Kur'an'ın Benzeri Yazılabilir mi?

 

De ki: And olsun, eğer bu Kur’an’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.”

(İsra Suresi, 17:88)

 

Hem, basiresinde (kalbinde) selim (sağlam) bir gözü olan görür ki; Kur’an’da öyle bir göz vardır ki, o göz, bütün kâinatı zahir (dışı) ve batını (içi) ile vazıh (açık), göz önünde bir sayfa gibi görür, istediği gibi çevirir, istediği bir tarzda o sayfanın manalarını söyler.”

(Bediüzzaman)

 

Thomas, Kur’an mealini okuduktan sonra Kur’an’ı ilginç bulduğunu, ancak Allah’a atfedilecek kadar olağanüstü görmediğini söylemişti. Geçen haftaki görüşmemizde daha da ileri giderek “Ben de pekâlâ böyle bir kitap yazabilirim” demişti. Bu hafta, Kur’an’ın hiçbir şekilde benzerinin yazılamayacağını ispat edecektim. Öncelikle, hayalen altıncı asırdaki Arap yarımadasına gidip niye Kur’an’ın böyle bir meydan okumayla ortaya çıktığını anlamaya çalıştık:

– Geçen hafta, sana “Kur’an’ın bir benzeri yazılamaz” derken kendi fikrimi söylemedim. Kur’an, böyle bir iddiayla ortaya çıkmış. Senin gibi Kur’an’ı Hz. Muhammed’in (a.s.m.) yazdığını düşünenlere karşı müthiş bir meydan okuyor. “Eğer dediğiniz doğruysa o hâlde, siz de Kur’an gibi bir kitap yazın” diyor. Kur’an’ın neden bu şekilde bir meydan okuduğunu anlamak için o zamanki tarihî koşulları hatırlamakta yarar var. Kur’an’ın yazıldığı dönemdeki Arap toplumu hakkında bilgin var mı?

Çok az şey biliyorum. Birazcık anlatırsan iyi olur.

– O zamanki Arap toplumunda okuma yazma bilen çok nadirdi. Bu nedenle sözlü edebiyat çok gelişmişti. İnsanlar tarihî kıymeti olan sevinç ve üzüntülerini şiir ve belagatle, yani güzel sözlerle, hafızalara kaydederek sonraki nesillere aktarıyordu. Dolayısıyla, şiir ve belagat çok gelişmişti. Şimdilerde futbol yıldızlarının gördüğü rağbeti o zamanlar, şairler görürdü. “Hatta bir kabilenin beliğ bir edibi, en büyük bir kahraman-ı millisi (milli kahramanı) gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı.”1

Her sene şiir müsabakası düzenleyerek, en güzel yedi şiiri Kâbe’nin duvarına altınla yazıyorlardı. Amerikalı iki üniversite hocası o zamandaki belagatin önemini şöyle anlatıyor: “Gerçek savaş kahramanı kılıcı keskin olan değil, sözü keskin olan şairlerdi. Rivayete göre bazen iki kabile savaşırken bir şairin onları hicvetmesi savaşa son verirdi.”2

Sözlü edebiyatın ve şiirin çok rağbette olduğu bir zamanda inen Kur’an’a karşı itiraz yükselince, Allah da onlara en kuvvetli oldukları alanda meydan okudu. Şiir olmadığı halde, onların en harika şiirlerini belagatte geride bırakan Kur’an ayetlerini okuma yazma bilmeyen birine söylettirdi. “Şiirin kılıçtan bile daha keskin olduğu bir toplumda Kur’an’ın harika belagati gerçekten de çok etkiliydi. Birçok suresi hayli şiirsel olmakla beraber, Kur’an bir şiir kitabı değildi. Ancak, onu duyan herkes sözlerinin harikulade bir kuvvete sahip olduğunu kabul ediyordu. Özellikle Mekkî sureler için böyle bir kanaat vardı. Kur’an, Muhammed’in en büyük deliliydi. Çünkü o gerçekten yaşayan bir mucizeydi... Gerçi dürüstlük ve itimadı ona el-emin sıfatını kazandırmıştı, ancak Muhammed sıradan bir kabile mensubuydu. Kabilesinin konuştuğu gibi konuşurdu. Ancak, bu olağan insan, olağanüstü kuvvet ve güzelliğe sahip ayetler okumaya başladı. Belagat ve gücün hamuruyla yoğrulan bu toplumda bu sözler o güne kadar duyulan bütün sözlerden farklı olmakla beraber, geçmişte gelen bir mesajı teyit ediyordu.”3

