80. DERS (Maide Suresi, 87 - 94) Bazı Haramlar

 

87- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تُحَرِّمُواْ طَيِّبَاتِ مَا أَحَلَّ اللّهُ لَكُمْ “Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri (kendinize) haram etmeyin.”

Yani, hoşunuza giden ve lezzetli olan şeylerden helâl-hoş bir şekilde yiyin.

Ayetin öncesiyle münasebeti:

Önceki ayet, Hristiyanlardaki ruhbanlığı medih, nefsin isteklerini kırmayı teşvik ve şehevanî şeyleri reddetmeyi tazammun edince, bu konuda ifrattan ve helâli haram sayar şekilde Allahın koyduğu sınırları aşmaktan sakındırdı ve şöyle buyurdu:

وَلاَ تَعْتَدُواْ “Ve haddi aşmayın.”

إِنَّ اللّهَ لاَ يُحِبُّ الْمُعْتَدِينَ “Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.”

Bundan murad “Allahın size helâl kıldığı şeylerin hududundan haram kıldığı şeylere doğru haddi aşmayın” manası olabilir. Bu durumda ayet, helâl kılınanları haram veya haram kılınanları helâl saymaktan bir sakındırma olur, ikisi ortasında dengeli olmaya sevkeder.

Rivayet edilir ki, bir gün Hz. Peygamber ashabına kıyameti vasfetti ve onları o günün dehşetinden etkili bir şekilde sakındırdı. Bu sohbet sonunda ashab rikkate geldi ve Osman Bin Maz’unun evinde toplandılar. Kendi aralarında devamlı “gündüz saim gece kâim” olmak, yatakta yatmamak, et ve yağlı şeyler yememek, kadınlara yaklaşmamak, güzel koku sürünmemek, dünyayı terk etmek, eski elbiseler giymek, derviş olarak dolaşmak, kendilerini iğdiş etmek hususunda ittifak ettiler.

Durum Hz. Peygambere iletilince şöyle buyurdu: “Ben bununla emrolunmadım. Şüphesiz nefislerinizin de sizin üzerinizde hakları vardır. Öyleyse hem oruç tutun, hem de iftar edin. Gece hem uyuyun, hem de teheccüde kalkın. Ben, gece hem ibadet ediyor, hem de uyuyorum. Hem oruç tutuyor, hem de iftar ediyorum. Et ve yağlı yiyecekler yiyorum. Kadınlarla aile hayatı yaşıyorum. Dolayısıyla, kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.”

 

88- وَكُلُواْ مِمَّا رَزَقَكُمُ اللّهُ حَلاَلاً طَيِّبًا “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden helâl, iyi ve temiz olarak yiyin.”

Şayet haram da rızık olmasaydı, ayette “helâl olarak yiyin” denilmesinin ilâve bir faydası olmazdı.[1>

وَاتَّقُواْ اللّهَ الَّذِيَ أَنتُم بِهِ مُؤْمِنُونَ “Ve kendisine inanmakta olduğunuz Allah’a karşı gelmekten sakının.”

 

89- لاَ يُؤَاخِذُكُمُ اللّهُ بِاللَّغْوِ فِي أَيْمَانِكُمْ “Allah, kasıtsız olarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz.”

Yemin-i lağv, kişiden kasde bağlı olmaksızın meydana gelen “Vallahi evet, vallahi hayır” gibi ifadelerdir. Allah, bu tür yeminlerden hesaba çekmiyeceğini bildirmiştir. İmam-ı Şafii de ayetin zâhirine göre fetva vermiştir.

Ebu Hanife ise, ayette medar-ı bahs olan yeminin zanna dayalı yemin olduğunu söyler. Kişi, yemin ettiği şekilde olduğunu zannetmiş ama yanılmışsa, Allah bundan dolayı onu hesaba çekmez.

وَلَكِن يُؤَاخِذُكُم بِمَا عَقَّدتُّمُ الأَيْمَانَ “Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar.”

Lakin Allah kast ve niyete bağlı yaptığınız yeminlerden dolayı sizi hesaba çeker. Yani, yemin akdi yapıp da sonra bunu bozduğunuzda sizi sorgular.

