Bu sûre, en son nazil olan sûredir.Sûrenin çeşitli isimleri vardır: Mü’minler için tevbeden bahsettiği münasebetle “Tevbe sûresi” denilmiştir. Sûrenin muhtevasında münafıklarla alakalı hayli bahisler vardır. Onların maskelerini indirmekte, onları mahcup edecek durumlarını ele almaktadır.Ayet sayısı yüz otuzdur, yüzyirmi dokuz diyen de vardır.Bu sûrenin başında besmele yer almaz. Çünkü besmele emandır, bu sûre ise kâfirlere olan emanı kaldırmak için inmiştir.
Denildi ki: Hz. Peygamber kendisine sûre veya ayet indiğinde, yerinin neresi olduğunu beyan ederdi. Ancak bu sûrenin yerini beyan etmeden vefat etti. Bunun kıssası Enfal sûresinin kıssasına benzer ve ona uygundur. Çünkü Enfal sûresinde insanlardan alınan ahitler zikrolundu, Tevbe sûresinde ise, bunların devre dışı bırakılması anlatıldı, bundan dolayı bu sûrenin peşine getirildi.
Şöyle de denildi: Sahabe, Enfal ve Tevbe’nin Seb’u’t-tıval denilen yedi büyük sûrenin yedincisi olarak bir sûre veya müstakil iki sûre olduğunda ihtilaf ettiler. Bundan dolayı bu ikisi arasında bir boşluk bırakıldı, besmele yazılmadı.
1- بَرَاءةٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ “Allah ve Resûlünden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklere ültimatomdur (kesin bir uyarıdır):”
Yani, Allah ve Rasulü, müşriklerle yaptığınız ahidden beri’dirler, daha önce yaptığınız anlaşmanın artık bir hükmü kalmamıştır.
Ayette, ahdin artık tanınmadığı Allah ve Rasulüne, ahitleşme ise mü’minlere talik edilmesi, her ne kadar Allahın izni ve Rasulünün buna muvafakatı ile meydana gelmişse de, bu ahdin bittiğini ilan etmenin mü’minlere düşen bir görev olduğuna delâlet etmesi içindir. Çünkü, Allah ve Rasulü, artık bu anlaşmadan beri olduklarını zâten ilan etmişlerdir.
Sebeb-i Nüzûl
Müslümanlar Arab müşrikleriyle ahit yapmışlardı. Onlar ise, -bir kısmı hariç- anlaşmayı bozmuşlardı. Allahu Teâlâ mü’minlere anlaşmayı bozanların ahitlerinin bittiğini ilan etmelerini emretti ve müşriklere bu süre zarfında diledikleri yere gitmeleri için dört ay mühlet verdi ve şöyle buyurdu:
2- فَسِيحُواْ فِي الأَرْضِ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ “Bundan böyle yeryüzünde dört ay istediğiniz gibi gezip dolaşın.”
Bu ayet Şevval ayında nazil olmuştu. Bu durumda dört aydan murat, Şevval, Zilkâde, Zilhicce ve Muharremdir.
Şöyle de denildi: Dört aydan murat, Zilhicce ayından yirmi gün, Muharrem, Safer, Rabiulevvel ayları ve Rabiulâhirden de on gün. Çünkü bunun tebliği kurban bayramında olmuştu. Şöyle ki:
Hz. Peygamber Hz. Ebu Bekiri hac emiri olarak göndermişti. Hz. Peygambere “bu ayetleri ilan için Hz. Ebubekire verseydin” denildi. O, şöyle buyurdu: “Benimle alakalı bir şeyi ancak benden biri edâ edebilir.”
Ve inen bu ayetleri Hz. Ali ile gönderdi. Hz. Ali yaklaştığında Hz. Ebu Bekir deve sesini işitti ve durdu. “Bu, Hz. Peygamberin devesinin sesi” dedi. Hz. Ali yanlarına geldiğinde “emîr olarak mı geldin, yoksa me’mur olarak mı?” diye sordu.
Hz. Ali me’mur olarak geldiğini bildirdi. Hz. Ebubekir arefeden bir gün önce hac için orada bulunan insanlara hitap etti, haccın menasikini anlattı. Ardından Hz. Ali Cemretü’l- Akabe’de kurban bayramı günü ayağa kalktı, şöyle dedi:
“Ey insanlar! Allah rasulünün rasulü (elçisi) olarak size geldim.”
Dediler: “Buyur, bize ne getirdin?”
Bunun üzerine Hz. Ali, Tevbe sûresinden otuz veya kırk ayeti onlara okudu. Ardından şöyle dedi:
“Dört şeyi bildirmem emredildi:
1-Bu yıldan sonra hiçbir müşrik Beytullaha (Ka’beye) yaklaşmayacak.