Kur’an’ın sözlerindeki harikulade güzellik, edipleriyle iftihar eden Arap toplumuna fiili bir meydan okumaydı. “Madem, söz ustası olmakla iftihar ediyorsunuz, hiç okuma yazması olmayan bir insanın size getirdiği sözlerin benzerini söyleyin. Eğer o sözlerin benzerini getirmekten aciz iseniz onların sahibine iman edin.” O zamanki şartlar içinde son derece adil bir meydan okumaydı. Aslında onların “güzel şiir söyleme” yarışmasına Hz. Muhammed (a.s.m.) de getirdiği Kur’an’la katılmış oluyordu. Sen o zamanda bulunsaydın ve yarışmanın hakemi olsaydın, ne tür koşullar ön görürdün?

Bireylerarası yarışma olduğuna göre, yarışmaya katılmak isteyen her birey kendi başına bir eser hazırlayıp takdim etsin derdim. Bu eserleri değerlendirecek bir jüri oluştururdum. Sonra da yarışmacıların adlarını gizli tutarak jüriye eserleri değerlendirmelerini isterdim.

– Çok doğru söyledin. Hakkaniyetli bir yarışma böyle olur. Ayrıca yarışmacıların da benzer vasıflara sahip olması lazım. Örneğin, ilkokul mezunu biriyle üniversite profesörünü yarıştırmak da hakkaniyete uygun değil.

Haklısın. Farklı yarışmacıların seviyesine göre farklı gruplara ayırırdım.

– Meydan okumanın adil olması için, Hz. Muhammed (a.s.m.) gibi, yarışmaya katılacakların da ümmi olması gerekirdi. Oysa Allah diğer yarışmacıların lehine olacak şekilde şartlarda değişiklik yapmış. Yarışmacı ümmi olmasın, en büyük bir âlim ve hatta dâhi olsun, diyor. Bir âlimle olmuyorsa, binlerce, yüz binlerce âlim bir araya gelsin: “Eğer kulumuz Muhammed’e indirdiğimiz Kur’an’dan bir şüpheniz varsa, haydi, onun benzeri bir sure getirin. Allah’tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırın–eğer iddianızda doğru iseniz.” (Bakara Suresi, 2:23) Bütün bunlarla birlikte Kur’an gibi bir eser yazamıyorlarsa, ölmüş bütün âlimlerden de yardım alsınlar, yani onların eserlerini getirip yarışmaya soksunlar. Bu da olmuyorsa, cinlerle irtibat kurup, cinlerin bütün âlimlerini de yanlarına alsınlar: “De ki: And olsun, eğer bu Kur’an’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler.” (İsrâ Suresi, 17:88.)

Kur’an’ın semavî olmadığını iddia edenlere Kur’an şöyle meydan okuyor:4 “Yoksa, ‘O Kur’an’ı kendisi uydurup söyledi’ mi diyorlar? Hayır, (sırf inatlarından dolayı) iman etmiyorlar. Eğer doğru söyleyenler iseler, haydi onun gibi bir söz getirsinler!” (Tur Suresi, 52:33-34) Bütün insanlar ve cinler de Kur’an gibi bir kitap yazamıyorlarsa, o halde sadece Kur’an’ın on bölümüne denk gelecek bir kitapçık yazsınlar: “Ve düzme ve uydurma da olsa onun gibi on tane sure getirin.” (Hûd Suresi, 11:13) Bunu da yapamıyorlarsa, bir bölümlük bir şey yazsınlar. Bakara gibi uzun bir bölüm de yazamıyorlarsa, İhlas Suresi gibi, birkaç ayetten oluşan küçücük bir sure yazsınlar.

