41- يَا أَيُّهَا الرَّسُولُ “Ey peygamber!”
لاَ يَحْزُنكَ الَّذِينَ يُسَارِعُونَ فِي الْكُفْرِ “Küfürde yarışanlar seni üzmesin.”
مِنَ الَّذِينَ قَالُواْ آمَنَّا بِأَفْوَاهِهِمْ “Onlar ağızlarıyla ‘iman ettik’ dediler.”
وَلَمْ تُؤْمِن قُلُوبُهُمْ “Hâlbuki kalpleri iman etmedi.”
Ayet, münafıklar hakkındadır.
Ayette و “ve” (vav harfi) hem hâl, hem de atıf olabilir.
Hâl olduğunda “Onların kalbi iman etmediği halde, ağızlarıyla “iman ettik” dediler manası anlaşılır.
Atıf olduğunda ise, mana şöyle olur: “Onlar ağızlarıyla iman ettik” dediler ve kalpleri ise iman etmedi.”
وَمِنَ الَّذِينَ هِادُواْ “Bir de Yahudilerden (şöyle olanlar seni üzmesin).”
سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ “Onlar hep yalana kulak verirler.”
Yahudilerden olduğu bildirilen bu kimseler “Yalana kulak veren kimselerdir.” Yani, Yahudi din bilginlerinin yalan yanlış haberlerini duymaya, kabul etmeye müheyyadırlar.
Şu anlam da verilebilir: “Onlar sana, seni yalanlamak için kulak veren kimselerdir.”
سَمَّاعُونَ لِقَوْمٍ آخَرِينَ لَمْ يَأْتُوكَ “Onlar, sana gelmeyen başka bir topluluk için kulak verirler.”
Burada kulak verme durumları, üstte belirtilen her iki durum için de düşünülebilir. Yani, onlar “Sana gelmeyen kimselerin sözlerini kabul ederek dinlerler.”
Veya “Senin sözlerini, sana gelmeyen kimselere ulaştırmak için dinlerler”, yani casusluk yaparlar.
يُحَرِّفُونَ الْكَلِمَ مِن بَعْدِ مَوَاضِعِهِ “Kelimeleri vaz olundukları yerlerinden tahrif ederler.”
Allahın kelâmını, vaz olunduğu yerlerden saptırırlar.
Bu, iki şekilde olur:
1-Lafızda
2-Manada.
Lafızda tahrif, ya ihmal (yani aslında var olanı yazmamak) veya yerlerini değiştirmekle olur.
Manada tahrif ise, murat edilenden başka manaya hamletmek veya olmayacak yerde kullanmakla gerçekleşir.
Bu cümle, üstte bahsi geçen kavmin bir başka sıfatı olabileceği gibi, o kulak veren kimselerin sıfatı da olabilir.
يَقُولُونَ إِنْ أُوتِيتُمْ هَذَا فَخُذُوهُ وَإِن لَّمْ تُؤْتَوْهُ فَاحْذَرُواْ “Eğer size şu hüküm verilirse alın, verilmezse sakının” derler.”
Yani, bu tahrif edilmiş olanı kabul edin ve onunla amel edin. Ama Muhammed buna ters bir fetva size verirse, onun verdiği fetvayı kabulden sakının.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Hayber Yahudilerinin önde gelenlerinden bir erkek, yine önde gelen itibarlı bir kadın ile zina yaptı. İkisi de evli idiler. Tevrata göre recmedilmeleri gerekirken, bunu uygulamak istemediler. Hz. Peygambere sormaları için, bir kafile içinde ikisini Beni Kurayza’ya gönderdiler ve şöyle dediler: “Eğer Muhammed size sopa (celd) veya tahmim (yüz karartma) cezası emrederse kabul edin. Şayet recim ile emrederse kabul etmeyin.”
Hz. Peygamber recmi emretti, onlar da kabule yanaşmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber İbnu Suriya’yı kendisiyle onlar arasında hakem seçti. Ona şöyle dedi:
“Hz. Musa için denizi yaran, üzerinize Tur dağını kaldıran, Firavun hanedanını suda boğan, size Kitabı indirip onda helâli ve haramı beyan eden Allah hakkı için söyle! Kitap’ta evli kişinin recmi var mı, yok mu?”
İbnu Suriya “evet var” deyince Yahudiler üzerine atladılar. İbnu Suriya şöyle diyerek kendini savundu: “Yalan söyleseydim üzerimize azap iner diye korktum.”
