Nisa Suresi’nin 34. ayetinin erkeğe eşini dövmesini emretmesine ne diyorsun?
– Kur’an erkeklere, “Gidin eşinizi dövün” demiyor. Ayetin ilgili kısmında şöyle deniyor: “Dik başlılığından yıldığınız kadınlara gelince onlara evvela öğüt verin, vazgeçmezlerse yatakta yalnız bırakın ve bunlarla da yola gelmezlerse onları hafifçe dövün.” Öncelikle ayet, dik başlılık gösterip sürekli huzursuzluk çıkaran kadınlarla ilgilidir. Ayet, kadın dövüp yola getirmek isteyen zamanın maço erkeklerine üç aşamalı bir alternatif sunuyor. Birinci aşamada, aranızda bir anlaşmazlık çıktığında, önce eşinizi uyarın, diyor. İkinci aşamada, eğer sorun çözülmezse yatağınızı ayırın; yani bir süre birbirinizden ayrı durun, belki sinirleriniz yatışır ve sorununuz çözülür, diyor. Üçüncü aşamada, hâlen dik başlılık devam ediyorsa evliliğinizi kurtarmak için, onu ıslah niyetiyle öldüresiye değil, hafifçe dövebilirsiniz, diyor.
– Sonuçta erkeğe eşini dövmesi emrediliyor. Aşamalı ceza koyması bir şeyi değiştirmiyor.
– Tekrar ediyorum. Kur’an, eşine melek gibi davranan erkeklere, öyle yapmayın, eşlerinizi dövün demiyor. Yani onlara eşlerini dövmelerini emretmiyor. Aksine, eşlerini köle gibi kullanan, işlerine gelmediğinde hayvan gibi döven vahşi insanlara “Durun dövmeyin eşlerinizi. Önce konuşun, nasihat verin. Sonra eşiniz, isyana devam ederse yatağını ayırın” diyor.
– Sonra da dövün, diyor. Yani bir şekilde dövmeye cevaz veriyor.
– Sen sadece Kur’an’ın bir ayetini alıp diğer ayetlerini göz ardı ettiğinden yanlış hükme varıyorsun. Kur’an’ın bütün ayetlerini bir bütün olarak dikkate alıp öyle hüküm çıkarmak gerekir. İslam hukukçuları bir konuda hüküm verdiklerinde tek bir ayete bakıp hüküm çıkarmıyorlar. Onlar, üç temel kaynağa bakıyorlar: Kur’an, sünnet (Hz. Muhammed’in (a.s.m.) söz ve uygulamaları) ve icma (İslamî konularda uzman olan âlimlerin ortak hükmü). Sen ise Kur’an’ın tek bir ayetine bakıp hüküm çıkarıyorsun. Oysa adı kadınlar manasına gelen ve kadın haklarıyla ilgili birçok hükmü içeren Nisa Suresi’nde, Allah, kadınlara nasıl davranılması gerektiğini şöyle emrediyor: “Onlarla hoşça, güzelce geçinin. Şayet onlardan hoşlanmayacak olursanız, olabilir ki bir şey sizin hoşunuza gitmez de Allah onda birçok hayır takdir etmiş bulunur.” (Nisa Suresi, 4:19) Kur’an, eşlerin birbirine sevgi ve şefkatle bağlanıp huzurlu bir yuva kurmasını Allah’ın rahmetinin delili olarak beyan ediyor: “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.” (Rum Suresi, 30:21)
– Kur’an’ın her söylediği mutlak doğruysa bir tek ayetine bakarak da doğru uygulamayı bulabilmeliyim.
