Kur'anda Gelecekten Mucizane Haber Veren Ayetler

 “And olsun ki Allah, Resul’ünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. İnşaallah hepiniz korkmadan, emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir...”

(Fetih Suresi, 48:27-29)

 

Kur’an “bir ilm-i muhite (sınırsız ilime) ve nihayetsiz bir iradeye istinat ettiği için, hurufuyla (harfleriyle), heyetiyle, vaziyetiyle, mevkiiyle hadsiz eşyaya bakabilir. ...ulema-i ilm-i huruf (harf ilminin âlimleri), Kur’an’ın bir harfinden bir sayfa kadar esrar (sırlar) bulduklarını iddia ederler ve davalarını, o fennin (ilmin) ehline ispat ediyorlar.”

(Bediüzzaman)

 

Bu hafta Kur’an’ın gelecekten haber veren ayetleriyle ilgili konuşacaktık. Öncesinde müzakereye temel teşkil edecek esasları belirledik. Thomas daha önce, semavî bir kitapta gelecekten haber veren “öngörülerin” bulunabileceğini kabul etmişti. Eğer varsa, bunları Kur’an’ın semaviliğine işaret eden “içsel imzalar” olarak göreceğini söylemişti. Thomas, muteber öngörünün koşullarını belirterek başladı sohbete:

Muteber “öngörü” olmaları için birkaç temel koşula uygunluk göstermeliler. Şimdiye kadar başka din mensuplarından da birçok kehanet duydum. Hiçbirisi, benim kıstaslarıma göre makbul öngörü değildi. Umarım, sen onlardan farklı şeyler anlatırsın.

– Neymiş temel kıstasların?

Birincisi, muğlak değil, açık bir şekilde gelecekle ilgili öngörüde bulunmalı. İkincisi, zeki bir insanın öngörüsünün ötesinde olmalı. Yani zeki birinin mevcut bilgileri değerlendirerek yapabileceği bir öngörüden farklı olmalı. Üçüncüsü, kerameti kendinde menkul (ağızdan ağıza geçerek gelmiş) bir kehanet olmamalı. Yani yapmayı planladığı bir şeyi, önceden haber verip sonradan yapıp “İşte dediğim çıktı” dememeli. Dördüncüsü, öngörü söz konusu olayın gerçekleşmesinden önce yapılmalı.

– Gayet makul kıstaslar Bu kıstaslara uyan kaç tane Kur’anî öngörü senin için yeterli olur?

Hı... Beş tane yeterli olur.

– Diyelim ki beş tanesini seninle paylaştım, sen de onların olağanüstü öngörü olduğunu kabul ettin. Kur’an’ın semavî olduğunu kabul edecek misin?

Kesin semavî kitaptır, diyemem. İçinde kesin olarak ortaya çıkmış beş tane öngörü varsa çok büyük olasılıkla semavî kitaptır, derim.

– Büyük olasılıktan kastın ne? Kesin bir rakam, yüzde verebilir misin?

Yüzde 90 semavî kitaptır, derim.

– Yanlış hatırlamıyorsam “İman etmek için yüzde 50’den fazla ikna olmam yeterli” demiştin daha önce. Kur’an’ın yüzde 90 semavî kitap olduğuna kanaat getirince ne yapacaksın?

Haa... Haa... Ne yapmamı bekliyorsun? Namaz kılmayı öğreneceğim. Bana namazı öğretmeni isteyeceğim.

– Haa... Haa… Doğrusu beklemediğim bir cevaptı. Senin gibi yıllarca ateist düşünceyi benimseyip farklı platformlarda savunan biri için bu şekilde radikal bir değişiklik yapmak kolay mı gerçekten? Kesin olarak kanaat getirsen bile hemen değişebilir misin?

Bence haklısın. Aniden keskin bir dönüş yapmak pek kolay değil. İnancımdaki değişikliği aleni yapmam bir seneyi alır sanırım. Hıristiyanlıktan ateizme dönüş yaptığım seneyi çok iyi hatırlıyorum. Üniversite ikinci sınıftaydım. Şüphe ve sorularım vardı. Kendi iç dünyamda Hıristiyanlığı bırakmıştım. Ailem benim ateizme kaydığımı fark etmişti. Fakat ortaya çıkıp açıkça ateist olduğumu söylemem bir sene sürmüştü. Sen inancını değiştirip ateist olsan bir anda karar verir misin? Hemen ortaya çıkıp ateist olduğunu söyler misin herkese?

