– Şimdi de, Firavunla ilgili gaybî bir mucizeyi paylaşmak istiyorum. Hz. Musa (a.s.) ile Mısır kralı (ki o zamanlar Firavun olarak anılırdı) arasındaki mücadeleyi Kur’an da bize aktarıyor. Tevrat, Firavun’un suda boğulduğunu söylerken sonrası hakkında bir şey söylemiyor. Yahudi kaynaklarına göre Hz. Musa (a.s.) ile savaşan Firavun’un cesedi suda çürüyüp yok olmuştur. Bundandır ki 1881 ve 1898 yıllarında Mısır firavunlarının mumyalanmış cesetleri bulununca büyük bir tartışma başladı. Bazı bilim adamları cesetler üzerinde yaptıkları incelemede, Musa (a.s.) ile savaşan Firavun’un (II. Ramses veya oğlu) mumyalar arasında olduğunu iddia etti.
– Genel hatlarıyla bilgim var Mısır mumyaları hakkında. Kur’an ne diyor Firavun hakkında?
– Kur’an Firavun’un boğulduğunu söylediği gibi cesedine ne olduğunu da haber veriyor: “İsrailoğulları’nı denizden geçirdik. Firavun da askerleriyle birlikte zulmetmek ve saldırmak üzere, derhal onları takibe koyuldu. Nihayet boğulmak üzere iken ‘İsrailoğulları’nın iman ettiğinden başka hiçbir ilah olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım’ dedi. Şimdi mi? Oysa daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Biz de bugün bedenini, arkandan geleceklere ibret olman için kurtaracağız. Çünkü insanlardan birçoğu ayetlerimizden gerçekten habersizdir.” (Yunus Suresi, 10:90-92)
– Başta belirttiğim kıstaslara göre gidersek öncelikle bu ayetlerdeki öngörüye bakmalıyız. Gerçekten bir öngörü var mı? Varsa da sıra dışı bir şey mi? Daha sonra söz konusu öngörünün gerçekleşip gerçekleşmediğini konuşuruz.
– Söz konusu ayetler hem geçmişe hem de geleceğe yönelik iki gaybî mucize içeriyor. Birinci gaybî haber, tarihte Musa (a.s.) ile Firavun arasında yaşanan savaşın sonunda, Firavun’un boğulduğunu, ancak cesedinin korunduğunu ifade etmesidir. İkinci gaybî haber ise söz konusu cesedin ileride bulunacağını ve insanlar için ibret verici olacağını söylemesidir. İkinci haber birincinin doğruluğuna bir delildir. İki haber birlikte Kur’an’ın semavî olduğuna bir delildir.
– Ayette açıkça cesedin bulunacağı söylenmiyor. Sadece bedenini kurtaracağız, diyor.
– “Arkandan geleceklere ibret olman için” ibaresi, cesedin sonradan bulunacağına açıkça işaret ediyor. Çünkü denizde çürüyüp giden bir cesetle, Allah tarafından çürümeden muhafaza edilen, ancak insanlara gizli kalan bir ceset arasında fark yoktur. İnsanlara ibret olması cesedin bozulmamış hâlde keşfiyle mümkündür.
– Haydi, senin dediğin olsun. İleride bir ceset bulunacak, o da Firavun’a ait olacak gibi bir öngörü ne derece sıra dışı bir öngörüdür? Haberin doğruluğu nasıl teyit edilebilir ki?
– Verilen haberin doğru bir şekilde çıkıp çıkmadığına geleceğim. Kur’an’ın bize bildirdiği her bir hakikatin birçok yönü var. Kur’an uzmanları Kur’an’daki her bir kıssadan binlerce hisse çıkarmışlar. Öncelikle böyle bir öngörünün 14 asır önce yapılmış olmasının en azından üç açıdan harikulade olduğunu düşünüyorum. Birincisi, Kur’an, insanların mumyalardan bile haberdar olmadığı bir devirde, binlerce sene öncesine ait bir cesedin aynen muhafaza edilebileceğini haber veriyor. Çünkü Firavun’un cesedini ibret için muhafaza edeceğim derken, cesetlerin muhafaza edilebileceğini haber veriyor. İnsanlar, mumyaların varlığından ilk defa 19. yüzyılın sonlarında haberdar oldular. Bir cesedin herhangi bir şekilde binlerce sene çürümeden muhafaza edilmesi fikri bu zamana kadar insanlara olağandışı geliyordu. Kur’an bunun olağan olduğunu mucizevî bir şekilde korunan Firavun cesediyle haber veriyor.
