20- وَإِذْ قَالَ مُوسَى لِقَوْمِهِ “Hani Musa kavmine şöyle demişti:”
يَا قَوْمِ اذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ “Ey kavmim! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın.”
إِذْ جَعَلَ فِيكُمْ أَنبِيَاء “O, içinizden peygamberler çıkardı.”
Allah o nebiler ile sizi irşad etti ve şereflendirdi. Hiçbir ümmete, İsrailoğullarına gönderdiği kadar peygamber göndermedi.
وَجَعَلَكُم مُّلُوكًا “Sizi hükümdarlar yaptı.”
Onlardan pek çok peygamber geldiği gibi, pek çok hükümdar da çıktı. Bu durum Hz. Yahyayı öldürüp Hz. İsa’yı da öldürmeye katî azmettikleri zamana kadar devam etti.
Onların melikler kılınması şu yönden de olabilir: İsrailoğulları Mısırda Kıbtîlerin elinde köleler durumundaydı. Allah onları kurtardı ve kendi kendilerini idare edecek hür kimseler yaptı.
وَآتَاكُم مَّا لَمْ يُؤْتِ أَحَدًا مِّن الْعَالَمِينَ “Ve âlemlerde kimseye vermediğini size verdi.”
Geçmeleri için Kızıl Denizin yarılması, çölde bulutun onlara gölgelik etmesi, kendilerine semadan kudret helvası ve bıldırcın gönderilmesi gibi özel nimetler verdi.
Denildi ki: Ayette, “âlemlerde kimseye vermediğini size verdi” denilirken, kendi devirlerindeki insanlarla mukayese söz konusudur.
21- يَا قَوْمِ ادْخُلُوا الأَرْضَ المُقَدَّسَةَ الَّتِي كَتَبَ اللّهُ لَكُمْ “Ey kavmim! Allah’ın size yazdığı arz-ı mukaddese girin.”
Ayette bahsi geçen arz-ı mukaddes, Kudüstür. Buranın mukaddes olması pek çok peygamberin burada yaşamış olmaları ve mü’minlerin meskeni olması yönüyledir.
Arz-ı Mukaddesin ne olduğu hakkında başka görüşler de vardır. Mesela:
-Tur Dağı ve çevresidir.
-Şam, Filistin ve Ürdün’ün bir kısmıdır.
-Şam bölgesidir.
“Allah’ın size yazdığı”
Allah onu sizin kısmetiniz kıldı.
Veya levh-i mahfuzda orayı size mesken olarak yazdı.
Lakin bu, iman ve itaat şartına bağlıdır. Çünkü isyanlarından sonra oranın kendilerine haram kılındığı belirtilmiştir. (Maide, 26)[1>
وَلاَ تَرْتَدُّوا عَلَى أَدْبَارِكُمْ “Sakın ardınıza dönmeyin.”
Oradaki güçlü-kuvvetli insanlardan korkarak gerisin geriye dönmeyin.
Anlatılır ki, kabile temsilcileri mukaddes topraklara teftiş için gidip döndüklerinde, oradaki insanların güçlü-kuvvetli oluşunu anlatınca, İsrailoğulları ağladılar ve şöyle dediler:
“Keşke Mısırda ölseydik. Haydi, gelin başımıza bir reis seçelim, Mısıra dönelim.”
“Sakın ardınıza dönmeyin” derken, bundan murat, “İsyan ile ve Allaha güvenmemekle dininizden dönmeyin” manası da olabilir.
فَتَنقَلِبُوا خَاسِرِينَ “Yoksa hüsrana uğrayanlar olursunuz.”
Yoksa dünya ve ahiret sevabını kaybedersiniz, dünyada perişan ve ahirette azap içinde olursunuz.
22- قَالُوا يَا مُوسَى إِنَّ فِيهَا قَوْمًا جَبَّارِينَ “Dediler: “Ey Mûsâ! Orada cebbar bir kavim var.”
Cebbar, dilediğini zorla başkasına yaptırabilen anlamına gelir. İsrailoğulları bu ifadeleriyle, oradaki insanların karşısında durulamaz çok güçlü kimseler olduğunu ifade etmişlerdir.
وَإِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا حَتَّىَ يَخْرُجُواْ مِنْهَا “Onlar oradan çıkmadıkça, biz oraya asla girmeyiz.”
فَإِن يَخْرُجُواْ مِنْهَا فَإِنَّا دَاخِلُونَ “Eğer oradan çıkarlarsa, biz de gireriz.”
23- قَالَ رَجُلاَنِ مِنَ الَّذِينَ يَخَافُونَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِمَا “Korkanların içinden Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki adam şöyle demişti:”
‘İki adam’dan murat, Kâlib ve Yuşa’dır.
Bu iki adamın, o zorlu kavimden Hz. Musanın dinine giren iki kimse olduğu da söylenir. Bu durumda, “İsrailoğullarının korktuğu kimselerden iki adam” manası anlaşılır.
ادْخُلُواْ عَلَيْهِمُ الْبَابَ “Onların üzerine kapıdan varın.”
Onların beldelerinin kapısına ansızın varın, onları boğazda sıkıştırın, sahraya çıkıp meydan savaşı yapmalarına engel olun.
فَإِذَا دَخَلْتُمُوهُ فَإِنَّكُمْ غَالِبُونَ “Oraya girdiniz mi, muhakkak galip gelirsiniz.”
