211. DERS (Taha Suresi, 129 - 135) Beş Vakit Namaz

129- وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِن رَّبِّكَ لَكَانَ لِزَامًا وَأَجَلٌ مُسَمًّى “Şayet Rabbinden sebkat eden bir kelime ve belirlediği bir süre olmasaydı, hemen azaba uğrarlardı.”

“Kelime”den” murat, bu ümmetin azabının ahirete tehir edilme vaadidir.

Şayet böyle bir vaat olmasa, Âd ve Semud gibi kavimlerin başına gelen toplu azap, bu kâfirler için de kaçınılmaz olurdu.

Onlara azabın hemen gelmemesi için ikinci olarak nazara verilen durum “ecel-i müsemma” yani ömürleri için veya azapları için belli bir süre verilmesidir.

Bu süre, kıyamet günüdür veya bundan murat Bedir savaşıdır.

Hz. Peygamberi inkâr eden kâfirlere toplu bir azabın gelmemesi iki sebepledir:

1-Azabın ahirete tehiri vaadi.

2-Kendileri için “ecel-i müsemma”, yani belli bir ecelin olması.

 

130- فَاصْبِرْ عَلَى مَا يَقُولُونَ “O halde, onların sözlerine sabret.”

وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ غُرُوبِهَا “Ve güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Rabbinin sana olan hidayet ve tevfik nimetine hamdederek namaz kıl.

Veya O’nu şirkten ve vasfettikleri diğer noksanlıklardan tenzih et, O’nun bütün nimetlerin sahibi olduğunu itiraf ile, Seni hidayetle serfiraz kılmasına hamdet!

“Güneşin doğmasından önce” ifadesi sabah namazına, “batmasından önce” ifadesi ise öğle ve ikindiye veya sadece ikindiye işarettir.

وَمِنْ آنَاء اللَّيْلِ فَسَبِّحْ وَأَطْرَافَ النَّهَارِ “Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et.”

Bu da akşam ve yatsıya işarettir. Ayette, “gece”nin cümlede önce yer alması, gecedelerde lütfun ziyadesiyle olmasındandır. Çünkü kalp gece vakti daha kapasiteli ve huzurlu olur. Nefis ise gece vakti istirahata çok fazla meyillidir. Böyle olunca, gece ibadeti, gündüz ibadetine nispetle daha zordur. Bunun içindir ki Cenab-ı Hak şöyle buyurmuştur:

“Şüphesiz gece ibadetinin etkisi daha fazladır ve (bu ibadetteki) sözler (Kur’an ve dua okuyuşlar) ise daha düzgün ve açıktır.” (Müzzemmil, 6)

“Gündüzün etrafı” sabah ve akşam namazlarına bakar. Bunun tekrarı “özelikle bu ikisine” şeklinde önem verilmesindendir.

“Gündüzün iki tarafı” denilmesi yerine çoğul sığasıyla “gündüzün etrafı” denilmesi, bundan sabah ve akşamın anlaşılması açık olduğundandır.

Veya öğle namazına emirdir. Çünkü öğle vakti, gündüzün ilk yarısının bitmesi ve diğer yarısının da başlamasıdır. Çoğul gelmesi, iki yarım şeklinde olmasındandır.

Veya ayet, gündüzün değişik vakitlerinde nafile namazlara işaret eder.

لَعَلَّكَ تَرْضَى “Ola ki hoşnutluğa eresin.”

Yani, bu vakitlerde, Allah nezdinde nefsinin razı olacağı şeye nail olmanı ümit ederek namaz kıl, tesbih et.

 

131- وَلَا تَمُدَّنَّ عَيْنَيْكَ إِلَى مَا مَتَّعْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّنْهُمْ زَهْرَةَ الْحَيَاةِ الدُّنيَا لِنَفْتِنَهُمْ فِيهِ “Sakın sakın onlardan bazı kesimlere, kendilerini sınamak için dünya hayatının süsü olarak verdiğimiz şeylere gözlerini dikme.”

Sakın ola, kendilerini denemek veya bu sebeple ahirette azaplandırmak için o kâfirlerden bazılarına verdiğimiz dünya hayatının geniş imkânlarına, bunları beğenerek ve yerlerinde olmayı temenni ederek gözlerini dikme.

وَرِزْقُ رَبِّكَ خَيْرٌ وَأَبْقَى “Rabbinin rızkı daha hayırlı ve daha devamlıdır.”

Rabbinin Senin için ahirette hazırladığı veya rızk olarak Sana nasip ettiği hidayet ve nübüvvet, dünyada onlara verilenden çok daha hayırlıdır.

Hem daha daimidir, çünkü son bulmaz.

 

132- وَأْمُرْ أَهْلَكَ بِالصَّلَاةِ “Ehline namazı emret.”“Ehlin” ifadesinden murat,

-Hz. Peygamberin ailesi,

-Veya O’na tâbi olan ehl-i imandır.

Kâfirlerden bazılarına verilen geniş imkânlara göz dikmeyi yasaklamadan sonra namazın emredilmesi, insanların mala ve dünyaya karşı düşkün olmalarını bununla dengelemek, geçim derdiyle sersemlemelerini ve servet ehline benzemeye çalışmalarını önlemek içindir.