Durum anlaşılınca, zina eden bu iki kişi Mescid-i Nebevinin kapısı yanında recmedildiler.
وَمَن يُرِدِ اللّهُ فِتْنَتَهُ فَلَن تَمْلِكَ لَهُ مِنَ اللّهِ شَيْئًا “Allah birini şaşırtmak isterse, sen onun için Allah’a karşı hiçbir şey yapamazsın.”
Allah kimi yoldan çıkarmayı ve zelil kılmayı dilerse, onun defi için Allahtan bir şeye güç yetiremezsin.
أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَمْ يُرِدِ اللّهُ أَن يُطَهِّرَ قُلُوبَهُمْ “Onlar öyle kimselerdir ki, Allah, onların kalplerini temizlemek istememiştir.”
Gördüğün gibi, âyetin bu kısmı Mu’tezilenin görüşünün fesadına açık bir delildir.[1>
لَهُمْ فِي الدُّنْيَا خِزْيٌ “Onlar için dünyada rezillik vardır.”
Cizye ödemeye mahkûm edilmeleri ve mü’minlerden korkmaları gibi durumlar, bu ilâhî hükmü gösterir.
وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Onlar için ahirette ise çok büyük bir azap vardır.”
Ahiretteki azapları, ebedi cehennemdir.
Ayette bildirilen bu dünyevî ve uhrevî cezalar, kıssası anlatılan Yahudilerle ilgili olduğu gibi, hemen öncesinde bahsedilen münafıkları da şümulüne alabilir.
42- سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ “Onlar hep yalana kulak verirler.”
أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ “Ve çokça haram yerler.”
Onlar, rüşvet gibi haram şeyler yerler.
فَإِن جَآؤُوكَ فَاحْكُم بَيْنَهُم “Eğer sana gelirlerse aralarında hüküm ver.”
أَوْ أَعْرِضْ عَنْهُمْ “Veya onlardan yüz çevir.”
Onların, aralarında hüküm vermesi için Hz. Peygambere müracaatları durumunda, Cenab-ı Hak peygamberini muhayyer bıraktı.
İsterse aralarında hükmeder, isterse de yüz çevirir. Bundan dolayı şöyledenilmiştir: “Ehl-i kitaptan iki kişi hâkime müracaat etse, hüküm vermesi gerekmez.”
Bu, İmam-ı Şafiînin görüşüdür.
En doğru olan, davacı – davalı şeklinde geldiklerinde veya bunlardan biri zimmî olduğunda, aralarında hüküm vermektir. Çünkü biz onları himaye etmeyi ve kendilerinden zulmü def etmeyi kabul ettik. Ayet, ehl-i zimmet ile ilgili değildir.
İmam-ı Azama göre ise, ehl-i kitabın müracaatı durumunda onlar arasında hüküm vermek lâzımdır.
وَإِن تُعْرِضْ عَنْهُمْ فَلَن يَضُرُّوكَ شَيْئًا “Eğer onlardan yüz çevirirsen, sana hiçbir zarar veremezler.”
وَإِنْ حَكَمْتَ فَاحْكُم بَيْنَهُمْ بِالْقِسْطِ “Eğer aralarında hükmedersen aralarında adaletle hüküm ver.”
إِنَّ اللّهَ يُحِبُّ الْمُقْسِطِينَ “Şüphesiz Allah, adaletli davrananları sever.”
43- وَكَيْفَ يُحَكِّمُونَكَ وَعِندَهُمُ التَّوْرَاةُ فِيهَا حُكْمُ اللّهِ “Yanlarında içinde Allah’ın hükmü bulunan Tevrat varken nasıl oluyor da seni hakem yapıyorlar?”
Ayet, Hz. Peygambere inanmayanların Onu hakem seçmelerindeki hayret verici duruma dikkat çeker. Hâlbuki kendi yanlarında bulunan Kitapta, meselenin hükmü bulunmaktadır.
Ayette ayrıca şuna bir tenbih vardır:
Onlar, Hz. Peygamberi hakem kabul etmekle hakkı öğrenmeyi ve Allahın hükmünü uygulamayı kastetmediler. Aksine, her ne kadar kendi kabullerince Allahın hükmü olmasa da, daha ehven olanı talep ettiler.
ثُمَّ يَتَوَلَّوْنَ مِن بَعْدِ ذَلِكَ “Sonra, bunun ardından verdiğin hükümden yüz çeviriyorlar?”
