37- وَلَقَدْ مَنَنَّا عَلَيْكَ مَرَّةً أُخْرَى “Andolsun biz, sana diğer bir defa daha ihsanda bulunmuştuk.”
38- إِذْ أَوْحَيْنَا إِلَى أُمِّكَ مَا يُوحَى “Hani vahyedilmesi gerekenleri annene vahyetmiştik.”
Hz. Musanın annesine gelen vahyin keyfiyeti hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. Şöyle ki:
-İlham olabilir.
-Rüyada söylenmiş olabilir.
-Zamanındaki bir peygamberin diliyle haber verilmiş olabilir.
-Veya melek vasıtasıyla olabilir.
Ona gelen vahiy, Hz. Meryeme vahyedilmesi kabilinden olup, nübüvvet vahyi değildir.
39- أَنِ اقْذِفِيهِ فِي التَّابُوتِ “Onu sandığın içine koy.”
فَاقْذِفِيهِ فِي الْيَمِّ “Sonra da denize bırak.”
فَلْيُلْقِهِ الْيَمُّ بِالسَّاحِلِ “Deniz de onu sahile bıraksın.”
“Deniz onu sahile bıraksın” bir emirdir. İlâhî iradenin taalluku sebebiyle, bunun bu şekilde meydana gelmesi, zorunludur. Denize bu şekilde emir verilmesi, onu sanki temyiz sahibi ve emre itaatkâr olarak göstermektedir.
يَأْخُذْهُ عَدُوٌّ لِّي وَعَدُوٌّ لَّهُ “Hem bana düşman, hem ona düşman olan biri Onu alsın.”
“Düşman” ifadesinin tekrarı, onun düşmanlığını göstermede mübalağa içindir.
Veya birincisi mevcut düşmanlığını, ikincisi ise beklenen düşmanlığını gösterir.
Denildi ki: Hz. Musanın annesi sandığa pamuk koydu, Musayı da sandığa yerleştirdi, sandığı örtüp denize bıraktı. Oradan Firavunun bahçesine doğru akan bir akıntı vardı, akıntı O’nu oraya götürdü, bahçe içindeki havuza bıraktı. Firavun oranın başında hanımı Asiye ile birlikte oturmaktaydı. Sandığı görünce adamlarına emretti, sandık açıldı. Baktılar ki sevimli mi sevimli bir çocuk. Cenab-ı Hakkın, ayetin devamında bildirdiği gibi, Onu çok çok sevdi:
وَأَلْقَيْتُ عَلَيْكَ مَحَبَّةً مِّنِّي “Üzerine katımdan bir sevgi bırakmıştım.”
Kalplere sana karşı dayanılmaz bir sevgi ektim. Öyle ki Seni gören Sana muhabbetten kendini alamıyordu. Bunun için Firavun da Seni sevmişti.
وَلِتُصْنَعَ عَلَى عَيْنِي “Sevilesin ve gözetimimizde yetiştirilesin diye.”
Benim murakabem ve nezaretim altında terbiye edilmen, iyi yetişmen için böyle yaptım.
40- إِذْ تَمْشِي أُخْتُكَ فَتَقُولُ هَلْ أَدُلُّكُمْ عَلَى مَن يَكْفُلُهُ “Hani kız kardeşin gidip: “Ona bakacak birini size bildireyim mi? diyordu.”
Bunun sebebi şu idi: Hz. Musa, sütannelerin memesinden emmiyordu. Kız kardeşi, Hz. Musanın durumunu araştırmak için gelmişti. Hz. Musaya sütanne aradıklarını öğrendi. Annesini saraya sütanne olarak teklif etti. Annesi saraya geldiğinde, Hz. Musa ondan emmeye başladı.
فَرَجَعْنَاكَ إِلَى أُمِّكَ كَيْ تَقَرَّ عَيْنُهَا وَلَا تَحْزَنَ “Böylece seni tekrar annene verdik ki, gözü aydın olsun da kederlenmesin.”
“Biz onu sana geri döndüreceğiz.” (Kasas, 7) sözümüze vefa olarak Seni annene döndürdük.
وَقَتَلْتَ نَفْسًا “Hem bir adam öldürdün.”İsrailoğullarından birinin yardım talebi üzerine Kıbtiyi öldürmüştün.
فَنَجَّيْنَاكَ مِنَ الْغَمِّ “Biz Seni gamdan kurtardık.”
Hataen olan bu öldürme sebebiyle Allahın ceza vermesinden ve Firavunun kısas uygulamasından korkuyordun. Biz Seni bağışladık ve Medyene hicret ettirdik, böylece gamdan kurtardık.