– Hayır. Önce soru ve şüphe dönemi yaşarım. “Belki eksik veya yanlış bildiğim için şüphem var” diyerek araştırma yaparım. Güvendiğim insanlar ve kitaplardan yardım talep ederim. Sonuçta şüphelerimi giderecek cevaplar bulamazsam inkâra gidebilirim. Bu da sanırım en az bir sene sürer; belki de daha uzun.

Diyelim ki sen sonuçta ateist olmaya karar verdin. Buradaki camiye gidip Müslüman dostlarına kararını duyurdun. Ne olur tepkileri sence? Senin kararından dolayı başkaları da inançlarını gözden geçirir mi?

– Bence birçoğu şöyle der: “Yazık oldu bu adamcağıza. Ateistle muhatap ola ola sonunda ateist olup çıktı.” Benim onlar nezdinde ne derece sağlam bir mümin olduğum da önemli. Eğer beni dört dörtlük bir mümin olarak düşünüyorlarsa böyle bir haber onları gerçekten sarsabilir. Bir kısmına ciddi şüpheler verebilir. Ama benim zaten zayıf bir imana sahip olduğumu düşünüyorlarsa “olacağı buydu” deyip es geçerler. Aynı soruya senin cevabın ne olur?

– “Özgür Düşünürler Grubu”na Müslüman olduğumu açıklarsam eminim birçoğu benim aklımı oynattığımı sanacak. Benim bunadığımı düşünecek. Bazıları da ciddi olarak etkilenip İslam’ı araştıracak. Kim bilir, bazıları uzun vadede Müslüman bile olabilirler.

– Bence gayet doğru söylüyorsun. Dolayısıyla, iman-inkâr mücadelesinde her şahsî kayıp veya kazanç başkasını da etkiler. Sadece mücadeleye doğrudan dâhil olan bireylerle sınırlı kalmaz. Doğrusu, şu anda dünyada, düşünce boyutunda müthiş bir iman-inkâr savaşının cereyan ettiğini düşünüyorum. İnternet gibi iletişim araçları sayesinde, bireysel olarak devam eden bu mücadele, kitlesel bir boyut kazanacaktır. Yirmi-otuz sene gibi kısa bir süre içinde ya dünyanın büyük çoğunluğu mümin ya da ateist olacaktır. Bu anlamda seninle yaptığımız müzakereler bizim ötemizde çok büyük sonuçları olan, düşünce boyutunda, büyük bir meydan muharebesi gibidir. Sonucu binlerce, belki de yüz binlerce kişiyi etkileyecektir.

Dediklerine olduğu gibi katılıyorum. Eskiden hakikati bulmanın önünde büyük engeller vardı. Şimdi, her zamankinden daha büyük olasılıkla, insanlık topyekûn hakikati bulabilir. Bu da hakikat namına güzel bir başarı olur.

– Hemfikir olduğumuz bir konuyla başladığımıza sevindim. Hazırsan, seni hakikate yaklaştıracak Kur’an’ın gaybî mucizelerine başlayabilirim.

Seni can kulağıyla dinliyorum.