Bütün bunları da yapamıyorlarsa, manadan vazgeçtim, sadece belagatine denk gelecek, manasız bir sure yazsınlar. Bunu da getiremezlerse, o zaman ya Kur’an’ın semavî olduğunu kabul edip, iman etsinler. Veya ebediyen cehennemde yanmaya hazır olsunlar: “Bunu yapamazsanız –ki hiçbir zaman yapamayacaksınız– çırası insanlarla taşlar olan ve kâfirler için hazırlanmış o ateşten sakının.” (Tur Suresi, 52:24)

Kimsenin bu meydan okuyuşa cevap vermediğini nereden biliyoruz?

– Böyle bir hadisenin olup olmadığını tarihten öğrenebiliriz. Allah, İslam’ı imha etmeyi gaye edinenlere daha kısa ve selametli bir yol gösteriyor(du): Eğer gücünüz varsa, İslam’ı kılıçla değil kalemle imha ediniz. Yani bir kitap yazarak, Kur’an’ın insan eseri olduğunu ispat ediniz. Müşriklerin, kalem yerine kılıca sarılıp, Hz. Muhammed (a.s.m.) ve sahabeleriyle savaşması, kalemle Kur’an’ı imha etmenin mümkün olmadığını gösteriyor.

“İşte, eğer muaraza (sözle yarışmak) mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muaraza edip davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en müşkülatlı (en zor) muharebe (savaş) tarikı (yolu) ihtiyar (tercih) edilsin. Evet o zeki kavim, o siyasî millet ki, bir zaman âlemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu ihtiyar (tercih) etsin; hiç kâbil (mümkün) midir? Çünkü edipleri birkaç hurufatla (harfle) muaraza edebilseydi, Kur’an davasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve manevi helaketten (mahvolmaktan) kurtulurlardı. Hâlbuki muharebe gibi dehşetli, uzun bir yolu ihtiyar (tercih) ettiler. Demek, muaraza-i bilhuruf (harflerle karşı koymak) mümkün değildi, muhaldi (imkânsızdı); onun için muharebe-i bissüyufa (kılıçla savaşa) mecbur oldular.”5

Eğer Kur’an’ın benzeri bir kitap yazılsaydı, İslam’ı imha etmeyi gaye edinenler, onu öne çıkararak Kur’an’ın Allah kelamı olmadığını ispat edeceklerdi. Tarihte İslam’a karşı olanlar daima sayı olarak çoğunlukta idiler. Günümüze kadar mümin ve gayrı müminler arasında birçok belagat ustaları gelip geçti. Eğer birisinin eseri Kur’an kadar beliğ olsaydı, inkâr edenler onu Kur’an’ın ilahî olmadığına delil olarak öne çıkarırlardı.

Acaba hiç mi Kur’an’ın benzerini yazmaya çalışan olmamış?

– Elbette teşebbüs eden olmuş. Ancak, muvaffak olamamışlar. Örneğin, tarihlerin kaydettiğine göre, Peygamber (a.s.m.) zamanında Müseylime diye büyük bir edip, Kur’an’ın Fil Suresi’ne benzer bir sure getirmeye çalışmış. Ancak, Kur’an’ın harika sözlerinin yanında Müseylime’nin sözleri çok yavan kaldığı için, millete maskara olmuş. Müseylime-i Kezzab diye nam salmış. “Kur’an, o asırdan ta şimdiye kadar öyle bir belagat göstermiş ki, Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediplerin Muallakât-ı Seb’a (yedi meşhur kaside) namıyla şöhretşiar (şöhret bulmuş) kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: ‘Ayâta karşı bunun kıymeti kalmadı.’ ... Hem, ilm-i belagatin (güzel söz söyleme ilminin) dâhilerinden Abdulkâhir-i Cürcanî ve Sekkakî ve Zemahşerî gibi binlerle dâhi imamlar ve mütefennin (edebi konularda uzman) edipler icma ve ittifakla karar vermişler ki: ‘Kur’an’ın belagatı, takat-ı beşerin (insan gücünün) fevkindedir (ötesindedir); yetişilmez.’”6

