Peygamberin Kölesi Olabilir mi?

 “Allah’ın kendisine kitap, hüküm (yasamayı yürütmek) ve peygamberlik verdiği hiçbir beşer için (insanlardan hiçbir kimse için), insanlara; ‘Allah’ın astlarından bana kul, köle olun’ demek yakışmaz. Fakat ‘Öğrettiğiniz ve ders aldığınız (okuduğunuz) kitap gereğince Rabbe içtenlikli kullar olunuz’ (demesi yaraşır).”

(Al-i İmran Suresi, 79-80)

 “Sizden hiçbir kimse ‘Kölem, cariyem’ diye hitap etmesin. Hepiniz Allah’ın kullarısınız. Kadınlarınızın da her biri Allah’ın kullarıdır. Onlara hitap edecek olan kimse; ‘Oğlum, kızım, yiğidim’ diye sesleansin.”

(Hadis-i Şerif)

 

Bu hafta da kölelik konusuna devam edecektik. Geçen hafta çok heyecanlı bir noktada bitirmiştik sohbetimizi. Thomas Peygamberimizin kölesi olduğunu öğrenmiş ve bunu bir soruyla gündeme getirmişti:

En son sorduğum soruya ne cevap vereceğini çok merak ediyorum. Doğrusu benim aklım bir türlü almıyor. Nasıl olur da tüm insanlığa rehber olması gereken biri, kendisi gibi başka bir insanı köle yapar?

– Bu sorunun izahı çok müşkül değil. Öncelikle şunu ifade edeyim ki Hz. Muhammed (a.s.m.) para vererek köle almamıştı. Zeyd, İslam’dan önce Hz. Hatice tarafından satın alınmış ve Hz. Muhammed’in (a.s.m.) hizmetine verilmişti. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) köle edinmesinin hikmetine gelince: Sonsuz ilim sahibi olan Allah, kölelik gibi asırlarca zihinlerde kök salmış bir olguyu en etkin metotla kaldırmayı murat etmiştir. Yani her konuda olduğu gibi, köleleri hürriyetine kavuşturma konusunda da Hz. Muhammed’i (a.s.m.) tüm insanlığa model yapmıştır. Allah’a iman edip O’nu sevdiğini söyleyen müminlerin Allah’ın Resulü’ne uymaları gerektiğini bildirmiştir. O hâlde, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) bu konuda nasıl bir model olduğuna bakmak lazım.

Hz. Muhammed (a.s.m.) kimseyi köle olarak satın almamıştır. Kölesi Zeyd’i, İslam’dan önce eşi Hz. Hatice almış ve onun hizmetine vermiştir. Hz. Muhammed, Zeyd’e bir köle gibi değil, bir evlat gibi muamele etmiştir. Çünkü ilahî emir müminlerin herkese iyi davranmasını şart koşuyordu: “Ellerinizin altında bulunanlara (sahip olduğunuz kölelere) iyi davranın!” (Nisa Suresi, 4:36) Hz. Muhammed (a.s.m.) bu emre büyük bir titizlikle ittiba etmiştir. Kölesine insan gibi muamele etmeyen bir sahabeyi gördüğünde şu sözleriyle uyarmıştır: “Sen, kendisinde Cahiliye huyu bulunan bir kimsesin. Onlar sizin hizmetçileriniz ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himayenize vermiştir. Kimin himayesinde bir kardeşi varsa kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyiniz. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım ediniz.”1

Köleye, evladım demesi, kendi yediğinden yedirmesi, köle hakikatini değiştirmiyor. Neticede o insan hürriyetini elde etseydi istediği şekilde bir hayat yaşardı. Oysa köle olduğu için hayatını efendisinin hayatına feda etmiş oluyor. Muhammed’in kölesi hürriyetine kavuşsaydı başka türlü bir hayat yaşardı.