2-Ka’be, çıplak olarak tavaf edilmeyecek.
3-Cennete ancak iman etmiş nefis girecek.
4-Müslümanlarla sözleşme yapanların sözleşmeleri ne kadar süre ile yapılmışsa, o zamana kadar geçerlidir.”
Hz. Peygamberden rivayeten gelen bu haberde “Benimle alakalı bir şeyi ancak benden biri eda edebilir” ifadesi, umumu üzere olmayabilir. Çünkü, Hz. Peygamber zaman zaman âl-i beytinden olmayanlarla da eda ettirmiştir.Bunu, ahitlere mahsus olarak değerlendirebiliriz. Çünkü Arablarda bir kabileye karşı ahid yapmak veya bozmak, ancak o kabileden olan biriyle olurdu. Bazı rivayetlerde şöyle gelmesi de buna delâlet eder: “Bunu ancak benim âl-i beytimden birinin tebliğ etmesi uygun olur.”
وَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ “Bilin ki, Allah’ı aciz bırakacak değilsiniz.”
O, her ne kadar size süre verse de, O’ndan kaçıp kurtulamazsınız.
وَأَنَّ اللّهَ مُخْزِي الْكَافِرِينَ “Ve Allah kâfirleri mutlaka perişan edecektir.”
Allah kâfirleri dünyada katl ve esaretle, ahirette de azapla perişan eder.
3- وَأَذَانٌ مِّنَ اللّهِ وَرَسُولِهِ إِلَى النَّاسِ يَوْمَ الْحَجِّ الأَكْبَرِ “Hacc-ı ekber gününde, Allah ve Resûlünden insanlara bir bildiridir:”
Hacc-ı ekber, bayram günüdür. Çünkü o günde hacc tamamlanır ve haccın pek çok fiilleri o gün yapılır. Üstte bahsi geçen ayetler de o günde insanlara bildirilmişti.
Ayrıca şöyle rivayet edilir: Hz. Peygamber veda haccında kurban bayramı günü şeytan taşlamanın yapıldığı yerde durdu ve şöyle dedi: “Bugün hacc-ı ekber günüdür.”
Hacc-ı ekberden muradın arefe günü olduğu da söylenir. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Hacc, arafattır.”
Hz. Peygamberin haccı “ekber” ile tavsif etmesi, umrenin küçük hacc olmasındandır.
Ayrıca, hacdan murat bu günde yapılan amellerdir. Bu ameller ise diğer amellerden daha büyüktür.
Keza, bu hacda Müslümanlar ve müşrikler bir arada bulundu ve kurban bayramı ehl-i kitabın bayramına tevafuk etti.
Keza, bu hacda Müslümanların izzeti ve müşriklerin zilleti ortaya çıktı.
أَنَّ اللّهَ بَرِيءٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ وَرَسُولُهُ “Allah müşriklerden beridir, Resûlüde.”
Allah, müşriklerin ahitlerinden beridir, Rasulü de.Arafatta vakfeye durmak haccın en önemli bir rüknüdür. Bunu yapmayan biri, haccetmiş sayılmaz.Farz olan hacca “hacc-ı ekber”, sünnet olan umreye ise “hacc-ı asğar” denilir. Sûrenin başında Allahu Teâlânın ve Rasulünün müşriklerin ahitlerinden berî oldukları, berî olmanın sübutunu haber verme şeklinde ifade edilmişti. Burada ise, bununla bildirmenin vücubu haber verilmiştir. Bundan dolayı bu bildirme bütün müşriklere yönelik oldu, sûre başında ise sadece ahit yapılanlara yönelik bir haber verme olmuştu.
فَإِن تُبْتُمْ فَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ “Eğer tevbe ederseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.”
Küfürden ve sözleşmeyi bozmaktan vazgeçerseniz, bu sizin için daha hayırlıdır.
وَإِن تَوَلَّيْتُمْ فَاعْلَمُواْ أَنَّكُمْ غَيْرُ مُعْجِزِي اللّهِ “Ama yüz çevirirseniz, şunu iyi bilin ki, siz Allah’ı âciz bırakacak değilsiniz.”
Eğer tevbeden yüz çevirir veya İslam’dan ve ahde vefadan kaçmakta sebat ederseniz, kaçmakla Allahtan kurtulamazsınız, O’nu acze düşüremezsiniz.
وَبَشِّرِ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِعَذَابٍ أَلِيمٍ “İnkâr edenleri elem dolu bir azapla müjdele!”
Onları ahirette can yakıcı bir azapla müjdele.
4- إِلاَّ الَّذِينَ عَاهَدتُّم مِّنَ الْمُشْرِكِينَ ثُمَّ لَمْ يَنقُصُوكُمْ شَيْئًا وَلَمْ يُظَاهِرُواْ عَلَيْكُمْ أَحَدًا “Ancak müşriklerden, kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz, sonra da antlaşmalarında size karşı hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiç kimseye yardım etmemiş olanlar, bu hükmün dışındadır.”