Sen Kur’an’ın hükmünün dünyanın ömrü sona erene kadar devam edeceğine inanıyorsun. O hâlde bu meydan okuma hâlen devam ediyor. Geçmişte birileri Kur’an’ın bir benzerini getirmemişse, şimdi veya gelecekte de birileri bir benzerini yazamaz diyemezsin. Şu anda insanlığın ürettiği eserlerin birçoğu on dört asır önce olmuş olsaydı “mucize” sayılacaktı. Aynı şekilde, geçmişte benzerini yazamadıkları için mucize dedikleri bir kitabı insanlar şimdi yazsa senin davanı çürütmüş olur.

– Haklısın. Kur’an’ın meydan okuyuşu zamanla sınırlı değildir. Kıyamete kadar devam edecektir. Birkaç ay önceki bir tartışmamızda, canlıların ilahî eser olduğunu inkâr edenlere, Kur’an’ın, “Öyleyse siz de bir tek sinek yapın” diye meydan okuduğunu söylemiştim. İnsanlık, Allah’ın kevnî (yaratılışa ilişkin) ayetlerinin bir benzerini yapmaktan aciz olduğu gibi kelamî ayetlerinin de benzerini yapamamıştır ve yapamaz. İlginçtir, kâinatı muhteşem bir kitab-ı kebir olarak yaratan Allah, bu kitabın ayetlerinin semavî oluşuna inanmayanlara, “O hâlde bir benzerini getirin” diye meydan okuyor. Aynı şekilde, kâinat kitabının tercümanı olan Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinin semaviliğini kabul etmeyenleri nazire yapmaya çağırıyor. On dört asırdır, inkâr edenlerin, bu iki müsabakayı da kaybetmesi, bu işin pek de kolay olmadığını gösteriyor.

Kolay olmaması, mümkün olmadığına delil olmaz. Tekrar ediyorum, “Bugüne kadar yapılmayan bir şeye bundan sonra da yapılamaz” denilmez. Bana aklî delillerle, teorik olarak Kur’an’ın benzerinin mümkün olamayacağını ispat etmelisin. Sonra da pratikte seni tasdik eden delilleri göstermelisin. Aksi hâlde, “Seninki mitolojik bir inançtır” derim.

– Anlaşıldı. Sana Kur’an’ın benzerinin hiçbir şekilde yazılamayacağını ispat edeceğim. Ancak sabır ve dikkatle dinlemeni istiyorum. Matematikteki ileri seviye bir denklemin ispatı için öncelikle temel kavramların bilinmesi gerekli. Aynen öyle de “Allah’ın insanlara (ve cinlere) gönderdiği Kur’an’ın benzeri yazılamaz” önergesinin ispatı da temel bazı kavramların bilinmesiyle anlaşılabilir. Allah, Kur’an ve insan kavramlarının manalarını bilmek gerekir.

Benim inandığım Allah, her şeyin, her şeyini bilen, yaratan ve idare eden, sonsuz ilim, sonsuz kudret ve sonsuz hikmet gibi sonsuz vasıfların sahibi; Rabbü’l-Âlemin’dir. Allah, bütün Âlemlerin Rabbi’dir. Bütün varlıkların ilahıdır. O, her şeyin yaratıcısıdır. Allah, bütün bu sıfatlarla insanlarla ve cinlerle konuşur. Kur’an, O’nun ilahî kelamıdır. Kelimelere yüklediği manalarla gönderdiği mesajıdır.

