81. DERS (Maide Suresi, 95 - 100) Av Hükümleri

 

95- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَقْتُلُواْ الصَّيْدَ وَأَنتُمْ حُرُمٌ “Ey iman edenler! İhramlı iken (karada) av hayvanı öldürmeyin.”

Ayette “kesmek ve boğazlamak” yerine “öldürmeyin” demesi, tamim (genelleme) içindir.

Ayet metnindeki “sayd”dan murat, eti yenen av hayvanlarıdır. Çünkü örfen yaygın olan kullanım budur. Hz. Peygamberin şu sözü de bunu te’yid eder:

“Şu beş hayvan hem harem dışında hem de harem dâhilinde öldürülür: Çaylak, karga, akrep, fare ve saldırgan köpek.”

Başka bir rivayette, akrep yerinde yılan ifadesi yer almıştır. Bunda, eza veren her hayvanın öldürülmesine bir tenbih vardır.

وَمَن قَتَلَهُ مِنكُم مُّتَعَمِّدًا فَجَزَاء مِّثْلُ مَا قَتَلَ مِنَ النَّعَمِ “Kim (ihramlı iken) onu müteammiden öldürürse (kendisine) öldürdüğü hayvanın dengi bir ceza vardır.”

Her kim ihramlı olduğunu hatırladığı ve öldürmezden önce bunun kendisine haram olduğunu bildiği halde kasden öldürürse, bu durumda, bu kimsenin öldürdüğü hayvan gibi bir hayvanı kurban etmesi gerekir.

Ekser âlimler, ayetteki “müteammiden” ifadesini cezanın gerekli oluşuna bir kayıt olarak görmez. Çünkü bunu tazmin etmede bilerek öldürenle bilmeden öldüren arasında fark yoktur. Zira ayetin sonraki kısmında “Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır” denilmiştir.

Öte yandan, ayet müteammiden öldüren bir sahabi hakkında inmiştir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Hudeybiye umresi esnasında sahabilere zebra görüldü. Ebu’l-Yüsr, mızrağını attı ve onu öldürdü. Bu münasebetle bu ayetler nâzil oldu.

Ayette geçen misliyet, İmam-ı Şafii ve İmam-ı Malike göre yaratılış ve hey’et itibariyledir. İmam-ı Azama göre ise, kıymet itibariyledir.

يَحْكُمُ بِهِ ذَوَا عَدْلٍ مِّنكُمْ “Buna içinizden iki adil kişi hükmeder.”

Kurban edilecek hayvanın hangi vasıfta olacağına adaletine güvenilir iki kişi karar verir ve onların belirlediği hayvan, haremde kurban edilir, eti sadaka olarak dağıtılır. Ebu Hanife, “haremde kurban edilir, kişi istediği yerde etini sadaka olarak dağıtır” der.

هَدْيًا بَالِغَ الْكَعْبَةِ “Bu, Kâbe’ye ulaşacak bir kurbandır.”

أَوْ كَفَّارَةٌ طَعَامُ مَسَاكِينَ “Veya yoksulları yedirmek sûretiyle bir kefarettir.”

Veya kişi, kurban etmesi gereken hayvanın bedelini, o beldede yaygın yiyecekten fakirlere kefaret olarak verir.

أَو عَدْلُ ذَلِكَ صِيَامًا “Yahut onun dengi oruç tutmaktır.”

Veya her fakire vereceği yiyeceğe bedel onların sayısınca oruç tutar.[1>

لِّيَذُوقَ وَبَالَ أَمْرِهِ (Bu ceza) yaptığı işin vebalini tatması içindir.”

Yani, yaptığı fiilin ağırlığını ve ihramın hürmetini çiğnemenin kötü sonucunu tatması için bu şekilde ceza verilir. Ya bir kurban keser, ya kurban bedelini fakirlere dağıtır veya oruç tutar.

عَفَا اللّهُ عَمَّا سَلَف “Allah, geçmiştekileri affetmiştir.”

