121. DERS (Tevbe Suresi, 7 - 16) Müşriklerle Savaş

7- كَيْفَ يَكُونُ لِلْمُشْرِكِينَ عَهْدٌ عِندَ اللّهِ وَعِندَ رَسُولِهِ “Müşrikler için Allah katında ve Resûlü katında nasıl bir ahd olabilir?”

Ayette soru şeklinde gelmesi, onların bu hâlini inkâr içindir. Yani, “Müşrikler için Allah katında ve Resûlü katında nasıl bir ahd olabilir?” denilmesi, “olamaz” anlamındadır.

إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّمْ عِندَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ “Ancak Mescid-i Haram’ın yanında kendileriyle antlaşma yaptıklarınız müstesna.”

فَمَا اسْتَقَامُواْ لَكُمْ فَاسْتَقِيمُواْ لَهُمْ “Bunlar size karşı dürüst davrandığı sürece, siz de onlara dürüst davranın.”

Onların durumlarına bakın. Şayet ahid üzere istikametle devam ederlerse siz de ahde vefa göstermeye devam edin. Bu ifade “Ancak Allah’a ortak koşanlardan, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır. Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın. Şüphesiz Allah, kendine karşı gelmekten sakınanları sever.” (Tevbe, 4) ayeti gibidir. Ancak orada mutlaktır, bu ise mukayyettir.

إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ “Çünkü Allah, müttakileri sever.”

 

8- كَيْفَ “Nasıl?”

Bu ifade, onların ahitleri konusunda sebat etmelerinin olmayacak bir şey olduğunu tekrar eder veya onlarla ilgili hükmün bâki olduğunu yeniden nazara verir. Bunda, onlar için ahdin niçin devam etmediğini bildirmek vardır.

“Nasıl?” dedikten sonra fiilin söylenmeyişi, hangi fiil olduğunun bilinmesindendir.

وَإِن يَظْهَرُوا عَلَيْكُمْ لاَ يَرْقُبُواْ فِيكُمْ إِلاًّ وَلاَ ذِمَّةً “Eğer onlar size üstün gelseler, sizin hakkınızda ne bir yemin ne de bir antlaşma gözetirler.”

Onlarla nasıl ahid olabilir ki, şayet size galip gelseler sizinle ilgili ne bir yemine, ne de bir zimmete riayet etmezler.

Ayette geçen “ill” yemin anlamındadır. “Yakınlık” manası da verilebilir.

Zimmet ise, ahid anlamındadır.

Veya “göz ardı edilmesi ayıp kaçan hak” anlamına da gelir.4

يُرْضُونَكُم بِأَفْوَاهِهِمْ وَتَأْبَى قُلُوبُهُمْ “Ağızlarıyla sizi hoşnut etmeye çalışıyorlar, oysa kalpleri buna karşı çıkıyor.”

Onlara galip gelseniz münafıkane hareket ederler. Ağızlarıyla sizi razı ederler, ama söylediklerini kalpleri tasdik etmez. Dolayısıyla onlar güvenilecek, ahde vefa gösterecek kimseler değillerdir.

وَأَكْثَرُهُمْ فَاسِقُونَ“Onların çoğu fasıktırlar.”

Onlar son derece inatçıdırlar. Kendilerini bağlayan bir akideye, ve günahlardan vazgeçirecek bir mürüvvete sahip değillerdir.

Ayette “onların çoğu fasıktırlar” demesi, içlerinden az bir kısmının ahdi bozacak durumlardan sakınması ve kötü olaylara yol açacak hallerden uzak kalması cihetledir.

 

9- اشْتَرَوْاْ بِآيَاتِ اللّهِ ثَمَنًا قَلِيلاً “Allah’ın âyetlerini az bir karşılığa değiştiler.”

Kur’anın hükümlerini az bir bedele değiştiler, ona uymak yerine hevâ’ya ve şehvetlerine tâbi oldular.

فَصَدُّواْ عَن سَبِيلِهِ “Böylece O’nun yolundan alıkoydular.”

Allaha ulaştıran dinden insanları alıkoydular.

Veya, hacc ve umre için gelenlerin O’nun Beytini ziyaret etmelerine engel oldular. “Böylece O’nun yolundan alıkoydular” derken, ayetin metninde

geçen فَ (fe) harfi sebebiyet bildirir. Bu da onları Allah yolundan alı

koymaya iten şeyin, Allahın ayetlerini az bir bedele değiştirmeleri olduğunu gösterir.

إِنَّهُمْ سَاء مَا كَانُواْ يَعْمَلُونَ “Yapmakta oldukları şeyler gerçekten ne kötüdür!”

Yani, o müşrikler size galip gelseler, ne bir yemin ve yakınlık tanırlar, ne de bir sözleşme ve hak.

 

10- لاَ يَرْقُبُونَ فِي مُؤْمِنٍ إِلاًّ وَلاَ ذِمَّةً “Bir mü’min hakkında ne bir yemin ne de bir antlaşma gözetirler.”