İnsan, bütün varlıkların en şereflisi ve en üstünü olarak yaratılmıştır. Bu özelliğine rağmen Kâinat Sultanı’na kıyasla, son derece sınırlı anlama yeteneğine ve belirli bir ilim seviyesine sahiptir. Bu kavramsal tanımdan sonra senden soruyorum: “Sonsuz ilim ve hikmet sahibi, sonsuz kudretiyle, sınırlı ilim sahibi bütün insanların bir araya gelse bile yazamayacakları derinlikte ve yoğunlukta mesajlarını kelimelere yükleyip bir kitap yazamaz mı? Mikroskopla birçok defa büyütülerek ancak görülen bir DNA’ya bir kütüphane dolusu bilgiyi dört harfle yazan (AGCT), Arapça’nın 28 harfini kullanarak, Kur’an gibi benzersiz bir kitabı yazamaz mı?”

Doğrusu çok makul bir izah yaptın. Senin söylediğin vasıflara sahip bir Yaratıcı, benzersiz bir kitap yazabilir. Teorik olarak bunun mümkün olduğuna beni ikna ettin. Sıklıkla tekrarladığın bir prensibi hatırlatıyorum: Her mümkün vaki olamaz.

– Unutmadım söz konusu prensibi. Benim iman ettiğim Allah, benzersiz bir kitap yazabilir. Bütün mesele O’nun, bunu dilemesine bağlıdır. Yani Allah dilerse hiç kimsenin benzerini yazamayacağı bir kitap gönderebilir. Allah, Kur’an’ın böyle bir kitap olduğunu açıkça beyan ettiğine göre demek ki dilemiştir.

Sen Kur’an’ın semavî kitap olduğuna inandığın için böyle diyorsun. Oysa benim için bu söz konusu değil, ben Allah’ın böyle bir dilekte bulunup bulunmadığını bilmiyorum.

– Senin öncelikle Kur’an’ın semavî olduğuna ilişkin delilleri görmen lazım. Bunun yolu da Kur’an’ın beşer sözü olamayacağına, yani hiçbir insan tarafından yazılamayacağına ilişkin müşahhas delillere bakmaktan geçer.

Daha önce de söyledim, okuduğum Kur’an mealinde olağanüstü bir delil göremedim; bana insan sözü gibi geldi.

– Haklısın. Okuduğun meal “İlahî kelam” değil, beşer sözüdür. Hiçbir meal “Allah’ın kelamı” değildir ve olamaz. Çünkü sonsuz ilim, sonsuz hikmet ve sonsuz kudretten gelen bir Kitabı, sınırlı ilim, sınırlı hikmet ve sınırlı kudret sahibi hiçbir insan tam olarak çeviremez. Tercümanlar, Kur’an’dan anladıklarını, kendi beşerî sözleriyle ifade ediyorlar. Gerçi çok az da olsa İlahî Kelam’ın güzellikleri ve derin manaları tercümelerine yansır, ancak bu tercümelere kesinlikle Kur’an’ın aynısıdır, diyemeyiz. Tıpkı güneş ile bir damla suya yansıyan güneşin parıltısı arasındaki fark gibi. Yani tercümeler bir damla suya yansıyan parıltı gibidir. İnsanın bir damla su kadar olan dağarcığıyla anlayıp ifade ettiği manalar ancak sermedi güneşin küçücük bir parıltısı olabilir. Başka bir örnek verirsek: İki yaşındaki bir çocuğun kâinatla ilgili yazdığı bir kitapla Einstein’ın yazdığı bir kitap aynı olabilir mi?

Elbette aynı olmaz. İki yaşındaki bir çocuk kitap bile yazamaz.

– Böyle bir çocuğun ağzından çıkan kelimeleri kaleme alıp kitaplaştırsak Einstein’ın sözleriyle kıyaslanamaz. Çünkü aralarında müthiş bir ilim ve hikmet farkı vardır. İki yaşındaki bütün çocuklar bir araya gelseler yine Einstein’ın tarif ettiği derinlik ve doğrulukta, kâinatı anlatan bir kitap yazamazlar. Allah ile insan arasındaki ilim, hikmet ve kudret farkı, iki yaşındaki çocukla bir deha arasındaki seviye farkından sonsuz derece daha fazladır. O hâlde, semavî ilim Sahibiyle, sınırlı ilim sahibi kıyaslanamaz. İnsanoğlunun kısıtlı kabiliyetiyle yazdıkları İlahî Kelam’ın dengi olamaz.