– Hz. Muhammed’in (a.s.m.) kölesi Zeyd’in hikâyesi, senin soruna çok güzel bir cevap, aslında. Zeyd çok küçük yaşta köle tacirlerinin eline düşmüştü. Birçok pazar dolaşmış, en son Hz. Hatice’ye satılmıştı. Zeyd’in babası oğlunun nerede olduğunu bile bilmiyordu. Yıllarca para biriktirip evladını hürriyetine kavuşturmak için aramaya çıktı. Birçok beldeyi dolaştıktan sonra Zeyd’in peygamber olduğunu iddia eden birinin kölesi olduğunu öğrendi. Doğruca Hz. Muhammed’in (a.s.m.) evine gitti. Bin bir zorlukla biriktiği parayı ona uzatarak evladını hürriyetine kavuşturmak istediğini söyledi. Hz. Muhammed (a.s.m.) parayı geri vererek kararı Zeyd’e bıraktığını söyledi. Zeyd’in babası büyük bir sevinçle oğluna dönüp kararını sordu. Yıllardır köle olarak muamele eden oğlunun hürriyeti tercih edeceğine hiçbir şüphesi yoktu. Oysa Zeyd, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yanında kalacağını söyledi. Çünkü kendi babasında görmediği iyiliği ve şefkati Efendisi’nden (a.s.m.) görmüştü. Hz. Muhammed (a.s.m.) de bu karar üzerine Zeyd’i azat ettiğini ve onu kendisine evlatlık aldığını ifade etti. Bu davranışıyla, Hz. Muhammed (a.s.m.) ümmetine köleye nasıl muamele etmeleri gerektiğini göstermiştir. Böylece köleliği kâğıt üzerinde kaldırmak yerine, kalplerden silerek kaldırmıştır.

Öyle anlattın ki insanın köle olası geliyor. Sence Müslümanlar kölelerini gerçekten insan yerine koydular mı? Mesela hiç dövmediler mi?

– Kur’an’ın en temel gayelerinden biri de adalettir. Yani insanlığı her türlü zulümden kurtarıp hakiki adalete mazhar kılmaktır. Üstelik Hz. Muhammed (a.s.m.) ölüm döşeğinde bile köleleri unutmamıştır: “Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar (köle ve cariyeleriniz) hakkında da Allah’tan korkunuz.”2 Tevrat ve İncil’in aksine, köleleri dövmeye cevaz vermediği gibi haksız yere kölesine ceza verenin onu azat etmesi gerektiğini bildirmiştir: “Kim, işlemediği bir suçtan ötürü cezalandırmak maksadıyla kölesini döver veya sebepsiz yere tokatlarsa bunun kefareti o köleyi azat etmesidir.”3 İbn-i Ömer (r.a.) bir kölesini dövdükten sonra bu hadisi hatırlayarak kölesine “Canını acıttım mı?” diye sormuştu. Kölesi “Hayır” demişti. Buna rağmen içi rahat etmeyen İbn-i Ömer, köleyi azat ettikten sonra yerden bir çöp alıp “Benim için bu işte şu kadar bile bir ecir yoktur” dedi, sonra da yukarıdaki hadisi zikretti.4

Başka bir sahabe, Ebu Ali Süveyd bin Mukarrin (r.a.) diyor ki: “Ben, Mukarrin oğullarının yedinci çocuğu idim. Hepimizin sadece bir kölesi vardı. Bir gün en küçüğümüz onu tokatladı. Bunun üzerine Resulullah (a.s.m.) bize o köleyi azat etmemizi emretti.”5 Bir başka dövme vakası da Ebu Mesud isimli sahabenin kölesini dövmesidir. Hz. Muhammed (a.s.m.) bu olayı görünce şöyle seslenir: “Ey Ebu Mesud! Bilesin ki Allah’ın gücü sana, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla yeter!” Bunun üzerine Ebu Mesud şöyle cevap verir: “Ey Allah’ın Resulü! Allah rızası için bu köleyi azat ettim” der; Resul-i Ekrem (a.s.m.) de “Beri bak! Eğer böyle yapmasaydın seni mutlaka ateş yakardı yahut cehennem ateşi seni sarardı” buyurur.6

Bugün anlattıklarınla beni epey ikna ettin. Doğrusu, Kur’an’ı okumama rağmen bütüncül olarak bakmadığım için bu meseleyi tam anlamamışım. Ancak ilahî bir mesajda olmasını beklediğim yüksek standardı henüz görmedim. Yani Kur’an açıkça kölelik yasak deseydi mesele biterdi.

