100- وَالسَّابِقُونَ الأَوَّلُونَ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ وَالأَنصَارِ وَالَّذِينَ اتَّبَعُوهُم بِإِحْسَانٍ “Muhacirler ve Ensar’dan İslâm’a ilk girenlerin önde gelenleri ve ihsan ile onlara tabi olanlar var ya.”
“Muhacirlerden İslâm’a ilk girenlerin önde gelenleri”
Bunlar hakkında,
-Hem Kudüse, hem de Kabeye karşı namaz kılanlar,
-Bedir savaşına katılanlar,
-Hicretten önce Müslüman olanlar şeklinde açıklamalar yapılmıştır.
“Ensar’dan İslâm’a ilk girenlerin önde gelenleri”
Bunlardan murat,
-Birinci Akabe Biatında bulunan yedi kişi,
-İkinci Akabe Biatında bulunan yetmiş kişi,
-Ve Ebu Zürare, Mus’ab Bin Umeyri kendilerine takdim ettiğinde iman edenler olabilir.
“İhsan ile onlara tabi olanlar”
Onlara güzel bir şekilde tâbi olanlardır, Hem Muhacir hem de Ensardan ilk safta yer alanlara katılanlar anlaşılabileceği gibi, kıyamete kadar iman ve taatle bunlara tâbi olanlar da anlaşılabilir.
رَّضِيَ اللّهُ عَنْهُمْ وَرَضُواْ عَنْهُ “Allah onlardan razı oldu, onlar da O’ndan razı oldular.”
وَأَعَدَّ لَهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي تَحْتَهَا الأَنْهَارُ “Ve onlara altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı.”
Allah onların taatini kabulle ve amellerinden hoşnut olmakla onlardan razı olmuştur.
Onlar da nail oldukları dinî ve dünyevî nimetlerle Allahtan razıdırlar.
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Onlar orada ebedî kalacaklardır.”
ذَلِكَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ “İşte bu, büyük kurtuluştur.”
101- وَمِمَّنْ حَوْلَكُم مِّنَ الأَعْرَابِ مُنَافِقُونَ “Çevrenizdeki bedevîlerden birtakım münafıklar vardır.”
Bunlar Medine civarında yerleşmiş Cüheyne, Müzeyne gibi kabilelerdir.
وَمِنْ أَهْلِ الْمَدِينَةِ مَرَدُواْ عَلَى النِّفَاقِ “Medine halkından da münafıklıkta maharetli olanlar var.”
لاَ تَعْلَمُهُمْ “Sen onları bilmezsin.”
Ayetin bu ifadesi, onların nifakta maharet ve hünerlerini beyan eder. Bu işi o kadar ustalıkla yapmaktadırlar ki zekâ ve ferasette zirve biri bile onların münafıklığını fark etmeyebilir. Onlar, nifakta ustalıklarıyla münafıklıkla suçlanmaya sebep olabilecek haller ve durumlardan uzak kalırlar.
نَحْنُ نَعْلَمُهُمْ “Biz onları biliriz.”
Biz ise onların sırlarına muttaliyiz. Sana kendilerini gerçekte bulunduklarından farklı gösterebilseler de, bize gösteremezler.
سَنُعَذِّبُهُم مَّرَّتَيْنِ “Onlara iki defa azap edeceğiz.”
Biz onları dünyada rezil rüsvay ederek ve ayrıca katl ile azaplandıracağız.
Kabirde de kabir azabıyla cezalandıracağız.
Veya onlardan zekât alarak ve bedenlerini kuvvetten düşürerek azap vereceğiz.
ثُمَّ يُرَدُّونَ إِلَى عَذَابٍ عَظِيمٍ “Sonra da çok büyük bir azaba gönderileceklerdir.”
Büyük azap, cehennemdir.
102- وَآخَرُونَ اعْتَرَفُواْ بِذُنُوبِهِمْ “Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler.”