Kur’an, görünürde tek bir kitap olmasına rağmen meslek ve meşrepleri birbirinden çok farklı yüz binlerce evliya, sıddıkin, arif ve âlime kaynaklık etmiş, onları beslemiştir. O, mukaddes bir kütüphane hükmünde, Kitab-ı Semavî’dir (Semavî Kitap’tır).7Birileri çıkıp dünyanın en büyük kütüphanesi olan Library of Congress’taki 30 milyon kitaptaki bilgilerin hepsini bir tek kitaba yazsa böyle bir kitabın benzeri meydana gelir mi? İşte Kur’an, o kitaptan daha harikadır. Kur’an’ın her satırına, belki her kelimesine milyonlarca kitaptaki bilgi yerleştirilmiştir. “Bir denizi bir ibrikte gösterir gibi pek çok geniş ve çok uzun ve çok külli (kapsamlı) düsturları (prensipleri) ve umumi kanunları”8 herkesin anlayacağı basit bir hadisenin içinde ders veriyor.

Kur’an uzmanı değilim. Tamamı hakkında bir hüküm veremem. Senin iddiana göre, Kur’an’ın kısa bir suresindeki ifadelerin bile benzerini kimse söyleyemez. Oysa şimdiye kadarki okumalarımdan hareketle Kur’an’ın birkaç ayetine ve kısa bir suresine benzer getirmenin hiç de zor olmadığını düşünüyorum. Kur’an’ın birçok ayetinin benzerini bir insan da pekâlâ söyleyebilir.

– Haklısın. İnsan da şeklen Kur’an’ın sözlerine benzer şeyler söyleyebilir. Ancak, Kur’an’ın sözlerindeki mana derinliği, ifade güzelliği, diğer sözlerle irtibatı gibi birçok özelliklerini düşündüğümüzde ilahî sözlerin beşerî sözlerden sonsuz derece üstün olacağını anlarız. Tıpkı küçük bir cam parçasında yansıyan güneş ile gerçek güneş arasındaki fark gibi. Evet, camda yansıyan da güneşe benziyor. Ancak, bu benzerlik sadece şekil itibariyledir. Gerçi, güneşin ışık, renk gibi özelliklerini de bir derece yansıtır. Ancak, hakiki güneşle kıyaslayınca şişede yansıyan güneşçiğin söz konusu özellikleri hiç hükmündedir.

Beşerî sözlerle ilahî sözler arasında her konuda böyle bir fark olduğunu söyleyemeyiz. Faraza Kur’an ilahî kelam dahi olsa, içindeki bazı sözleri birçok insan da söyleyebilir.

– Bence sen sadece lafza bakarak değerlendirme yaptığın için Kur’an’daki sözlerin harikuladeliğini göremiyorsun. Oysa bir sözün gerçek kıymetini anlamak için dört şeye birden bakmak gerekir: 1) Kim söylemiş? 2) Kime söylemiş? 3) Ne için söylemiş? 4) Ne makamda söylemiş?

Söylediklerine katılmıyorum. Söyleyene değil, söylenene bakmak gerekir.

– Müsaade edersen, bir örnekle ne demek istediğimi açıklamak istiyorum. Amerikan ordusunda “onbaşı” rütbesi olan birinin tüm askerlere hitaben düşmana “hücum” emri vermesiyle başkomutan olan ABD Başkanı’nın “hücum” emri vermesi arasında bir askerle bir ordu kadar fark var. Birincisi, ancak birkaç askeri harekete geçirir, ikincisi yüz binlerce askeri harekete geçirir. Aynı şekilde, kâinattaki bütün varlıklara hükmü geçen bir sultan olarak Allah’ın verdiği emirlerle kendi idaresini dahi yapamayacak kadar aciz bir insanın verdiği emirler arasında dağlar kadar fark var.