Burada “geçmiştekiler”den murat

-“Cahiliye döneminde ihramlı iken,

-Veya bu ilâhî hüküm gelmezden önce,

-Veya “bu defaki olayda Allah affetmiştir” anlamında olabilir.

وَمَنْ عَادَ فَيَنتَقِمُ اللّهُ مِنْهُ “Fakat kim bir daha böyle yaparsa, Allah ondan intikam alır.”

İbnu Abbas ve Kadı Şüreyh’ten hikâye edildiği gibi, ayetin bu ifadesinde ihramlı iken avlanan kimse, tekrar bu günahı işlediğinde kefaretine engel bir durum yoktur.[2>

وَاللّهُ عَزِيزٌ ذُو انْتِقَامٍ “Allah, Azîz’dir - intikam sahibidir.”

Allah, isyan etmekte ısrar edenden intikam alır, ceza verir.

 

96- أُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَّكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِ “Deniz avı ve deniz ürünlerini yemek sizin için ve yolcular için bir geçimlik olmak üzere helâl kılındı.”

Ancak suda yaşayan hayvanların tamamı helaldir.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Denizin suyu temizdir, ölüsü de helâldir.”

İmam-ı Azam, denizdeki canlılardan ancak balığın helal olduğunu söyler. Balıkla beraber benzerleri karada yaşayıp yenen hayvanların da helal olduğu da söylenmiştir.

وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًا “Kara avı ise ihramlı olduğunuz sürece size haram kılındı.”

“Kara avı” derken karada yapılan avcılık anlaşılabildiği gibi, karada avlanan da anlaşılabilir. Bu ikinci manaya göre, ihramlı kimselerin başkalarının avladıklarını yemesi de caiz olmaz. Çoğu âlimler birinci manayı esas alarak başkalarının avladığını yemenin caiz olduğunu söyler. Çünkü Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Başkasının avladığı veya sizin için avlanan av eti, size helâldir.”

وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Huzurunda toplanacağınız Allah’a karşı gelmekten sakının.”

 

97- جَعَلَ اللّهُ الْكَعْبَةَ الْبَيْتَ الْحَرَامَ قِيَامًا لِّلنَّاسِ وَالشَّهْرَ الْحَرَامَ وَالْهَدْيَ وَالْقَلاَئِدَ “Allah; Ka’be’yi, o hürmetli evi insanlar için ayakta kalma sebebi kıldı, Haram ayı, hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları da.”

Beytullaha “Ka’be” denilmesi, küp şeklinde olmasındandır.[3>

İnsanlar Ka’be ile dirilirler, ayakta kalırlar. Ka’be, onların hem dünya hem de ahiret işlerinde canlı kalmalarına sebeptir. Korkan kimse Ka’beye sığınır, korumasız kişi orada emniyette olur. Ticaret erbabı orada çokça kazanır. Hacılar ve umreye gidenler ona yönelirler.

“Haram ayı, hac kurbanını ve (bu kurbanlara takılı) gerdanlıkları da.”

Burada bahsedilen ay, kendisinde haccın eda edildiği Zilhicce ayıdır.

ذَلِكَ لِتَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ “Bu, göklerde ve yerde ne varsa hepsini Allah’ın bildiğini bilmeniz içindir.”

Allahın Ka’beyi Beyt-i haram kılması, haram ay ve kurbanlıklarla ilgili hükümler bildirmesi ve bunlara hürmeti emretmesi, Allahın göklerde ve yerde ne varsa her şeyi bildiğini bilmeniz içindir. Çünkü, vukuundan evvel zararlı şeyleri defetmek ve terettüp eden menfaatleri celbetmek için hükümlerin vaz’edilmesi, Şâri’nin hikmetine ve ilminin kemâline bir delildir.[4>

وَأَنَّ اللّهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ “Bir de Allah’ın her şeyi hakkıyla bilmekte olduğunu (bilmeniz içindir.)

Ayetin bundan önceki kısmında “Allahın göklerde ve yerde ne varsa hepsini bildiği” nazara verilmişti. Burada da “Allah her şeyi bilendir” denilmesi, tahsisden sonra tamim ve ıtlakdan sonra mübalağadır.[5>

 

98- اعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ وَأَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Bilin ki, Allah’ın cezası çetindir ve Allah Ğafur – Rahîm’dir (çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.)