– Senin durumun anayasanın bir maddesine bakıp ilgili diğer maddelerini ve yasaları göz ardı eden birine benziyor. Böyle biri yanlış çıkarımda bulunabilir. Kur’an, birçok yerde, Hz. Muhammed’e (a.s.m.) itaat etmeyi ve onun sünnetini takip etmeyi Allah’a itaatin parçası olarak sayıyor. Allah’a ve peygambere itaat etmek birçok ayette birlikte zikrediliyor.1 Daha da ötesi peygambere itaat etmek, Allah’a itaat etmekle denk tutuluyor: “Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa Suresi, 4:80)
Eğer senin dediğin ayet eşlerini dövmeyi emrediyor olsaydı Hz. Muhammed (a.s.m.) de eşlerini bir defa dahi olsa döverdi. Ama o hiçbir eşini dövmediği gibi eşini dövenleri de şöyle tenkit etmiştir: “Sizden biriniz eşini, köleye vurur gibi dövüp de sonra akşam olunca onunla birlikte olmasın.”2 Birçok hadisinde kadın ve çocuklara iyilikle muameleyi tavsiye etmiştir. Eşi Hz. Aişe (r.a.) onun sözlerini şöyle aktarır: “En iyiniz, ailesine iyi davranandır. Ben, ailesine en iyi davrananım.” (Tirmizî) Başka bir hadis şöyle diyor: “Müslümanların iman yönünden en üstünü, ahlâkı en güzel olanı, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranandır.”3
– Belki de Muhammed’in eşleriyle hiçbir problemi olmamıştı. Bu nedenle dövme cezasına ihtiyaç olmamıştı.
– Yine yanılıyorsun. Kur’an’dan öğrendiğimize göre Hz. Muhammed (a.s.m.) bir vakit eşleriyle boşanma derecesine varmıştı. Hz. Peygamber’in (a.s.m.) dünyalıklara iltifat etmeyip eline geçen her şeyi başkasına vermesine içerleyen hanımları ondan nafakalarını isteyince Peygamberimiz çok zor durumda kalmıştı. Çünkü bu bir nevi ahirete yönelik vazifesini ihmal edip dünyalık biriktirmesi manasına geliyordu. Hz. Peygamber (a.s.m.) için bu kabul edilemez bir istekti. Boşanmanın eşiğine gelmişti, ancak yine de eşlerini dövmemişti.
Daha da ilginç olanı, bir süre sonra nazil olan iki ayet, peygamber eşlerini bu arzudan dolayı azarlamak yerine, eğer isterlerse boşanıp arzu ettikleri hayatı kurabileceklerini ifade ediyordu. “Ey Peygamber! Eşlerine söyle: ‘Eğer dünya hayatını ve süslerini istiyorsanız gelin size boşanma bedelinizi vereyim ve güzellikle salıvereyim.’ Eğer Allah’ın Peygamber’ini ve ahiret yurdunu istiyorsanız bilin ki Allah içinizden iyi davrananlara büyük mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab Suresi, 33:28-29)
Kısacası, Kur’an ve sünnete göre hareket eden biri, eşini dövmez. Ona ebedi bir hayat arkadaşı cihetiyle bakar. Sevgi ve şefkatle yoğrulmuş huzurlu bir yuva kurar. Eşinin hata ve kusurlarına af nazarıyla bakar. Evini bu dünyada bir nevi cennet köşküne dönüştürür.
– Bence bu konuda kesin yasaklayıcı bir hüküm olmalıydı. Kur’an yazıldığı dönemde insanların kadınlara çok kötü muamele etmesi aşamalı bir yasağı haklı çıkarmaz. Bu, şuna benzer: Sen bir araba satın alıyorsun. Bir gün sonra araba bozuluyor. Araba satıcısına gidiyorsun, güzellikle anlatıyorsun. “Araba bozuk çıktı, geri al” diyorsun. Adam almıyor. Sen ikinci defa gidiyorsun, “Arabanı al, yoksa öldürürüm” diyorsun. Yine bir şey değişmiyor. Üçüncü defa gidip tekrar arabayı geri vermeye çalışıyorsun. Adam kabul etmeyince silahını çekip öldürüyorsun. İslam’ın getirdiği şey buna benzer. Oysa modern toplumlarda anlaşmazlıkları tehdit ve öldürmeyle değil, araya aracı koyarak veya mahkemeye giderek çözüyoruz.
