83. DERS (Maide Suresi, 109 - 120) Mahşerden Bir Manzara

109- يَوْمَ يَجْمَعُ اللّهُ الرُّسُلَ “O gün Allah peygamberleri toplar.”

 

Ayet, önceki ayetle alakalı olarak “öyle bir günden korkun” veya “öyle bir günün haberini dinleyin ki” şeklinde olabileceği gibi, “şu manayı onlara zikret” şeklinde de olabilir.

 

فَيَقُولُ مَاذَا أُجِبْتُمْ “Size ne cevap verildi?” der.”

 

Buradaki sual, peygamberlere karşı kavimlerinin tavırlarını kınamak içindir. Nasıl ki diri diri toprağa gömülen çocuk hakkında “Günahı neydi de katledildi?” (Tekvîr, 9) sorusu, soruya cevap bulmak için olmayıp kınamak içindir.[1> Burada da benzeri bir durum vardır.

 

قَالُواْ لاَ عِلْمَ لَنَا “Bizim bir bilgimiz yok” derler.”

 

إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ “Gaypleri hakkıyla bilen ancak sensin.”

 

Onların bize verdikleri cevaplarını ve izhar ettiklerini bildiğin gibi, bizim bilmediğimiz kalplerindeki gizlediklerini de bilirsin.

 

Peygamberlerin bu ifade üslûbunda, kavimlerinden bir şikâyet ve işi Allahın ilmine havale vardır. Çünkü, hemen her peygamber kavminden nice eza ve cefaya maruz kalmıştır.

 

Veya mana şöyle de olabilir: “Senin ilmin yanında bizim ilmimiz bir hiç hükmündedir.

 

Veya şu da düşünülebilir: Bizden sonra onlar neler ihdas ettiler, bilmiyoruz. Hüküm ise, ancak son duruma göre verilir.[2>

 

110- إِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسى ابْنَ مَرْيَمَ “O gün Allah, şöyle diyecek: “Ey Meryem oğlu İsa!”

 

اذْكُرْ نِعْمَتِي عَلَيْكَ وَعَلَى وَالِدَتِكَ “Senin üzerindeki ve annen üzerindeki nimetimi hatırla.”

 

Ayet, bir önceki “o gün Allah peygamberleri cem eder” ayetinden bedel olabildiği gibi, “şunu onlara hatırlat” şeklinde gizli bir fiille mansup da olabilir.

 

Allahu Teâlâ o gün peygamberlerine kâfirlerin kendilerine nasıl icabet ettiğini sorarak ve peygamberlere verdiği mu’cizeleri tek tek sayarak o inkarcıları şiddetle kınar. Çünkü bir kısım ümmetler peygamberlerini yalanlayıp “sihirbaz” demiş, bir kısmı da aşırı gidip onları ilâh edinmiştir.

 

إِذْ أَيَّدتُّكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ “Hani, seni Ruhu’l-Kudüs ile desteklemiştim.”

 

Ruhu’l-Kudüs’ten murat,

 

-Ya Hz. Cebrail’dir.

 

-Veya dinin kendisiyle hayatlandığı kelâmdır.

 

-Veya ebedi hayat veren, günahlardan tertemiz kılan nefestir. Ayetin devamı bunu te’yid eder:

 

تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلاً “Beşikte iken de, yetişkin iken de insanlara konuşuyordun.”

 

Ayetin manası, Hz. İsanın onlara küçük yaşta iken ve olgun yaşa geldiğinde aynı şekilde konuşmasıdır. Bu da Onun akıl ve kelâmının kemâlini gösterir.

 

Ayette geçen “Kehlen” ifadesi kühulet kökünden gelir ve kemâl yaşını ifade eder. Hz. İsanın, o yaşa gelmeden semaya yükseltilmesinden hareketle, bu ayetle O’nun tekrar geleceğine delil getirilmiştir.

 

وَإِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرَاةَ وَالإِنجِيلَ “Hani, sana kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim.”