وَفَتَنَّاكَ فُتُونًا “Seni çeşitli fitnelerle denedik.”Fitnelerle denemek,
-Çeşitli imtihanlarla denemek,
-Çeşitli belalara mübtela kılmak manalarını ifade eder. Hz. Musa Cenab-ı Hakkın ihsanıyla bunlardan kurtarılmıştır.
Bu ifade,
-Hz. Musanın vatandan hicretini,
-Binlerce dostundan ayrılmasını,
-Yiyecek bir şeyi olmadan ihtiyatlı bir şekilde yaya gitmek zorunda olmasını,
-Sekiz-on yıllığına ücretli olarak Medyende kalmasını ve seferinde karşılaştığı benzeri durumları hülasa etmektedir.
فَلَبِثْتَ سِنِينَ فِي أَهْلِ مَدْيَنَ “Böylece Medyen halkı içinde yıllarca kaldın.”
Onlar içinde sekiz veya on yıl kalmak şeklindeki sözünü tutarak, on yıl kalmıştır. Medyen, Mısıra sekiz konak mesafededir.
ثُمَّ جِئْتَ عَلَى قَدَرٍ يَا مُوسَى “Sonra belli bir kadere geldin ey Musa!.”
Sonra Seni kemâle erdirmesi ve nübüvvetle görevlendirmesi için, tam belirlemiş olduğumuz vakitte geldin.Veya, enbiyaya vahiy geldiği yaşa ulaştın.
Anlatılanların peşinde “ey Musa” ifadesinin tekrarlanması, bunları anlatmaktan gayenin ne olduğuna tenbihte bulunmak içindir.
41- وَاصْطَنَعْتُكَ لِنَفْسِي “Seni kendime seçtim.”“Seni muhabbetim için seçtim.”
Cenab-ı Hak Hz. Musaya yaptığı ikramları bir hükümdarın birini yanına alması ve onu özel görevle görevlendirmesi şeklinde bir üslûbla ifade etmiştir.
42- اذْهَبْ أَنتَ وَأَخُوكَ بِآيَاتِي “Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin.”
“Ayetler”den murat, mu’cizelerdir.
وَلَا تَنِيَا فِي ذِكْرِي “Ve beni anmakta gevşeklik etmeyin.”Nerede olursanız olun, Beni anmakta gevşeklik göstermeyin, kusurda bulunmayın.Denildi ki: Zikrimi tebliğde ve bana davette ihmalde bulunmayın.
43- اذْهَبَا إِلَى فِرْعَوْنَ “Firavun’a gidin.”
إِنَّهُ طَغَى “Çünkü o azdı.”
Cenab-ı Hak önceki ayette Hz. Musaya Firavuna gitmesini söylemişti. Burada ise kardeşini de hitaba dahil etti. Dolayısıyla, tekrar yoktur.
Denildi ki: Cenab-ı Hak, Hz. Haruna Hz. Musayı karşılamasını vahyetti.
Denildi ki: Hz. Harun, kardeşinin geleceğini duydu, Onu karşıladı.
44- فَقُولَا لَهُ قَوْلًا “Varın da ona kavl-i leyyinle söyleyin.”“Ona de ki: İster misin temizlenesin?” “Seni Rabbine ileteyim de ondan korkasın.” (Naziat, 18-19) şeklinde yumuşak bir dille anlatın. Çünkü böyle bir üslûb, arzetmek ve meşveret etmek suretinde bir davettir.Yumuşak bir dille anlatmazsanız, ahmaklığı sebebiyle üzerinize saldırabilir.
Denildi ki: Cenab-ı Hakkın Hz. Musaya kavl-i leyyinle tebliği hatırlatması, Firavunun kendisi üzerinde olan terbiye hakkına saygı duyması içindir.
Denildi ki: Hz. Musa ve Hz. Harun, Firavunun hoşuna giden lakaplarla hitap ettiler.
لَّيِّنًا لَّعَلَّهُ يَتَذَكَّرُ أَوْ يَخْشَى “Olur ki öğüt alır, yahut korkar.”
Tebliğde bulunurken, sözlerinizin fayda vereceğini, çalışmanızın boşa gitmeyeceğini ümit ederek anlatın. Çünkü ümit ile anlatan gayretli olur, ama ümidini kesen içinden gelmeyerek zoraki yapar.
Allahu Teâlâ Firavunun iman etmeyeceğini bilmesine rağmen Hz. Musa ve Hz. Harunu Firavuna göndermesi ve tebliğde bulunmaları için tahşidat yapması,
-Delil getirmek,
-Mazeret yolunu kesmek,
-Bu olay meydana gelirken, olaylar içindeki mu’cizeleri ortaya koymak içindir.