İkincisi, Kur’an, Firavun’un bozulmamış cesedinin bozulmadan bulunup insanlara ibretlik olacağını haber vermekle, ileride bozulmamış cesetlerin keşfedileceğini ve bunların ibret için müzelerde sergileneceğine de işaret ediyor. Nitekim günümüzde geçmişe ait bozulmamış cesetlerin sergilendiği müzeler, milyonlarca meraklı ziyaretçisine ibretli dersler veriyor. İki asır öncesine kadar, hiç kimse böyle bir şeyin olacağını hayal bile edemiyordu. Oysa Kur’an bunun hakikat olacağını asırlar öncesinden haber veriyor.
Üçüncüsü, Kur’an, Musa (a.s.) ile savaşan Firavun’un cesedinin muhafaza edildiğini ve sonradan keşfedilip sergileneceğini söylemekle, Mısır kralların mumyalanarak muhafaza edildiğini ve sonradan keşfedilerek ibret için teşhir edileceklerine de işaret ediyor. Nil Nehri’nin kıyısındaki Krallar Vadisi’nde 1881 ve 1898 yıllarında keşfedilen Mısır firavunlarının 3000 yıl öncesine varan cesetleri günümüzde Kahire Müzesi’ndeki Kral Mumyaları Salonu’nda teşhir ediliyor.
Dördüncüsü, Kur’an, suda boğulduğu için ileride keşfedilecek Mısır firavunlarının mumyaları arasında yer almayacağı sanılan Firavun’un (II. Ramses) da ibret için mucize eseri olarak korunacağını ve ileride keşfedileceğini haber veriyor.
– Bence en son belirttiğin nokta önemli; diğerleri genel çıkarımlar. Söz konusu ayetlerde açıkça bahsedilmiyor. Zorlama yorumlar gibi geliyor bana.
– Kur’an’a tarih kitabı olarak bakarsak sana hak verebiliriz. Ama Kur’an sonsuz ilim, sonsuz kudret ve sonsuz hikmet sahibi Allah’ın kelamıysa durum çok daha farklı olur. O zaman, Kur’an’daki tarihî kıssaları, tarih kitaplarındaki, tarihî hikâyeler gibi görmek yerine, binlerce ibretli hakikati içeren, ibretli kıssalar olarak görürüz. Çünkü Kur’an kıssalar ve temsiller yoluyla muhatabına hakikat dersleri veriyor. Bu anlamda söz konusu ayetlerin yukarıda yaptığım çıkarımları içermesi muhtemel olduğu gibi daha birçok başka çıkarımlar da içermesi muhtemeldir.
– İstersen yapılan çok özel öngörünün gerçekleşip gerçekleşmediğine gelelim. Peki, Kur’an’ın sözünü ettiği ceset bulundu mu?
– Son iki asırda mumyalı ve mumyasız birçok ceset bulundu. Özellikle Kahire Müzesi’nde sergilenen cesetlerin Mısır firavunlarına ait olduğuna ilişkin bir şüphe yok; fakat bulunan cesetlerinin hangisinin Musa (a.s.) ile savaşan firavuna ait olduğu noktasında tartışmalar var. Bu konuda yaygın olan iki görüş var. Birincisi, Firavun’un cesedinin Allah tarafından korunduğu ve daha sonra sahile vurarak Mısır halkı tarafından mumyalandığı görüşüdür. Dr. Maurice Bucaille yazdığı bir kitapta Kahire’deki mumyaları incelediğini ve Kur’an’ın haber verdiği Firavun’un mumyalar arasında olduğunu söylüyor.1İkincisi, cesedin mumyalanmadan, harikulade bir şekilde muhafaza edildiği ve geçen asrın başında İngilizler tarafından Nil Vadisi’nde bulunduğu görüşüdür. Günümüzde Londra’daki British Müzesi’nde sergilenen cesedin Kur’an’da sözü edilen Firavun’a ait olması kuvvetle muhtemeldir.2
– Böyle bir kanaate nasıl ulaştın?