 

وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي فَتَنفُخُ فِيهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِإِذْنِي “Hani iznimle çamurdan kuş şekline benzer bir şey yapıyordun da içine üflüyordun, benim iznimle hemen bir kuş oluyordu.”

 

وَتُبْرِىءُ الأَكْمَهَ وَالأَبْرَصَ بِإِذْنِي “Doğuştan körü ve cüzzamlıyı benim iznimle iyileştiriyordun.”

 

وَإِذْ تُخْرِجُ الْمَوتَى بِإِذْنِي “Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun.”

 

وَإِذْ كَفَفْتُ بَنِي إِسْرَائِيلَ عَنكَ “Hani, İsrailoğullarından seni kurtarmıştım.”

 

إِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ “O zaman onlara apaçık mu’cizeler getirmiştin.”

 

فَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ مِنْهُمْ “Onlardan inkâr edenler ise şöyle demişti:”

 

إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ “Bu, ancak apaçık bir büyüdür.”

 

111- وَإِذْ أَوْحَيْتُ إِلَى الْحَوَارِيِّينَ أَنْ آمِنُواْ بِي وَبِرَسُولِي “Hani bir de, “Bana ve Peygamberime iman edin” diye havarilere vahyetmiştim.”

 

Bundan murat, “onlara elçilerimin diliyle şunu emretmiştim” manasıdır.

 

قَالُوَاْ آمَنَّا “Dediler: İman ettik.”

 

وَاشْهَدْ بِأَنَّنَا مُسْلِمُونَ “Bizim hakka teslim olduğumuza sen de şahit ol.”

 

Şahit ol ki, bizler ihlâslı, samimi insanlarız.

 

112- إِذْ قَالَ الْحَوَارِيُّونَ “Hani havariler şöyle demişti:”

 

يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ هَلْ يَسْتَطِيعُ رَبُّكَ أَن يُنَزِّلَ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاء “Ey Meryem oğlu İsa! Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?”

 

Ayet, “şunu onlara anlat” şeklinde gizli bir fiille mansub olabileceği gibi, önceki ayette geçen “Dediler” ifadesinin zarfı da olabilir. Bu ikinci durumda, “Rabbin şöyle bir şey yapabilir mi?” ifadelerinin yanında “bizler samimi kimseleriz” demelerinin bir tahkikten ve sağlam bir bilgiden kaynaklanmadığına bir uyarı olur.

 

“Rabbin bize gökten bir sofra indirebilir mi?” demelerinin, kudret açısından değil, hikmet ve irade açısından olması muhtemeldir.[3>

 

Ayrıca şuna da dikkat çekilmiştir: Nasıl ki isticap kelimesi icabet manasında kullanılabiliyor. Burada da istitaa kelimesi itaat anlamına gelebilir.

 

Yani, “Ey İsa, böyle bir istekte bulunsan Rabbin sana icabette bulunur mu?”

 

Maide, üzeri yemekle dolu sofradır.

 

قَالَ اتَّقُواْ اللّهَ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “İsa dedi: Eğer mü’minler iseniz, Allah’tan korkun.”

 

Gerçekten O’nun kemâl-i kudretine ve benim de sıhhat-i nübüvvetime inanıyorsanız Allahtan korkun da böyle şeyler istemeyin.

 

Veya iman iddiasında sadık iseniz, böyle taleplerde bulunmayın.

 

113- قَالُواْ نُرِيدُ أَن نَّأْكُلَ مِنْهَا “Dediler: “İstiyoruz ki ondan yiyelim.”

 

وَتَطْمَئِنَّ قُلُوبُنَا “Ve kalplerimiz yatışsın.”

 

وَنَعْلَمَ أَن قَدْ صَدَقْتَنَا “Ve Senin bize doğru söylediğini bilelim.”

 

Onlar, böyle diyerek hem özür beyan ettiler, hem de kendilerini bu isteğe sevkeden durumu nazara verdiler. Yani, “o sofradan yemek, delil yoluyla Allahı bilirken, doğrudan O’nun kudretinin kemalini müşahede ile kalplerimizin itminana kavuşmasını ve nübüvvet iddianda veya Allahın dualarımıza icabet edeceğini söylemende sadık olduğunu bilmek istiyoruz.”

