122. DERS (Tevbe Suresi, 17 - 24) Allahın Mescitlerini İmar

17- مَا كَانَ لِلْمُشْرِكِينَ أَن يَعْمُرُواْ مَسَاجِدَ الله شَاهِدِينَ عَلَى أَنفُسِهِمْ بِالْكُفْرِ“Müşrikler için, inkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken Allah’ın mescitlerini imar etmeleri düşünülemez.”

Müşrikler için mescitleri imar etmek diye bir şey söz konusu değildir. Bundan muradın Mescid-i Haram olduğu söylenir. Çoğul olarak “mescitler” şeklinde gelmesi, Mescid-i Haramın bütün mescitlerin kıblesi ve imamı olmasındandır. Bunu imar eden, diğerlerini de imar eder.

“İnkârlarına bizzat kendileri şahitlik edip dururken”

Yani onların birbirine muhalif iki şeyi, Beytullahı imar ile Allahtan başkasına ibadeti cem etmeleri söz konusu olamaz.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Hz. Peygamberin amcası Abbas müşrik iken Müslümanlarca esir alınmıştı. Müslümanlar onu şirk ile ve sıla-ı rahmi kesmekle ayıpladılar, Hz. Ali de ona kaba sözler söyledi. Bunun üzerine Abbas şöyle dedi: “Niye bizim hatalarımızı söylüyor, ama güzel yönlerimizi gizliyorsunuz? Biz Mescid-i Haramı imar ederiz, Ka’benin perdesini yenileriz, hacılara su dağıtırız, esiri hürriyetine kavuştururuz.”

Bu münasebetle ayet nazil oldu.

أُوْلَئِكَ حَبِطَتْ أَعْمَالُهُمْ “Onların bütün amelleri boşa gitmiştir.”

Onlar, iftiharla yaptıkları böyle hayırlı işleri şirk ile karıştırdıklarından, bütün amelleri boşa gitmiştir.

وَفِي النَّارِ هُمْ خَالِدُونَ “Ateşte de onlar daimî kalacaklardır.”

 

18- إِنَّمَا يَعْمُرُ مَسَاجِدَ اللّهِ “Allah’ın mescitlerini ancak şunlar imar eder:”

مَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Allah’a ve ahiret gününe inanan.”

وَأَقَامَ الصَّلاَةَ “Namazı dosdoğru kılan.”

وَآتَى الزَّكَاةَ “Zekâtı veren.”

Öyle anlaşılıyor ki, Allahın mescitlerini imar etmek, ilmî ve amelî kemâlâtı cem edenler için söz konusudur.

Mescitleri mamur kılmak,

-Sergi sermek,

-Lambalarla aydınlatmak,

-Oralarda ibadet yapmak, zikretmek,

-Ders halkaları oluşturmak,

-Dünya kelamı gibi oralara uygun düşmeyen durumlardan kurtarmak gibi durumlardır.

Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir:

“Allah şöyle buyurdu: Yeryüzünde benim evlerim, mescitlerdir. Ziyaret edenler onları mamur kılanlardır. Ne mutlu o kimseye ki, evinde güzelce temizlenir, sonra beni evimde ziyaret eder. Elbette, ziyaret edilenin ziyaretçisine ikramda bulunması üzerine bir haktır.”

Ayette peygambere imanın zikredilmemesi, Allaha imanın ona karine olduğunun bilinmesinden ve Allaha imanın peygambere imanla tamam olmasındandır. Ayrıca “namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren…” ifadesi de peygambere imana delâlet etmektedir.

وَلَمْ يَخْشَ إِلاَّ اللّهَ “Ve Allah’tan başkasından korkmayan.”

فَعَسَى أُوْلَئِكَ أَن يَكُونُواْ مِنَ الْمُهْتَدِينَ “İşte bunların hidayet üzere olmaları umulur.”

“İşte bunların hidayet üzere olmaları umulur” şeklinde bir ümit sığasıyla bunun ifade edilmesi, müşriklerin kendilerini hidayette görmek ve amellerinden fayda bulacakları tarzındaki beklentilerini kesmek içindir. Ayrıca, kendilerini “biz hidayet üzereyiz” şeklinde görmelerini kınamaktır. Çünkü mü’minler bile bu kadar güzel vasıflarıyla beraber hidayet üzere olmaları “ola ki”, “umulur ki” şeklinde ifade edilirse, bunlara zıd yolda gidenlerin ne derece hidayetten uzak oldukları anlaşılır.

Mü’minlere bakan yönüyle ise, ayette kendi halleriyle mağrur olmak ve buna güvenmekten bir men vardır.

 

19- أَجَعَلْتُمْ سِقَايَةَ الْحَاجِّ وَعِمَارَةَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ كَمَنْ آمَنَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَجَاهَدَ فِي سَبِيلِ اللّهِ “Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını yapmayı, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse gibi mi tuttunuz?”