Ayette geçen tezekkür ve haşyet arasında şöyle bir fark vardır:
Tezekkür, gerçekten kabul eden kimse içindir.
Haşyet ise, işin gerçeğini kabul etmemesine rağmen tevehhümle “ya öyleyse” şeklinde bakan kimse içindir. Bundan dolayı tezekkür önce söylendi. Yani, “Şayet Firavun nezdinde doğru olduğunuz tahakkuk etmez ve tezekkürde bulunmazsa, hiç olmazsa tevehhüm içinde olur ve korkar.”
45- قَالَا رَبَّنَا إِنَّنَا نَخَافُ أَن يَفْرُطَ عَلَيْنَا أَوْ أَن يَطْغَى “Dediler: Ey Rabbimiz! Onun bizi dinlemeden cezalandırmasından veya taşkınlık yapmasından korkarız.”“Ya Rabbena, davetin tamamlanmasına ve mu’cizeler gösterilmesine fırsat vermeden bizi cezalandırmasından…”Veya “cür’etinden, kalp katılığından ve hüsn-ü edepten mahrumiyetinden dolayı tuğyanını artırıp haddini aşarak Senin hakkında uygunsuz şeyler söylemesinden korkuyoruz” dediler.
46- قَالَ لَا تَخَافَا “Dedi: Korkmayın.”
إِنَّنِي مَعَكُمَا “Çünkü ben sizinle beraberim.”
Ben, hıfz ve yardımımla sizinle beraberim.
أَسْمَعُ وَأَرَى “İşitir ve görürüm.”Sizinle onun arasında geçen her türlü konuşmayı ve olayı işitir ve görürüm. Bütün bu hâllerde, onun şerrini sizden çeviren ve yardımını size ulaştıran şeyler meydana getiririm.Veya şöyle denilebilir: “Ben sizin işiten ve gören koruyucunuzum. Koruyucu, işiten ve gören bir kudret sahibi olduğunda, koruma tam olur.”
47- فَأْتِيَاهُ فَقُولَا “Hemen ona varıp deyin ki:”
إِنَّا رَسُولَا رَبِّكَ “Biz Rabbinin elçileriyiz.”
فَأَرْسِلْ مَعَنَا بَنِي إِسْرَائِيلَ “Artık İsrailoğulları’nı bizimle gönder.”
وَلَا تُعَذِّبْهُمْ “Onlara azab etme.”Onları serbest bırak. Zor işlerde çalıştırarak ve erkek çocuklarını öldürerek onlara işkence yapma.Çünkü İsrailoğulları Kıbtîlerin elinde idi. Kıbtiler onları hizmetçi olarak kullanıyorlar ve zor işlerde çalıştırıyorlardı. Hatta bazı yıllar onların erkek çocuklarını öldürüyorlardı.
Ayette, Firavuna varılıp İsrailoğullarının serbestiyetinin istenmesi mü’minleri kâfirlerden kurtarmanın, kâfirleri davetten daha ehemmiyetli olduğuna bir delildir.
Bunun, davette tedriç için olması da caizdir.
قَدْ جِئْنَاكَ بِآيَةٍ مِّن رَّبِّكَ “Biz sana Rabbinden bir ayet ile geldik.”
Ayet, önceki kelâmın tazammun ettiği risalet davasını takviye etmektedir.
Hz. Musa, asa ve yed-i beyza mu’cizeleriyle gelmişken, ayette “bir ayet” şeklinde ifade edilmesi, bundan muradın mu’cize delili ile davayı isbat etmek olmasındandır, yoksa delilin bir veya çok olmasına işaret etmek değildir. Şu ayetlerde de aynı durum vardır:
“(İsa der ki:) Şüphesiz ki ben size Rabbinizden bir âyet getirdim:” (Âl-i İmran, 49)
“(Ey Salih) Eğer doğru söyleyenlerden isen, haydi bize bir ayet getir.” (Şuara, 154)
“Musa dedi: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?” (Şuara, 30)
وَالسَّلَامُ عَلَى مَنِ اتَّبَعَ الْهُدَى “Selam, hüdaya uyanlara olsun.”
Selâmdan murat
-Hidayet üzere olanlara, meleklerin ve cennet görevlilerinin selâmıdır.
-Veya onlara dünya ve ahirette selâmettir.