– Anlaşılan sen yasaklarla her şeyin çözüleceğini sanıyorsun. Ama biliyoruz ki insanların akıllarını ve kalplerini ikna etmeden, bir şeyi yasaklamak hiçbir zaman daimi çözüm olamamıştır. Amerika’da geçen asrın ortalarında kölelik kâğıt üstünde yasaklanmasına rağmen henüz tam anlamıyla kalktığını söylemek çok zor.7 Gerçi köle kavramı kullanılmıyor. Fakat zencilerin önemli bir kısmı köleyken yaptıkları işlere aynen devam ediyor. Kölelik hâlen devam etseydi sanırım birçok zenci için değişen pek bir şey olmayacaktı. Martin Luther King’in önderliğindeki “Sivil Haklar Hareketi” 1964’te başarıya ulaşana kadar, zencilere aleni olarak köpek muamelesi yapılıyordu. Zenciler, beyazlarla aynı lokantada yemek yiyemiyor, aynı okulda ders göremiyor, aynı otobüse binemiyor, aynı üniversiteye gidemiyor, hatta aynı sokakta bile yürüyemiyordu.

Örneğin, 1955 yılının Aralık ayında Rosa Park isimli zenci bir bayan halk otobüsünde otururken sonradan binen beyaz birine yerini vermediği için tutuklanıp hapse konulmuştu. Beyazlara ait işyerleri ve üniversitelerde “Buraya köpek ve zenci giremez” diye ilanlar asılmıştı. Daha da kötüsü, zenciler, çeşitli bahanelerle işkenceye maruz kalıyordu. Hatta bazen barbarca linç ediliyordu. Aslında yapılan şey tam bir “zenci katliamı” idi. İlginçtir, Amerika’da kimse böyle bir katliamdan bahsetmiyor. Fakat Hitler’in Yahudilere yaptığı katliam Amerika’da her türlü ortamda sürekli işleniyor. Tarihi bilgisi olmayan biri, Yahudi katliamının Amerika’da olduğunu sanır. Amerika’da birçok şehirde, Yahudi katliamındaki vahşeti gösteren müzeler olmasına rağmen sadece Wisconsin eyaletinin Milwaukee şehrinde Zenci Katliamı Müzesi bulunuyor.

Bir vesileyle Milwaukee’ye gittiğimde bu müzeyi ziyaret etmiştim. Doğrusu, gördüklerim ve okuduklarım karşısında tüylerim ürpermişti. Bir insan nasıl hemcinsine böyle muamele edebilirdi; aklım kavramakta güçlük çekmişti. Satılık köle olduğunu bildiren gazete ilanlarından, kalabalıklar tarafından linç edilen zencilere kadar birçok vahşet tablosunu görmüştüm. Kısacası, köleliğin en dehşetli şekilde yaşandığı bu topraklarda, bir buçuk asır önce kölelik yasaklanmasına rağmen henüz tam olarak kalkmış değil. Bu konuda senin fikrini merak ediyorum. Sence zenciler tam hürriyetlerine kavuştular mı?

Köleliğin hâlen devam ettiğini kabul etmiyorum. Ancak ayrımcılık kısmen devam ediyor.

– Haklısın, kölelik ismen devam etmiyor. Ancak kölelik uygulamasına benzer ayrımcılık kısmen dahi olsa devam ediyor. Henüz beyazlar zencilerin de kendileri gibi insan olduğunu ve aynı haklara sahip olduğunu özümsemiş değil. Amerikan toplumu henüz zenci birini kendine başkan olarak seçmekten çok uzak. Sanırım bir asır daha geçmesi gerekecek; toplumun o seviyeye gelmesi için. 2008 başkanlık seçimlerinde aday olan zenci-beyaz karışımı Barack Obama’ya sırf derisinin renginden dolayı kimse şans tanımıyor.