 

وَنَكُونَ عَلَيْهَا مِنَ الشَّاهِدِينَ “Ve ona şahitlerden olalım.”

 

Bizi şahit tuttuğunda “evet, öyle oldu” diye şahitler olalım istiyoruz.

 

Veya, böyle bir olayı duyanlar değil, bizzat gözüyle görenler olmak istiyoruz.

 

114- قَالَ عِيسَى ابْنُ مَرْيَمَ “Meryem oğlu İsa dedi:”

 

Hz. İsa, onlardan sahih bir maksat görünce veya onların vazgeçmediklerini görüp onları karşı konulmaz bir delille susturmak gayesiyle şöyle dedi:

 

اللَّهُمَّ رَبَّنَا أَنزِلْ عَلَيْنَا مَآئِدَةً مِّنَ السَّمَاء “Allahım! Ey Rabbimiz! Bize gökten bir sofra indir.”

 

تَكُونُ لَنَا عِيداً لِّأَوَّلِنَا وَآخِرِنَا “Hem önce gelenlerimize, hem sonra geleceklerimize bir bayram olsun.”

 

“Iyd” kelimesi “geri gelen sürur” anlamında olduğundan bayram günü manasına kullanılır.

 

Rivayete göre, sofra gökten Pazar günü indi. Hristiyanlar o günü bayram edindi.

 

وَآيَةً مِّنكَ “Ve senden bir mu’cize olsun.”

 

Sofranın “ayet” olması, Cenab-ı Hakkın noksansız kudretine ve Hz. İsa’nın peygamberliğine delil olması yönündendir.

 

وَارْزُقْنَا “Bizi rızıklandır.”

 

وَأَنتَ خَيْرُ الرَّازِقِينَ “Sen, rızık verenlerin en hayırlısısın!.”

 

Allah, en güzel rızık verendir. Çünkü rızkı yaratandır ve bedelsiz tek taraflı verendir.

 

115- قَالَ اللّهُ إِنِّي مُنَزِّلُهَا عَلَيْكُمْ “Allah dedi: Ben onu size indireceğim.”

 

فَمَن يَكْفُرْ بَعْدُ مِنكُمْ فَإِنِّي أُعَذِّبُهُ عَذَابًا لاَّ أُعَذِّبُهُ أَحَدًا مِّنَ الْعَالَمِينَ “Ama ondan sonra sizden her kim inkâr ederse, artık ben ona alemlerde hiçbir kimseye etmeyeceğim azabı ederim.”

 

Ben sualinize icabet olarak böyle bir sofra indiririm. Ama her kim böyle bir mu’cizeden sonra inkâra ve nankörlüğe saparsa, kendi zamanlarında veya mutlak olarak bütün zamanlarda kimseye azap etmediğim şekilde azaplandırırım.

 

Rivayete göre, gözlerinin önünde iki bulut arasında kırmızı bir sofra indi, önlerine düştü. Hz. İsa, gözyaşları dökerek şöyle dedi: “Allahım, beni şükredenlerden eyle. Allahım, bunu bize rahmet kıl, bir musibet ve ceza yapma.”

 

Sonra kalktı, abdest alıp namaz kıldı ve ağladı.

 

Sonra “Hayrur’-Razıkîn olan Allahın adıyla” diyerek sofranın üzerini açtı. Baktı ki, yağları akar vaziyette pulsuz ve kılçıksız kızarmış balık. Balığın baş kısmında tuz, kuyruk kısmında ise sirke var. Etrafında ise, pırasa hariç çeşit çeşit salatalar bulunmakta. Ayrıca beş tane somun ekmek. Birinin üzerinde zeytin, ikincide bal, üçüncüde tereyağı, dördüncüde peynir, beşincide pastırma var.

 

Havarilerden Şem’un “Ya Ruhallah! Bu gelen nimet, dünya yiyeceklerinden mi, yoksa ahiret yiyeceklerinden mi?” diye sordu.