4ّ8- إِنَّا قَدْ أُوحِيَ إِلَيْنَا أَنَّ الْعَذَابَ عَلَى مَن كَذَّبَ وَتَوَلَّى “Bize kesin olarak vahyolundu ki, azab inkâr edip yüz çevirenleredir.”Burada nazmın değişmesi, azabın hatırlatılması, bunun te’kid edilmesi şundan olabilir: İşin başında yapılan tehdid, daha önemli ve daha faydalı ve realiteye daha uygundur.
49- قَالَ فَمَن رَّبُّكُمَا يَا مُوسَى “Firavun dedi: Sizin Rabbiniz kimdir Ey
Musa?”Hz. Musa ve Harun, Firavunun yanına vardılar, kendilerine emredilenleri söylediler. O zaman Firavun “Sizin Rabbiniz kimdir Ey Musa?” diye sordu.
Hz. Musa ve Haruna gerekli talimat verildikten sonra hemen Firavunun sözüne geçilmesi, hâlin delâletinden dolayı olabilir. Çünkü itaatkâr kimseye bir şey emredildiğinde, şüphesiz o emri yerine getirir.Firavun her ikisine de hitap etmekle beraber, nida ederken Hz. Musayı ismen söylemesi, O’nun asıl ve Hz. Harunun O’nun veziri ve tâbii olmasındandır.
Veya Hz. Musanın anlatımında biraz zorluk ve Hz. Harunda ise fesahat olduğunu bildiğinden, ilzam edebilmek için Hz. Musa ile konuşmayı tercih etti. “(Firavun dedi:) Yoksa ben, nerede ise meramını anlatamayan şu zavallıdan daha hayırlı değil miyim?” (Zuhruf, 52) ayeti de buna delâlet eder.
50- قَالَ رَبُّنَا الَّذِي أَعْطَى كُلَّ شَيْءٍ خَلْقَهُ “Musa dedi: Bizim Rabbimiz her şeye hilkatini verdi.”Rabbimiz her bir nev’e, mümkün kemâline uygun suretini verdi.
Veya her birine muhtaç oldukları huy ve duyguları verdi.
Denildi ki: Her canlıya yaratılış ve şekilce o cinsten eşini verdi.
Veya “her mahlûka, ona uygun şeyler verdi.”
ثُمَّ هَدَى “Sonra da yolunu gösterdi.”
Sonra da iradesiyle veya fıtrî bir şekilde kendi kemalî ve bekasına nasıl ulaşacağını, kendisine verilenleri nasıl kullanacağını bildirdi.
Bu, son derece beliğ bir cevaptır. Çünkü kısa olmakla beraber her varlığı içine almakta, onların hâllerini ifade etmektedir.
Bu ifadede,
-Allahu Teâlânın bizzat ğani ve kadir olmasına,
-Her varlığa nimette bulunmasına,
-Allahın dışında ne varsa kendisine muhtaç olduğuna,
-Her varlığa zâtında, sıfatlarında ve fiillerinde in’am edildiğine delâlet vardır.
Bundan dolayı, Firavun bu cevap karşısında şaşırıp kaldı, bu konuda bir şey söylemeye cesaret edemeyip, çareyi konuyu değiştirmekte buldu:
51- قَالَ فَمَا بَالُ الْقُرُونِ الْأُولَى “Dedi: Öyleyse kurun-u ûlânın durumu nedir?”
Yani önceki devirlerde ölenlerin durumu nedir? Saadette mi yoksa şekavette midirler?
52- قَالَ عِلْمُهَا عِندَ رَبِّي فِي كِتَابٍ “(Musa) dedi: Onların ilmi Rabbimin katında bir kitaptadır.”Dedi ki: Bu bir gayptır, ancak Allah bilir. Ben de senin gibi bir kulum. Bana bildirdiği dışında, bu konuda bir şey bilemem.
Kitap’tan murat, bunların levh-i mahfuzda yazılı olmasıdır.
Hz. Musa bunu bir temsil olarak ifade etmiş de olabilir. Yani, nasıl kibir âlim ezberinde olan bir şeyi yazı ile de muhafaza eder, onun gibi önceki devirlerde gelip geçenler de Allahın ilmindedirler. Ayetin devamı bunu teyid eder:
لَّا يَضِلُّ رَبِّي وَلَا يَنسَى “Rabbim yanılmaz ve unutmaz.” Dalâl, bir şeyin yerinde hata edip ona ulaşamamak; nisyan (unutmak) ise o şeyin nerede olduğunun hatıra gelmemesidir. Hem dalal hem de nisyan, bizzat her şeyi bilen Allah hakkında imkânsızdır.