فَكَفَّارَتُهُ إِطْعَامُ عَشَرَةِ مَسَاكِينَ مِنْ أَوْسَطِ مَا تُطْعِمُونَ أَهْلِيكُمْ “Bu durumda onun keffareti, ailenize yedirdiğinizin orta hâllisinden on yoksulu doyurmak.”

أَوْ كِسْوَتُهُمْ “Yahut onları giydirmek.”

أَوْ تَحْرِيرُ رَقَبَةٍ “Ya da bir köle azat etmektir.”

Yemin keffareti, onun günahını ortadan kaldıracak ve örtecek fiildir. Şafiî mezhebi ayetin zahiriyle delil getirerek, yemini bozmadan mal ile kefaretin caiz olduğunu kabul eder. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:

 “Kim yemin etse ve daha sonra bundan başkasının daha hayırlı olduğunu görse, yemin kefareti versin ve hayırlı olanı yapsın.”

Yemin kefaretinde geçen “köle azadında” Müslüman bir köle olması şart mıdır?

Kasden adam öldürmenin diyetinde geçen “mü’min bir köle” kaydından yola çıkarak, İmam-ı Şafii yemin kefaretinde de imanı şart olarak görür.

Yemin keffareti veren kimse on kişiyi yedirmek veya giydirmek veya bir köle azat etme hususunda muhayyerdir, bunlardan herhangi birini uygulayabilir.

فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاَثَةِ أَيَّامٍ “Kim bu imkânı bulamazsa, onun keffareti üç gün oruç tutmaktır.”

ذَلِكَ كَفَّارَةُ أَيْمَانِكُمْ إِذَا حَلَفْتُمْ “İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin keffareti budur.”

Ebu Hanife, bir kıraatte “ardı ardına” kaydından hareketle, yemin kefareti orucunun üç gün ardı ardına olması gerektiğini söyler.

Şafiî mezhebinde ise,

-Kitapta sabit olmadığında,

-Ve sünnet olarak da rivayet edilmediğinde bu tarz şaz kıraatler delil sayılmadığından, bu orucun ardı ardına olma şartı söz konusu değildir.

وَاحْفَظُواْ أَيْمَانَكُمْ “Yeminlerinizi koruyun.”

Yeminlerinizi koruyun da öyle ulu orta yemin etmeyin. Keza, yemin ettiğinizde, elinizden geldiği kadar yemininize sadık kalın. Ayrıca, yemininizi bozduğunuzda da keffaretini verin.

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ “Allah, size âyetlerini işte böyle açıklıyor, ola ki şükredersiniz.”

 

90- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ إِنَّمَا الْخَمْرُ وَالْمَيْسِرُ وَالأَنصَابُ وَالأَزْلاَمُ رِجْسٌ مِّنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ “Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın amelinden bir pisliktir.”

فَاجْتَنِبُوهُ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ondan (o pislikten) kaçının ki kurtuluşa eresiniz.”

Ayet metnindeki ensab, ibadet için dikilen putları ifade eder.

Ayette “rics” “pislik” ifadesi müfret olarak geldi, çünkü içki ile alakalı haber olarak geldi. Diğer atfedilenlerin haberi ise hazfedilmiştir.

Bil ki, Allahu Teâlâ içki ve kumarın haramlığını te’kidli bir şekilde beyan etti. Şöyle ki:

- إِنَّمَا “İnnema” yani “ancak” ifadesini başta zikretti.

-Putlar ve fal oklarıyla beraber anlattı.

-Bunların “pislik” olduğunu söyledi.

-Bunları “şeytanın ameli” olarak nazara verdi.