– İslam’ın getirdiği uygulamayı tam izah edemedim galiba. Senin örneğinden giderek bir defa daha açıklayayım. İslam, geldiğinde insanlar arabayı geri almayan satıcıyı hiç gözünü kırpmadan öldürüyordu. İslam onlara, “Durun!” dedi. “Satıcıyı öldüremezsiniz. Önce konuşarak çözüm bulmaya çalışın. Değilse, psikolojik ceza verin. Mesela, bir süre konuşmayın satıcıyla. Daha da sorunu çözemezseniz, hafif bedenî ceza verebilirsiniz.” Aynı şekilde, kadınlara köle muamelesi yapıp, onları öldüresiye döven erkeklere, Kur’an, “Durun!” dedi. “Onlar sizin köleniz, değil. Onlarla güzellikle muamele edin. Aranızda bir sorun çıktığında, konuşarak halledin. Olmuyorsa, yatağınızı ayırın ki, ortalık durulsun. Daha da çözemezseniz, öldüresiye değil, hafiften dövebilirsiniz.” İslam sadece bu hükümden ibaret olmuş olsaydı, kadına dövmeye cevaz veriyor, diyebilirdik. Oysa, İslam, aynı zamanda, Peygamber’i (a.s.m.) takip edin, diyor. O da bu tarz sorunlarda üçüncü seçeneği hiç kullanmadığına göre, demek ki ayetin maksadı var olan bir yanlışı aşamalı olarak kaldırmakmış.
– Kur’an yazıldığı dönemde insanların kadınlara çok kötü muamele etmesi aşamalı bir yasağı haklı çıkarmaz. Her şeyi işiten bir yaratıcı, kadınların feryatlarını da işitirdi.
– Biraz önce sana aktardığım ayetler Allah’ın kadınların feryatlarını işittiğini ve cevap verdiğini gösteriyor. Kur’an’da bir ayet daha var ki, senin bu itirazına cevap mahiyetinde: “Kocası hakkında defalarca sana müracaat eden ve Allah’a şikâyette bulunan kadının sözünü Allah işitti. Zaten Allah sizin konuşmalarınızı işitiyordu. Muhakkak ki Allah her şeyi hakkıyla işitir, her şeyi hakkıyla görür.” (Mücadele Sûresi: 58:1)
Kur’an bu ayetle müminlere ve özellikle mümin erkeklere birçok mesajlar veriyor: Birincisi, kadın köle değil ve kocasından şikâyet hakkına sahiptir. İkincisi, her şeyi hakkıyla işiten Semi, kocasından zulüm gören kadınların en ufak bir şikâyetini bile işiyor. Üçüncüsü, her şeyin her şeyini hakkıyla gören Basir, gizliden kadınlara zulüm eden erkeklerin yaptığı en ufak zulmü de görüyor. Dördüncüsü, her şeye gücü yeten ve hiç kimsenin hakkını zayi etmeyen sonsuz adalet sahibi Allah, mazlum kadınların haklarını kas gücüne güvenip eşine zulüm yapan erkeklerden mutlaka alacaktır. Kısacası, yukarıdaki ayet, zalim erkeklerin zulmünden erkeklere tam koruma sağlıyor. Allah’a ve ahiret gününe iman eden erkekler için bu ayet dehşetli bir uyarı içeriyor. Onları eşlerine zulüm yapmaktan şiddetle men ediyor.
– Sence erkek kadını dövme hakkına sahip mi? Merak ediyorum. Bir Müslüman olarak kadınlarla ilgili farklı Kur’an ayetlerini okuduğunda nasıl bir çıkarımda bulunuyorsun?
– Bir Müslüman olarak bu konuda bir hüküm çıkarmak istediğimde hem Kur’an’ı hem de Hz. Peygamber’i (a.s.m.) takip etmem gerekir. Benim anladığım, “kadına hiçbir şekilde dayak atılmamalıdır.” Bu benim şahsi görüşüm değil. İslam’ın ikinci halifesi Hz. Ömer’den (r.a.) nakledilen ilginç bir hatıra var.