Firavunun sualinin, Allahın kudretinin her şeyi kuşatması ve Allahın her şeyi muhtelif suretleri ve çeşitli özellikleriyle belirlemesi hususunda bir itiraz olması da caizdir. Çünkü bu, O’nun ilminin eşyanın ayrıntılarını ve cüziyatını bilmesini gerektirir. Hâlbuki önceki devirlerde yaşayanlar,
-Hem sayıca pek çok,
-Hem müddet olarak uzun bir süreye dağılmış,
-Hem de birbirinden uzak iken Allahın ilmi onları, onların cüzlerini ve hâllerini nasıl kuşatır?
Verilen cevap ise şunu bildirmektedir: Allahın ilmi bütün bunları kuşatmıştır, bütün bunlar Allah nezdinde sabittir. O yanılmaz ve unutmaz.
53- الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الْأَرْضَ مَهْدًا “O ki arzı sizin için bir döşek yaptı.”
وَسَلَكَ لَكُمْ فِيهَا سُبُلًا “Orada sizin için yollar açtı.”Allah, arzda sizin için dağlar, vadiler, sahralar arasında bir yerden bir yere ulaşmanız için yollar kıldı. Bu yollardan gider, menfaatlerinize ulaşırsınız.
وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء “Ve gökten bir su indirdi.”
فَأَخْرَجْنَا بِهِ أَزْوَاجًا مِّن نَّبَاتٍ شَتَّى “Böylece onunla yerden türlü türlü bitkileri çift çift çıkardık.”Ayetin evvelinde Cenab-ı Hakkın icraatlarından gıyabî bir şekilde bahsedilirken devamında “biz şöyle şöyle yaptık” diye konuşma sığasına intikal edilmesi, bunlarda Allahın kudret ve hikmetinin kemaline olan delâletin gayet açık olduğuna bir tenbih ve bütün muhtelif eşyanın O’nun meşietine boyun eğdiğine, O’na itaat ettiğine bir hatırlatma olmasındandır.
Benzeri üslûbları şu ayetlerde de görebiliriz:“Görmedin mi Allah gökten bir su indirdi. Derken biz onunla renkleri başka başka meyveler çıkardık.” (Fatır, 27)“Ve O, gökten size su indirdi. Ardından biz o su ile güzel güzel bahçeler bitirdik.” (Neml, 60)
Bu bitkiler farklı şekiller, özellikler ve menfaatler taşır. Bu menfaatlerin bazısı insanlara, bazısı da hayvanlara yöneliktir.Bundan dolayı şöyle buyurdu:
54- كُلُوا وَارْعَوْا أَنْعَامَكُمْ “Hem siz yiyin, hem de hayvanlarınızı otlatın.”
إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّأُوْلِي النُّهَى “Şüphesiz bunda akıl sahipleri için nice ibretler vardır!”
Ayet metnindeki “Ulu’n-nühe”, akıl sahipleri demektir. Çünkü akıl, batıla uymaktan ve çirkin işler yapmaktan nehyeder.
55- مِنْهَا خَلَقْنَاكُمْ “Oradan sizi yarattık.”
Çünkü toprak, hem sizin ilk atanızın aslı, hem de bedenlerinizin ilk maddesidir.
وَفِيهَا نُعِيدُكُمْ “Yine ona döndüreceğiz.”Ölümle ve devamında bedeninizi meydana getiren cüzlerin dağılmasıyla sizi toprağa iade edeceğiz.
وَمِنْهَا نُخْرِجُكُمْ تَارَةً أُخْرَى “Ve de sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.”
Toprağa karışmış parçalanmış eczalarınızı önceki suret üzere bir araya getirip, o bedenlere ruhlarınızı geri döndürerek topraktan sizleri çıkaracağız.
56- وَلَقَدْ أَرَيْنَاهُ آيَاتِنَا كُلَّهَا “Andolsun ki, biz Firavun’a ayetlerimizin hepsini gösterdik.”
Biz o Firavuna ayetlerimizi gösterdik veya onların sıhhatini, gerçek olduğunu ona tanıttırdık.
Cenab-ı Hakkın “ayetlerimiz” diye ifade ettiğinden murat, Hz. Musaya has kılınan, bilinen dokuz mu’cizedir. Bu durumda “ayetlerimizin hepsini” ifadesi bu ayet türlerinin veya fertlerinin şümulünü te’kid içindir.Veya Hz. Musa (as) bu mu’cizeleri Firavuna göstermiş, başkasına verilen diğer mu’cizeleri de tek tek saymıştır.
فَكَذَّبَ وَأَبَى “O ise onları yalanladı ve kabulden çekindi.”
O ise, şiddetli inadından dolayı Hz. Musayı yalanladı, taşkınlığından dolayı iman ve tâati kabullenemedi.