1- طه “Tâ – Hâ.”
Ta-ha, iki harf ismidir.
Denildi ki: Bunun manası “ey insan!” demektir.
-Ha-mim’de olduğu gibi, yemin manası taşıyabilir.
2- مَا أَنزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْآنَ لِتَشْقَى “Sana Kur’ân’ı sıkıntıya düşesin diye indirmedik.”
Biz bu Kur’anı, muhatabın olan Kureyş kavminin küfrüne karşı şiddetli üzüntü ile yorulman için indirmedik. Çünkü Sana düşen ancak tebliğ etmendir.
Veya mana şöyle olabilir:
Devamlı riyazet, geceleri yoğun ibadet ve uzun süre namazda ayakta durman gibi hâllerle kendini yorman için indirmedik.
Kur’an, Senin üzülmen için değil, onunla mutlu olman için indirildi.
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Ayet, kâfirleri red ve yalanlamak içindir. Çünkü onlar Hz. Peygamberin çokça ibadetini görünce şöyle demişlerdi: “Gerçekten de sen dinimizi terk ettiğin için çokça yoruluyorsun. Kur’an sana yorulman için indirilmiş!”
3- إِلَّا تَذْكِرَةً لِّمَن يَخْشَى “Ancak (Allah’tan) ürperen kimse için bir öğüt olarak (indirdik.)”O Kur’an, kalbinde haşyet ve rikkat olana bir öğüttür, böyle olanlar Kur’andan etkilenirler.
4- تَنزِيلًا مِّمَّنْ خَلَقَ الْأَرْضَ وَالسَّمَاوَاتِ الْعُلَى “O, yeri ve yüce gökleri yaratanın katından indirilmiştir.”
Burada ve sekizinci ayetin sonuna kadar, Kur’anı indiren Zâtın azameti anlatılarak, indirilen Kur’anın büyüklüğü nazara verilmektedir.
Allahu Teâlâ, önce âlemin asılları olan arz ve semavatın yaratılışını nazara verdi. Bunu ifade ederken de, önce arzı söyledi. Çünkü arz muhatabın duyularına daha yakındır ve o yüce semalara nisbetle daha ziyade gözleri önündedir.
Sonra kainatın meydana getirilmesi ve işlerinin tedbiri cihetine işaret etti, arşa müteveccih olup oradan hükümleri ve mukadderatı icra ettiğini, hikmetinin iktizası ve meşietinin taallukuna uygun bir şekilde bir tertip ve miktar üzere o arştan sebepleri indirdiğini anlattı ve şöyle buyurdu:
5- الرَّحْمَنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوَى “Rahmân, Arş’a istiva etti.’’[1>
6- لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا وَمَا تَحْتَ الثَّرَى “Göklerdeolanlar, yerdekiler, bu ikisinin arasında ve toprağın altında bulunanlar O’nundur.”
Bütün bunlar, O’nun kudret ve iradesinin kemâline delâlet etmektedir.
Kudret, iradeye tâbidir, irade ise ilimden ayrı düşünülemez. Bundan dolayı, devamında ilminin hem açık hem de gizli şeyleri aynı şekilde kuşattığını nazara verip şöyle buyurdu:
7- وَإِن تَجْهَرْ بِالْقَوْلِ “Sen sözü açığa vursan da, (gizlesen de Allah için birdir.)”
فَإِنَّهُ يَعْلَمُ السِّرَّ وَأَخْفَى “Çünkü O, gizliyi de bilir, ondan daha gizli olanı da.”
Allahı anarken ve dua ederken, sesli olarak yaptığında şunu bil ki: Allahu Teâlânın sesli olarak söylemene ihtiyacı yoktur. Çünkü O, sır olanı hatta ondan daha gizli olanı da bilir.[2>
“Daha gizli olan”, nefsin içinden geçenlerdir.
Sırdan daha gizli olan, nefsin içinden geçenlerdir.