– Hz. Muhammed (a.s.m.) İslam’ı ilk defa Mekke’de tebliğ ettiğinde çok büyük tepkiler almıştı. İnsanlar, hemen atalarının dinini bırakıp İslam’a gelmediler. Tam aksine, yeni dinin yeşermesine engel olmak için her türlü yolu denediler. İşte, İslam’ın henüz çekirdek hükmünde olduğu dönemde, Mekke müşrikleri onu çürütmek için her türlü fırsatı değerlendiriyorlardı. Sayıları bir elin parmaklarını geçmeyen yeni dinin mensuplarını yıldırmak için fizikî ve psikolojik her türlü işkenceyi ve zulmü işliyorlardı. Tam da bu sırada, Mekke’ye semavî bir dine inanan Bizanslılarla putlara tapan Farslılar arasında bir savaş çıktığı haberi ulaştı. Takım tutar gibi, Mekkeliler zamanın bu büyük savaşında taraf tuttular. Müşrikler, kendileri gibi puta tapan Farisileri destekliyordu. Müminler ise semavî bir dinin mensubu olan Hıristiyan Rumları. Savaşın sonucu belli olunca müşrikler büyük bir sevince boğuldular. Destekledikleri takım kazanmıştı. Bu haberi bahane ederek müminlere karşı psikolojik savaş başlattılar. Yüce putlara karşı çıkanların her yerde yenildiklerini ve sonlarının hüsran olacağını söylediler. Bu tartışmaların şiddetlendiği bir zamanda Rum Suresi nazil oldu. Allah, Mekkeli müşriklerin sevinçlerini kursaklarında bırakacak şu haberi veriyordu: “Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir. Önce de, sonra da emir Allah’ındır. O gün Allah’ın (Rumlara) zafer vermesiyle müminler sevinecektir. Allah dilediğine yardım eder. O, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir. Allah (onlara zafer konusunda) bir vaatte bulunmuştur. Allah vaadinden dönmez. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum Suresi, 30:2-6)

İlginç bir hadise. Okuduğun ayet mealine bakabilir miyim? “Birkaç yıl” lafzı geçiyor mu yoksa zaman belirtmeden gelecekte Bizanslıların galip geleceğini mi söylüyor?

– Evet, “birkaç yıl” lafzı ayette geçiyor. Bununla ilgili ilginç bir hadise de var. İnen ayetin İlahî kelam olduğuna ve mutlaka doğru çıkacağına hiçbir kuşkusu olmayan Hz. Ebu Bekir (r.a.) hemen müşriklere gidip ayetin yaptığı öngörüyü paylaşır. “Çok sevinmeyin, yakında başka bir savaş çıkacak ve Rumlar galip gelecek” der. Müşrikler, bu öngörüye şiddetle karşı çıkar. Onlardan Übeyy ibni Halef, öngörünün asla doğru çıkmayacağını iddia ederek Hz. Ebu Bekir ile 10 deveye bahse girer. Hz. Ebu Bekir, ayetteki “birkaç yıl” lafzını üç yıl olarak yorumladığı için “Üç yıl içinde haber verilen gerçekleşecek” diye bahse girer. Hz. Peygamber (a.s.m.) durumu öğrenince Hz. Ebu Bekir’e (r.a.) birkaç yılın üç ile dokuz yıl manasına geldiğini söyler; dolayısıyla bahsin süresini dokuz yıla çıkarıp develerin sayısını da yüz yapmasını önerir.

Hayli ilginç. Sonra ne olur?

– İbni Halef, kendinden çok emin olduğu için memnuniyetle öneriyi kabul eder. Dokuz yıl sonra Müslümanlar, Bedir’de galip olup sevinç yaşarken aynı zamanda Rumların da galip geldiğini duyarlar ve sevinçleri ikiye katlanır. Hz. Ebu Bekir bahsi kazanır. Gidip İbni Halef’i bulmaya çalışır. Ne yazık ki İbni Halef, Uhud Savaşı’nda yaralanır ve Mekke’ye dönerken ölür. Hz. Ebu Bekir, İbni Halef’in varislerine gidip yüz devesini alır. Bu haber her tarafa ulaşır. Birçok müşrik bu hadiseden sonra imana gelir.1

Bizanslılar ismen zikrediliyor mu ayette?

– Bizanslılar o zaman Rumlar diye biliniyordu. Kur’an’da Rumlar tabiri geçiyor; hatta surenin ismi de buradan geliyor. “Rum Suresi” deniyor.

Öngörüldüğü gibi aynen çıktığını tarih kitapları yazıyor mu?