Bu anlamda Kur’an’da birçok ilahî söz var ki, her şeye kudreti yeten ve her şeyin her şeyini kontrolü altında tutan Âlemlerin Rabbinden geldiği için büyük bir kıymete haizdir. Oysa aynı sözleri bir insan söylerse âleme maskara olmaktan öteye gidemez. Örneğin, bir insan, yere, göğe, bulutlara emir yağdıran sözler sarf etse kendini gülünç duruma düşürür. Oysa yerlerin ve göklerin sahibi onlara, “Ya arz! Vazifen bitti, suyunu yut. Ya sema! Hacet kalmadı, yağmuru kes” (Hud Suresi, 11:44) dediğinde onlar başkomutandan doğrudan emir alan bir erin emirber olması gibi söylenilenleri yerine getirir.

Kısacası, sınırsız ilim, sınırsız irade ve sınırsız kudretten gelen sözlerle son derece sınırlı ilim, sınırlı kudret ve sınırlı irade sahibi insandan gelen sözler asla bir olmaz. Şeklen aynı olsa bile mana, tesir ve kıymet cihetinde aralarında sonsuz fark var.

Bence her kitabın benzeri yazılabilir. Edebî yönü kuvvetli olan biri Kur’an’ı inceleyip, ondaki konuları taklit ederek, kendisi de bir Kur’an yazabilir. Bence çok daha iyisini bile yazabilir. Çünkü 14 asır önce söylenilen sözlerdeki yanlışlıkları düzeltip, aklen daha makul olan bir eser ortaya çıkarabilir.

– Bence Kur’an’ı 23 yıl boyunca farklı konularda Hz. Muhammed’in (a.s.m.) sarf ettiği sözlerin toplandığı bir kitap olarak düşündüğün için böyle bir yargıda bulunuyorsun. Bir insanın 28 harfi kullanarak söylediği sözlerin elbette benzeri yazılabilir. Tamamının olmasa bile, bir bölümünün benzerini getirmek mümkün olur. Ancak, şimdiye kadar hiç kimsenin Kur’an’a benzer getirememesi kesin olarak ispat eder ki, Kur’an beşer sözü değildir. Âlemlerin Rabbinin sözleridir. Kur’an farklı, elmas, altın, zümrüt gibi kıymetli cevherlerle inşa edilen bir saraya benzer.9 Hem de bu öyle nakışlı bir saray ki, her bir taşı saraydaki bütün taşlarla irtibatı düşünülerek yerli yerine yerleştirilmiş. Öyle hikmetli bir saray ki, her bir bölmesi birçok maksatlar için hazırlanmış. Öyle hassas bir saray ki, bir tek taşını bile çektiğinizde sarayı yerle bir edersiniz. Şimdi, saraydaki hadsiz sanatları ve hikmetleri anlamaktan dahi aciz olan biri içeri girse, sarayı dolaşıp, “Bu da neymiş ben de benzerini yaparım” derse çok gülünç olmaz mı? Aynı adam misaldeki sarayı yıkıp, kendi daracık ilmine ve kısır fehmine göre bir kulübe yapsa, içini de çocuklara hoş gelecek boncuklarla süslese ve sonra da “Bakınız, önceki sarayın ustasından çok daha şahane bir saray yaptım. Benim maharet ve servetim daha fazla. Taktığım süsler daha kıymetli” derse kendini âleme maskara yapmaz mı?

Kur’an’ın misaldeki saray gibi olduğunu ispatlaman gerekir öncelikle. Ben Kur’an sarayının insan yapımı evlerden farkını göremiyorum.