Haklısın! Köle damgasını yiyen insanları topluma kazandırmak kolay değil. Bir defa bu damgayı yiyen pek kolay kendine gelemez. Doğru söylüyorsun, Amerika’da köleliğin kanunla kalkması bir asrı geçmesine rağmen insanlar hâlen kölelik anlayışını tam olarak aşmış değil. İslam, Muhammed zamanında, bunu aşabildi mi?

– Evet, hem de en güzel bir şekilde. İslam’dan önce köle kökenliler “mevaliye” olarak anılırdı. Hürriyetlerine kavuşmalarına rağmen hürlerle eşit haklara sahip değillerdi. Hz. Muhammed (a.s.m.) bu uygulamayı ortadan kaldırmak için azat ettiği kölesi Zeyd’i halasının kızı Zeyneb bint-i Cahş ile evlendirmiştir.8Yine Zeyd’in oğlu Üsame’nin de Kureyşli bir ailenin kızı Fatıma bint-i Kays ile evlenmesine vesile olmuştur. Bununla da kalmamış, mevaliye, devlet kademelerinde görevler vermiştir. Örneğin, Zeyd’i sahabelerin başına komutan yapmıştır. Hatta ölüm döşeğindeyken Zeyd’in 20 yaşlarındaki genç oğlu Usame’yi, içinde daha sonra halife olacak tecrübeli ve saygın sahabilerin de bulunduğu orduya komutan tayin etmişti. Müşriklerin fitnesiyle bazı sahabiler komutanın değiştirilmesini istediği hâlde, Hz. Muhammed (a.s.m.) kararını değiştirmemişti.

Yine Hz. Muhammed (a.s.m.), köle azatlısı Bilal-i Habeşi’yi hem müezzin hem de çoğu zaman devlet hazinesi sorumlusu yapmıştı.9 Hz. Muhammed (a.s.m.), makam, servet, ırk, cinsiyet, hatta inanç gibi insanlar nazarında ehemmiyetli olan kıstaslara bakmaksızın her insana, insan olduğu için büyük saygı göstermiştir. Gerçi kendi dininin mensuplarına daha çok kıymet vermiştir. Ancak, dini ne olursa olsun, herbir insanı, insaniyet noktasında, diğer varlıklardan daha üstün bilmiş ve hürmet göstermiştir. Örneğin, bir Yahudi cenazesi yanından geçtiğinde hürmeten ayağa kalkmıştır. Camide temizlik yapan kendi hâlinde zenci bir kadının vefatı kendisine bildirilmediği için kızmış ve mezarına giderek cenaze namazını kılmıştır.10 Kısacası, İslamiyet eskiden köle muamelesi gören insanları en şerefli makamlara getirerek her insanın eşrefü’l-mahlûkat olduğunu bütün insanlığa göstermiştir.

Doğrusu yapılanları, tarihsel olarak önemli bir ilerleme görüyorum. Muhammed getirdiği ahlak sistemiyle kölelerin durumunu iyileştirmiştir; ama yine bazı insanlar köle olarak kalmaya devam etmiştir.

– Aslında tarihî bağlamda bakarsan bu bir ıslah değil, bir devrimdir. İslamiyet, insanı hayvan derecesine indiren kölelik anlayışını kesin olarak ortadan kaldırmıştır. İstisnai olarak izin verdiği kölelik ise Batılıların anladığı anlamda kölelik değildir. Seninle paylaştığım Zeyd örneğinde olduğu gibi şeklen köle olarak yaşayanların, günümüzdeki ücretli aile hizmetçilerinden hiçbir farkı yoktur. Dünyanın her yerinde, ücret karşılığından, zengin insanlar fakirleri çalıştırıp her türlü işlerini yaptırıyorlar. Gerçi modern “ücretli köleler” kâğıt üstünde efendilerini terk edip başka efendi arayışına girebilir. Pratik olarak bu özgürlüklerinin pek anlamı yok. Çoğu için gidip başka yerde iş bulmak kolay olmadığı için aslında efendisine (patronuna) bağlı bir köle gibidir. Kısacası, isme değil, öze bakmak gerekir. İslamiyet, ismen köleliğinin devamına bir süre cevaz vermesine rağmen özü itibariyle köleliği kaldırmıştır. İnsanlara köle olarak muamele etmeye hiçbir şekilde izin vermemiştir. Tekrar ediyorum, savaşlar dışında, köle edinmenin bütün yollarını kapamıştır.