İşte, bütün bunlarla, içki ve kumarla meşgul olmanın tam bir şer veya en azından şer cihetlerinin fazla olduğunu anlattı. Onlardan bizzat sakınılmasını emretti. Onlardan kaçınmanın, felahı netice vermesine dikkat çekti. Ardından da, bunları haram kılmayı iktiza eden dünyevî ve dinî zararları beyan ile şöyle dedi:

 

91- إِنَّمَا يُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُوقِعَ بَيْنَكُمُ الْعَدَاوَةَ وَالْبَغْضَاء فِي الْخَمْرِ وَالْمَيْسِرِ وَيَصُدَّكُمْ عَن ذِكْرِ اللّهِ وَعَنِ الصَّلاَةِ “Şeytan, içki ve kumarla, ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister.”

Üstteki ayette, haram kılınan dört şey geçerken, burada iki tanesini yeniden medar-ı bahis yapması ve onlarda olan vebali şerh etmesi, üstteki ayette de bu ikisinin asıl maksat olduğuna bir tenbihtir. Putların ve fal oklarının ayette zikri, haram ve şerli olmakta bunların da içki ve kumar gibi olduğuna delalet içindir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“İçki içen kimse, puta tapan kimse gibidir.”

Ayette, şeytanın içki ve kumarla zikir ve namazdan alıkoyduğu anlatıldı. Namaz da bir zikir olduğu halde ayrıca ifade edilmesi, onun büyüklüğünü ifade içindir. Ayrıca, namazdan alıkoymanın imandan alıkoymak gibi olduğunu hissettirmektir. Çünkü namaz dinin direğidir ve imanla küfür arasında ayırt edici bir unsurdur.

Sonra da, içki ve kumardan vazgeçirmek için, önce nazara verilen durumlara dayandırıp istifham (soru) sığasıyla bunları terke teşvik ile şöyle buyurdu:

فَهَلْ أَنتُم مُّنتَهُونَ “Artık vazgeçtiniz, değil mi?”

Böylece, bunları yasaklamada ve sakındırmada son noktayı koydu ve bunları yapmada hiçbir mazeret kalmadığını beyan etti.

 

92- وَأَطِيعُواْ اللّهَ “Allah’a itaat edin.”

وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ “Ve peygambere itaat edin.”

وَاحْذَرُواْ “Ve (karşı gelmekten) sakının.

Allah ve Rasulünün yasakladıklarından veya onlara muhalefet etmekten sakının!

فَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّمَا عَلَى رَسُولِنَا الْبَلاَغُ الْمُبِينُ “Şayet yüz çevirirseniz, bilmiş olun ki elçimize düşen ancak apaçık tebliğdir.”

Biliniz ki, sizler yüz çevirmekle Allah Rasülüne bir zarar veremezsiniz. Çünkü, O’na düşen ancak tebliğdir ve onu da yapmıştır. Dolayısıyla, muhalefet etmekle ancak kendinize zarar vermiş olursunuz.

 

93- لَيْسَ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ جُنَاحٌ فِيمَا طَعِمُواْ “İman edip salih ameller işleyenlere (şöyle yaptıklarında) daha önce tatmış olduklarından dolayı bir günah yoktur:”

إِذَا مَا اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ “Allah’a karşı gelmekten sakındıkları, iman ettikleri ve salih amel işlediklerinde.”

ثُمَّ اتَّقَواْ وَّآمَنُواْ “Sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve iman ettiklerinde.”

ثُمَّ اتَّقَواْ وَّأَحْسَنُواْ “Sonra Allah’a karşı gelmekten sakındıkları ve muhsin olduklarında.”

Ayette, iman eden ve salih amel işleyenlerin durumları nazara verilmiştir. Onların kendilerine haram kılınmayan şeyleri yemelerinde bir beis yoktur. Bunların haramlardan sakınmaları, iman ve salih amel üzere de sebat etmeleri gerekir. İçki gibi yeni bir haram bildirildiğinde de, artık bundan uzak kalmaları uygundur. Onun haramlığına inanmaları ve günahlardan sakınma hususunda devam ve sebat göstermeleri gerekir.

Ve ayrıca güzel amelleri araştırıp, bunlarla meşgul olmaları münasip olur.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, içkinin haramlığını bildiren ayet inince sahabe “ya RaMaide

sulallah, içki içen ve kumardan kazandığını yiyen önceden vefat eden kardeşlerimizin hâli nasıl olur?” diye sordular. Bunun üzerine, üstteki ayet nazil oldu.

