idi. Ateşin kıvılcımları eve sıçradı ve yangın çıktı, onu ve ailesini yaktı.

ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْقِلُونَ “Bu, onların akılları ermeyen bir toplum olmalarındandır.”

Çünkü akılsızlık, hakkı bilmemeye ve onunla dalga geçmeye sevkeder, akıl ise böyle hallerden men eder.

 

59- قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ هَلْ تَنقِمُونَ مِنَّا إِلاَّ أَنْ آمَنَّا بِاللّهِ وَمَا أُنزِلَ إِلَيْنَا وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلُ “De ki: Ey ehl-i kitap! Yalnızca Allah’a, bize indirilene ve daha önce indirilmiş olanlara iman ettiğimiz için mi bizden hoşlanmıyorsunuz.”

Sizin bizi inkârınız ve bizi ayıplamanız, sırf Allaha ve indirdiği bütün kitaplara inandığımız içindir.

وَأَنَّ أَكْثَرَكُمْ فَاسِقُونَ “Ve çoğunuz fasık kimselerdir.”

Bu ifade, onların inkâr ve ayıplamalarının ikinci bir sebebini açıklar. Yani, “sizin bizi inkârınız, bize olan muhalefetinizdendir. Çünkü biz imana girdik, siz ise ondan hariçte kaldınız.”

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, Yahudilere hitap etmektedir. Onlardan bir grup gelip nelere iman edilmesi gerektiğini sormuşlardı. Bu münasebetle şu ayetler geldi:

 “Deyin ki: Biz Allah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve esbat’a (Yakubun neslinden gelenlere) indirilene, Mûsâ ve İsa’ya verilene ve bütün diğer peygamberlere Rab’lerinden verilene iman ettik.” (Bakara, 136)

Gelen ayette Hz. İsanın da zikredildiğini duyunca “sizin dininizden daha kötü bir din bilmiyoruz.” dediler. Bunun üzerine şu ayetler indi.

60- قُلْ هَلْ أُنَبِّئُكُم بِشَرٍّ مِّن ذَلِكَ مَثُوبَةً عِندَ اللّهِ “De ki: Allah katında sevabı! bundan daha kötü olanları size haber vereyim mi?”

“Ukubet” kelimesinin şerde kullanılması gibi, aslında ayetteki “mesûbe” kelimesi hayırlı şeyler için kullanılır. Burada şerde kullanılması “onların kendi aralarındaki selamlaşmaları, birbirlerine tokat atmalarıdır” deyiminde olduğu gibidir.

مَن لَّعَنَهُ اللّهُ وَغَضِبَ عَلَيْهِ وَجَعَلَ مِنْهُمُ الْقِرَدَةَ وَالْخَنَازِيرَ وَعَبَدَ الطَّاغُوتَ “Onlar, Allah’ın lânetlediği ve gazabına uğrattığı, içlerinden bir kısmını maymunlar ve domuzlar kıldığı kimseler ve bir de tağuta ibadet edenlerdir.”

Allahın Yahudilere lanet etmesi, onları rahmetinden uzak kılmasıdır. Kendilerine apaçık ayetler geldikten sonra inkâra sapmaları, günahlara dalmaları sebebiyle onlara gadap etmiş, cezalandırmıştır. Cumartesi yasağını çiğneyenleri maymuna çevirmiş, Hz. İsaya gelen sofraya muhatap olduğu halde inkâra sapanları da domuz yapmıştır. Maymun ve domuza çevrilmenin Cumartesi yasağını çiğneyenler hakkında olduğunu söyleyenler de vardır. Bu görüşe göre, o yasağı çiğneyen gençler maymuna, ihtiyarlar da domuza çevrilmişlerdir.

Tağuta ibadetten murat, onların bir kısmının buzağıya tapmaları olabilir. Allaha masiyet hususunda itaat ettikleri kâhinler gibi kimseler de birer tağut olarak düşünülebilir.

أُوْلَئِكَ شَرٌّ مَّكَاناً وَأَضَلُّ عَن سَوَاء السَّبِيلِ “İşte bunlar konum itibariyle daha şerli ve dosdoğru yoldan daha ziyade sapmış kimselerdir.”