– Tarih kitaplarında kaydedildiğine göre Farslılar 7. yüzyılın başında Bizanslılara karşı çok önemli savaşlar kazandı. Şam’ı 613 yılında, Kudüs’ü 614 yılında, Mısır’ı da 615 yılında ele geçirdiler. Bizans İmparatorluğu tamamen yıkılmanın eşiğine gelmişti. Rum Suresi’nin 615 veya 616 yılında indiği rivayet edilir. Bizanslılar, surenin nüzulünden 6 veya 7 sene sonra 622 yılında Farslılara karşı Tarsus Dağları’nın güneyindeki İssus’da beklenmedik bir zafer kazanır. Buna “İssus Savaşı” denir tarihte. Bu zafer bir dönüm noktası olur. Daha sonra birkaç zafer kazanan Bizanslılar, 626 yılında Farslılara son bir darbeyi vurarak zaferlerini perçinleştirirler. Farisiler daha önce ele geçirdikleri bütün toprakları vererek geri çekilirler. İlginçtir, putperest Farisiler monoteist Bizanslılara mağlup olmakla kalmamış, Hz. Ömer (r.a.) zamanında Müslümanlara mağlup olarak tamamen tarihe karışmışlardır. Rum Suresi’nin Farisilerin mağlubiyetine haber vermesinin sırrı daha da iyi anlaşılmıştır. Çünkü putperestlerin galip gelip Mekkeli müşrikleri sevindirdiği bir zamanda, geleceği gösteren Kur’an dürbünü, Müslümanları teskin etmiştir. Putperestlerin müminlere mağlup olacağını müjde vermiştir.

Birinci kıstasım yerine gelmiş oldu. Yani çok özel bir öngörü söz konusu. İkinci kıstasım takılacak galiba. Çünkü pek olağanüstü bir öngörü değil. Muhammed, peygamberliğin gereği olarak bir öngörüde bulunacaktı. O esnada savaşan iki ülke vardı. Onların bir defa daha savaşları da muhtemeldi. Savaşınca biri ya kazanır ya da kaybeder. Dolayısıyla,Muhammed muhtemel iki şıktan birini tahmin etmiş oldu. Şansı yaver gitmiş, tahmini doğru çıkmış.

– Bence son derece önemli bir öngörü. Sana göre Hz. Muhammed (a.s.m.), hâşâ düşünüp taşınmış, peygamber olduğu konusunda halka kendini inandırmak için böyle bir öngörüde bulunmuştur. Yani Allah namına, hâşâ yalan uydurmuştur. O zaman en azılı düşmanları bile onun dürüstlüğünden zerre kadar kuşku duymamışlardı. Madem, Hz. Muhammed’i (a.s.m.) çok zeki biri olarak kabul ediyorsun, o hâlde böyle bir öngörüde bulunmak zekice bir şey mi, önce onu konuşalım. Sen olsaydın böyle bir öngörüde bulunur muydun?

Biraz önce söylediğim gibi peygamber olduğum konusunda kendimi inandırmak için bu yolu tercih edebilirdim.

– Bence aklı başında olan hiçbir insan, kesin emin olmadan böyle bir öngörüde bulunmaz. Çünkü öngörünün getirisi, götürdüklerinin yanında hiç sayılır. Böyle bir öngörü sonradan teyit edilse sence yüzde kaç oranında Müslümanların sayısını artırırdı?

Yüzde 5 gibi bir şey tahminimce. Çünkü insanlar bir tek öngörünün ortaya çıkmasıyla iman etmezler.

– Muhtemel sonuçları açısından bakınca Hz. Muhammed (a.s.m.) için son derece hayatî bir öngörü. Söylediği çıkarsa davası biraz daha güçlenmiş olur; ama aksi çıkarsa davası tamamen ölür. Çünkü Kur’an Allah’ın geçmiş ve geleceği bildiğini söylüyor. Bu öngörü, Allah’tan geliyorsa mutlaka doğru olmalıydı. Doğru olmazsa, Allah’tan gelmediğine delil olurdu. Yani bu öngörünün doğru olarak ortaya çıkmaması Hz. Muhammed’in (a.s.m.) davasının ölümü demekti.

Haklısın. Fakat yüzde 50 ihtimalle doğru olabilecek bir şey... Peygamber olduğunu iddia eden biri bu riski göz alır.