Seni hakem yaptıktan sonra ise, kendi kitaplarındakine uygun olan senin hükmünden yüz çeviriyorlar.
وَمَا أُوْلَئِكَ بِالْمُؤْمِنِينَ “İşte onlar asla mü’min değillerdir.”
Bunlar bu şekilde yüz çevirmeleri sebebiyle ne kendi kitaplarına inanmışlardır, ne de ona muvafık olana… Keza, Sana da, ona da inanmamışlardır.
44- إِنَّا أَنزَلْنَا التَّوْرَاةَ “Şüphesiz Tevrat’ı biz indirdik.”
فِيهَا هُدًى وَنُورٌ “Onda bir hidayet ve bir nur vardır.”
يَحْكُمُ بِهَا النَّبِيُّونَ الَّذِينَ أَسْلَمُواْ لِلَّذِينَ هَادُواْ “Allah’a teslim olmuş nebiler, onunla Yahudilere hüküm verirlerdi.”
Tevrat, hakka sevkeder, mübhem – kapalı olan hükümleri izhar eder. İsrailoğullarının peygamberleri onunla hükmederler. Hatta “neshedilmediği sürece bizden öncekilerin şeriatı bizim de şeriatımızdır” dersek, ayet Hz. Musa ve O’ndan sonra gelenleri şümulüne alır. Bizden öncekilerin şeriatını bizim de şeriatımız olarak görenler bu ayetten delil getirmişlerdir.
“Allah’a teslim olmuş”
Ayetin bu kısmı, nebileri medih babında getirilmiş bir sıfattır. Yani, o nebiler, hakka teslim olmuş kimselerdir.
Ayrıca bu ibarede Yahudilere bir tariz de vardır. Çünkü onlar peygamberlerin dininden ve onlara uymaktan çok gerilerde kalmışlardır.
“Yahudilere hüküm verirlerdi.”
Yani, Tevratın indirilmesi Yahudiler içindir. Bu ibare, Tevratla hükmeden nebilerle alakalı da düşünülebilir. Yani, onlar Yahudilere Tevrata göre hükmederler.
وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالأَحْبَارُ “Kendilerini Rabb’e adamış kimseler ile âlimler de.”
Bunlar, peygamberlerinin yolundan giden zâhid ve âlim kimselerdir.
بِمَا اسْتُحْفِظُواْ مِن كِتَابِ اللّهِ “Çünkü bunlar Allah’ın kitabını korumakla görevlendirilmişlerdi.”
Allah, bu bahsi geçen zâtlara, Kitabını zâyi olmaktan ve tahriften koruma görevi verdi.
وَكَانُواْ عَلَيْهِ شُهَدَاء “Onlar ona (Tevrat’a) şahit idiler.”
Onlar da Allahın kitabını kollayıp gözlediler, onu tağyire terk etmediler.
Sebeb-i nüzul itibariyle bakıldığında, İbnu Suriya gibi ondaki gizli hükümleri beyan etmelerine bir işarettir.
فَلاَ تَخْشَوُاْ النَّاسَ وَاخْشَوْنِ “Şu hâlde, insanlardan korkmayın, benden korkun.”
Ayetin bu kısmı, hükmederken Allahtan başkasından korkmaktan veya bir zalim korkusu veya bir büyük endişesi ile müdahenede bulunmaktan hükümran olanları sakındırır.
وَلاَ تَشْتَرُواْ بِآيَاتِي ثَمَنًا قَلِيلاً “Ve âyetlerimi az bir menfaat karşılığında satmayın.”
İndirmiş olduğum hükümleri, rüşvet ve makam gibi kıymetsiz şeylerle değiştirmeyin.
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”
Kim küçümseyerek ve inkâr ile Allahın indirdikleriyle hükmetmezse, küçümsemeleri ve inatla Allahın indirdiğinden farklı hüküm vermeleri sebebiyle, kâfirlerin ta kendileri olurlar. Bundan dolayı Allahu Teâlâ onları “kâfirler, zâlimler ve fâsıklar” olarak niteledi.[2>
Onların küfrü, inkâr etmelerinden; zulümleri, Allahının indirdiğinin tersiyle hükmetmelerinden, fıskları ise, İlâhi hükümden çıkmalarındandır.