Bunlar, yalandan bahaneler uydurmadan geride kalmalarını itiraf eden kimselerdir. Tebûk seferine özürsüz katılmayanlar hakkında inen ayetleri duyunca Mescid-i Nebevinin direklerine kendilerini bağladılar. Hz. Peygamber (asm) geldiğinde âdeti üzere Mescide girdi, iki rek’at namaz kıldı. Çıkışta onları gördü, etrafındakilere “bunların durumu nedir? Niye böyle yapmışlar?” diye sordu. “Bunlar, sen onları çözmedikçe bağlarını kendileri çözmemeye yemin etmiş kişilerdir” denildi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:“Ben de yemin ediyorum ki, onlar hakkında bana emir gelmedikçe onları çözmeyeceğim.” Bunun üzerine bu ayet nazil oldu, Hz. Peygamber de onları çözdü, serbest bıraktı.
خَلَطُواْ عَمَلاً صَالِحًا وَآخَرَ سَيِّئًا “Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırdılar.”
Salih amelleri, pişmanlık duymaları ve günahlarını itiraf etmeleridir. Kötü amelleri ise geride kalmaları ve münafıklara muvafakatlarıdır.
عَسَى اللّهُ أَن يَتُوبَ عَلَيْهِمْ “Ola ki Allah tevbelerini kabul eder.”
Ayetin evvelinde bunların günahlarına mukabil tevbe ettikleri bildirilmişti, burada da Allahın onların tevbesini kabul etmesinin tahakkuku bildirildi.
إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Çünkü Allah Ğafur’dur, Rahîm’dir.”
Allah, tevbe edeni bağışlar, ayrıca özel ikramda da bulunur.
103- خُذْ مِنْ أَمْوَالِهِمْ صَدَقَةً “Onların mallarından sadaka al.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, kendilerini direğe bağlamış olan bu kişiler serbest kalınca “Ya Rasulallah, işte şu mallarımız bizi geri bıraktı, bunları bizden sadaka olarak al ve bizi temizle” dediler. Hz. Peygamber “mallarınızdan bir şey almakla emrolunmadım” buyurdu. Ardından bu ayet indi.
تُطَهِّرُهُمْ وَتُزَكِّيهِم بِهَا “Onunla kendilerini temizlersin, arındırırsın.”
Alacağın sadaka onları günahlardan veya ilerde bu yaptıklarının bir benzerini yapmaktan temizleyecektir.
Ve onların hasenelerini artıracak, kendilerini muhlis kimseler seviyesine yükseltecektir.
وَصَلِّ عَلَيْهِمْ “Ve onlara dua et.”
Onlara dua ile ve istiğfar etmekle şefkat göster.
إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَّهُمْ “Çünkü senin duan onlara sekinet verir.”
Onların nefisleri Senin yapacağın dua ile sükûnet bulur, kalpleri de itminana kavuşur.
وَاللّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ “Allah Semi’, Alîm’dir.”
Allah onların itiraflarını işitir, pişmanlıklarını bilir.
104- أَلَمْ يَعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ هُوَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِهِ وَيَأْخُذُ الصَّدَقَاتِ “Onlar bilmediler mi ki, Allah kullarının tevbesini kabul eder ve sadakaları da alır.”
Ayette Bahsi Geçenler
-Ya biraz önce nazara verilen tevbesi kabul edilen kimselerdir. Bundan murat kalplerinde tevbelerinin kabul edildiğinin ve sadakalarının nazara alındığının yerleşmesidir.
-Veya diğer insanları da içine almaktadır. Murad da, tevbe ve sadakaya onları teşvik etmektir.
“Sadakaları Alır”
Bedelini ödemek üzere bir şey alan kimsenin kabulü tarzında, sadakaları kabul eder, karşılıksız bırakmaz.
وَأَنَّ اللّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ “Ve Allah Tevvab, Rahîm’dir.”
Tevbe edenlerin tevbesini kabul etmek ve onlara lütufta bulunmak, Allahın şanındandır.
105- وَقُلِ اعْمَلُواْ “De ki: (Yapacağınızı) yapın.”