Bence savaş gerekçesi dahi olsa, köleliğe kapı açmak doğru değildir. Bir örnekle izah edeyim müsaade edersen. Diyelim ki Usame bin Ladin’in adamları seni yakaladılar. Amerika’da yaşadığın ve vergi vererek Amerikan ordusuna destek olduğun için seni düşman kabul edip esir aldılar. Sonra İslam’ın verdiği ruhsata binaen, seni kendilerine köle yaptılar. Sen buna razı olur musun? Sence bu doğru bir uygulama olur mu?

–Bu örnekle itiraz ettiğin noktayı anlıyorum. Öncelikle şunu söyleyeyim, İslam savaş esirlerinin mutlaka köle yapılmasını emretmiyor. Kölelik o zaman için “savaş esirlerine” yapılan yaygın bir uygulamaydı. Bu anlamda, İslam’da savaş esirlerinin köle olması, kölelik bağlamında değil, savaş esirlerine muamele bağlamında değerlendirilmeli. O zamanlar savaş esirlerine köle muamelesi yapıldığı hâlde, Müslümanlar esirlere bile evlatlarına muamele eder gibi davranmış ve onları toplumla bütünleştirmişlerdi.

Günümüzde ülkeler savaş esirlerine muameleyi “Cenevre Konvansiyonu” adındaki uluslararası anlaşmayla düzenliyor. Savaş esirlerine daha insancıl muamele uygun görülüyor. Kanaatimce, böyle bir antlaşma insanlık için önemli bir ilerlemedir. İslam’ın buna hiçbir itirazı olmaz. Hatta diyebilirim ki İslam bundan da ötesini emrediyor. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) müşriklerle yaptığı Bedir Savaşı’ndan sonra savaş esirlerine yaptığı muamele, bunun en güzel örneğidir. Düşman son derece güçlüydü ve İslam ordusu yeni şekilleniyordu. Hz. Muhammed (a.s.m.) savaş esirlerinden fidye ödeyip özgürlüğünü kazanamayanlar içinde okuma-yazma bilen birçok kişi olduğunu fark etmiş ve on Müslüman’a okuma-yazma öğreten herkesin serbest bırakılacağını emretmişti. O zamanın genel uygulamasının bütün bütün aksine, savaş esirlerine özgürlük yolunu açmış ve aynı zamanda esirleri hapse tıkıp hem onlara gayri insanî muamele etmeyi hem de kaynak israfı yapmayı önlemiştir. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) getirdiği uygulamadan sonuçta herkes kazançlı çıkmıştır.

Yani günümüzde Müslüman bir ülke, eski uygulamaya dayanarak savaş esirlerini köleleştirse sence yanlış olur mu?

– Aynen öyle. Çünkü İslam’da savaş esirleri mutlaka köle yapılacak, diye bir hüküm yok. Aksine savaş esirlerine köle olma dışında bir seçeneğin sunulmadığı zamanlarda bile İslam onlara köle muamelesi yapmamış ve özgürlükleri için kapılar açmıştı. Kanaatimce, Kur’an’ın mesajını doğru anlayan biri, Allah’ın indinde her bir insanın, potansiyel olarak, bütün kâinat kadar kıymete sahip olduğunu ve ölümüne kadar bu potansiyelini kullanma ihtimali olduğunu kabul eder. Bu anlamda, İslam, insanı hayvanlıktan çıkarıp insanî potansiyellerini kullanmaya yönelik olan her türlü uygulamayı takdirle karşılar. Zaten ilahî mesajın bir gayesi de insanı başka insanların ve nefsinin esiri olmaktan kurtarıp sadece sonsuz kudret sahibi olan Allah’a kul yapmaktır. Kamil anlamda kulluğun yapılması için öncelikle insanların herkesten ve her şeyden özgürlüğünü kazanması, yani onlara kulluk yapmayı bırakması gerekir. Kelime-i tevhit dediğimiz Allah’a imanı ifade eden kelimenin ilk kısmında “la ilahe” denilmesinin de sırrı budur.