وَاصْطَبِرْ عَلَيْهَا “Sen de ona sabırla devam et.”

Kendinde sabırla namaza devam et.

لَا نَسْأَلُكَ رِزْقًا “Senden bir rızık istemiyoruz.”

Biz Senden kendini ve aileni rızıklandırmanı istemiyoruz.

نَّحْنُ نَرْزُقُكَ “Biz Seni rızıklandırırız.”

Seni biz rızıklandırırız, onları da. Öyleyse Sen kalbini ahirete yönelt.

وَالْعَاقِبَةُ لِلتَّقْوَى “Akibet takvanındır.”

Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) ailesine bir zarar geldiğinde onlara namazı hatırlatır ve bu ayeti okurdu.

 

133- وَقَالُوا لَوْلَا يَأْتِينَا بِآيَةٍ مِّن رَّبِّهِ “Rabbinden bize bir ayet getirse ya” dediler.”

İstemiş oldukları ayet, O’nun nübüvvet iddiasında sadık olduğuna delâlet eden bir mu’cizedir.

Veya getirmiş olduğu ayetleri inkâr ile, kendi talep etmiş oldukları bir mu’cizeyi getirmesini istemektir.

Onların böyle demeleri sırf işi yokuşa sürmek ve körü körüne bir inattır.

Cenab-ı Hak, onların bu talebine karşı Hz. Peygamberin Kur’anı getirmesini nazara vererek kendilerini susturdu. Çünkü Kur’an,

-Bütün mu’cizelerin esasıdır.

-En büyük mu’cizedir.

-Daimi, ebedi mu’cizedir.

Çünkü mu’cizenin hakikatı, nübüvvet iddia eden kimsenin harikulâde bir şekilde bir çeşit ilim veya amele mazhar kılınmasıdır. Şüphe yok ki, amelin esası ilimdir. İlim amelden kıymetçe daha yüksek ve tesirce daha daimidir.

Keza Cenab-ı Hak bu meseleye özel vecihlerden en açık olana dikkat çekti ve şöyle bildirdi:

أَوَلَمْ تَأْتِهِم بَيِّنَةُ مَا فِي الصُّحُفِ الْأُولَى “Onlara önceki kitaplarda olanın apaçık delili gelmedi mi?”Onlara, Tevrat, İncil ve diğer semavî kitaplarda olanın apaçık bir delili gelmedi mi? Çünkü, gelen Kur’an ayetleri, o semavî kitaplarda yer alan inanç ve küllî hükümleri müştemildir. Hâlbuki bu ayetleri getiren ümmidir, o kitapları görmemiştir, onları bilenlerden de ders almamıştır. İşte bu, apaçık bir mu’cizedir.

Ayette şu manayı da hissettirmek vardır: Kur’an, Hz. Peygamberin nübüvvetine delâlet ettiği gibi, mu’cize olması hasebiyle kendinden önceki kitaplara da bir bürhandır. Diğerleri ise böyle olmayıp, kendi sıhhatlerine şehâdet eden şeye muhtaçtırlar.

 

134- وَلَوْ أَنَّا أَهْلَكْنَاهُم بِعَذَابٍ مِّن قَبْلِهِ لَقَالُوا رَبَّنَا لَوْلَا أَرْسَلْتَ إِلَيْنَا رَسُولًا فَنَتَّبِعَ آيَاتِكَ مِن قَبْلِ أَن نَّذِلَّ وَنَخْزَى “Eğer biz onları bundan önce bir azap ile yok etseydik, “Ey Rabbimiz! Bize bir peygamber gönderseydin de, zelil ve rezil olmadan önce âyetlerine uysaydık?” derlerdi.”

“Bundan önce” ifadesi,

-Hz. Peygamber gelmeden,

-Kendilerine delil ve hatırlatma gelmeden,

-Kur’an gelmeden manalarına işaret edebilir.

“Zelil ve rezil olmadan önce” demeleri, “dünyada öldürülerek veya sürgüne gönderilerek zillete düşmelerini, kıyamet günü de cehenneme girerek perişan olmalarını” anlatır.

 

135- قُلْ كُلٌّ مُّتَرَبِّصٌ “De ki: “Hepimiz beklemekteyiz.”

Biz ve siz, her birimiz bizim ve sizin akıbetinizin ne olacağını gözlüyoruz.

فَتَرَبَّصُوا “Bekleyin bakalım.”

فَسَتَعْلَمُونَ مَنْ أَصْحَابُ الصِّرَاطِ السَّوِيِّ وَمَنِ اهْتَدَى “Yakında kimin dosdoğru yolun sahipleri olduğunu, kimin doğru yolu bulduğunu bileceksiniz!”

Dosdoğru yolda olan ve dalaletten kurtulanların kimler olduğunu yakında anlayacaksınız.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Kim Taha sûresini okusa, kıyamet günü kendisine Muhacirlerin ve Ensarın sevabı verilir.”

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
20. Taha
Gönderi tarihi: 14-04-2014
1,295 kez okundu
Block title
Block content