De ki: İstediğinizi yapın!
فَسَيَرَى اللّهُ عَمَلَكُمْ وَرَسُولُهُ وَالْمُؤْمِنُونَ “Yaptıklarınızı Allah görecek, Resûlü ve mü’minler de.”
Çünkü hayır veya şer olarak ne yapsanız, Ona gizli kalmaz.
Allah, sizin amellerinizi kendisi gördüğü gibi, onlara da gizlemez.
وَسَتُرَدُّونَ إِلَى عَالِمِ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ “Sonra gaybı da, görüleni de bilen Allah’a döndürüleceksiniz.”
Ölümle, gaybı ve şehadeti, hem görülmeyeni hem de görüleni bilen Allaha döndürüleceksiniz.
فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ تَعْمَلُونَ “O da size bütün yapmakta olduğunuz şeyleri haber verecektir.”
O da, yaptıklarınızın karşılığını vererek size ne yaptıklarınızı tek tek haber verecek.
106- وَآخَرُونَ مُرْجَوْنَ لِأَمْرِ اللّهِ “Diğer bir kısmı da, Allah’ın emrine bırakılmışlardır.”
Tebük seferine katılmayıp geride kalanlardan bir kısmıyla ilgili hüküm ise, Allahın emrine bırakılmıştır.
إِمَّا يُعَذِّبُهُمْ “Bunlara ya azap eder.”
وَإِمَّا يَتُوبُ عَلَيْهِمْ “Ya da tevbelerini kabul eder.”
Eğer nifakta ısrar ederlerse onlara azap eder, tevbe ederlerse de tevbelerini kabul eder.
Ayette “ya şöyle ya da böyle” denilmesi kullara bakan yönüyledir.
Ayette her iki durumun da Allahın iradesiyle olduğuna bir delil vardır.
وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah, Alîm, Hakîm’dir.”
Allah onların hallerini bilir, onlara yaptığı muamelede hikmet sahibidir.
Bunlardan murat Ka’b Bin Malik, Hilal Bin Ümeyye ve Mürare Bin Rabi’dir. Hz. Peygamber ashabına bunlara selam vermemelerini ve onlarla konuşmamalarını emretmişti. Bu durumu görünce niyetlerini samimi yaptılar ve durumlarını Allaha havale ettiler, Allah da onları merhametine mazhar kıldı.
107- وَالَّذِينَ اتَّخَذُواْ مَسْجِدًا ضِرَارًا وَكُفْرًا وَتَفْرِيقًا بَيْنَ الْمُؤْمِنِينَ وَإِرْصَادًا لِّمَنْ حَارَبَ اللّهَ وَرَسُولَهُ مِن قَبْلُ “Bir de zararlı faaliyetlerde bulunmak, küfre yardım etmek, mü’minler arasına ayrılık sokmak için ve öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye bir mescit yapanlar var ya.”
Mescid-i Dırar
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Amr Bin Avf oğulları Kuba mescidini yaptıklarında Hz. Peygamberi davet ettiler, Hz. Peygamber de geldi, o mescidde namaz kıldı. Bunun üzerine Ganem Bin Avf oğulları buna haset ettiler. Onlar da bir mescit bina ettiler. Maksatları rahib Ebu Amir Şam’dan geldiğinde kendilerine imam olmasıydı. Mescidi bitirdiklerinde Hz. Peygambere vardılar. “Biz yağmurlu gecede, kışta ihtiyacı olan, hasta olan kimseler için bir mescid bina ettik. Teşrif edip bir namaz kılsanız da, biz de orayı namazgâh edinsek” dediler. Hz. Peygamber, elbisesini giyip onlarla birlikte gitmeye hazırlanırken ayet indi. Bunun üzerine Malik Bin Dehşem, Ma’n İbnu Adiy, Amir Bin Seken ve Vahşi’yi çağırıp “ehli zâlim olan şu mescide gidin, onu yıkın ve yakın” dedi. Onlar da gittiler, denileni yaptılar. Sonra onun yerine bir kilise yapıldı.