 

Hz. İsa (as) “her ikisinden de değil. Allah, kudretiyle yoktan yarattı. İstediğiniz kadar yiyin ve Allaha şükredin. Allah size kuvvet versin ve lütfuyla ziyade kılsın.”

 

Bunun üzerine “Ya Ruhallah! Bu mu’cize içinde bize bir mu’cize daha göstersen” dediler. Hz. İsa, “Ey balık, Allahın izniyle diril” dedi. Bunun üzerine balık kıpırdanmaya başladı. Hz. İsa “tekrar eski hâline dön” dedi, balık eski kızarmış hâline döndü, sonra sofra uçtu.

 

Bu olaya şahit olanlar, bu harika olaydan sonra isyan ettiler, ceza olarak hayvan şekline çevrildiler.

 

Denildi ki: Semavi sofra kırk gün boyunca gün aşırı kendilerine iniyordu. İnsanlar fakiriyle zenginiyle, küçüğüyle büyüğüyle sofranın etrafında toplanıyor, yiyorlardı. Güneşin batmasına yakın gözlerinin önünde uçar giderdi. Bundan hangi fakir yediyse zengin oldu, hangi hasta yediyse de iyileşti, bir daha hasta olmadı.

 

Sonra Allah Hz. İsaya “benim soframı bundan böyle sırf fakirler ve hastalara mahsus kıl, zenginler ve sağlam olanlar gelmesin” diye vahyetti.

 

İnsanlar bundan hoşlanmadı, aralarında kargaşa başladı. Bundan dolayı içlerinden seksenüç adam hayvana çevrildi.

 

Denildi ki: Allahu Teâlâ belli şartlarla sofrayı indireceğini haber verince vaz geçtiler ve “öyleyse istemiyoruz” dediler. Böylece, sofra inmedi.

 

Mücahidden şöyle rivayet edilir:

 

“Bu, Allahın mu’cize talep edenlere karşı getirdiği bir meseldir.”

 

Tasavvuf ehli şöyle değerlendirirler:

 

“Buradaki sofra, maarif hakikatlerinden ibarettir. Çünkü yiyecekler bedenin gıdası olduğu gibi, marifet gerçekleri de ruhun gıdasıdırlar. Buna göre durum belki de şöyledir: Onlar vakıf olmaya müstaid olmadıkları bazı hakikatleri öğrenmek istediler. Hz. İsa da onlara şöyle dedi. “Eğer imanı elde ettinizse, takvayı da kullanın, ta ki böyle hakikatlere muttali olun.”

 

Onlar ise istemekten vaz geçmediler, ısrarla talep ettiler. Bunun üzerine Hz. İsa, onların şiddetli talebi üzerine Allahtan istedi. Allahu Teâlâ ise şunu beyan etti: “Onu indirmek kolaydır. Lakin tehlike ve akibet korkusu vardır. Zira hakikat yolunda ilerleyen kimseye, makamından daha yüksek bir durum açıldığında kaldıramayabilir, istikrar bulamayıp, bununla büsbütün yoldan sapabilir.

 

116- وَإِذْ قَالَ اللّهُ يَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ “Hani Allah, şöyle dedi: Ey Meryem oğlu İsa!”

 

أَأَنتَ قُلتَ لِلنَّاسِ اتَّخِذُونِي وَأُمِّيَ إِلَهَيْنِ مِن دُونِ اللّهِ “Sen mi insanlara, “Allah’ın dışında beni ve annemi iki ilâh edinin” dedin?”

 

Ayetten murat, Hz. İsaya ve annesine ilah diyenleri kınamak ve susturmaktır.

 

Ayetteki “min dûnillah” (Allahın dışında) ifadesinde geçen “dûn” kelimesi ya muğayeret manasına gelir. Bu durumda, Allaha ibadetle beraber başkasına da ibadet yapılırsa, hiç ibadet yapmamış gibi olunacağına bir tenbih olur. Bu durumda, Allaha ibadetin yanında Hz. İsa ve Hz. Meryeme de ibadet eden kimse sanki Allaha ibadet etmemiş de, o ikisine ibadet etmiş gibi olur.