– Öncelikle British Müzesi’ndeki internet sayfasında “Mısırlı Adam” diye adlandırılan ilgili cesetle ilgili şu bilgileri paylaşmak istiyorum: “Bu adam M.Ö. 5000 seneden daha önce ölmüş. M.Ö. 2700 yıllarında mumyalamanın nasıl yapıldığı bilinmiyordu. Cesetler çöldeki kumların içine gömülürdü. Cesetlerin kumlarla doğrudan teması olurdu. Sıcak kumlar insan vücudunun yüzde 75’ini oluşturan suyu emdiği için cesetler genellikle çürümezdi. Nem olmayınca bakteriler üreyemez ve ceset çürümeden muhafaza olurdu. Söz konusu ceset hayret verecek bir şekilde muhafaza edilmiş. Saçlar, ayak ve el tırnakları bile duruyor.”3
Asırlardır İslam düşmanlığı yapan ve Müslümanları imha etmek için bin bir fitneleri çeviren İngilizlerden söz konusu cesedin Firavun’a ait olduğunu söylemelerini beklemiyorum. Aksine, cesedin Firavun’a ait olduğunu kesin olarak bilseler bile örtbas edeceklerini düşünüyorum.
Mısırlı Adam’ın Firavun olabileceğine birkaç delil var. Birincisi, cesedin hangi döneme ait olduğunu net olarak belirleyemiyorlar. Yanında bulunan eşyalardan hareketle M.Ö. 4000-3100 yılları arasında olacağı söyleniyor. Cesedin hangi döneme ait olduğu bilimsel olarak kesin bir şekilde belirlenmedikten sonra Firavun olabileceği ihtimali dışlanamaz. İkincisi, müze sayfasında iddia edildiği gibi eskiden kumlara gömülen cesetler çürümüyorsa neden aynı bölgede bugüne kadar ikinci bir ceset bulunmadığını sormak gerekir. Üçüncüsü, yine müze sayfasında belirtildiği gibi, cesedin harikulade bir şekilde muhafazası edildiği belirtiliyor. Bu da cesedin Firavun olma ihtimalini kuvveli kılıyor. Saçından tırnağına kadar cesedin bütün uzuvlarının muhafazası gerçekten harikuladedir.
– Bence Firavun’un cesediyle ilgili iki görüş de henüz kesin olarak doğrulanmamış. Ancak ikisi arasında bir tercih yapmak gerekirse birincisinin doğru olma ihtimali daha yüksek derim.
– Kanaatimce, Kur’an’ın gaybî mucizesi birçok açıdan aynen ortaya çıkmıştır. Firavun’un cesedi muhafaza edilerek günümüze kadar gelmiştir. Daha iki asır öncesine kadar varlığından haberdar olunmayan cesetler bulunmuştur. Bütün mesele bulunan cesetler arasında hangisinin Firavun’a ait olduğunu tartışmamız ve bir şekilde tespit etmemizdir. Sanırım özellikle DNA alanındaki bilimsel gelişmeler, yakın zamanda mevcut belirsizliği giderecek ve hangi cesedin Musa (a.s.) ile savaşan Firavun’a ait olduğunu ortaya çıkaracaktır.
– Geçen hafta bana anlattığın Kur’an’daki gaybî haberleri eşimle paylaştım. Bu sefer de ilginç bir yorum yaptı ve dedi ki: “Muhammed bir şekilde ‘zaman tüneli’nde yolculuk yapmayı öğrenmiş ve o tünele girerek sonraki zamanlarda olan bazı olayları görüp haber vermiş olabilir.”