Hz. Ömer (r.a.) halife olduğu dönemde herkes her türlü şikâyeti için ona giderdi. Karısının kendisine yaptıklarından çok rahatsız olan bir adam çareyi Hz. Ömer’e (r.a.) gitmekte bulur. Meseleyi Müslümanların halifesine götürerek çözüme kavuşturacağını düşünür. Halifenin evine gider ve kapısının önünde nöbet tutar. Onun dışarı çıkmasını bekler. Derken, içerden bir gürültü kopar. Celaliyle meşhur Müslümanların halifesine karısı bağırıp çağırıyor. Ancak, Kur’an ve sünnetten hakkıyla dersini almış Hz. Ömer (r.a.) ise, karısını dövmek şöyle dursun, ağzını açıp cevap bile vermiyor. Adam hayretler içinde kalır, “Bütün hiddetine ve izzetine rağmen, üstelik de Müminlerin Emiri iken Ömer’in hali böyle olursa, benim halim nice olur?” diyerek kalkıp giderken Hz. Ömer çıkagelir. Adamın arkasından, “Hayrola, derdin neydi?” diye seslenir.
Şahit olduğu hadisenin şokunu henüz üzerinden atamamış adam şöyle cevap verir: “Ey Müminlerin Emiri! Karımın kötü huylarını ve bana karşı haddini aşıp ileri gittiğini size şikâyet etmek üzere gelmiştim. Fakat hanımınızın size karşı olmadık sözler söylediğini duyunca vazgeçip geri döndüm ve kendi kendime dedim ki: ‘Müminlerin Emiri hanımıyla böyle olunca, benim derdime nasıl deva bulacak?’”
Bu sözleri dinleyen Hz. Ömer, adama şunları söyler: “Kardeşim, eşimin benim üzerimdeki hakları sebebiyle ona tahammül etmeye çalışıyorum. Zira o benim hem aşçım, hem fırıncım, hem çamaşırcım, hem de çocuklarımın süt annesidir. Hâlbuki o bütün bunları yapmak zorunda değildir. Üstelik gönlümün harama meyletmesine engel olan da odur. Bu sebeple onun yaptıklarına katlanıyorum.”
Adamcağız, “Ya Müminlerin Emiri!” der, “Benim eşim de aynen öyle.” Bunun üzerine Hz. Ömer şu güzel dersi verir ve gönderir: “Haydi kardeşim, eşine katlanmaya bak! Hayat dediğin göz açıp kapayıncaya kadar geçiyor.”4
Bu hadiseden anladığımız kadarıyla, Hz. Peygamber’den (a.s.m.) doğrudan doğruya dersini almış ve hayatını Kur’an’ın hakikatlerine hizmete adamış biri kadının dövülerek yola getirilebileceğine inanmamış. Kendisine hakaret bile etse, eşine karşı şiddete başvurmamış, dünyanın geçiciliğini düşünüp sabırla mukabele edilmesini tavsiye etmiştir. Dayağa hiçbir şekilde cevaz vermemiştir.
– İyi ki sen böyle anlıyorsun. Herkes bu şekilde anlamıyor. Geçenlerde haberlerde geçiyordu: Filistin’de erkeklerin büyük çoğunluğu eşlerini dövüyormuş. Burada olsa “aile içi şiddetten” onların hepsi hapse girer. Bu haberi duyunca tartıştığımız ayet aklıma geldi. Kendi kendime dedim: “Kur’an Müslüman erkeklere böyle bir ruhsat verdiği için böyle yapıyorlar.”
– Avam bir insan böyle bir yargıya varabilir; ancak senin gibi ilim ehli bir insanın bu şekilde düşünmesini doğru bulmuyorum. Bence Filistinliler Kur’an’ı takip ettiklerinden dolayı değil, cehaletlerinden ve yerleşmiş yanlış törelerinden dolayı böyle yapıyorlar. Bu tarz problemler Türkiye’de de var. Bilimsel olarak Kur’an’ı takip etmenin aile içi şiddeti artırıp artırmadığını anlamak istiyorsan şöyle bir çalışma yapmalısın:
Filistin gibi bir İslam ülkesinde bir anket yaparsın. Ankette insanlara Kur’an’ı ne derece takip ettiklerini ve eşlerine nasıl davrandıklarını sorarsın. Eğer Kur’an’ı takip etme oranı arttıkça aile için şiddet artıyorsa o zaman, Kur’an, aile içi şiddeti artıran bir faktördür, diyebilirsin. Aksine, Kur’an’ı hayata geçirmeyle aile içi şiddet azalıyorsa o zaman Kur’an huzurlu bir ailenin oluşumuna katkıda bulunuyor demektir. Sen hayatında dinini tam yaşayan bir tane Müslüman aileyi bile yakından tanımamışsın. Bu nedenle Kur’an’ın nasıl bir aile hayatı öngördüğünü anlaman zordur.