Senin İslam’da kölelikle ilgili anlattığın şeylere esasta bir itirazım yok. Sadece kökten değişimin aşamalı değil, birden yapılmış olmasının hakkaniyet açısından daha uygun olacağını düşünüyorum. Tam adalet açısından bakınca geçici olarak bile bazı yanlışlıkların devamına izin verilmesini doğru bulmuyorum.

– Senin şimdiye kadar itiraz ettiğin bütün hususlarda, nihai hükümde tam adalet öngörülüyor. Ancak zalim bir toplumu adil hâle getirirken aşamalı bir değişim amaçlanıyor. Seninle adalet konusunda bir anlaşmazlığımız yok. Sen bir anda adil bir toplum sağlanmalıydı, diyorsun. Oysa İlahî hikmet aşamalı değişimi uygun görmüş. Hiçbir toplumda insanların bir gecede değişmesini bekleyemeyiz. Bu Allah’ın koyduğu fıtrat kanunlarına aykırıdır. Değişim devamlı zaman alır. Örneğin İslam’ın geldiği zamanda insanlar alkolü, su gibi tüketiyorlardı. Kur’an, öncelikle içkinin zararlarının daha çok olduğunu beyan ederek insanları zihnen ikna edip ilerideki içki yasağına hazırladı: “Sana içkiyi ve kumarı sorarlar; de ki: Onlarda hem günah hem insanlar için faydalar vardır. Günahları ise faydalarından daha büyüktür.” (Bakara Suresi, 2:219) Bir süre sonra inen başka bir ayet ise içki tüketimine kısmî sınırlama getirdi: “Ey iman edenler! Siz, sarhoşken ne söyleyeceğinizi bilinceye kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa Suresi, 4:43)

Bazı Müslümanlar alkol tüketimine devam ediyordu; ancak namaza sarhoş olarak gitmiyordu. Daha sonra inen ayet, kesin olarak alkol kullanımını yasakladı: “Ey İman edenler içki, kumar, tapmaya mahsus dikili taşlar, fal okları; ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan kaçının ki murada eresiniz.” (Maide Suresi, 5:90) Kesin yasaklayıcı emir geldiğinde, insanlar evlerindeki tüm içkileri sokağa döktüler. Sokak içki ırmağına dönüştü.11 Oysa içkiyi kesin yasaklayan ayet ilk başta da gelebilirdi. Yani birden içki tüketimi yasaklanabilirdi. Öyle yapılmamış, insanlar bu değişime hazırlanmış, daha sonra yasaklayıcı hüküm inmiştir. Kur’an’ın bir anda nüzul olmamasının ve 23 sene gibi bir süreçte tamamlamasının sırlarından biri budur. Eğer Kur’an bir anda indirilmiş olsaydı insanların bütün hükümleri bir anda yerine getirmeleri istenecekti. Oysa Kur’an 23 senede indirilmiş ki insanlar hükümlerini hayata geçirmekte zorlanmasınlar.

Anlaşılan senin Rabbin aşamalı değişim taraftarı. Ben ise haksızlık varsa hemen giderilmeli diye düşünüyorum.

– Bütün anlatmalarıma rağmen itirazına kısmen devam etmen, bu konuda zihninde büyük bir önyargı olduğuna işaret ediyor. Sanırım, sen Kur’an’ın tamamına bakıp içindeki parlak hakikatleri görerek tasdik etmek yerine, bazı kısımlarına çok takılıyorsun. Daha önce söylediğim gibi İslam bin kapılı bir saraya benzer. Sana bir kapı kapalı gibi görünüyorsa orada çok takılıp kalma. Başka kapıları denemelisin.

Eğer Kur’an ilahî kitapsa bütün meseleleri hak ve hakikat olmak zorundadır. Bu nedenle Kur’an’daki bütün konuları bu gözle mercek altına yatırıyorum.