Ayette şu manaya bir tenbih vardır:
Zikir ve duanın emredilmesi ve bu ikisinin cehrî olarak yapılması, Allahı bilgilendirmek için olmayıp nefsi zikirle şekillendirmek, zikrin nefiste kökleşmesini sağlamak, nefsi zikirden başka şeylerle meşguliyetten alıkoymak, gerek hafif sesle, gerekse biraz sesi yükselterek onu terbiye etmek içindir.[3>
Üstteki üç ayette anlatılanlarla, Cenab-ı Hakkın uluhiyetin sıfatlarını cem ettiği ortaya çıkınca, bu sıfatların sadece kendisinde bulunduğunu, bunların muktezasında tek olduğunu beyan ile şöyle dedi:
8- اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ “Allah O’dur ki, kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur.”
لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى “En güzel isimler O’nundur.”
İlahi isimlerin “el-Esmaü’l- Hüsna” yani “en güzel isimler” olması, en şerefli ve en efdal manalara delâlet etmelerindendir.[4>
9- وَهَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ مُوسَى “Musa’nın haberi sana geldi mi?”
Burada Hz. Musa’nın kıssasına geçilmesinde, Hz. Peygamberin,
-Nübüvvetin meşakkatlerini yüklenmek,
-Risaleti tebliğ etmek,
-Karşılaşılan zor ve çetin durumlara sabretmekte, Hz. Musayı örnek almasını sağlamak vardır.
Taha sûresi, ilk nazil olan sûrelerdendir.
10- إِذْ رَأَى نَارًا “Hani o bir ateş görmüştü.”
Denildiğine göre, Hz. Musa (as), annesinin yanına gitmek için Hz. Şuayb’tan izin istedi, ailesiyle beraber yola koyuldu. Kendisinde Tur Dağı olan Tuva Vadisine eriştiğinde karlı ve soğuk bir gece vakti bir oğlu dünya ya geldi. O gece, Cum’a gecesiydi. Yolu kaybetmiş, hayvanları kendisinden ayrı kalmıştı. Derken Tur canibinden bir ateş gördü.
فَقَالَ لِأَهْلِهِ امْكُثُوا “Ehline dedi: Yerinizde durun.”
Ailesine “Siz burada kalın” dedi.
إِنِّي آنَسْتُ نَارًا “Ben gerçekten bir ateş fark ettim.”
Ayette ateşi görmek ünsiyet kökünden gelen bir kelimeyle ifade edilmiştir.[5>
لَّعَلِّي آتِيكُم مِّنْهَا بِقَبَسٍ “Ola ki ondan size bir kor getiririm.”
أَوْ أَجِدُ عَلَى النَّارِ هُدًى “Yahut ateşin yanında bir yol gösterici bulurum.”
Beni yola sevk edecek veya beni dinin kapılarına götürecek bir rehber bulurum. Çünkü iyilerin fikirleri, karşılarına çıkan her durumda dinin kapılarına doğru meyillidir.
O ateşten bir parça getirmek veya orada bir rehber bulmak tam bir kَesinlik arz etmediğinden, Hz. Musa bunu ümit ifade eden لَعَلّ “lealle” ile söyledi. Çünkü kendisi tahkik ehli idi. Ailesini de tahkike alıştırmak için böyle bir üslûbla söyledi.
11- فَلَمَّا أَتَاهَا نُودِي يَا مُوسَى “Ateşe vardığı zaman kendisine şöyle nida edildi: Ey Musa!”
12- إِنِّي أَنَا رَبُّكَ “Ben şüphesiz senin Rabbinim.”
O ateşe vardığında yemyeşil bir ağaçta yanan parlak bir ateş gördü. (Nâr-ı beyza)
Denildi ki: Kendisine nida edildiğinde “konuşan kim?” dedi. Cenab-ı Hak, “benim, Rabbin” buyurdu. Bunun üzerine şeytan “belki de Sen şu anda şeytanın kelâmını duyuyorsun” şeklinde vesvese verdi. Hz. Musa “hayır, şeytanın kelâmı olamaz, çünkü ben bu sesi her taraftan ve bütün azalarımla işitiyorum” dedi.
Bu, Hz. Musanın Rabbinin kelâmını ruhanî bir şekilde aldığına bir işarettir. Sonra bu kelâm bedenine temessül ile hiss-i müştereke intikal etti. Bir uzuv ve cihetle kayıtlı olmaksızın bu kelâma muhatap oldu.