Ahid yapıp da ahde vefa gösteren, onun şartlarına uyanlar üstteki hükümden müstesnadırlar. Onlar sizden kimseyi öldürmemiş, size zarar vermemişlerdir.
Ve sizin düşmanlarınızla bir olup aleyhinize çalışmamışlardır.
فَأَتِمُّواْ إِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ إِلَى مُدَّتِهِمْ “Onların antlaşmalarını, süreleri bitinceye kadar tamamlayın.”
Onlara ahdi bozanların hükümlerini uygulamayın.
إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُتَّقِينَ “Şüphesiz Allah, müttakileri sever.”
Ayetin bu kısmı, hem bu hükmün gerekçesini beyan eder, hem de onların ahdini tamamlamanın takvaya dâhil olduğuna tenbihte bulunur.
5- فَإِذَا انسَلَخَ الأَشْهُرُ الْحُرُمُ فَاقْتُلُواْ الْمُشْرِكِينَ حَيْثُ وَجَدتُّمُوهُمْ “Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün.”
Yeryüzünde serbestçe dolaşmaları için verilen dört aylık süre bittiğinde, ahdi bozanları bulduğunuz yerde öldürün.
Bazıları, “haram aylar”dan muradın Recep, Zilkade, Zilhicce ve Muharrem ayları olduğunu söylemişlerse de, bu nazmı bozar ve icmaya da muhalif düşer. Zira, böyle bir durum, haram ayların haramlığının devam etmesini iktiza eder. Çünkü bu ayetlerden sonra bu hükmü neshedecek bir şey inmemiştir.
Bu verilen süre bittiğinde, ahdi bozan o müşrikleri ister harem dışında, isterse de içinde nerede bulursanız öldürün.
وَخُذُوهُمْ “Onları yakalayın.”
Onları esir alın.
وَاحْصُرُوهُمْ “Onları hapsedin.”
Onları hapsedin veya onlarla Mescid-i haram arasına engel koyun.
وَاقْعُدُواْ لَهُمْ كُلَّ مَرْصَدٍ “Ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin.”
Geçebilecekleri her yeri kontrol altına alın, ta ki kaçıp kurtulamasınlar.
فَإِن تَابُواْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَآتَوُاْ الزَّكَاةَ فَخَلُّواْ سَبِيلَهُمْ “Eğer tevbe ederler, namazı kılıp zekâtı verirlerse, kendilerini serbest bırakın.”
Eğer iman ederek şirkten dönerler, tevbelerini ve imanlarını doğrulayacak şekilde namaz kılar ve zekât verirlerse, onları kendi hallerine bırakın, üstte emredilenleri onlar hakkında uygulamayın.
Bu ifadede namazı terk eden ve zekâtı vermeyen kimsenin salıverilmeyeceğine, serbest bırakılmayacağına bir delil vardır.
إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Şüphesiz Allah Ğafur, Rahîm’dir.”
Ayetin bu kısmı, üstteki emrin illetini bildirir. Yani, onları salıverin, çünkü Allah Ğafurdur, Rahimdir. Onların eski hallerini bağışladı, tevbelerine mukabil onlara sevap vaadinde bulundu.
Yani, Allah affediyor, merhamet ediyor, siz de affedin, onlara acıyın.
6- وَإِنْ أَحَدٌ مِّنَ الْمُشْرِكِينَ اسْتَجَارَكَ فَأَجِرْهُ “Eğer müşriklerden biri eman dilerse, ona eman ver.”
حَتَّى يَسْمَعَ كَلاَمَ اللّهِ “Ta ki, Allah’ın kelâmını dinlesin.”
Şayet kendilerine karşı saldırı emri verilen müşriklerden biri senden eman talep ederse, ona eman ver, ta ki Allahın kelâmını duysun, düşünsün, işin hakikatine muttali olsun.
ثُمَّ أَبْلِغْهُ مَأْمَنَهُ “Sonra da onu güven içinde olacağı yere ulaştır.”
Sonra şayet İslâma girmezse, emniyet içinde olacağı yere kadar onu ulaştır.
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ قَوْمٌ لاَّ يَعْلَمُونَ “Çünkü onlar gerçekten de bilmeyen bir kavimdirler.”
Onlara bu emanın verilmesi veya İslâma girmezse bile emniyet içinde olacağı bir yere kadar ulaştırma emri, onların imanın ve kendisine davet ettiğiniz şeylerin hakikatinin ne olduğunu bilmemelerinden dolayıdır. Dolayısıyla onlara eman verilmeli ki Allahın kelâmını duysunlar, üzerinde düşünsünler.