– Senin durumun şuna benzer: Muhteşem bir saraya misafir olarak gidiyorsun. Her yerde harikulade eserler var ve muhteşem sofralar kurulmuş. Sen sarayı dolaşıp güzelliklerini temaşa ediyor ve nimetlerinden faydalanıyorsun. Sarayın sahibi ortalıkta gözükmüyor. Ancak etrafta saray sahibinden bir ferman var. Fermanda saray sahibi kendisinden haber veriyor. Sarayın ustası olduğunu anlatıyor. Aynı zamanda sarayda nasıl muamele etmen gerektiğini de bildiriyor. Sen ise aklı başında bir misafir olduğundan, sarayın sahibini merakla arıyorsun. Fermanı gördüğünde heyecanla okumaya başlıyorsun. Senin için önemli olan fermanın sarayın ustasından haber veren kısmıdır. Öncelikle ve özellikle bu kısımla ilgilenmen gerekiyor. Muamelatla ilgili kısımlar senin için ikinci derecede önemlidir. Aynı bu örnekteki gibi Kur’an’ı okuduktan sonra problemli gördüğün hususların hepsi muamelata ilişkindir. Hiçbiri itikadî mesele değildir. Senin maksadın saray sahibini tanımaksa öncelikle itikadî meseleleri konuşman gerekir. Onları hallettikten sonra muamelata geçmelisin.

Biraz önce söylediğin bir hususa dönmek istiyorum. Sana hak veriyorum. Bundan sonra itikadî meselelere öncelik verelim. Bugün için sana son bir sorum var. Biraz önce tartıştığımız muamelata ilişkin meseleler sende şüphe uyandırmıyor mu? Bu tarz hükümleri içeren bir kitap semavî olmayabilir diye düşündün mü hiç?

– İyi ki sordun bu soruyu. Şimdiye kadar Kur’an’ı defalarca okudum. Seninle Kur’an üzerine konuşmaya başladığımızdan beri, yeniden okumaya başladım. Şunu itiraf edeyim ki senin sorularından dolayı, daha dikkatle okudum Kur’an’ı. Kur’an’ın hakkaniyetine ilişkin kalbime zerre kadar şüphe gelmediği gibi, tam aksine, Kur’an’a olan imanım daha da arttı. Bu sabah Kur’an’ı dikkatle okurken öyle bir yakine ulaştım ki keşke mümkün olsaydı da Kur’an’ın ne büyük bir hakikat ve saadet hazinesi olduğunu bütün insanlığa duyursaydım, dedim. Kur’an’ı okurken kendimi içi eşsiz hazinelerle dolu muhteşem bir sarayda hissediyorum. Altın, zümrüt, yakut ve elmas gibi bütün kıymetli mücevherler var bu hazinenin içinde. Senin gibi bu saraya girip mücevherleri göremiyorum, diyenlere hayret ediyorum. Doğrusu gözünü açsan ve birazcık dikkatle baksan her taraftaki altınları ve elmasları göreceksin.

Ben de girdim aynı saraya; fakat altın falan göremedim.

– Çünkü sarayın içinde gözün kapalı geziyorsun. Daha doğrusu, şimdiye kadar öğrendiklerin gözüne kalın bir perde olmuş. Tabiat, sebepler ve tesadüften örülmüş kalın perdeler gözünü kapatmış. Hiçbir şeyi göremiyorsun. Bazen kendini zorlayıp gözündeki perdeyi azıcık aralıyorsun, ancak altını, bakır gibi görüyorsun.

Bence senin gözlerin kamaşmış. Altın ve elmasların parıltısından, saraydaki kömürleri fark edemiyorsun.

– Hayır, yanılıyorsun. Bu sarayda kömür yok. Senin gibi dikkatli bakmayanlar, üzeri toz kaplamış bir elması kömür sanıyor. Oysa gözünü ve gönlünü tam açabilsen inan ki dünyanın en büyük hazinesinin içinde olduğunu görecek ve anlayacaksın.

O hâlde bana yardım et. Ben de mücevherleri görmek istiyorum.

– Elimden gelen yardımı yapmaya çalışıyorum. Sana hazineyi verdim. Biraz da senden gayret gerekir. Sen gözünü açmazsan hazinedeki mücevherleri göremezsin.