Bu üç sıfatın, onların her birine uygun bir hükümden kaçınmak itibarıyla olması da mümkündür.[3>
Veya bu üç hüküm, bazılarının dediği gibi her biri bir taifeye bakar. Mesela, buradaki “İşte onlar kâfirlerin ta kendileridir” ifadesi, Müslümanlara olan hitabla bitişik olması yönünden Müslümanlara yöneliktir. “İşte onlar zâlimlerin ta kendileridir” ifadesi Yahudilere bakar. “İşte onlar fasıkların ta kendileridir” ifadesi Hristiyanlara bakar.
45- وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ فِيهَا “Onda (Tevrat’ta) kendilerine şunu yazdık:”
أَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالأَنفَ بِالأَنفِ وَالأُذُنَ بِالأُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّ “Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş kısas edilir.”
Cana mukabil can alınır. Göz çıkaranın gözü çıkarılır. Burun kıranın burnu kırılır. Kulak koparanın kulağı koparılır. Diş kıranın dişi sökülür.
وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌ “Yaralar da kısasa tabidir.”
Burada, tafsilden sonra icmâl vardır.[4>
فَمَن تَصَدَّقَ بِهِ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهُ “Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için keffaret olur.”
Kim, cezaya müstehak olanı affederse, bu onun için günahlarına kefaret olur.
İfade şöyle de anlaşılabilir: Kim cezaya müstehak olanı affederse, bu affetmek o suçlu için bir kefaret olur, ayrıca cezalandırılmaz.
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.”
46- وَقَفَّيْنَا عَلَى آثَارِهِم بِعَيسَى ابْنِ مَرْيَمَ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ “Onların (peygamberlerin) izleri üzere, önündeki Tevrat’ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik.”
وَآتَيْنَاهُ الإِنجِيلَ “Ona İncil’i verdik.”
فِيهِ هُدًى وَنُورٌ “Onda hidayet ve nur vardır.”
وَمُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ التَّوْرَاةِ “O, önündeki Tevrat’ı doğrular.”
وَهُدًى وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ “Ve müttakiler için bir rehber ve bir öğüttür.”
47- وَلْيَحْكُمْ أَهْلُ الإِنجِيلِ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فِيهِ “İncil ehli, Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler.”
وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ “Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fasıkların ta kendileridir.”
Ayet, İncilin bir takım hükümleri müştemil olduğuna, Yahudiliğin Hz. İsanın gönderilmesiyle neshedildiğine ve Hristiyanlığın müstakil bir şeriat olduğuna delâlet eder.
Bazılarının ayete “İncil ehli, Allahın onda yani Tevratta indirdiğiyle hükmetsin” şeklinde zamiri Tevrata göndermeleri, ayetin zâhirine aykırıdır.
48- وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ “Sana da hak ile Kitabı (Kur’an’ı) önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik.”
Kur’an, diğer semâvî kitaplara bir koruyucu olarak gönderilmiştir, onları değişiklikten korur, onların sıhhatine şahitlik eder.
فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ “Öyleyse, onlar arasında Allah’ın indirdiği ile hükmet.”
وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ “Ve sana gelen haktan ayrılıp da onların hevâ’larına uyma.”
لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol kıldık.”
Şir’a kelimesi şerîattır, şerîat ise “suya giden yol” demektir. Allahın dini bu ifade ile bir âb-ı hayat kaynağına benzetilmiştir. Çünkü Allahın dini, ebedi hayata sebep olan bir yoldur.
Ayetteki “minhac” kelimesi “dindeki açık yol, metot” anlamındadır.
Bu ayetle “önceki şeriatlarla ibadet etmeyiz” manasına istidlalde bulunanlar olmuştur.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَجَعَلَكُمْ أُمَّةً وَاحِدَةً “Şayet Allah dileseydi, elbette sizi bir tek ümmet yapardı.”
Şayet Allah dileseydi herhangi bir nesh ve değişiklik yapmadan, bütün asırlardaki bütün insanları bir din üzerinde ittifak eden bir topluluk yapardı.
وَلَكِن لِّيَبْلُوَكُمْ فِي مَآ آتَاكُم “Fakat size verdiklerinde sizi denemek ister.”
Lakin Allah, her asra ve her devre uygun çeşitli şeriatlarla insanları imtihana tâbi tutar. Bu imtihanla onlara gönderdiği dine göre amel edip etmediklerini, haktan sapıp sapmadıklarını, amelde noksan olup olmadıklarını ortaya koyar.