Ayette, “İşte bunlar konum itibariyle daha şerli ve dosdoğru yoldan daha ziyade sapmış kimselerdir” denilmesi, mutlak manada onların konum itibariyle şerli ve yoldan sapmış olduklarını anlatır. Yoksa, şer ve dalalette mü’minlere nisbetle daha kötü durumda olduklarını ifade etmek için değildir.

 

61- وَإِذَا جَآؤُوكُمْ قَالُوَاْ آمَنَّا “Onlar, size geldikleri zaman, “iman ettik” dediler.”

Ayet, Rasulullaha çifte standart uygulayan Yahudiler hakkında inmiştir veya genel anlamda münafıklar hakkındadır.

وَقَد دَّخَلُواْ بِالْكُفْرِ وَهُمْ قَدْ خَرَجُواْ بِهِ “Oysa yanınıza kâfir olarak girip, kâfir olarak çıkmışlardır.”

Senin yanına girdikleri gibi iman etmemiş olarak çıkarlar, Senden duydukları onlarda bir tesir meydana getirmemiştir.

Onların üzerinde nifak alâmeti bulunmakta idi. Hz. Peygamber (asm) zann-ı galiple bunun farkındaydı. Bundan dolayı ayetin devamında şöyle denildi:

وَاللّهُ أَعْلَمُ بِمَا كَانُواْ يَكْتُمُونَ “Allah, onların gizlediklerini en iyi bilendir.”

Yani, “Allah onların gizlemiş olduğu küfrü en iyi bilendir.”

Bu ifadede, onlara şiddetli bir tehdid vardır.

 

62- وَتَرَى كَثِيرًا مِّنْهُمْ يُسَارِعُونَ فِي الإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ “Onlardan çoğunu günahta, taşkınlıkta ve haram yemede birbirleriyle yarışır görürsün.”

Ayette, bu münafıkların iki özelliğine dikkat çekilmiştir:

1-İsm (haram)

2-Udvan (zulüm veya isyanda taşkınlık). Bunlardan birincisi her türlü haramı ifade edebileceği gibi, bundan sonraki ayette geçen “günah söz” ifadesinden hareketle “yalan” manası da düşünülebilir.

Ayrıca, bunlardan birincisinin kendileriyle ilgili olan günahlar, ikincisinin de başkalarıyla ilgili günahlar olduğu da söylenmiştir.

لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Yapmakta oldukları şey ne kötüdür!”

 

63- لَوْلاَ يَنْهَاهُمُ الرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ عَن قَوْلِهِمُ الإِثْمَ وَأَكْلِهِمُ السُّحْتَ “Keşke din adamları ve bilginler, bunları günah söz söylemekten ve haram yemekten sakındırsalardı!”

Ayette, onların âlimlerine, onları bu günahlardan sakındırmaya bir teşvik vardır. Çünkü “levlâ” لَوْلاَ ifadesi mazi fiilin başında kınama, geniş zaman fiilinin başında ise teşvik ifade eder.

لَبِئْسَ مَا كَانُواْ يَصْنَعُونَ “Sanat haline getirdikleri şey, ne kötüdür!”

Ayette, onların yaptıkları şeyin kötülüğünü nazara verirken “san’at” kökünden bir fiilin kullanılması, “onlar ne kötü yapıyorlar” demekten daha etkili bir kınamadır. Çünkü insan bir sanatı icra ederken önce hayli alıştırmalar yapar, en idealini yapmayı araştırır, sonra onu icra eder. Bundan dolayı, onların önde gelenleri bu ifade ile kınandı.

Keza, haseneyi terk etmek masiyete düşmekten daha çirkindir. Çünkü nefis masiyetten lezzet alır ve ona meyleder. Masiyeti önlemeye çalışmayı terk ise, böyle değildir. Dolayısıyla, en beliğ bir şekilde bunu zemmetmek daha uygun oldu.

 


[1> Hz. Peygamber, aynı ayın onikisinde vefat etti.

[2> Mesela, Müslüman olmayan birinin Peygamber Efendimizin peygamberliğini kabul etmeden O’nu sevmesi, ideal bir sevgi değildir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
5. Maide
Gönderi tarihi: 18-05-2012
3,254 kez okundu
Block title
Block content