Sana şunu söyleyebilirim ki aile içi şiddetin azalması ve aile huzuru, Kur’an’ı takip etmekle doğru orantılıdır. Yani, insanlar ne vakit Kur’an’ın emrettiği tarzda bir aile hayatı yaşarsa o zaman daha az şiddete başvururlar. Günümüzde İslam dünyasında aile içi şiddet varsa bu İslam’dan değil, Müslümanların İslam’ı bilip tatbik etmemesinden kaynaklanıyor. Bir şey dikkatimi çekti. Şimdiye kadar ki bütün itirazların Kur’an’ın muamelat dediğimiz, insan davranışlarını düzenleyen konulardaki hükümleriyle alakalı. Oysa, senin için asıl önemli olan imana ilişkin hükümler olmalı.
– Bence senin muamelat dediğin meseleler de dolayısıyla imana ilişkindir. Yani, Kur’an hak ise muamelat konusundaki hükümleri de hak olmalıdır. Dolayısıyla muamelata bakarak da Kur’an’ın hak olup olmadığını anlayabiliriz. Kadın ve erkek eşitliği konusunda Kur’an’da ciddi bir problemin olduğunu görüyorum. Kur’an’ın üçte biri kadın ve erkeği eşit görüyor. Üçte biri kadın lehinde, üçte biri de erkek lehinde. Oysa mutlak adalet herkese her zaman için adil davranmayı gerektiriyor.
– Senin kendi gözlemin bile Kur’an’ın erkeği öne çıkardığı, kadını ikinci sınıf kul yaptığı yönündeki iddiayı çürütüyor. Kur’an, bazen erkeğe bazen de kadına öncelik veriyor. Bu adaletsizlik değil, ilahî rollerin farklılığıdır. Allah, kadına da erkeğe de bir kısım yükümlülükler getirmiştir. Eğer her seferinde sadece erkeğin lehinde hüküm içerseydi o zaman dediğin doğru olabilirdi. Kur’an, hakiki bir şakirdine, bırakın kadına veya köleye, yerde sürünen karıncaya bile kendini üstün görme edasıyla bakmamayı öğretiyor. İslam’a göre, insanın sahip olduğu bütün meziyetler Allah tarafından bağışlanmıştır. Bu anlamda gurura kapılmasının hiçbir mantığı yoktur.
Kur’an, mümine şu dersi verir: “Cenab-ı Hakkın masivasından (Allah’ın dışındaki) hiçbir şeyi ona taabbüd (kulluk) edecek derecede kendinden büyük zannetme, hem sen kendini hiçbir şeyden tekebbür edecek (üstün görecek) derecede bir tutma, çünkü mahlûkat (varlıklar), mabudiyet (ibadet edilme) noktasında müsavi (aynı seviyede) oldukları gibi, mahlukiyet (kulluk) nispetinde de birdirler.”5 Yani her şey Allah’a kulluk makamında aynı seviyededir. Taş da Allah’ın kuludur, ağaç da. İnsanın taştan bir üstünlüğü yoktur. İnsanı üstün kılan kendisine takılan meziyetlerdir. Onlar ise insana ait olmadığı için üstünlük taslamaya hakkı yoktur.
– Kur’an, her şeyin insana hizmet için yaratıldığını anlatıyor. Sen ise her şeyin denk olduğunu söylüyorsun. Bu çelişki değil mi?
– Allah’ın yanında mahlûk olmak makamında her şey denktir. Ancak kendisine takılan meziyetler ve yüklenen sorumluluklar açısından eşitlik değil, adalet ve hikmet esastır. Hikmet-i ilahiye, insanı yeryüzüne halife makamında yarattığından, bu vazifesine uygun donanımla göndermiştir. İnsanın bunda gurura ve kibre hakkı yoktur. İki yaşındaki evladına 5 lira ve 20 yaşındaki evladına 100 lira harçlık verdiğinde, büyük olan küçük kardeşinden üstün olduğunu düşünüp gurura giremez. “Babam ikimizi de evladı olarak eşit tutar; ama benim ihtiyacımın fazlalığını bildiği için bana daha çok harçlık verdi” diyebilir. Nitekim Kur’an, açıkça farklı cinsiyet veya ırktan olmanın üstünlük sebebi olmadığını şu ayette bildiriyor: “Ey insanlar! Şüphe yok ki biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdar olandır.” (Hucurat Suresi, 49:13)
– Müslümanlar hiç ayırım yapmıyor mu sence?