– Salt olasılık hesabıyla doğru çıkma ihtimali çok daha azdı. Kur’an, aslında üç ayrı öngörüde bulunuyordu: Birincisi, Rumlar ve İranlılar (Farisiler) arasında savaş çıkacak. İkincisi, bu savaş birkaç yıl içinde olacak. Üçüncüsü, savaşı bu sefer Rumlar kazanacak. Birinci öngörü için iki ihtimal var, ya savaş çıkacak ya da çıkmayacak. Salt olasılıkla yüzde 50 ihtimalle, savaş çıkacak. İkinci öngörü için de iki ihtimalle ya savaş birkaç yıl içinde çıkacak ya da çıkmayacak. Eğer zaman belirtilmeden iki ülke arasında savaş çıkacak denseydi doğru olma ihtimali çok daha yüksekti. Ancak birkaç yıl içinde denmesi, yanlışlanma ihtimalini yüksek yapıyor. Üçüncü öngörü ki en kritik olanı, savaşı Rumlar kazanacak, diyor. Burada üç ihtimal var. Savaş çıktığında, ya Rumlar kazanacak, ya İranlılar ya da hiçbiri kazanmayacak. Salt olasılıkla bakınca eğer yüzde 50 ihtimal gerçekleşip savaş çıkarsa Rumların kazanma ihtimali yüzde 33,3 olur.

Kısacası bütün olası seçenekleri dikkate aldığımızda, salt olasılık hesabıyla Rumların savaşı kazanması yüzde 20’nin altındadır. Kaldı ki bu öngörü Rumların yenildiği yılda yapılmıştı. Tarihçilere göre Rumların aldığı yenilgi öyle sıradan bir yenilgi de değildi. Bu yenilgiden sonra ülke dağılmanın eşiğine gelmişti. Şimdi, akıllı insan henüz mağlup olan ve yıkılmanın eşiğine gelen bir ülkenin birkaç sene sonra hasmını yeneceğini söyler mi? Durup dururken böyle bir öngörüyle kendi davasını müthiş bir riske atar mı?

Tekrar ediyorum: Peygamber olduğunu iddia edenler, hep yüksek riskler almışlar. Muhammed de bu riski göze almıştır.

– Her insan hayatında bazı riskleri alır; ama getiri ve götürüsüne dikkat etmeli. Biraz önce ifade ettiğim gibi, söz konusu öngörü doğru çıksa çok az şey kazandıracak, ancak yanlış çıksa her şeyi kaybettirecekti. Böyle bir durumda, yanlışlanma ihtimali yüzde 80 üzerinde olan bir şey tercih edilir mi? Diyelim ki senin bir milyon dolar servetin var. Bir kumar oynuyorsun. Sana beş seçenekli bir soru soruyorlar. Cevabını bilmiyorsun. Kafadan atacaksın. Doğru çıkarsa sana servetinin yüzde 5’i kadar, yani 50 bin dolar verecekler. Yanlış çıkarsa servetinin tamamını senden alacaklar. Kendi rızanla, yüzde 80 yanlış çıkacak ve servetinin tamamını kaybetme ihtimali olacak olan böyle bir kumarı oynar mısın? Sen Hz. Muhammed’in (a.s.m.) çok akıllı olduğunu defaatle söyledin. Akıllı biri hiç böyle bir şey yapar mı?

Şimdi buldum. Bence Muhammed, Bizans ve Fars ordularını iyi tanıyordu. Bir süre yenilse de Bizanslıların toparlanacağını sahip olduğu bilgilerle tahmin etmiştir. Geçmişte tüccar olması benim bu tezimi destekliyor. Gittiği yerlerde Bizans ve Fars hakkında bilgi edinmiştir.

– Pes doğrusu. Önce böyle bir hadise yaşanmamıştır, dedin. Sonra tahmin yapmış, şansı yaver gitmiş, dedin. Hiçbirisi işe yaramayınca da Hz. Muhammed’i (a.s.m.) “savaş istihbarat uzmanı” yaptın.

Senin argümanının hakikat olup olmadığı, ancak muhtemel soru ve şüphelere cevapla anlaşılır. Benim şüphelerimden birinin doğru çıkması senin argümanının çürümesi için yeterli.

– Sorgulamadan anlattıklarımı kabul etmeni beklemiyorum. Maksadın hakikati bulmaksa sana makul gelen bir şeyi reddetmek yerine, memnuniyetle kabul etmen gerekir. Kuvvetli argümanlara inatla itiraz etmeni anlamakta zorlanıyorum. Çünkü maksadımız tartışmak değil, birlikte hakikati bulmaktır. Hakikate ulaştığımızda ikimiz de kazanmış olacağız, tıpkı bir define arayıcısı gibi. Eğer hakikat definesini bulursak ikimiz de istifade edeceğiz.