Onların bunu söylemeleri, Hz. Musa’nın bu sonucu haber vermesi ve “Allah’ın size yazdığı arz-ı mukaddese girin” (Maide, 21) demesinden veya Allahın peygamberlere yardım etmesi şeklindeki sünnetullahı bilmelerinden olabilir.
وَعَلَى اللّهِ فَتَوَكَّلُواْ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “Eğer mü’minler iseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.”
24- قَالُواْ يَا مُوسَى إِنَّا لَن نَّدْخُلَهَا أَبَدًا مَّا دَامُواْ فِيهَا “Dediler: Ey Musa! Onlar orada olduğu sürece biz asla oraya girmeyiz.”
فَاذْهَبْ أَنتَ وَرَبُّكَ فَقَاتِلا “Sen ve Rabb’in gidin, savaşın.”
إِنَّا هَاهُنَا قَاعِدُونَ “Biz burada oturacağız.”
Onlar bu sözü Allah ve rasulünü ciddiye almayarak ve Onlara önem vermeyerek söylediler.
“Sen ve Rabbin gidin, savaşın” ifadesi şu anlama da gelebilir: “Sen git ve savaş, Rabbin de sana yardım etsin.”
25- قَالَ رَبِّ إِنِّي لا أَمْلِكُ إِلاَّ نَفْسِي وَأَخِي “Musa dedi: Ya Rabbi! Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum.”
Hz. Musa, kavminin muhalefetini görüp onlardan ümidini kesince, keder ve hüznünü Allaha şikâyet için böyle dedi. Kardeşi Harundan başka güvenebileceği kimse kalmamıştı. Bahsi geçen iki adam, her ne kadar kendisi gibi düşünmekte ise de, Hz. Musa kavminin sebat etmemesi sebebi ile karşılaştığı zorluklar yüzünden, onlara da tam güven duymadı.
Ben, kendimle kardeşimden başkasına söz geçiremiyorum” ifadesinde, “kardeşim” ifadesi, “din kardeşim” anlamına da gelebilir. Bu durumda, o iki adam da buna dâhil olurlar.
فَافْرُقْ بَيْنَنَا وَبَيْنَ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ “Artık bizimle bu fâsık kavmin arasını ayır.”
Bize layık olduğumuz güzellikleri ver. Onları da layık oldukları şekilde cezalandır.
Veya, onlarla aramızı uzak kıl, bizi onlarla beraber olmaktan kurtar.
26- قَالَ فَإِنَّهَا مُحَرَّمَةٌ عَلَيْهِمْ أَرْبَعِينَ سَنَةً “Allah dedi: Kırk sene orası onlara haram kılınmıştır.”
يَتِيهُونَ فِي الأَرْضِ “Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar.”
İsyanları sebebiyle oraya giremezler, oraya malik olamazlar.
Ayette geçen kırk yıl ifadesi, “orası kendilerine kırk yıl haramdır” şeklinde geçici bir haramlığı ifade edebileceği gibi, “Orası kendilerine haramdır. Kırk yıl çölde şaşkın şaşkın dolaşacaklar” şeklinde mutlak bir haramlığı da bildirebilir.
Şu rivayet, birinci manayı teyid eder: Hz. Musa, bu olaydan sonra kendisiyle beraber olanlarla yürüdü ve Eriha’yı fethetti. Orada, Allahın dilediği kadar kaldı, sonra da vefat etti.
Bir başka rivayete göre ise, Hz. Musa o mukaddes beldeler fethedilmeden çölde vefat etti.
Vefatından önce Hz. Yuşa’nın onların peygamberi olduğunu haber verdi. Allah Hz. Yuşa’ya o zorba insanlarla savaşı emretti. Hz. Yuşa İsrailoğullarını harekete geçirdi, o zorlu insanları yendi ve bütün Şam bölgesi İsrailoğullarının oldu.
Denildi ki: “Onlar orada olduğu sürece biz asla oraya girmeyiz” diyenlerden hiçbiri mukaddes beldelere giremedi. Bunların hepsi çölde helâk olup gitti. Onların evlatları o zorlu kavimle savaştı.
Rivayet edilir ki, onlar kırk yıl boyunca altı fersah mesafe içinde kaldılar. Sabahtan akşama kadar yol almalarına rağmen, aynı yerden dışarı çıkamıyorlardı. Bulut onları güneşten koruyordu. Gece vakti bir nur sütunu çıkıyor, onları aydınlatıyordu. Yemekleri kudret helvası ve bıldırcın eti idi.
Suları, taşımış oldukları bir taştandı. Ekser âlimlerin kanaatine göre, Hz. Musa ve Harun da çölde onlar ile beraberdi. Ancak onlar diğerleri gibi sıkıntı içinde değillerdi. O şartlar altında bulunmaları, derecelerini artırmakta idi. Hz. Musa ve Hz. Harun, çölde öldüler. Önce Hz. Harun öldü, bir yıl sonra da Hz. Musa. Ardından Hz. Yuşa üç ay sonra Erihaya girdi. Kalib ve Yuşa dışında diğer kabile temsilcileri de çölde öldüler.
فَلاَ تَأْسَ عَلَى الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ “Artık o fâsık kavim için üzülme!”
Hitab, Hz. Musayadır. Hz. Musa kavmine beddua edince pişman oldu. Allahu Teâlâ, fıskları sebebiyle onların buna müstehak olduklarını bildirerek Hz. Musayı teselli etti.
[1> İlgili ayette, taşkınlıklarına ceza olarak kırk yıl buranın onlara haram kılındığı anlatılır.