 

Veya “dûn” kelimesi kusurlarını beyan eder.

 

Çünkü Hz. İsa ve Hz. Meryeme ibadet edenler, bu ikisinin ibadete layık olmada müstakil olduklarına inanmıyorlar, ancak onlara yapılan ibadetin kendilerini Allaha ibadete kavuşturacağını iddia ediyorlardı.

 

قَالَ سُبْحَانَكَ “İsa dedi: Seni tenzih ederim.”

 

“Ya Rabbi, bir şerîkin olmasından Seni tenzih ederim.”

 

مَا يَكُونُ لِي أَنْ أَقُولَ مَا لَيْسَ لِي بِحَقٍّ “Hakkım olmayan bir şeyi söylemem, benim için söz konusu olamaz.”

 

إِن كُنتُ قُلْتُهُ فَقَدْ عَلِمْتَهُ “Eğer öyle söylemişsem, elbette sen bunu bilirsin.”

 

تَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِي وَلاَ أَعْلَمُ مَا فِي نَفْسِكَ “Sen benim nefsimde olanı bilirsin, ama ben senin nefsinde olanı bilemem.”

 

“Sen benim içimde gizlediklerimi bilirsin. Ben ise, Senin bildiklerinden bana gizli olanları bilemem.

 

Hz. İsanın Cenab-ı Hakka hitabında “Senin nefsinde olanı bilemem” derken “nefis” ifadesi kullanması müşakele içindir.[4>

 

Nefisten muradın, zât olduğu da söylenmiştir.

 

إِنَّكَ أَنتَ عَلاَّمُ الْغُيُوبِ “Şüphesiz ki gaybları hakkıyla bilen yalnızca sensin.”

 

117- مَا قُلْتُ لَهُمْ إِلاَّ مَا أَمَرْتَنِي بِهِ أَنِ اعْبُدُواْ اللّهَ رَبِّي وَرَبَّكُمْ “Ben onlara, ancak bana emrettiğini söyledim: Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin” dedim.”

 

وَكُنتُ عَلَيْهِمْ شَهِيدًا مَّا دُمْتُ فِيهِمْ “Aralarında bulunduğum sürece onlara şahit idim.”

 

فَلَمَّا تَوَفَّيْتَنِي كُنتَ أَنتَ الرَّقِيبَ عَلَيْهِمْ “Ama beni vefat ettirdiğinde, artık üzerlerine yalnız sen Rakîb oldun.”

 

Hz. İsanın vefatı, (O zaman) Allah şöyle demişti: Ey İsa, şüphesiz ben seni vefat ettireceğim ve seni bana yükselteceğim.” (Âl-i İmran, 55) ayetinde ifade edildiği üzere, semaya yükseltilmesidir. Teveffi kelimesi, bir şeyi tam almaktır, ölüm bunun bir çeşididir. Allahu Teâlâ şöyle bildirir:

 

“Allah, insanların ruhlarını öldüklerinde, ölmeyenlerinkini de uykularında alır. Ölümüne hükmettiklerinin ruhlarını tutar, diğerlerini belli bir süreye kadar bırakır.” (Zümer, 42)

 

Allahın onlara “Rakîb” olması, onların hallerini murakabe etmesi, bir takım delillere irşad ile korumayı murat ettiklerini şirk ifadesinden alıkoymasıdır ve peygamberler göndererek veya ayetler indirerek o delillere tenbihte bulunmasıdır.

 

وَأَنتَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ شَهِيدٌ “Zaten sen, her şeye hakkıyla şahitsin.”

 

Sen her şeye muttalisin, her şeyi murakabe edersin.

 

118- إِن تُعَذِّبْهُمْ فَإِنَّهُمْ عِبَادُكَ “Eğer onlara azap edersen, şüphe yok ki onlar senin kullarındır.”

 

Mülkün sahibine, kendi mülküne yaptığı şeye itiraz olunmaz.

 

Hz. İsanın bu ifadesinde, onların böyle bir azaba müstehak olduklarına bir tenbih vardır. Çünkü Allahın kulu olmakla beraber, Allahtan başkasına ibadet etmişlerdir.