Haklısın. Benim biraz önceki argümanım çok da uçuk değil. Muhammed ticaretle uğraştığına göre pekâlâ iki ülke hakkında bilgi edinmiş olabilir.

– Bence birazcık düşünsen söylediğine kendin bile inanmayacaksın. Sen galiba o dönemi şimdiyle karıştırıyorsun. Biliyorsun bir yerden başka bir yere haber, telefon telleriyle değil, deve veya at yükleriyle ulaşıyordu. Hem de Hz. Muhammed (a.s.m.) ticaretle peygamberlikten önce uğraşmıştı. Senin dediğine göre, Hz. Peygamber (a.s.m.), Bizans ordusunda çok maharetli askerler çıkacağını ve birkaç sene içinde toparlanıp düşmanını alt edeceğini biliyordu. Aynı zamanda, Fars ordusunda da onca başarılarına rağmen çok beceriksiz askerlerin çıkacağını ve Bizanslılara karşı zayıf kalacağını da biliyordu. Bence bu bilgiye o zamanın Bizans komutanları bile sahip değildi. Kaldı ki her iki ülkenin askerî güçlerini iyi bilen tarihçiler bile Bizanslıların İssus Savaşı’nda galip gelmesini “beklenmedik” başarı olarak not düşmüşler.

Bütün bunların ötesinde merak ettiğim bir nokta var: Sen kuvvetli delil olmadan hiçbir şeye inanmıyorsun. Hz. Muhammed’in (a.s.m.) iki ülkenin askerî güçlerinin geleceği hakkında herhangi bir bilgiye sahip olduğunu gösteren hiçbir delil yok. Aksine, o zamanki koşullarda böyle bir şeyin olması mümkün değil. Bence iddia sahibi olarak ispat yükümlülüğü sana düşer.

Biliyor musun, Kur’an’ın Rumlarla ilgili öngörüsünü pek de mantıklı görmüyorum. Bence Kur’an Müslümanların yapacağı savaşlarla ilgili öngörüde bulunsaydı daha makul olurdu. Rumlar galip olmuş olmamış, çok da önemli değildi o zaman ki Mekke halkı için.

– Şaşıracaksın; ama Kur’an senin dediklerini yapmış. Küçük bir kasabada ortaya çıkan yeni dinin, bütün dünyaya hâkim olacağını haber vermiş: “Sizden iman edip güzel işler yapanlara Allah vaat etmiştir ki kendilerinden önceki müminleri nasıl kâfirlerin yerine getirdiyse onları da şimdiki kâfirlerin yerine yeryüzünde hâkim kılacak, onlar için razı olduğu İslâm dinini onların kalplerinde sağlamlaştıracak ve korkularını emniyete çevirecektir.” (Nur Suresi, 24:55) Doğrusu, o zamanlar insanlar bu ayeti duyunca ne düşünüyorlardı bilmiyorum. Ancak İslam tarihini bilenler, Hz. Muhammed’in (a.s.m.) tek başına, başta kabilesi olmak üzere, kendine hasım olanlarla nasıl mücadele verdiğini, kalp ve gönüllerini fethederek 1400 senedir gönüllerde nasıl taht kurduğunu biliyorlar. O zamanda yaşayanlar bunları görseydi hayret edeceklerdi.

Aktardığın ayet çok genel bir ifade içeriyor. Daha çok özel bir öngörüde bulunan ayet var mı?

– Evet, o da var. Miladî 628 senesinde Hz. Peygamber (a.s.m.) rüyasında sahabeleriyle beraber Kâbe’yi ziyaret ettiğini görür. Medine’de nispeten kalabalık bir sayıya ulaşan Müslümanlar rüyayı duyunca çok sevinirler. Kâbe’yi ziyaret etme vaktinin geldiğini düşünürler. Zaten herkeste bu yönde müthiş bir özlem vardır. Hz. Peygamber (a.s.m.) rüyasından sonra herkese umre için hazırlık yapmasını emreder. Çok geçmeden, hazırlanıp yola koyulurlar. Niyetlerinde savaşmak yoktur. Bu nedenle de savaş silahlarını yanlarına almazlar. Mekkeliler durumdan haberdar olunca çok rahatsız olurlar. Müslümanların Mekke’ye gelmelerinin kendileri için büyük bir yenilgi olacağını düşünerek engel olmaya çalışırlar. Hz. Peygamber (a.s.m.) Mekkeli müşriklerin izin vermeyeceklerini anlayınca Hudeybiye denilen yerde bir barış antlaşması imzalar.

