119- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ “Ey iman edenler! Allah’tan korkun.”
Razı olmadığı hususlarda Allaha karşı gelmekten sakının.”
وَكُونُواْ مَعَ الصَّادِقِينَ “Ve sadıklarla beraber olun.”
İmanlarında ve ahitlerinde veya niyet, söz ve amel olarak Allahın dininde dosdoğru olan sadıklarla beraber olun.
120- مَا كَانَ لِأَهْلِ الْمَدِينَةِ وَمَنْ حَوْلَهُم مِّنَ الأَعْرَابِ أَن يَتَخَلَّفُواْ عَن رَّسُولِ اللّهِ “Medine halkı ve onların çevresinde bulunan bedevîlere, Allah Resûlünden geri kalmaları uygun değildir.”
“Allah Resûlünden geri kalmaları uygun değildir” ifadesi, “geri kalmasınlar!” anlamında gayet belağatlı bir sakındırmadır.
وَلاَ يَرْغَبُواْ بِأَنفُسِهِمْ عَن نَّفْسِهِ “Onun katlandığı zahmetlere kendilerinin katlanmaya yanaşmamaları da (uygun değildir).”
Ve Hz. Peygamberin kendini sakındırmadığı şeyden kendilerini sakındırmaları, tehlikeli durumlara göğüs gerdiği durumda geri durmaları uygun değildir.
Rivayete göre Ebu Hayseme bahçesine girdi, kendisinin güzel bir hanımı vardı. Hanımı gölgeye hasır serdi, kocasına hurma ve soğuk su verdi. Ebu Hayseme şöyle bir baktı ve “koyu bir gölge, lezzetli bir hurma, soğuk bir su ve güzel bir kadın! Peygamber ise kızgın güneş altında ve çöl rüzgarlarına maruz durumda.. Vallahi bu hal hayra alâmet değil” dedi. Ardından ayağa kalktı, devesine bindi, kılıcını ve mızrağını aldı.
Sonra rüzgâr gibi süratle yola koyuldu. Hz. Peygamber, bakışını yola yöneltmişti, deve üstünde gelen biri olduğunu görünce “Ebu Hayseme olaydı” buyurdu. Gelenin o olduğunu görünce çok sevindi, onun için istiğfarda bulundu.
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ لاَ يُصِيبُهُمْ ظَمَأٌ وَلاَ نَصَبٌ وَلاَ مَخْمَصَةٌ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَلاَ يَطَؤُونَ مَوْطِئًا يَغِيظُ الْكُفَّارَ وَلاَ يَنَالُونَ مِنْ عَدُوٍّ نَّيْلاً إِلاَّ كُتِبَ لَهُم بِهِ عَمَلٌ صَالِحٌ “Çünkü onların, Allah yolunda çektikleri susuzluk, yorgunluk, açlık, kâfirleri öfkelendirmek üzere bir yere adım atmaları ve düşmana karşı herhangi bir başarı kazanmaları gibi hiçbir olay yoktur ki karşılığında kendilerine salih bir amel yazılmış olmasın.”
Yani, böyle bir sefere çıkış elbette ücretsiz değildir. Bu yolda karşılaşacakları susuzluk, yorgunluk, açlık ve düşman diyarını çiğnemek, onları öldürmek, esir almak, ganimete ulaşmak gibi durumlar, kendilerine hep sevap kazandıracaktır.
إِنَّ اللّهَ لاَ يُضِيعُ أَجْرَ الْمُحْسِنِينَ “Şüphesiz Allah, iyilik yapanların mükâfatını zayi etmez.”
Allah, iyi işler yapanları bu iyilikleriyle mükâfatlandırır.
Ayet, onların bu uğurda çektiklerinin niçin yazılacağını bildirir ve cihadın da bir iyilik olduğuna tenbihte bulunur.
Cihadın iyilik olması hem kâfirler, hem de mü’minler içindir.
Kâfirler için iyilik olması, mecnun birini tedavi eden kimsenin ona vurduğu darbelerin aslında mecnunun lehine olması kabilindendir, onları kemâle erdirmeye çalışmaktır.
Mü’minler için iyilik olması ise, onları kâfirlerin hâkimiyetinden ve istilasından kurtarmasıdır.
121- وَلاَ يُنفِقُونَ نَفَقَةً صَغِيرَةً وَلاَ كَبِيرَةً وَلاَ يَقْطَعُونَ وَادِيًا إِلاَّ كُتِبَ لَهُمْ لِيَجْزِيَهُمُ اللّهُ أَحْسَنَ مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Allah yolunda küçük, büyük bir harcama yapmazlar ve bir vadiyi kat etmezler ki, yaptıklarının daha güzeliyle Allah’ın kendilerini mükâfatlandırması için hesaplarına yazılmış olmasın.”
Allah onları yaptıkları amellerin en güzeliyle veya amellerinin karşılığının en güzeliyle mükâfatlandıracaktır.