– Sen gerçek saraya değil, onun başkası tarafından inşa edilen maketini gördüğün için böyle düşünüyorsun. Oysa beden, akıl ve kalp gözlerin açık olarak hakiki Kur’an sarayına girsen, hayret ve hayranlıkla secdeye kapanırsın. Nitekim Kur’an yeni nazil olduğunda, “Bedevî bir edip, ‘Artık emrolunduğun şeyi açıkla!’ (Hicr Suresi, 15:94) âyetini işittiği vakit secdeye kapanmış. Ona dediler: ‘Sen Müslüman mı oldun?’ O dedi: ‘Yok, ben bu ayetin belagatine secde ettim.’”10

Doğrusu insanı secdeye götüren Kur’an’ın belagatli sözlerini merak ediyorum. Birkaç misal versen çok iyi. Bakarsın ben de secdeye kapanırım!

– İnsanlar arzu ettiklerini hemen elde edince kıymetini takdir etmiyorlar. Çoğu zaman sıradan görüyorlar. Seni biraz daha merak içinde bırakayım. Haftaya kaldığımız yerden devam ederiz.

* * *

Bu haftaki görüşmemiz bittiğinde gönlüm son derece ferahlamıştı. Gerçi, Thomas Kur’an hakikatlerine tam teslim olmamıştı. Ancak, sonsuz ilim sahibinden gelen bir eserin benzersiz olabileceğini kabul etmişti. Paylaştığım argümanlara aklen itiraz edecek bir şey bulamamıştı. Sohbet dönüşü eve dönerken bir daha anladım ki, Kur’an’ın elmas hakikatleri sadece akıl gözüyle görülmez. Belki akıl nurundan istifade eden kalbin gözüyle onları görmek mümkündür. Mevlana’nın dediği gibi, önemli olan insanın aklını Kur’an’ın inci hazinesinden istifade için kullanması ve gönül midesini semadan inen vahyin suyuyla doldurmasıdır:

“Akılsız kişileri her türlü yel kapıp gider. Çünkü onların kuvvetleri sağlam değildir. Kötü ve hayırsız adam lengersiz gemidir. Ne demir atmıştır ne bir yere bağlıdır. Deli rüzgârlardan kurtulamaz ki. Akıllıya emniyet ve huzur veren akıl lengeridir. Akıllılardan bir lenger dilen. İnsan o cömertlik denizinin inci hazinesinden akıl fikir kazanırsa bunların yardımıyla gönlü marifetler elde eder. Gönüllükten çıkar, yücelir, gözleri de nurlanır. Çünkü nur gönülden doğar da bu göze vurur. Gönül olmasa gözün hiç bir şey göremez. Gönül akıl nurlarıyla nurlanırsa o nurlardan göze de bir pay verir.

Bil ki gökten inen mübarek su gönüllere gelen vahiydir. Dillere gelen doğru sözdür. Biz de tay gibi ırmaktan su içelim de bizi kınayan vesveseciye bakmayalım, aldırış etmeyelim. Peygamberlerin izini izliyorsan yola düş. Halkın bütün kınamalarını hava say. Yol aşan, menzil alan yol erleri ne vakit köpeklerin havlamasına kulak astılar.”11

 

Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.

 

Dipnotlar:

1 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua.

2 Sachiko Murata ve William C. Chittick, The Vision of İslam, Paragon House: 1994, s. XX.

3 a.g.e., s. XXI.

4 Bediüzzaman, İşaratü’l-İ’caz isimli eserinde, Kur’an’ın dokuz ayrı mertebede inkâr edenleri muarazaya çağırdığını beyan eder.

5 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Şule, Birinci Şua.

6 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Zeyl, Üçüncü Nokta.

7 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Mukaddime.

8 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, İkinci Şua, Dördüncü Işık.

9 Muhteşem saray benzetmesi, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Üçüncü Nur’da geçiyor.

10 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Birinci Zeyl, Üçüncü Nokta.

11 Mevlana, Mesnevi, Cilt: 3, s. 39.

 

Yazar:

Kategorisi:
Kur'an'ı Okuyan Bir Ateist'in Soruları ve Verilen Cevaplar
Gönderi tarihi: 29-08-2009
5,913 kez okundu