– Haa... Haa... Doğrusu bir şeyler bulacağından emindim. Ancak bu kadar olacağını tahmin edememiştim. Şimdiye kadar hiç kimsenin görmediği ve girmediği ve sadece bilim kurgu filmlerinde var olan bir tüneli Hz. Muhammed’in (a.s.m.) keşfettiğine ihtimal verip, getirmiş olduğu kitabın ilahî oluşuna ihtimal vermemene hayret ediyorum. Bence on dört asır önce bir insanın zaman tüneline girmiş olduğuna inanmak, semavî bir kitabın bir insana verildiğine inanmaya kıyasla binlerce kat daha zordur. Çünkü birincisinin hiçbir benzeri yok. Öyle bir tünele girdiğini ciddi manada iddia eden bile olmamıştır. Oysa şimdiye değin, yüz binlerce insan Allah’tan mesaj aldığını söylemiştir. Demek ki, zaman tüneli iddiası peygamberlik iddiasından bile müşkül bir şey.
– Her neyse. Seninle bu konuda hemfikir değiliz. Bu hafta da süremizin sonuna geldik. Ayrılmam lazım birazdan.
– Beş haftadır Kur’an’daki bilimsel ve gaybî mucizeleri konuşuyoruz. Bence hepsini birlikte düşünmende büyük bir yarar var. İnce ipler bir araya gelince kalın bir halat olduğu gibi, her bir mucizevî bilgi de, her ne kadar senin gözünde zayıfsa da, birlikte düşünsen seni Rabbine ulaştıracak çok uzun ve sağlam bir halat olabilir. Haftalardır müzakere ettiklerimizi özetler nitelikte harika bir misal buldum. Vaktin varsa, seninle paylaşmak istiyorum.
– Buyur dinliyorum. Cevap vermeye vaktim yok. Ancak, üzerinde düşüneceğim daha sonra.
– “Gayet büyük ve garip ve gayetle yayılmış acip bir ağaç farz edelim ki, o ağaç geniş bir perde-i gayb (gizlilik perdesi) altında bir tabaka-i mesturiyet (gizlilik tabakası) içinde saklanmıştır. Malumdur ki, bir ağacın, insanın azaları gibi, onun dalları, meyveleri, yaprakları, çiçekleri gibi bütün uzuvları (parçaları) arasında bir münasebet (ilişki), bir tenasüp (uygunluk), bir muvazenet (uyumluluk) lazımdır. Her bir cüzü (parçası), o ağacın mahiyetine göre bir şekil alır; bir suret verilir. İşte hiç görülmeyen –ve hâlâ görünmüyor–o ağaca dair biri çıksa, perde üstünde onun her bir azasına mukabil bir resim çekse, bir hudut çizse, daldan meyveye, meyveden yaprağa bir tenasüple bir suret tersim etse (resmetse) ve birbirinden nihayet (sonsuz) uzak mebde (kök) ve müntehasının (tepesinin) ortasında uzuvlarının (parçalarının) aynı şekil ve suretini gösterecek muvafık (uygun) tersimat (resimler) ile doldursa, elbette şüphe kalmaz ki o ressam bütün o gaybî (görünmeyen) ağacı gaybaşina (görünmeyeni gören) nazarıyla görür, ihata eder (kavrar), sonra tasvir eder. Aynen onun gibi, Kur’an-ı Mu’cizü’l-Beyan dahi, hakikat-i mümkinata (varlıkların hakikatine) dair –ki o hakikat, dünyanın iptidasından (başlangıcından) tut, tâ ahiretin en nihayetine (sonuna) kadar uzanmış ve Arş’tan ferşe (yeryüzüne), zerreden şemse (güneşe) kadar yayılmış olan şecere-i hilkatin (yaratılış ağacının) hakikatine dair– beyanat-ı Kur’aniye o kadar tenasübü (uygunluğu) muhafaza etmiş ve her bir uzva ve meyveye layık bir suret vermiştir ki, bütün muhakkikler (konunun ehli olan âlimler) nihayet tahkikinde (incelemesinde) Kur’an’ın tasvirine ‘Maşaallah, barekallah’ deyip, ‘Tılsım-ı kâinatı (kâinatın sırrını) ve muamma-i hilkati (yaratılışın gizemini) keşf ve feth eden yalnız sensin, ey Kur’an-ı Kerim!’ demişler.”4
* * *
Thomas, Kur’an’ın mucizevî ayetleri karşısında söyleyecek bir şey bulamayınca ya konu değiştiriyor veya aklın ölçüleri dışına çıkarak tenkit ediyordu. Bu haftaki “zaman tüneli” Thomas’ın işine gelmeyince nasıl minderi terk ettiğinin en somut örneğidir. Doğrusu, birkaç haftadır Kur’an’ın mucizeleri üzerinde düşünürken, aklım ve kalbim öyle tatmin oldu ki, Kur’an’ı yeni nazil olmuş gibi algılamaya başladım. Ancak, Thomas’ın parlak mucizeleri elinin tersiyle itmesi bana Ebu Cehil’in yaptığını hatırlattı. Yine, Mevlana’dan dinleyelim:
“Ebu Cehil’in elinde taş parçaları vardı. Dedi ki: ‘Ey Ahmed, şu avucumdaki nedir? Çabuk söyle! Mademki göklerin sırlarına vâkıfsın, peygambersen avucumda ne saklı?’