فَاخْلَعْ نَعْلَيْكَ “Hemen ayakkabılarını çıkar.”
Cenab-ı Hakkın böyle emretmesi, yalın ayak olmanın tevazu ve edep sayılmasındandır. Bunun içindir ki, seleften pek çok zât, tavafı çıplak ayakla yapmışlardır.
Denildi ki: Ayakkabısında necaset vardı, tabaklanmamış eşek derisinden yapılmıştı.
Denildi ki: Bundan murat “kalbini çoluk-çocuk ve maldan boşalt.”
إِنَّكَ بِالْوَادِ الْمُقَدَّسِ طُوًى “Çünkü sen mukaddes vadi Tuvâ’dasın.”
Emrin illetini belirtir.[6>
13- وَأَنَا اخْتَرْتُكَ “Ben seni seçtim.”
Seni nübüvvet için seçtim.
فَاسْتَمِعْ لِمَا يُوحَى “Şimdi vahyolunacak şeyleri dinle.”
14- إِنَّنِي أَنَا اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنَا “Şüphesiz ben Allah’ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur.”
فَاعْبُدْنِي “Onun için bana ibadet et.”
Ayette, Hz. Musaya vahyedileceklerin başlıca iki esasa dayalı olduğuna işaret vardır. Bunlar da:
-İlmin müntehası olan tevhid.
-Amelin kemâli olan ibadet.
وَأَقِمِ الصَّلَاةَ لِذِكْرِي “Ve beni zikir için namaz kıl.”
Ayette, önemine binaen namaz müstakil olarak emredilmiş, namazın Allahı hatırlamak için olduğuna da dikkat çekilmiştir.
Zikir,
-Mabudu hatırlamak,
-Kalp ve dili, O’nu anmakla meşgul etmektir.
Denildi ki: “Beni zikir için namaz kıl” denilmesi, Cenab-ı Hakkın namazı semavî kitaplarda söylemesi ve onunla emretmesi yönündendir.
Veya bundan murat şu olabilir:
-“Namazı, Seni zikretmem için kıl.”
-Veya “Hassaten beni zikir için kıl, onunla riyakârlık yapma! “Onu, benden başkasını zikirle şaibeli hâle getirme!”
-Veya bundan murat namaz vakitleri olabilir. Bu vakitler, Cenab-ı Hakkın anıldığı vakitlerdir.
Hz. Peygamber şöyle buyurur: “Kim namaz kılmadan uyursa veya namazı kılmayı unutursa, hatırladığında kazasını yapsın. Çünkü Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: “Beni zikir için namaz kıl.”
إِنَّ السَّاعَةَ ءاَتِيَةٌ “Şüphesiz kıyamet gelecektir.”
15- أَكَادُ أُخْفِيهَا لِتُجْزَى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا تَسْعَى “Onun vaktini gizli tutuyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün.”
-Onun vaktini gizlemeyi murat ediyorum.
-Gizleyip de neredeyse “o gelecek” dememeyi diliyorum. Onun gelmesinde mazeretleri kesme ve lütuf gibi özellikler olmasaydı, ondan haber vermezdim.
-Veya mana şöyledir: “Neredeyse onu izhar edeceğim.”
16- فَلاَ يَصُدَّنَّكَ عَنْهَا مَنْ لاَ يُؤْمِنُ بِهَا وَاتَّبَعَ هَوَاهُ فَتَرْدَى “Sakın ona inanmayıp, kendi hevâsına uyan kimse seni ondan alıkoymasın; yoksa helak olursun.”
“Seni ondan alıkaymasın”
Kıyameti tasdikten veya namazdan sakın Seni alıkoymasın
Ayetin üslûbunda şunlara işaret vardır:
-Hz. Musanın selim fıtratı kendi hâline bırakıldığında hakkı seçer, ondan yüz çevirmez.