 

وَإِن تَغْفِرْ لَهُمْ فَإِنَّكَ أَنتَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ “Eğer onları bağışlarsan, yine şüphe yok ki sen Azîz’sin – Hakîm’sin.”

 

Allahın azap vermesinde bir acz söz konusu olmadığı gibi, bağışlamakla da ayıplanacak değildir. Çünkü O, sevab ve ikaba kâdirdir, kuvvet sahibidir, Onun sevap vermesi de, ceza vermesi de hikmetlidir, isabetlidir. Her suçlu için mağfiret, arzu edilen bir şeydir. Bu durumda, Allahın azap vermesi adl, bağışlaması ise fazldır.

 

Allahın vaîd gereği şirki affetmemesi durumu ise, hadd-i zâtında bunda imkansız bir durum yoktur ki “eğer” şeklinde gelen terdid ve talike engel olabilsin.

 

119- قَالَ اللّهُ هَذَا يَوْمُ يَنفَعُ الصَّادِقِينَ صِدْقُهُمْ “Allah dedi: Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.”

 

Ayette medar-ı bahs olan sıdk, dünyadaki doğru hâl ve sözdür. Çünkü, fayda veren sıdk, mükellef iken yapılandır.

 

لَهُمْ جَنَّاتٌ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Onlara altlarından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır.”

 

رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ “Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır.”

 

ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte büyük kurtuluş budur.”

 

Ayet sadık olanlara sıdkın faydasını beyan eder.

 

120- لِلّهِ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ وَمَا فِيهِنَّ “Göklerin, yerin ve bunlardaki her şeyin hükümranlığı yalnızca Allah’ındır.”

 

وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Ve O, her şeye kadirdir.”

 

Hz. İsa ve annesi hakkında Hristiyanların yalanına ve davalarının bozuk oluşuna bir tenbihtir. Ayette akıl sahipleri için kullanılan مَن “men” yerine, akıl sahibi olmayanlar hakkında kullanılan مَا “ma” denilmesi, bütün varlıkların rububiyet manasından ve ubudiyetin kendilerinden düşmesinden son derece uzak olduklarını bildirmek içindir, onların zilletini beyandır ve ulûhiyete (ilah olmaya) aykırı aynı cins varlıklar olduklarına dikkat çekmektedir.

 

Ayrıca, مَا “ma” kelimesi, bütün cinsleri içine alacak şekilde mutlak bir mana ifade ettiğinden, umumun bununla murat edilmesine daha uygundur.[5>

 

Hz. Peygamber (asm) şöyle bildirir:

 

“Kim Maide sûresini okusa, dünyada nefes alan Yahudi ve Hristiyan sayısınca ona mükâfat olarak on hasene verilir, on seyyie kendisinden silinir, on derece yükseltilir.”

 


[1> Soru, her zaman öğrenmek için sorulmaz. Bazan da hesaba çekmek için sorulur.

[2> Yani, bir ümmet veya her bir fert, son hâline göre değerlendirilir. Ümmetlerin ve fertlerin belli bir zaman diliminde istikamet üzere olmaları yeterli değildir. Uzun bir yolun son kilometresine kadar gayet güzel bir şekilde giden birisi, son kilometrede ters bir yola dönse veya düz yolda giderken bir kaza yapsa, menzile ulaşamamış sayılır.

[3> Yani, Allahın kudretinden şüpheleri yoktur, ama semadan sofra indirmek gibi harika bir olaya hikmet ve iradesi acaba izin verir mi?

[4> Müşakele, şeklen birbirine benzemektir. Burada Allah hakkında kullanılması, “O’nun zâtı” manasında değerlendirilmiştir.

[5> Yani, akıl sahipleri için kullanılan “men” ifadesinin şümulü daha dardır, akıl sahibi olmayanlar için kullanılan “ma” kelimesi, bütün varlıkları ifade etmede daha uygun olduğundan, ayette tercihen bu kelime kullanılmıştır.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
5. Maide
Gönderi tarihi: 24-08-2012
2,877 kez okundu
Block title
Block content