Ben gözümü dört açtım. Öyle mücevher falan görmüyorum. Kur’an, kötü bir kitaptır, demiyorum. İçinde güzel şeyler bulunduğunu kabul ediyorum. Ama bu güzel şeyleri Muhammed başka insanlardan öğrenmiş olabilir. Kur’an’ı yazmaya kırk yaşında başlamıştı. Demek ki o zamana kadar bu konularda bilgi edindi. Kendi toplumunun sorunlarına çözüm üretecek böyle bir kitap yazdı. Senin iddia ettiğin gibi, olağanüstü bir şey göremedim Kur’an’da.

– Kur’an, hiçbir insanın yazamayacağı, harikulade meziyetlere sahip bir kitaptır. Bu nedenle “yaşayan bir mucizedir.”

Ben de pekâlâ böyle bir kitap yazabilirim. Bence sen çok abartıyorsun.

– Kur’an, bütün insanlığa meydan okuyor. Hepiniz bir araya gelseniz bile Kur’an’ın bir benzerini getiremezsiniz, diyor. Bu hafta zamanımız kalmadı. Gelecek hafta sana Kur’an’ın mucize olduğunu ve hiçbir insan tarafından yazılamayacağını ispat edeceğim.

Böyle bir şeyi ispat edebileceğini sanmıyorum. Eğer gerçekten dediğini yaparsan çok enteresan olur. Gelecek haftayı iple çekeceğim. Senin anlatacaklarını büyük bir merakla bekliyorum.

* * *

Thomas, başlangıçta kölelik konusunu Kur’an sarayının en büyük gediği olarak görmüştü. Oysa iki haftalık görüşmemiz sonunda bu gediğin önyargı ve cehaletten kaynaklandığını anladı. Kur’an’ın temelde köleliği tasvip etmediğini, aksine kaldırmaya çalıştığını kabul etti. Thomas, ısrarla niye Kur’an sarayındaki cevherleri göremediğini soruyordu. Mevlana, asırlar öncesinden bu soruya şöyle cevap veriyor: “Sen güneşi gören gözü bul da sonra bak! Bütün cihan, gece içinde kalmış, karanlıklara mıhlanmış, güneşi ve gündüzü bekleyip durmakta. İşte sana zerrede gizli güneş, işte sana kuzu postuna bürünmüş erkek aslan. İşte sana saman altında gizli bir deniz! Kendine gel, o samana şüphe ile ayak basma! Ama yol gösterici hakkında içe gelen şüphe, Allah rahmetidir.”12

 

Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.

 

Dipnotlar:

1 Buhari, Itk, 15; Müslim, Eymân 40.

2 İbn-i Hacer, el-İsabe, I, 564, İbn Hacer, el-İsabe, I, 165, Buhari, Cenaiz 5; Ebu Davud, Edeb 123-124; İbn-i Mace, Vasaya 1.

3 Müslim, Eyman 30.

4 Müslim, Eyman 30.

5 Müslim, Eyman 32.

6 Müslim, Eyman 35.

7 Bu bölümün sonundaki yazıda Kuzey Amerika’da kölelik tarihi, ne kadar Afrikalının köle yapıldığı ve ne kadarının yollarda telef olduğu ayrıntılı anlatılıyor.

8 İbn-i Hacer, el-İsabe, I, 564.

9 İbn-i Hacer, el-İsabe, I, 165.

10 Buhari, Cenaiz 5.

11 Sahabelerden Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Biz içki âlemindeydik. Ben dağıtıyordum. Bir adam geldi, ‘İçki haram edildi’ dedi. Arkadaşlar derhâl ‘Şu içki kaplarını dök, temizle’ emrini verdiler. O haberden sonra kimse ağzına içki almadı.” (Nesaî, Eşribe 51/2)

12 Mevlana, Mesnevi, Cilt: 1, s. 131

Yazar:

Kategorisi:
Kur'an'ı Okuyan Bir Ateist'in Soruları ve Verilen Cevaplar
Gönderi tarihi: 29-08-2009
5,358 kez okundu