Çünkü namazı, zekâtı haber veren Hz. Peygamberdir, bunların ayrıntılarını anlatan da O’dur.

لاَ يَسْتَوُونَ عِندَ اللّهِ “Bunlar Allah katında eşit olmazlar.”

Ayet, müşriklerin ve onların boşa giden amellerinin mü’minlerle ve onların müsbet amelleriyle bir olmayacağını nazara vermektedir.

وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِمِينَ “Allah, zâlim topluluğu doğru yola erdirmez.”

Kâfirler, şirk ile ve peygambere düşmanlıkla zulmetmiş, dalâlette boğulmuş kimselerdir. Bunlar nasıl olur da, Allahın hidayet ettiği, hak ve doğruya muvaffak kıldığı kimselerle bir olurlar.

 

20- الَّذِينَ آمَنُواْ وَهَاجَرُواْ وَجَاهَدُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ بِأَمْوَالِهِمْ وَأَنفُسِهِمْ أَعْظَمُ دَرَجَةً عِندَ اللّهِ “İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin derecesi, Allah katında daha üstündür.”

Bu özellikte olan mü’minler Allah katında bu özellikleri cem etmeyenlerden rütbece daha yüksek ve daha ziyade şereflidirler.

Veya hâli böyle olan mü’minler, elbette hacılara su veren, Ka’benin imarı için çalışan müşriklerden çok yüksek derecelerdedirler, birbirlerine kıyas edilemezler.

وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَائِزُونَ “İşte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”

Sevaba ve Allah nezdindeki güzel akıbete ehil olanlar da işte bunlardır, müşrikler değil.

 

21- يُبَشِّرُهُمْ رَبُّهُم بِرَحْمَةٍ مِّنْهُ وَرِضْوَانٍ وَجَنَّاتٍ لَّهُمْ فِيهَا نَعِيمٌ مُّقِيمٌ“Onların Rabbi onlara, kendi katından bir rahmet, bir rıza ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.”

Ayette mü’minlere müjde olarak bildirilen “rahmet, rıza, cennetler ve bu cennetlerdeki nimetlerin” elif-lâmsız ifade edilmesi, bunların tayin ve tarifin ötesinde olduğunu hissettirmek içindir.

 

22- خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Onlar orada ebedî kalacaklardır.”

Ayet, o cennetlerdeki devamı “ebed” kelimesiyle te’kid etti. Çünkü,

devamı bildiren “halidine fihe” ifadesi uzun süre kalmak anlamında da kullanılabilmektedir.

إِنَّ اللّهَ عِندَهُ أَجْرٌ عَظِيمٌ “Şüphesiz, Allah katında çok büyük bir mükâfat vardır.”

Allah katında öyle büyük bir mükâfat vardır ki, ondan başka olan mükâfatlar onun yanında hiç kalır.

 

23- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ آبَاءكُمْ وَإِخْوَانَكُمْ أَوْلِيَاء إَنِ اسْتَحَبُّواْ الْكُفْرَ عَلَى الإِيمَانِ “Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dost edinmeyin.”

Sebeb-i Nüzûl

Ayet, muhacirler hakkında nazil oldu. Kendilerine hicret emri geldiğinde bir kısmı şöyle dedi: “Eğer hicret edersek, babalarımızdan, evlatlarımızdan, aşiretlerimizden ayrı kalırız. Ticaretimiz biter, zâyi olur gideriz.”

Denildi ki: Dokuz kişi Medinede dinden çıktı, Mekkeye gidip müşriklere iltihak etti. Ayet, bunlara dostluk göstermekten nehiy için nazil oldu.

Yani, sizi imandan alıkoyan ve taatten engelleyen dostlar edinmeyin.

وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”

Dostluğu yerinde kullanmayarak zâlimlerin ta kendileri olurlar.

 

24-قُلْ إِن كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَآؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُم مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُواْ حَتَّى يَأْتِيَ اللّهُ بِأَمْرِهِ “De ki: “Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah’tan, peygamberinden ve O’nun yolunda cihaddan daha sevgili ise, artık Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin!”

Ayetteki muhabbet, ihtiyarî ve iradî olan muhabbettir, yoksa fıtrî ve tabiî olan değildir. Çünkü bu ikincisi, kendisinden sakınma noktasında teklif altına girmez.

Allahın emrinden murat, peşin veya ilerde bir cezadır.

Mekke’nin fethi olduğu da söylenmiştir.

وَاللّهُ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ “Allah, fasık topluluğu doğru yola erdirmez.”

Allah onları irşat etmez.

Ayette, işin zorluğunu beyan olarak büyük bir tehdit vardır. Bundan kurtulabilecek olanlar azdır.

 

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
9. Tevbe
Gönderi tarihi: 23-08-2013
2,522 kez okundu
Block title
Block content