Ayetin bu kısmı, onların kötü amelini tefsir eder, dolayısıyla tekrar değildir.

Şöyle de denildi: Birincisi Allahın ahdini bozanlar hakkında geneldir, ikincisi ise özellikle Yahudiler hakkındadır veya bedeviler hakkındadır. Ebu Süfyan, bedevileri toplamış ve beslemişti.

وَأُوْلَئِكَ هُمُ الْمُعْتَدُونَ “İşte bunlar, haddi aşanların ta kendileridir.”

 

11- فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَإِخْوَانُكُمْ فِي الدِّينِ “Fakat tevbe edip, namazı kılar ve zekâtı verirlerse, artık onlar sizin dinde kardeşlerinizdir.”

Bunları yaptıklarında artık onlar dinde sizin kardeşlerinizdir. Sizin sahip olduğunuz haklara sahip olurlar, size düşen görevlerle de mükellef hâle gelirler.

وَنُفَصِّلُ الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ “Bilen bir kavme âyetleri işte böyle tafsil ile açıklarız.”

Ayet, muahitlerle ilgili tafsilen anlatılanları veya tevbe edenlerin özelliklerini dikkatle düşünmeye bir teşviktir.

 

12- وَإِن نَّكَثُواْ أَيْمَانَهُم مِّن بَعْدِ عَهْدِهِمْ وَطَعَنُواْ فِي دِينِكُمْ فَقَاتِلُواْ أَئِمَّةَ الْكُفْرِ “Eğer antlaşmalarından sonra yeminlerini bozup dininize dil uzatırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın.”

Eğer yeminlerini bozar, ahde vefa göstermezler, açıktan dini yalanlar ve dinin hükümlerini çirkin göstermeye çalışırlarsa, küfrün önderleriyle savaşın.

“Onlarla savaşın” yerine “Küfrün önderleriyle savaşın” denilmesi, onların böyle yapmakla küfre önder konuma geldiklerine ve katle müstehak olduklarına delâlet etmek içindir.

Denildi ki: “Küfrün önderleri”nden murat, müşriklerin reisleridir.

Özel olarak, “Küfrün önderleriyle savaşın” denilmesi,

-Ya onların katlinin diğerlerine göre daha önemli ve onların da buna daha layık olmasındandır,

-Veya onların murakabesinden men içindir.

إِنَّهُمْ لاَ أَيْمَانَ لَهُمْ “Çünkü onların yeminleri yoktur.”

Hakikatte onlar için yemin yoktur. Yoksa dininize saldırmaz, ahitlerini bozmazlardı.

Bunda, zimmî birisinin İslâmî değerlere hücum ettiğinde ahdi bozmuş olacağına bir delil vardır. Hanefiler bu ayetle “kâfirin yemini yemin değildir” şeklindeki görüşe delil getirmek istemişlerse de, böyle bir delil zayıftır. Çünkü ayetten murat onların yeminlerinin güvenilirliğini nefyetmektir, yoksa yeminleri olmadığını beyan değildir. Nitekim ayetin başında “eğer onlar yeminlerini bozarlarsa” denilmektedir.

“Mürtedin tevbesi makbul değildir” diyenler de bu ayetten delil getirdiler. Hâlbuki bu, delil olmaktan uzaktır. Çünkü ayet, belli bazı kimselerin imana girmeyeceğini ihbar ediyor olabilir, genelleme yanlış olur.

Veya bundan “onlar için verilmiş yeminler yok ki, bunların müddeti beklenilsin” manası kastedilmiş olabilir.

لَعَلَّهُمْ يَنتَهُونَ “Ola ki, vazgeçerler.”

Onlarla savaşın ki, bu hallerine son versinler. Onlarla savaşmaktan maksadınız, içinde bulundukları taşkın hâle son vermeleri olsun. Yoksa işkence yapmaktan zevk duyan kimseler gibi, onlara eziyet etmek olmasın.

 

13- أَلاَ تُقَاتِلُونَ قَوْمًا نَّكَثُواْ أَيْمَانَهُمْ وَهَمُّواْ بِإِخْرَاجِ الرَّسُولِ “Yeminlerini bozan ve Peygamber’i yurdundan çıkarmaya azmeden bir kavimle savaşmaz mısınız?”

Ayet, savaşa teşviktir.

“Savaşmaz mısınız?” ifadesinde “savaşın” manası kuvvetli bir şekilde anlatılmıştır.

Burada medar-ı bahs edilen kavim, Mekke müşrikleridir. Hz. Peygamberle ve mü’minlerle birbirleri aleyhinde çalışmayacaklarına dair ittifakları varken Huzaa kabilesine karşı Bekir oğullarına yardım ettiler.

Darun-Nedvede toplanıp Hz. Peygamberin durumu hakkında meşveret etmişlerdi. Şu ayette, onlardan bahis vardır:

“Hani bir vakit, o kâfirler, seni tutup bağlamak veya öldürmek veya sürüp çıkarmak için sana tuzak kuruyorlardı.” (Enfal, 30)

Burada bahsi geçen kavim Yahudiler de olabilir. Hz. Peygamberle yaptıkları anlaşmayı bozdular. O’nu Medineden çıkarmaya yeltendiler.