– Bir kısım Müslümanların ayırım yapması, İslam’ın değil, böyle davranan Müslümanların hatasını gösteriyor. İslam’ın ayırım yapıp yapmadığını anlamak istiyorsan aynı şartlarda, aynı fiil için kadına ve erkeğe verilen ödül ve mükâfata bakman gerekir. Eğer Kur’an, “Namaz kılan erkeğe, kadının iki katı sevap verilecek” deseydi veya “Yalan söyleyen kadına, iki kat ceza var” deseydi o zaman sen haklı olurdun. Oysa İslam ödül ve ceza konularında kadına ve erkeğe eşit davranıyor. Ancak onlara ailede ve toplumda farklı roller öngörüyor. Sen bu rolleri feminist değerlerle kıyaslayarak tenkit ediyorsun. Kur’an, feminist bir toplumu öngörmemiştir. İslam’ın öngördüğü “fazilet” medeniyeti, feminist ideolojinin öngördüğü “eğlence” medeniyetinden çok farklıdır. İtikadî meseleleri bitirdikten sonra iki medeniyetin kıyası hakkında da bir sohbet yapabiliriz.6
Senin takıldığın meselelerin asıl kaynağı, İslam’ın öngördüğü medeniyeti bir bütün olarak bilmemenden kaynaklanıyor. Sadece bir ayete bakıp bir hüküm çıkarıyorsun. Oysa İslam’ın bütün hükümlerini dikkate alınca anlayacaksın ki İslam insanlara çok yüce değerler sunuyor. Bu değerleri benimseyenler, bırakın insanlara hayvan gibi muamele etmek, hayvanlara bile Allah’ın kıymetli mahlûku olarak kıymet verir. Her an Rabbinin gözetiminde olduğunun şuurunda yaşayan bu faziletli insanlar, bırakın eşlerine kötü muamele etmeyi, bir sineğe bile zarar vermekten çekinirler.7
– Batı’nın kadına haklarını vermekte geciktiğini kabul ediyorum. Ama günümüzde Batı’da kadının statüsü çok ileridir. Kur’an semavî olsaydı kadına layık olduğu yeri 14 asır önce verirdi.
– Sekiz senedir Amerikan toplumunda yaptığım gözlemler kadının statüsünün İslam’ın 14 asır önce öngördüğü statüden çok daha geride olduğunu gösteriyor. Kadın ve erkek, kâğıt üstünde eşit görünse de kapitalist değerler, kadını, erkeğin eğlence âletine dönüştürmüş. Sözde hürriyet adı altında, erkekler kadınları eğlenmek için bir meta olarak kullanıp atıyorlar. Evlilik müessesesinin ortadan kalkması bunun en bariz göstergesidir. Erkekler, kadına karşı hiçbir yükümlülük altına girmeksizin eğlence âleti olarak kullanıyorlar. Oysa İslam kadının bu şekilde kullanılmasına asla müsaade etmiyor. Kadını, erkek için bir zevk oyuncağı olmaktan çıkarıp herkesin saygı duyduğu en muhterem varlık konumuna çıkarıyor. Batı’da genç, güzel ve sağlıklı kadınlar, zevk âleti olarak işe yaradıkları sürece kıymet görüyor; bir süre sonra paçavra gibi sokağa atılıyorlar. Modern toplumların kurbanlarının büyük çoğunlukla kadın olması tezimi destekliyor. Batı toplumlarında kadının çektiği sefaleti görmek için sokaklara, sözde huzurevlerine ve fakirhanelere (homeless shelter) bakman yeterlidir. Günümüzde hem ABD hem de Avrupa’da İslam’ı tercih edenlerin büyük çoğunluğunun kadın olması düşündürücüdür. Kadınların kendi iradeleriyle daha ileri olan Batı değerlerini terk edip İslam’ın kısıtlayıcı hükümlerini benimsemesi söz konusu olamaz. İslam’ın kendilerine daha yüce değer verdiğini anlayan Batılı kadınlar İslam’ı tercih ediyorlar.