122- وَمَا كَانَ الْمُؤْمِنُونَ لِيَنفِرُواْ كَآفَّةً “Bununla beraber mü’minlerin hepsinin birden sefere katılmaları uygun değildir.”
Toptan geri kalmaları uygun olmadığı gibi, toptan savaşa veya ilim seyahatine çıkmaları da uygun değildir.
Çünkü bu tarz bir durum, geçimlerinin dengesini alt üst eder.
فَلَوْلاَ نَفَرَ مِن كُلِّ فِرْقَةٍ مِّنْهُمْ طَآئِفَةٌ لِّيَتَفَقَّهُواْ فِي الدِّينِ وَلِيُنذِرُواْ قَوْمَهُمْ إِذَا رَجَعُواْ إِلَيْهِمْ “Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için sefere çıksa.”
لَعَلَّهُمْ يَحْذَرُونَ “Ola ki sakınırlar.”
Keşke kabile ve bir belde halkı gibi her büyük topluluktan az bir cemaat, fıkıhta derinleşmek için yola çıksa, bunun çilesini çekse.
Bunların çalışma gayesi ve ilim öğrenmekten maksadı, kavimlerini irşad ve onları uyarmak olsun.
Ayette bunun zikredilmesi ehemmiyetine binaendir. Bunda, ilim öğrenmek ve uyarıda bulunmanın farz-ı kifaye görevlerden olduğuna bir delil vardır.
Ayrıca şunu gösterir: İlim öğrenmekten maksat dini doğru yaşamak, başkalarının da doğru yaşamasına yardımcı olmaktır. Yoksa bunu insanlara üstten bakmak veya dünyevî geniş imkânlara kavuşmakta kullanmak uygun değildir.
Ayetin şöyle bir manasına da dikkat çekildi: Seferden geri kalanları şiddetle kınayan ayet nazil olunca, mü’minler toptan sefere çıkmaya koşuştular, ilimle meşguliyetten kesildiler. Bunun üzerine bu ayetle her gruptan bir taifenin cihada gitmesi, diğerlerinin de ilimle meşguliyet için geride kalması uygun görüldü. Ta ki en büyük cihad olan ilimle meşguliyet kesintiye maruz kalmasın. Çünkü, delil getirerek mücadele etmek bir asıldır, peygamberler bunun için gönderilmiştir. Sefere gidenler ilimle meşguliyetten geri kaldıklarından, döndüklerinde bunu telafi edebilmeleri için ilimle meşgul zâtlardan istifadeleri uygun olmaktadır.
123- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ قَاتِلُواْ الَّذِينَ يَلُونَكُم مِّنَ الْكُفَّارِ “Ey iman edenler! Kâfirlerden (öncelikle) yakınınızda olanlarla savaşın.”
Bununla, en yakınlarında olan kâfirlerle savaşmaları emredildi. Nitekim Hz. Peygambere de “en yakınlarını uyarması” emredilmişti.11 Çünkü en yakın olanlar şefkate ve durumlarını düzeltmeye daha layıktırlar.
Denildi ki, bundan murad Medine çevresindeki Kurayza, Nadîr ve Hayber Yahudileridir.
Ayrıca Rumlar olduğu söylendi. Çünkü onlar Şam’da yaşıyorlardı ve Şam da Medineye yakın idi.
وَلِيَجِدُواْ فِيكُمْ غِلْظَةً “Onlar sizde bir sertlik bulsunlar.”
Onlar sizde bir şiddet ve savaşa karşı sabır bulsunlar.
وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ مَعَ الْمُتَّقِينَ “Bilin ki, Allah müttakilerle beraberdir.”
Koruyarak ve yardım ederek Allah onlarla beraberdir.
124- وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ فَمِنْهُم مَّن يَقُولُ أَيُّكُمْ زَادَتْهُ هَذِهِ إِيمَانًا فَأَمَّا الَّذِينَ آمَنُواْ فَزَادَتْهُمْ إِيمَانًا “Herhangi bir sûre indirildiğinde, içlerinden bazısı (alaylı bir şekilde) “Bu hanginizin imanını artırdı?” der.”
Burada medar-ı bahs olanlar münafıklardır. Bunlar inkâr ve istihza ile “bu sûre hanginizin imanını artırdı?” derler.
وَهُمْ يَسْتَبْشِرُونَ “İman etmiş olanlara gelince, bu onların imanını artırmıştır.”
Ehl-i iman, yeni sûre ile yeni şeyler öğrenirler, buna inanarak ve sûrenin muhtevasını düşünüp anlayarak imanlarını artırırlar.
وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ “Onlar bununla sevinirler.”
Yeni bir sûrenin inmesi onları sevince garkeder. Çünkü o, kemâllerini artırmaya ve derecelerini yükseltmeye bir sebeptir.
125- وَأَمَّا الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ فَزَادَتْهُمْ رِجْسًا إِلَى رِجْسِهِمْ “Kalblerinde bir hastalık olanlara gelince, onların da murdarlıklarına (küfürlerine) murdarlık (küfür) katmıştır.”