وَهُم بَدَؤُوكُمْ أَوَّلَ مَرَّةٍ “Üstelik size karşı ilk önce onlar başladı.”

Düşmanlığa ve savaşa önce onlar başladı. Çünkü Hz. Peygamber onlara tebliğde bulundu. Kitap ile onları ilzam etti, onları Kur’anın bir benzerini getirmeye çağırdı. Onlar ise buna düşmanlık ve savaş ile mukabelede bulundular. Böyle olunca sizin onlara muaraza etmenize ve onlarla çatışmanıza bir mani yoktur.

أَتَخْشَوْنَهُمْ “Yoksa onlardan korkuyor musunuz?”

Yoksa size onlardan bir zarar gelir korkusuyla onlarla savaşı bırakacak mısınız?

فَاللّهُ أَحَقُّ أَن تَخْشَوْهُ إِن كُنتُم مُّؤُمِنِينَ “Oysa Allah, -eğer gerçek mü’minleriseniz- kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.”

Öyleyse düşmanlarınızla savaşın, Allahın emrini terk etmeyin.

“-Eğer gerçek mü’minler iseniz-“

Çünkü iman, Allahtan başkasından korkmamayı gerektirir.

 

14- قَاتِلُوهُمْ “Onlarla savaşın.”

Allahu Teâlâ, önce savaşın gereğini anlattı, terkinden dolayı kınadı ve bu konuda gevşeklik gösterenleri tehdit etti, ardından da savaşı emretti.

يُعَذِّبْهُمُ اللّهُ بِأَيْدِيكُمْ “Allah onlara sizin ellerinizle azap etsin.”

وَيُخْزِهِمْ “Onları rezil etsin.”

وَيَنصُرْكُمْ عَلَيْهِمْ “Onlara karşı size zafer versin.”

Mü’minler, müşriklerle savaşırlarsa neleri kazanacakları bu ayetle beyan ediliyor. Allah Müslümanları onlara galip kılacak, onları katle imkân verecek, müşrikleri zelil yapacaktır.

وَيَشْفِ صُدُورَ قَوْمٍ مُّؤْمِنِينَ “Ve mü’min bir kavmin yüreklerini ferahlandırsın.”

Sebeb-i nüzule göre bakıldığında, buradaki “mü’min kavim” Huzaa oğullarıdır.

Bu konuda şu da denildi: Bunlar Yemen ve Sebe’den Mekke’ye gelen bir topluluktur. Geldiler ve Müslüman oldular, ama müşriklerden pek çok ezaya maruz kaldılar. Durumlarını Hz. Peygambere şikâyet ettiklerinde şöyle buyurdu: “Size müjde! Allahın bir çıkış yolu ve bir zafer vermesi yakındır.”

 

15- وَيُذْهِبْ غَيْظَ قُلُوبِهِمْ “Ve onların kalplerindeki öfkeyi gidersin.”

Ta ki, başlarına gelen sıkıntılardan kurtulsunlar, içlerinde bir öfke kalmasın. Allahu Teâlâ, onlara vaat ettiğini yerine getirdi. Bu ayet, gayptan verdiği haberin çıkmasıyla, Kur’an mu’cizelerinden biridir.

وَيَتُوبُ اللّهُ عَلَى مَن يَشَاء “Allah, dilediğinin tevbesini kabul eder.”

Ayet, içlerinden bazısının küfürden döneceğini haber vermektedir, bu da aynen gerçekleşmiştir.

وَاللّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ “Allah, Alîm’dir, Hakîm’dir.”

Allah, hem olanı, hem de olacakları bilir. Bütün fiilleri ve hükümleri hikmet iledir.

 

16- أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تُتْرَكُواْ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَلَمْ يَتَّخِذُواْ مِن دُونِ اللّهِ وَلاَ رَسُولِهِ وَلاَ الْمُؤْمِنِينَ وَلِيجَةً “Yoksa; Allah, içinizden Allah’tan, Resûlünden ve mü’minlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeksizin cihad edenleri bilmeden bırakılacağınızı mı sandınız?”

Mü’minlerin bazısı savaş emrinden hoşlanmamıştı. Cenab-ı Hak bu şekilde bütün ehl-i imana hitap etti.

Demek ki böyle bir savaş emri, onlardan cihad eden halis mü’minlerle, böyle olmayanları ortaya çıkaracaktır.

وَاللّهُ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ “Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”

Allah yaptığınız amellerde maksadınızın ne olduğunu bilir.

Ayetin evvelinde “Allah içinizden cihad edenleri bilmeden...” ifadesinin zâhirinden bazıları yanlış mana da çıkarabileceğinden, ayetin bu kısmı o yanlış tevehhümü ortadan kaldıracak bir ifadeyle gelmiştir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
9. Tevbe
Gönderi tarihi: 23-08-2013
1,888 kez okundu
Block title
Block content