Başka Yolun Kızları isimli ilginç bir kitap okumuştum. Amerikalı Hıristiyan bir kadın, kızının Müslüman olmasına çok büyük tepki gösteriyor. Hatta bir süre evlatlıktan reddediyor. Ancak daha sonra Müslüman kızdaki olumlu değişiklikleri görüp kızının tercihini anlayışla karşılıyor. Kızı gibi birçok Amerikalı bayanın Müslüman olduğunu öğrenince bir araştırma yapıp konuyla ilgili bir kitap yazıyor ve kızların neden İslam’ı tercih ettiklerini anlatıyor.8
– Doğrusu ben de Batılı kadınların niye İslam’ı seçtiklerini pek anlayamıyorum. Araştırmaya değer bir konu. Bu konuda pek bilgim olmadığı için tartışmak istemiyorum.
– Kadın haklarıyla ilgili başka bir sorun kaldı mı acaba?
– Hayır. Şimdilik başka bir sorum kalmadı. Doğrusu, İslam’da kadına pek de kötü bakılmadığını öğrenmiş olduğuma sevindim. Ancak, kadın haklarından bile daha problemli gördüğüm başka bir konu var. Okuduğum kadarıyla, Kur’an insanın köle olarak alınıp satılmasını tasvip ediyor. Benim akli ölçülerime göre, semavi bir mesaj asla köleliği tasvip etmez.
– Kölelik konusu da, kadın hakları konusu gibi, belki iki haftamızı alacak. Arzu edersen haftaya bu konuyu müzakere edelim.
– Çok güzel olur.
* * *
İki haftadır Kur’an’da kadın haklarıyla ilgili yaptığımız müzakereden anlaşıldı ki, Kur’an herkese hakkını verdiği gibi kadınlara da hakkını vermiştir. Ancak, maalesef, bazı Müslümanlar Kur’an’ın vermiş olduğu hakları cehalet veya kötü âdetlerinden dolayı geri vermişler. Thomas gibi, İslam’ı araştıran insanlar, Müslümanların bu yanlışlıklarından olumsuz etkileniyorlar. Bu örnek de gösteriyor ki Müslümanların yaptığı her şey, İslam’ı başkalarına tebliğde ya müspet ya da menfi bir etki yapıyor.
Aslında Müslüman hem sözüyle hem de yaşayışıyla İslam’ı tebliğ ediyor. Yaşantısı İslam’a ters düşen bir Müslüman, Thomas gibi İslam’ın hak din olup olmadığını anlamaya çalışan milyonlarca insana, İslam’ı yanlış tanıtmış oluyor. Kitle iletişim araçlarıyla bir Müslüman’ın yaptığı bir kötülük bütün dünyaya ilan ediliyor. Duyanların büyük kısmı, bu kötülüğü, İslam’a bağlayıp İslam’dan uzaklaşıyor. Bütün Müslümanların, özellikle gayrimüslim yerlerde yaşayanların, yaşantılarına çok dikkat etmesi gerekir. Onların her bir hatası birçok insanın hidayeti bulmasına engel olabilir. Aynı şekilde, iyi örnek olanlar da farkına varmadan, birçok insanın hidayetine vesile olabilir.
Mevlana kadına iyi muamele etmenin insanlığın gereği olduğunu söyler. Çünkü, “insanda muhabbet vardır. Hayvanın muhabbeti azdır ve bu da onun nakıs olmasından ileri gelmiştir. Peygamber dedi ki: Kadınlar; akıllı kişilere, ehl-i dil olanlara fazlasıyla galip olurlar. Fakat cahiller, kadına galebe ederler. Çünkü onlar sert ve kaba muameleli olurlar. Onlarda acıma, lutfetme, sevme azdır. Çünkü tabiatlarında yaradılışlarında hayvanlık üstündür. Sevgi ve acıma, insanlık vasfıdır; hiddet ve şehvetse hayvanlık vasfıdır. Kadın, Hak nurudur, sevgili değil...”9
Bu yazı yazarın Nesil Yayınları'ndan çıkan Rabbini Arayan Thomas -2- isimli kitabından alınmıştır.