Hudeybiye Barışı’na göre Müslümanlarla müşrikler arasında on sene savaş olmayacak, Müslümanlar, umre yapmadan geri dönecekler. Bir sonraki sene sadece üç günlüğüne umre yapabilecekler. Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığı içinde Medine’ye dönerken şu ayetler nazil oldu: “And olsun ki Allah, Resul’ünün gördüğü rüyanın hak olduğunu tasdik etti. İnşaallah hepiniz korkmadan, emniyet içinde ve saçlarınızı tıraş etmiş veya kısaltmış olarak Mescid-i Haram’a gireceksiniz. Allah sizin bilmediğinizi bilir; onun için Mekke’nin fethinden önce size yakın bir fetih daha ihsan etti. Bütün dinlere üstün kılmak üzere Resul’ünü hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Buna şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ın Resul’üdür...” (Fetih Suresi, 48:27-29)

İstersen ayrıntılı olarak aktardığın ayetlerdeki mesajı irdeleyelim. Öncelikle ne demek istediğini anlayalım. Daha sonra da olağandışı bir öngörü olup olmadıklarını konuşuruz.

– Söz konusu ayetler birkaç açıdan harikuladedir.2 Birincisi, “Rüyası doğru çıkmadı” diye içine şüphe düşenlere cevap veriyor. “Söylediği aynen çıkacaktır, çünkü o Allah’ın Resul’üdür” diyor.

İkincisi, görünürde Müslümanlar aleyhine olan hükümleri içeren Hudeybiye Antlaşması’nın gerçekte bir fetih olduğunu haber veriyor. Gerçekten de bu barış antlaşmasından sonra Medineli Müslümanlar ve Mekkeli müşrikler arasında hem ticarî hem de ailevî ilişkiler kuvvet kazandı. Müslümanlar fazilet timsali hayatlarıyla müşriklerin kalplerini fethederek İslam’a girmelerine vesile oldular. Öyle ki Hudeybiye Barışı ile Mekke’nin fethi arasında geçen iki yıl içinde Müslüman olanların sayısı, barış öncesinde –19 yıl boyunca– Müslüman olanların sayısının iki katına ulaştı. Savaşta mağlup edilmeyen Halid bin Velid ve Amr bin As gibi dâhi komutanlar, İslam hakikatinin elmas kılıcına mağlup oldular. Fetih Suresi’nde haber verdiği gibi Hudeybiye Barışı’nın büyük ve garip bir fetih olduğu iki sene sonra herkese ayan beyan olmuştu.

Üçüncüsü, Mekke’nin fethedileceğini müjde vermişti. İki sene sonra müjde verdiği gibi Mekke fethedilmişti.

Dördüncüsü, Mekke’nin fethinin barış içinde olacağını söylüyordu. Oysa Mekke halkının ve Kureyş kabilesinin çoğu Hz. Muhammed’e (a.s.m.) düşmandı. O güne kadar, Müslümanları imha etmek için her türlü yola başvurmuşlardı. Ayet, çok yakın zamanda bu durumun tersine döneceğini, düşmanlıkların biteceğini ve Müslümanların hiç korkmadan, emniyet içinde Kâbe’yi ziyaret edeceklerini söylüyordu. Böyle bir şey o zamanlar için hayal bile edilemezdi. Ancak garip bir şekilde, iki sene içinde her şey tersine dönmüş ve Müslümanlar hiç kan dökmeden Mekke’yi fethetmişti. Mekkelilerin hemen hepsi İslam’ı kabul etmişti. Kur’an’ın haber verdiği şeyler aynen gerçekleşmişti.