-Keza, kişinin dininde sağlam-köklü olması gerekir. Çünkü kâfirin insanı saptırması, ancak o kimsenin dinde zayıf olmasından kaynaklanır.[7>
Hevâya uymak; nefsini, duyulara hitap eden düşük lezzetlere meylettirip, böylece nazarın ulvi lezzetlerden uzak kalmasıdır.
17- وَمَا تِلْكَ بِيَمِينِكَ يَا مُوسَى “Ey Musa! Sağ elindeki nedir?”
Cenab-ı Hakkın “elindeki nedir?” şeklinde soru sorması, elindeki asada, Ona çok harikalar göstereceğine dikkatini çekmek içindir.
“Ey Musa” şeklinde ismen de hitabı, O’nun ünsiyet etmesini sağlamak ve tenbihte bulunmak için bir tekrardır.
18- قَالَ هِيَ عَصَايَ “Dedi: O benim asâmdır.”
أَتَوَكَّأُ عَلَيْهَا “Ona dayanırım.”
Yorulduğumda veya sürünün başında durduğumda ona dayanırım.
وَأَهُشُّ بِهَا عَلَى غَنَمِي “Onunla davarlarıma yaprak silkerim.”
وَلِيَ فِيهَا مَآرِبُ أُخْرَى “Ve onda başka faydalanacağım şeyler de var.”
-Yolda giderken onu omzuna koyup azığını ve bazı edevatını ona asmak.
-İki tarafına iki kap asmak.
-Üzerine elbise geçirip gölgelik yapmak.
-Kuyudan su alırken ip kısa gelse, onunla suya ulaşmak.
-Yırtıcı hayvanlar sürüye saldırdığında onunla karşılık vermek gibi.
Sanki Hz. Musa sualden maksadın asanın hakikatını ve onda gördüğü faydaları anlatmak olduğunu anladı, ama daha sonra asada bu hakikate aykırı şeyler ve harikulâde özellikler gördü. Mesela,
-Gece vakti asanın lamba gibi ışık vermesi,
-Kuyudan su alırken bir kova gibi olması ve kuyu çok derin de olsa uzaması,
-Bir düşman görüldüğünde Hz. Musanın yerine döğüşmesi,
-Sapladığında, vurduğu yerden su çıkması, geri çekildiğinde suyun kesilmesi,
-Hz. Musanın canı bir meyve isteyip asayı yere batırdığında meyve vermesi.
Şüphesiz bunlar apaçık ayetler, karşı durulmaz mu’cizeler olup, Allah bunları o asada Hz. Musa için yaratmıştır, yoksa asanın kendi özellikleri değildir.
Böylece Hz. Musa asanın hakikatini ve faydalarını hem ayrıntılı, hem de özel olarak zikretti. Bununla, sualden anlamış olduğu maksada uygun cevap olarak, kendi asasının da diğer asalar gibi bir takım faydaları bulunduğunu nazara verdi.
19- قَالَ أَلْقِهَا يَا مُوسَى “Dedi: Onu yere bırak Ey Musa!.”
20- فَأَلْقَاهَا “Musa da onu bıraktı.”
فَإِذَا هِيَ حَيَّةٌ تَسْعَى “Bir de ne görsün! O bir yılan olmuş, koşuyor.”
Denildi ki: Hz. Musa asayı yere bıraktığında asa, kendi kalınlığında sarı bir yılana dönüştü. Sonra şişti ve büyüdü. Bundan dolayı ayetlerde asanın yılan hâliyle alakalı “cânn, sü’ban” gibi farklı ibareler kullanıldı. Başlangıçtaki hâli için kıvraklığı noktasında “cânn” denildi, son hâlindeki büyüklük itibarıyla ise “sü’ban” yani ejderha tabiri kullanıldı. Her iki hâli içine alacak şekilde ise “hayye” yani “yılan” kelimesi tercih edildi.
Denildi ki: Ejderha büyüklüğünde ve cânn kıvraklığında idi. Bundan dolayı ayette “sanki bir cânn” denildi.[8>
Hz. Musa, asasının kıvrak bir yılan hâline gelip taşı-ağacı yuttuğunu görünce korktu ve ondan kaçtı.
21- قَالَ خُذْهَا وَلَا تَخَفْ “Dedi: Al onu, korkma.”