Ayette tekrar edilen takva ve iman, üç vakit itibarı ile veya üç hâl itibarı ile olabilmesi muhtemeldir. Bu da insanın takva ve imanı kendisiyle nefsi, kendisiyle diğer insanlar ve kendisiyle Allah arasında kullanmasıdır. Bundan dolayı üçüncü defada iman yerine “ihsan” kelimesi getirildi. Bunda, Hz. Peygamberin bu kelimenin tefsirinde söylediği manaya bir işaret vardır.[2>

Veya bu tekrar, üç mertebe olan başlangıç, orta ve sonuç itibarıyla olabilir.

Veya sakınılacak şeyler itibarıyla olabilir. Çünkü cezadan sakınarak haramları terk etmek, harama düşme korkusuyla şüpheli şeyleri terk etmek ve nefsi düşük ahlaktan korumak için bazı mubahları terk etmek gerekir.

وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُحْسِنِينَ “Allah, muhsin olanları sever.”

Allah muhsinleri sever ve onları cezalandırmaz.

Demek ki, üstteki ayette belirtilen tavrı sergileyenler muhsin olur, muhsin olan ise Allahın sevdiği kimseler arasına girer.

 

94- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لَيَبْلُوَنَّكُمُ اللّهُ بِشَيْءٍ مِّنَ الصَّيْدِ تَنَالُهُ أَيْدِيكُمْ وَرِمَاحُكُمْ “Ey iman edenler! Andolsun, Allah sizi, ellerinizin ve mızraklarınızın erişebileceği avdan bir şey ile imtihan edecek.”

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, Hudeybiye senesinde nâzil oldu. Allah onları av ile imtihana tâbi kıldı. Hudeybiyeye katılan Müslümanlar ihrama girmişlerdi. Yolculukları esnasında vahşi av hayvanları her taraftan onlarla beraberdi. Öyle ki elleriyle tutabilir, mızraklarıyla vurabilirlerdi.

Ayette elif-lâmsız olarak gelen “şey” ifadesi azlık ve hakirlik ifade eder. Yani bu imtihan ayakların kaydığı can ve malını feda etmek gibi büyük imtihanlardan değildi. Bu durumda, böyle küçük bir imtihanda sebat etmeyen, daha şiddetli imtihanlarda nasıl sebat edebilir?

لِيَعْلَمَ اللّهُ مَن يَخَافُهُ بِالْغَيْبِ “Bu, görmediği hâlde kendisinden korkanı Allahın bilmesi içindir.”

Böyle bir imtihanla, kuvvetli imanıyla Allahı görmediği halde O’nun azabından korkanla, imanının azlığı ve ayrıca kalbindeki zaaf sebebiyle O’ndan korkmayanlar birbirinden ayrılacaktır.

Ayette “Allahın bilmesi için” denilmesi, malumun vukuu ve ortaya çıkması anlamında veya ilmin taalluk ettiği şey manasını ifade eder.

فَمَنِ اعْتَدَى بَعْدَ ذَلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Kim bundan sonra haddini aşarsa, ona elem dolu bir azap vardır.”

Böyle ihramlı iken av gibi bir imtihandan sonra kim haddini aşsa, onun için dehşetli bir tehdit vardır. Çünkü böyle basit bir imtihanda kendine sahip olamayan ve onda Allahın hükmünü gözetemeyen birisi, nefsin çokça meylettiği ve hırs gösterdiği durumlarda ne yapacaktır?

 


[1> Bazı âlimler “haram da rızık mıdır?” konusunda ihtilaf ederler. Ayette, haramın da rızık olduğuna delâlet vardır.

[2> “Cibril hadisi” diye bilinen meşhur bir hadiste, Hz. Peygamber ihsanı şöyle tarif eder: “İhsan, Allahı görüyor gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, O seni görüyor.”

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
5. Maide
Gönderi tarihi: 20-07-2012
2,844 kez okundu
Block title
Block content