فَاسْتَبِقُوا الخَيْرَاتِ “Öyle ise hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.”
إِلَى الله مَرْجِعُكُمْ جَمِيعًا “Hepinizin dönüşü Allah’adır.”
Bu ifadede hayırda yarışmak hükmünün illetini göstermek, buna koşuşanlara vaad ve geri kalanlara da tehdid vardır.[5>
فَيُنَبِّئُكُم بِمَا كُنتُمْ فِيهِ تَخْتَلِفُونَ “O, anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size tek tek haber verir.”
Allah, herkesin yaptığına göre karşılık vererek, hak ve batıl yolda olanı, amel edenle ihmali olanı ayırır.
49- وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ “Ve aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet.”
Ayet, “Sana Kitabı indirdik” ayetindeki “kitaba” atfedilmiştir. Yani, “Sana Kitabı ve hükmü indirdik.”
Veya üstteki ayette geçen “hak” kelimesine atfedilmiştir. Yani, “Sana Kitabı hak olarak ve onlar arasında Allahın indirdiğiyle hükmetmen için indirdik.”
“Sana onlar arasında Allahın indirdiğiyle hükmetmeni emrettik” anlamında olması da caizdir.
وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ “Onların hevâ’larına uyma.”
وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ “Ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından seni şaşırtmalarından sakın.”
Seni saptırmalarından, yolundan alıkoymalarından sakın.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Yahudi bilginleri şöyle dediler: Bizi Muhammede götürün. Olur ki Onu dini hakkında fitneye düşürürüz.
Hz. Peygamberin yanına vardıklarında “Ey Muhammed, biz Yahudi bilginleriyiz. Eğer biz sana uyarsak bütün Yahudiler de uyar. Bizimle kavmimiz arasında bir düşmanlık var. Biz sana muhakeme olmak için gelelim, sen onların aleyhine ve bizim de lehimize hükmet, biz sana inanırız ve seni tasdik ederiz” dediler. Hz. Peygamber onların teklifini reddetti. Bu münasebetle üstteki ayet nazil oldu.
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ “Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor.”
Ayette bahsi geçen günah, onların Kur’andaki İlâhî hükümden yüz çevirmeleridir. Ayetin üslûbundan, onların başka pek çok günahları olduğu anlaşılıyor. Bu yüz çevirme günahı, ne kadar büyük de olsa, onlardan bir tanesidir.
وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ “İnsanlardan birçoğu muhakkak ki fasıklardır.”
50- أَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ “Yoksa cahiliyye hükmünü mü arıyorlar?”
وَمَنْ أَحْسَنُ مِنَ اللّهِ حُكْمًا لِّقَوْمٍ يُوقِنُونَ “Kesin olarak inanacak bir toplum için, Allah’tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?”
Cahiliyeden murat, hevâya uymak şeklindeki cahiliye dinidir. Cahiliye hükmünde, hüküm verirken bir tarafa meyletmek ve müdahene vardır.
Ayetin Benî Kurayza ve Beni Nadîr hakkında indiği söylenir. Rivayete göre bunlar, Hz. Peygamberden, cahiliye halkının öldürme olaylarında kişilerin durumlarına göre ayırım yaparak hükmetmeleri gibi hüküm vermesini istediler.
[1> Mu’tezile mezhebi, tenzih maksadıyla böyle şeyleri Allaha nisbet etmezler, böyle nassları ise te’vil ederler.
[2>Yani, Allahın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kafir oldukları gibi, aynı zamanda zalim ve fasıktırlar.
[3>Mesela, “Allah birdir” ifadesi imanla alakalı bir hükümdür. Bununla hükmetmeyen biri kâfir olur. Hırsızlık, büyük bir zulümdür ve yasaklanmıştır. İlâhi hükme muhalif olarak hırsızlık yapan biri, başkasına zulmetmiş olur. Gıybet, günah bir fiildir. Cenab-ı Hak “birbirinizin gıybetini yapmayın” (Hucurat, 12) derken gıybet işleyen biri fıska girmiş olur.
[4>Yani, üstte bazı yaralamaların karşılığı zâten söylenmiştir. Bununla da genel bir kural bildirilmiştir.
[5> Yani, madem sonunda Allaha döneceksiniz, öyleyse hayırlı işler yapın, hatta hayırda yarışın. Allah, elbette yaptıklarınızı bilir ve ona göre karşılık verir. Hayırda yarışanları ödüllendirir, geri kalanları cezalandırır.