Dipnotlar:
1 Al-i İmran, 3:32, 132; Nisa Suresi, 4:69; Maide Suresi, 5:92…
2 Buhari, Nikâh 93; Müslim, Cennet 49; Tirmizi, Tefsiru Sure 91; İbn Mace, Nikâh 51.
3 Müsned, 2:185.
4 Hz. Ömer’in (r.a.) bu hatırasını Mehmed Paksu, Zehebî, el-Kebâir’den naklen (179) Kadın ve Aile İlmihali’ndeki “Kadın Dövülür mü?” başlıklı makalesinde aktarıyor.
5 Bediüzzaman Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye.
6 Bu konuyu merak edenleri “Medeniyet-i Sefahet ile Medeniyet-i Faziletin Mukayesesi” başlığıyla Köprü dergisinin 2003 Kış Sayısı’nda çıkan makalemizi tavsiye ederim.
7 Birkaç yıldır bulunduğumuz şehirdeki birkaç hapishanede büyük çoğunluğu sonradan Müslüman olmuş mahkûmları, haftalık olarak ziyaret edip sohbet ediyoruz. İçlerinde cinayet işlediği için müebbet hapis cezası alan mahkûmların, İslam sayesinde edindikleri fazilet, insanı hayrette bırakıyor. Bir seferinde bu canilerden biri, büyük bir cürüm işlemiş korkusuyla, bir böceği öldürdüğünü ve bundan dolayı ahirette hesaba çekilip çekilmeyeceğini sormuştu. İslam’dan önce gözünü kırpmadan insanları katledenler, İslam’dan sonra bir böceği bile öldürmeyi büyük bir cinayet sayıyordu. Hakiki bir Müslüman, böceklere karşı bile bu derece hassas olursa Kur’an’ın “eşrefü’l-mahlûkat” gördüğü insana, cinsiyeti, milliyeti ve sosyal statüsü ne olursa olsun, kötü muamele eder mi?
8 Carol Ayway’ın yazdığı Daughers of Another Path kitabında anlatılan Müslüman bir erkekle evlenen Hıristiyan bir bayanın hidayet öyküsü hayli enteresan. İkinci çocukları olduğunda, kadın Yaratıcı’ya şükranlarını bildirmek için kilisesine düzenli gitmeye karar verir. Müslüman kocasını beraberinde götürmeye ikna eder. Ancak kocası birkaç haftadan sonra kiliseye artık gitmeyeceğini ve kızının gitmesini istemediğini söyler. Aralarında büyük bir kavga çıkar ve boşanmanın eşiğine gelirler. Asıl problemin kaynağının dinlerindeki farklılık olduğunu anlayınca birbirlerinin dinlerini incelemeye karar verirler. Kadın Hıristiyanlığı tatminkâr bir şekilde anlatıp kocasını ikna ederse kocası Hıristiyan olmaya söz verir. Kocası da karısından İslam’ı tekrar ciddi bir şekilde inceleme sözü alır. Gerisini kadının ifadelerinden okuyalım: “Papazlara, Hıristiyan ilahiyatçılara ve dinî konuda uzman olanlara birçok soru sormaya başladım. Maksadım dinimi iyice öğrenip kocamı dinime geçmeye ikna etmekti. O kadar büyük bir çaresizlik içindeydim ki birçoğundan ağlayarak yardım talep ettim. Cevapları, ‘Üzgünüm, sorunun cevabını bilmiyorum’ yahut ‘Sana sonra cevap yazarım’ şeklindeydi. Hiçbirinden bir cevap duymadım. Ne kadar Hıristiyanlığın hak din olduğunu ispat edip kocamı dinime çevirmeye çalıştımsa akla ve mantığa uygun olmasından dolayı, o kadar İslam’a doğru yaklaştım. En sonunda Allah’ın tekliğini anlatan İslam’a teslim oldum.” (Daughers of Another Path, s. 35)
9 Mevlana, Mesnevi, Cilt: 1, s. 128.