Ayetin bu kısmında, Allahın haram kıldığı şeyleri yapanlara bir tehdit olduğu gibi, o haramlardan sakınanlara da bir vaat vardır.

Ayetin birinci kısmı olan, “Allah’ın cezası çetindir”, haram iş yapanlar hakkında, ikinci kısmı olan “Allah Ğafur – Rahîm’dir” tevbe edip bunlardan vazgeçenler hakkında olabilir.

 

99- مَّا عَلَى الرَّسُولِ إِلاَّ الْبَلاَغُ “Peygambere düşen ancak tebliğdir.”

Ayet, Allahın emrettiği şeylerin yerine getirilmesi hususunda şiddetli bir uyarıyı ihtiva eder. Yani, Peygamber kendisine emredilen tebliğ görevini

yerine getirmiştir. Bu durumda, emredilen hususlarda gevşeklik göstermede size bir mazeret kalmamıştır.

وَاللّهُ يَعْلَمُ مَا تُبْدُونَ وَمَا تَكْتُمُونَ “Allah, sizin açıkladığınızı da bilir, gizlediğinizi de.”

O, izhar ettiğiniz tasdiki bildiği gibi, gizlemiş olduğunuz tekzibi (yalanlamayı) da bilir. Yaptığınız fiili bildiği gibi, içinizden azmettiklerini de bilir.

 

100- قُل لاَّ يَسْتَوِي الْخَبِيثُ وَالطَّيِّبُ “De ki: Habis ve tayyip bir olmaz.”

Ayet, kalitesiz ve kaliteli şahıs, amel ve malların Allah nezdinde eşit olamayacağını genel bir hüküm olarak ifade eder. Bu hükümle, insanları iyi işler yapmaya ve helâlinden kazanmaya teşvik eder.

وَلَوْ أَعْجَبَكَ كَثْرَةُ الْخَبِيثِ “Pisin çokluğu hoşuna gitse bile.”

Çünkü önemli olan kaliteli veya kalitesiz olmasıdır, az veya çok olması değildir. Zira, övgüye layık az bir şey, ayıplı çok olandan daha hayırlıdır.

Ayetin hitabı, ibret alan herkesedir. Bundan dolayı devamında şöyle dedi:

فَاتَّقُواْ اللّهَ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ “Öyleyse Allah’tan korkun ey akıl sahipleri!”

Öyleyse, ey akıl sahipleri, çok da olsa habis olanı talep etmekten sakının, az da olsa tayyip olanı tercih edin.

لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ola ki felaha eresiniz.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, bu ayet Yemame hacıları hakkında indi. Bunlar müşrik idiler. Bundan dolayı Müslümanlar onları durdurmak istediler. Ama böyle yapmaktan yasaklandılar.

 

 


[1> Yani, mesela on kişiye yemek vermesi gerekiyorsa, on gün oruç tutar.

[2> Yani, “nasıl olsa Allah intikam alıyor, öyleyse kefaret gerekmez” denilmez. Ayet, bile bile aynı hatayı işlemenin ne derece kötü bir durum olduğunu nazara vermektedir.

[3> Arapçada küp ve kabe aynı kökten gelir.

[4> Şâri’, “hüküm koyan” anlamındadır. Gerçek Şâri’ Allahtır. Yaratan elbette yarattığını bilir ve mahlûkatı için en uygun hükümleri koyar.

[5> Yani, O’nun ilmine bir sınır yoktur. Bildikleri, yarattıklarıyla sınırlı değildir. Yarattıklarını bildiği gibi, henüz yaratmadıklarını da bilir. Onun ilmi mevcuda taalluk ettiği gibi, henüz vücuda gelmeyenlere de taalluk eder. Böyle olunca, O’nun ilminden hariç bir şey düşünülemez.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
5. Maide
Gönderi tarihi: 03-08-2012
2,036 kez okundu
Block title
Block content