سَنُعِيدُهَا سِيرَتَهَا الْأُولَى “Biz onu yine eski durumuna çevireceğiz.”
Denildi ki: Rabbi böyle söyleyince Hz. Musa’nın nefsi mutmain oldu. Hatta elini yılanın ağzına soktu, çatallı dilinden tuttu.
22- وَاضْمُمْ يَدَكَ إِلَى جَنَاحِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ آيَةً أُخْرَى “Bir de başka bir mu’cize olmak üzere elini yanına koy ki, hastalık olmaksızın bembeyaz olarak çıksın.”
Ordunun iki cenahı (kanadı) olduğu gibi, insanın yanlarına da “cenah” tabiri kullanılır. Bu kelime, kuşun iki kanadından istiare yoluyla gelmiştir.“Hastalık olmaksızın”
Bu, bir hastalık, çirkin bir şey olmaksızın Hz. Musanın elinin etrafa ışık saçmasıdır.
23- لِنُرِيَكَ مِنْ آيَاتِنَا الْكُبْرَى “Bunları sana en büyük mu’cizelerimizden gösterelim diye yaptık.”
24- اذْهَبْ إِلَى فِرْعَوْنَ “Firavun’a git.”Bu iki mu’cize ile Firavuna git ve Allaha abd olmaya davet et.
إِنَّهُ طَغَى “Çünkü o azdı.” O, isyan etti ve kibirlendi.
25- قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي “Dedi: Ya Rabbi! Göğsüme genişlik ver.”
26- وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي “İşimi kolaylaştır.”Allahu Teâlâ azametli bir hitap ve büyük bir emirle emredince, Hz. Musa Rabbinden göğsüne inşirah vermesini, kalbini genişletmesini istedi. Ta ki bu görevin ağırlıklarını kaldırabilsin, zorluklarına karşı sabredebilsin, kendisine indirilecek olanları alabilsin.Ayrıca, sebepler meydana getirerek ve manileri kaldırarak işinde kolaylık vermesini istedi.
27- وَاحْلُلْ عُقْدَةً مِّن لِّسَانِي “Dilimden düğümü çöz.”
28- يَفْقَهُوا قَوْلِي “Sözümü iyi anlasınlar.”Tebliğ, ancak beliğ kişiden güzel olur.[9>
Hz. Musa, ağzına kor almıştı, bundan kaynaklanan bir problemi vardı. Şöyle ki: Bir gün çocukluğunda Firavun onu kucağına almış, O da Firavunun sakalını çekmişti. Firavun kızdı ve öldürülmesini emretti. Hanımı Asiye “O bir çocuktur, kor ile yakutu birbirinden ayıramaz” dedi. Bunun üzerine Musanın önüne kor ve yakut getirdiler. Hz. Musa, koru aldı ve onu ağzına koydu. Belki de eline parlaklık verilmesi bunun içindi.
Denildi ki: Hz. Musanın eli yanınca Firavun onun tedavisine çalıştı, ama eli iyileşmedi. Yıllar sonrasında Hz. Musa Firavunu Allaha davet edince Firavun “Hangi Rabbe beni davet ediyorsun?” dedi. Hz. Musa şöyle cevap verdi: “Senin iyileştirmekten aciz kaldığın elimi iyileştiren Allaha davet ediyorum.”Dilindeki düğümün tamamen ortadan kalkıp kalkmaması hususunda ihtilaf edildi. Bazıları “tamamen iyileşti” dediler “Ey Musa! İsteklerin Sana verildi.” (Taha, 36) ayetiyle delil getirdiler. Tamamen iyileşmediğini söyleyenler ise “Kardeşim Hârûn lisanca benden daha fasihtir.” (Kasas, 34) ve “(Firavun dedi:) Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?” (Zuhruf, 52) ayetlerini nazara verdiler. Bunlar, “tamamen iyileşti” diyenlerin delilini de şöyle değerlendirdiler: Hz. Musa, dilindeki düğümün mutlak çözümünü değil, anlatmaya engel olanın açılmasını istedi. Bundan dolayı “ukde” (düğüm) kelimesini elif-lamsız getirdi, dilindeki düğümün çözülme gayesini de “sözümü iyi anlasınlar” şeklinde belirtti.