Kalplerinde maraz olanlar ise, öncekileri inkara ilâve olarak bunu da inkar etmeleriyle murdarlıklarını artırırlar.
وَمَاتُواْ وَهُمْ كَافِرُونَ “Ve onlar kâfir olarak ölüp gitmişlerdir.”
Bu durum kendilerinde iyice muhkemleşir, bu hâl üzere ölürler.
126- أَوَلاَ يَرَوْنَ أَنَّهُمْ يُفْتَنُونَ فِي كُلِّ عَامٍ مَّرَّةً أَوْ مَرَّتَيْنِ “Görmüyorlar mı ki, onlar her yıl bir veya iki kere belâya çarptırılıp imtihan ediliyorlar.”
Görmüyorlar mı, onlar her yıl birkaç kere çeşitli belalarla, veya Hz. Peygamberle savaşmakla imtihan ediliyorlar ve bunda ortaya çıkan delilleri gözleriyle görüyorlar.
ثُمَّ لاَ يَتُوبُونَ وَلاَ هُمْ يَذَّكَّرُونَ “Sonra ne tevbe ederler, ne de ibret alırlar.”
Ama bu ayetleri görmelerine rağmen yine de bu hallerine son vermiyorlar, nifaklarından tevbe etmiyorlar, ibret almıyorlar.
127- وَإِذَا مَا أُنزِلَتْ سُورَةٌ نَّظَرَ بَعْضُهُمْ إِلَى بَعْضٍ هَلْ يَرَاكُم مِّنْ أَحَدٍ ثُمَّ انصَرَفُواْ “Bir sûre indirildi mi, “Sizi gören var mı?” diye birbirlerine göz ederler, sonra da sıvışıp giderler.”
Bir sûre indiğinde, bunu inkar ederek ve bununla alay ederek veya onda kendi ayıpları zikredildiğinden öfke ile dolu bir şekilde birbirlerine bakıyorlar.
Peygamberin yanından kalktığınızda “Sizi gören var mı?” diyorlar. Kimse görmemişse kalkıp gidiyorlar, gören olmuşsa rezil olmak korkusuyla mecburen oturuyorlar, sonra kalkıp gidiyorlar.
صَرَفَ اللّهُ قُلُوبَهُم بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَفْقَهُون “Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı, Allah onların kalplerini çevirdi.”
“Allah onların kalplerini çevirdi”
Bu ibare, hem onların durumunu ihbar, hem de onlara bir beddua olabilir.
Birinciye göre mana “Allah onların kalplerini çevirdi.”
İkinciye göre ise “Allah onların kalplerini çevirsin” şeklindedir.
“Anlamayan bir toplum olmalarından dolayı”
Bunun sebebi, onların fehimlerinin kötü olması veya düşünmeyişleridir.
128- لَقَدْ جَاءكُمْ رَسُولٌ مِّنْ أَنفُسِكُمْ “Andolsun, size kendi içinizden bir peygamber geldi.”
Cinsinizden, sizin gibi Arab bir Peygamber size geldi.
Ayet “enfesiküm” şeklinde de okunmuştur. Yani, “en şerefliniz size peygamber olarak geldi.”
عَزِيزٌ عَلَيْهِ مَا عَنِتُّمْ “Sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir.”
Sizin nahoş şeylere maruz kalmanız Ona ağır gelir.
حَرِيصٌ عَلَيْكُم “O, size çok düşkündür.”
O, sizin iman etmenize, durumunuzun iyi olmasına son derece arzuludur.
بِالْمُؤْمِنِينَ رَؤُوفٌ رَّحِيمٌ “Mü’minlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.”
Hem size, hem de diğer bütün ehl-i imana rauf, rahîmdir.
Ayetteki Rauf, kuvvetli rahmet sahibi anlamındadır. Rahîm kelimesine göre daha ziyade bir şefkat ifade etmesine rağmen, önce bu ismin gelmesi, ayet sonlarına uygunluk içindir.
129- فَإِن تَوَلَّوْاْ فَقُلْ حَسْبِيَ اللّهُ “Eğer yüz çevirirlerse de ki: Allah bana yeter.”
Şayet sana imandan yüz çevirirlerse, “Allah bana kafidir” de.
Çünkü O, onların vereceği zarara karşı Sana yeter ve onlara karşı sana yardım eder.
لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur.”
Bu ifade, üsttekine delil gibidir.
عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ “Ben ancak O’na tevekkül ettim.”
Ondan başkasından bir şey beklemiyor ve korkmuyorum.
وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ “O, yüce Arş’ın sahibidir.”
Arş, kendisinden hükümlerin ve mukadderatın nazil olduğu makamdır.
Übey Bin Ka’b şöyle der:
“Bu iki ayet, en son nazil olan ayetlerdir.”
Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Tevbe ve İhlâs sûresi dışında Kur’an bana ayet ayet, harf harf nazil oldu. Ancak bu ikisi yetmiş bin saf melekle beraber bana indirildi.”
Doğrusunu en iyi Allah bilir.