“Küfre yardım etmek”
Onlar aslında içlerinde küfrü gizliyorlardı.
“Mü’minler arasına ayrılık sokmak”
Kuba mescidinde toplanan mü’minler arasında bölücülük yapmayı düşünüyorlardı.
“Öteden beri Allah ve Resûlüne karşı savaşanlara üs olsun diye”
Burada kastedilen şahıs, rahib Ebu Amirdir. Uhud gününde Rasulullaha şöyle demişti: “Seninle savaşan hangi kavim olursa olsun, ben de onlarla beraber olup Sana karşı savaşacağım.” Huneyn savaşına kadar Hz. Peygamberin karşısında savaştı. Hevazin ile beraber hezimete maruz kalınca, Şama gitti. Niyeti Rasulullah ile savaşmak için bir ordu teşkil etmek ve bu hususta Bizans imparatorundan yardım almaktı. Sonra oralarda tek başına öldü gitti.
Şöyle de denildi: Hendek savaşında ordu topluyordu. Mağlubiyet yaşanınca Şama gitti.
Mescid-i Dırar’la ilgili şöyle bir rivayet de vardır: Bu mescidi Tebük seferinden az zaman önce yapmışlardı. Hz. Peygamberi oraya davet ettiler. Şöyle buyurdu: “Biz şimdi sefere çıkmak üzereyiz. İnşallah döndüğümüzde orada namaz kılarız.” Döndüğünde teklifi tekrarladılar. O zaman ilgili ayetler nazil oldu.
وَلَيَحْلِفُنَّ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ الْحُسْنَى “Bunlar, “Bizim iyilikten başka hiçbir kasdımız yok” diye yemin de ederler.”
Yani, “namaz, zikir ve namaz kılanlara bir genişlik gibi iyi niyetlerle biz bu mescidi inşa ettik” diyecekler.
وَاللّهُ يَشْهَدُ إِنَّهُمْ لَكَاذِبُونَ “Allah şehadet eder ki bunlar gerçekten yalancıdırlar.”
108- لاَ تَقُمْ فِيهِ أَبَدًا “Onda (o mescidde) asla namaz kılma.”
لَّمَسْجِدٌ أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى مِنْ أَوَّلِ يَوْمٍ أَحَقُّ أَن تَقُومَ فِيهِ فِيهِ “İlk günden temeli takva üzerine kurulan mescit, içinde namaz kılmana daha lâyıktır.”
Takva Mescidi
Burada takva üzere kurulduğu bildirilen mescid, Kuba mescididir. Bunu Hz. Peygamber hicret esnasında Pazartesinden Cumaya kadar kaldığı günlerde kurmuştu ve orada namaz kılmıştı. Ayette bildirilen takva mescidini Kuba olarak anlamak kıssaya daha uygundur.
Bu takva mescidi, şu rivayete göre ise Mescid-i Nebevidir. Ebu Said, ayette kastedilen mescidin hangisi olduğunu Hz. Peygambere sorar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir: O, kendisinde namaz kıldığınız Mescid-i Nebevidir.”
فِيهِ رِجَالٌ يُحِبُّونَ أَن يَتَطَهَّرُواْ “Orada temizliğe çok dikkat eden kişiler vardır.”
Orada bulunan kimseler Allahın rızasını talep ile günahlardan ve kötü hasletlerden tertemiz olmaya çalışırlar.
Bundan muradın cünüp iken uyumamak olduğu da söylenmiştir.
وَاللّهُ يُحِبُّ الْمُطَّهِّرِينَ “Allah da tertemiz olanları sever.”
Allah onlardan razı olur, sevenin sevdiğini kurbiyetine mazhar ettiği gibi, onları zâtına yakın kılar.
Denildi ki: Ayet nazil olduğunda Hz. Peygamber, yanında muhacirlerden de kimseler olduğu halde yürüyerek Kuba mescidine gitti, kapı önünde durdu. Ensar, mescitte oturuyordu. Hz. Peygamber onlara sordu:
-Siz mü’minler misiniz?