Peygamber, ‘Onlar nedir, ben mi söyleyeyim, yoksa onlar mı doğru olduğumuzu söylesin, bizi tasdik etsinler; hangisini istersin?’ dedi. Ebu Cehil ‘Bu ikincisi daha garip’ deyince Peygamber dedi ki: ‘Evet, Allah ondan daha ilerisine de kadirdir.’
Derhal Ebu Cehil’in avucundaki taşların her biri, şehadet getirmeye başladı: ‘İbadete layık hiçbir şey yoktur, ancak tek olan Allah’a tapılır’ dedi ve ‘Muhammed, Allah elçisidir’ incisini deldi. Ebu Cehil, taşlardan bu sözü işitince hiddetle taşları yere vurdu.”
Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.
Dipnotlar:
1 Fransız asıllı bir Hıristiyan olan Dr. Bucaille, 1976 yılında yayınladığı The Bible, The Qur’an and Science adlı kitabında, Kur’an’ın bilimsel gerçeklerle uyumlu olduğunu; ancak Tevrat ve İncil’in bu anlamda çelişkilerle dolu olduğunu söylüyor. İslam dünyasında çıkan bazı haberlere göre Dr. Bucaille karşılaştırmalı araştırmasından sonra İslam’ın hakikat olduğunu anlayıp Müslüman olmuştur.
2 Zafer Dergisi’nin (1983) 77. sayısında, söz konusu resmi kapak yaparak “3000 Yıllık Mucize” başlığıyla konuyu okuyucularına duyurdu. Ancak Ali Murat Güven, Yeni Şafak Gazetesi’nin 20 Kasım 2005 tarihli nüshasında çıkan yazısında Londra’daki resmin Firavun’a ait olmadığını iddia etti. Güven, insanın kendisinin büyük bir mucize olduğunu, başka mucize aramaya gerek olmadığını söylüyordu. Güven, insanların her gün gerçekleşen olağandışı hadiseleri sıradan gördüklerini ve bunların dışında olağanüstü vakalar aradıklarını yazdı ve bunun doğru olmadığını vurguladı.
Tabii ki dikkatli ve ibretli bakanlar için aslında her şey mucizedir. Her şey Allah’ı bildiriyor. Bu durum, peygamberlere verilen mucizeleri inkâr etmeyi gerektirmez. Aksine, peygamberlik için mucizeler şarttır. Yoksa ortalık peygamberlik iddiasında bulunanlardan geçilmez olurdu. Bu anlamda, Kur’an’da Firavun’un cesediyle ilgili ayet, Peygamberimize (a.s.m.) verilen gaybî bir Kur’an mucizesidir. Bu mucizeyi araştırıp gün yüzüne çıkarmak, Kur’an’ın ilahî kelam olduğunu teyit eden bir delil olduğu için önemlidir.
3http://www.thebritishmuseum.ac.uk/explore/highlights/highlight_objects/ aes/p/predynastic_egyptian_man.aspx
4 Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, Yirmi Beşinci Söz, Üçüncü Şule, Birinci Ziya.