Beşincisi, aynı ayetler, İslam’ın bütün dinlere galip geleceğini müjdeliyordu. Oysa o zamanlar Müslümanların sayısı birkaç bini bile geçmezken diğer dinlerin mensupları yüz milyonları geçiyordu. İlginç bir şekilde Hudeybiye Barışı, İslam’ın cihan dini hâle gelmesine anahtar rolü oynamıştı. Mekke’nin fethi ve sonrasındaki 30-40 yıl boyunca yapılan fetihler İslam’ı dünyanın birkaç kıtasına ulaştırmıştı. İslam’ın 1400 yıllık parlak tarihi, hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak şekilde, Kur’an’ın gaybî haberini teyit ediyor.

Neyse, anladığım kadarıyla kısır döngüye girdik. İstersen Kur’an’ın bir başka öngörüsüne girelim.

– Bence kısır döngü falan yok. Her şey son derece açık; ama sen bu kadar açık ve kuvvetli olan Kur’an’ın gaybî mucizesini kabul etmek istemediğin için bahane arıyorsun. Haklısın, burada durmalıyız. Çünkü seni bir şeyi kabul etmeye zorlama hakkım yok. Sen özgür iradenle istersen kabul edersin, istersen reddedersin. Sanırım ben yanlış yapıyorum. Biraz fazla üstüne geliyorum. Sanki sana kabul ettirmek gibi bir vazifem olduğu vehmine kapılıyorum. Prensip edindiğim ihlas prensibine göre sana samimiyetle hakikati anlatıp gerisine hiçbir şekilde karışmamalıyım.

Senin bu özelliğini takdir ediyorum. Beni zorlamıyorsun.

– Çok az bir süremiz kaldı. Diğer üç mucizeye bu kadar kısa sürede anlatmak mucize olur. Peygamber olmadığım için mucize göstermem mümkün değil. En iyisi haftaya bırakalım.

Bence bir mahsuru yok.

* * *

Thomas, sohbetin başlangıcında, beş gaybî mucizeyi gördüğünde secdeye kapanacağını söylemişti. Çünkü Kur’an’da gerçek gaybî haberlerin olabileceğine ihtimal vermiyordu. “Olsa olsa bazı zorlama yorumlardır” diye düşünüyordu. Oysa çok somut örneklerle Kur’an’ın gaybî haberlerini anlatmaya başladığımda, Thomas hayli rahatsız olmuştu. Tabir yerindeyse, bir defa daha köşeye sıkışmıştı. Gerçi, beş değil, beş yüz gaybî mucize görse bile, yine de iman etmesi için yeterli olmayacağını biliyordum. Çünkü Thomas sebepler, tabiat ve tesadüf tanrılarına tapıyordu. Onları bırakmadığı sürece, tek olan Allah’a iman etmesi zordu. Mevlana’nın deyimiyle mezeyle, şarapla sarhoş olanlar gayb salkımını göremezler. Thomas da seküler bilim ve dinsiz felsefenin sarhoş edici mezelerinden içtiği için bir türlü gayb salkımını göremiyordu:

“Senin nefsin mezeyle, hurma şarabı ile sarhoşsa bil ki gayb salkımını görmemiştir. Çünkü o nuru görenlerde alametler vardır. Onlar bu gurur yüzünden uzaklaşırlar. Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş tatlı suyu görmemiştir. Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir. Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır, yol kesen taşlanmış bir şeytandan da. Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır. Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkalanıp durur. O köpük toprağa aittir, deniz de gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur. Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık şeytan bir daha ona el atamaz. Eşek tilkiye sırlar söyledi ama serserice söyledi.”3

 

Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.

 

Dipnotlar:

1 Salih Suruç, Kainatın Efendisi, Peygamberimizin Hayatı, Cilt: 1, Yeni Asya Neşriyat, s. 293.

2 Bediüzzaman, Lem’alar isimli eserinin Yedinci Lem’a kısmında Fetih Suresi’nin yedi cihetle gaybî haberler verdiğini ayrıntılı olarak tefsir ediyor. Kısmen bu bölümde özetlediğimiz söz konusu gaybî haberlerin detaylarını merak edenler Yedinci Lem’a’yı okuyabilirler.

3 Mevlana, Mesnevi, Cilt: 5, s. 131.

 

Yazar:

Kategorisi:
Kur'an'ı Okuyan Bir Ateist'in Soruları ve Verilen Cevaplar
Gönderi tarihi: 29-08-2009
6,838 kez okundu