Onlar sükut ettiler. Hz. Peygamber tekrar sordu. Bunun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi:
-Onlar mü’minlerdir, ben de onlarla beraberim.
Sonra konuşma şöyle devam etti:
-Kazaya razı olur musunuz?
-Evet, razı oluruz.
-Belaya sabreder misiniz?
-Evet, sabrederiz.
-Bollukta şükreder misiniz?
-Evet, şükrederiz.
-Kabenin Rabbine yemin ederim, sizler mü’minlersiniz.
Ardından Hz. Peygamber oturdu, şöyle dedi:
-Ey Ensar topluluğu! Allahu Teâlâ sizi medhetti. Abdest alırken ve tuvalette ne yaparsınız?
-Ya Rasulallah, tuvaletten sonra üç taşla temizleniriz. Ardında da su kullanırız.
Bunun üzerine Hz. Peygamber “Orada temizliğe çok dikkat eden kişiler vardır” mealindeki ayeti onlara okudu.
109- أَفَمَنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَى تَقْوَى مِنَ اللّهِ وَرِضْوَانٍ خَيْرٌ أَم مَّنْ أَسَّسَ بُنْيَانَهُ عَلَىَ شَفَا جُرُفٍ هَارٍ فَانْهَارَ بِهِ فِي نَارِ جَهَنَّمَ “Binasını takva ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi?”
Dinin binasını, sağlam bir temel hükmünde takva ve Allahın rızasını talep üzerine kuranla, en zayıf bir temel üzerine kuran kimse bir midir?
Ayette bir temsil vardır. Dinlerini takva üzere bina edenlerle batıl üzere bina edenler mukayeseli bir şekilde anlatılmaktadır. Takva üzere bina edenlerin temeli gayet sağlamdır, yıkılmaktan uzaktır. Batıl üzere bina edenler ise, uçurum kenarında en gevşek bir temelle bina yapmaya kalkışanlara benzer. Uçurum kenarı kaymakta ve üzerindeki binayla beraber ateşe doğru yuvarlanmaktadır. İşte, kâfirlerin hayatı böyledir, âdeta an be an ateşe doğru yuvarlanmaktadırlar.
وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.”
Allah zalim kavmi salah ve necah bulacakları şeye hidayet etmez.
110- لاَ يَزَالُ بُنْيَانُهُمُ الَّذِي بَنَوْاْ رِيبَةً فِي قُلُوبِهِمْ إِلاَّ أَن تَقَطَّعَ قُلُوبُهُمْ “Yaptıkları bu bina, (ölüp de) kalpleri parçalanıncaya kadar, kalplerinde bir şüphe olarak kalacaktır.”
Onların bu binası, onların şek içinde olmalarına ve nifaklarının artmasına sebep olmaktadır. Çünkü onlardaki şek ve nifak onları bu binayı tesise sevk etmiştir. Hz. Peygamber bunu yıkınca, kalplerindeki nifak daha da kök saldı, kalplerinden izi silinmeyecek bir hâle geldi.
“Kalpleri Parçalanıncaya Kadar”
Ta kalplerinde hiçbir idrak ve his kalmayıncaya kadar devam eder.10
Kalplerinin param parça olmasından murat, onların öldürülmesi veya kabirdeki ve cehennem ateşindeki durumları da olabilir.
Şu mana da verildi: Pişmanlık ve üzüntü ile tevbe edip dönerlerse, o zaman o kalpler şüphelerden kurtulur, itminana kavuşur.
وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir.”
Allah onların niyetlerini bilir, binalarının yıkımıyla ilgili verdiği emirde hikmet sahibidir.
Kalp, idrak ve hissin merkezidir. Ancak, batıl sistem içinde yer alan kimseler, sonunda idrak ve hislerini devre dışı bırakır bir hâle gelirler. Bunun sonunda kalpleri mühürlenir, o kalplere iman girmez.