29- وَاجْعَل لِّي وَزِيرًا مِّنْ أَهْلِ “Ve bana ehlimden bir vezir ver.”
30- هَارُونَ أَخِي “Kardeşim Harun’u.”
Ta ki, beni mükellef kıldığın şeylerde bana yardımcı olsun.
Vezire vezir denilmesi, hükümdarın ağır yükünü yüklendiği içindir. Vezir kelimesi “vizr” kelimesinden gelir. Çünkü hükümdar işlerinde ona müracaat eder ve yardım ister.
31- اشْدُدْ بِهِ أَزْرِي “Onunla sırtımı kuvvetlendir.”
32- وَأَشْرِكْهُ فِي أَمْرِي “Onu işimde bana ortak kıl.”
Çünkü yardımlaşma, rağbetleri heyecana getirir, hayrın çoğalmasına ve artmasına vesile olur.
33- كَيْ نُسَبِّحَكَ كَثِيرًا “Ki Seni çok tesbih edelim.”
34- وَنَذْكُرَكَ كَثِيرًا “Ve Seni çok analım.”
35- إِنَّكَ كُنتَ بِنَا بَصِيرًا “Şüphesiz Sen bizi görmektesin.”
36- قَالَ قَدْ أُوتِيتَ سُؤْلَكَ يَا مُوسَى “Dedi: Ey Musa! İsteklerin Sana verildi.”
[1>Bununla ilgili A’raf, 54. ayetin açıklamasına bakılabilir.
[2> Tasavvufta, bu ayetten hareketle “sır, hafi ve ahfa” kavramları geliştirilmiştir. Bunlar kademeli bir şekilde insan ruhunun derinliklerini ifade eder. Bir ağacın gittikçe toprağın derinliklerine kök salması misali, iman dahi ruhun derinliklerine kök salmalıdır. Keza, insan fiil olarak günahlardan elini çektiği gibi, ruhunun derinliklerinde de günahlara meyilden ve günahları sevmekten uzak kalabilmelidir. Günümüzde bu “şuuraltı” ifadesiyle anlatılmaktadır. İnsanın gerçek kimliği ve kişiliği şuuraltında gizlidir. Davranışlar, o şuuraltından dışarıya birer yansımadır. Bazan kişi gerçek şahsiyetinden çok farklı fiiller yapabilir. Ama Allah onu sahte fiillerine göre değil, gerçek kişiliğine göre değerlendirecektir.
[3>Yani, dua ve zikirde sesi yükseltmek, Allaha bakan yönüyle değil, bize bakan yönüyle değerlendirilmelidir. Çünkü, insan açıktan da söylese, gizliden de yalvarsa Allah zaten işitmektedir. Ama, bazı dua ve zikirleri sesli yapmak, üstte nazara verildiği şekilde pek çok faydaları ihtiva etmektedir.
[4> Cenab-ı Hakkın isimleri, O’nun kemâlâtının ünvanlarıdır. Mesela, “Ğafur ve Rahim” isimlerine bakalım. Affetmek ve merhamet etmek çok güzel iki özelliktir. Böyle ünvanlara sahip olan Zât, elbette bütün kemâlâtın sahibidir.
[5> Bu şartlarda olan biri için en ünsiyetli hâl, bir ateşin farkına varmaktır.
[6>Yani, mukaddes vâdide ayakkabıyla yürünmez. Veya işarî mana ile bakıldığında şu mesajı verir: “Mukaddes vâdiye gelen birinin burada çoluk-çocuk ve mal gibi şeylerle kalbini meşgul etmesi uygun düşmez. Kalbini bunlardan boşalt, tümüyle Hakka yönel.”
[7> Mesela zayıf bir ışık, hafif bir üfürmekle söner. Ama güneş gibi bir ışığı, kimse söndüremez.
[8> Bkz. Neml, 10
[9> Anlatımında problem olan biri, dinin gerçeklerini hakkıyla tebliğ edemez