27- وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ ابْنَيْ آدَمَ بِالْحَقِّ “Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku.”
Âdemin iki oğlundan murat, Kâbil ve Hâbildir. Allahu Teâlâ Hz. Âdeme onlardan her birini diğerinin ikizi olanla evlendirmeyi emretmiş idi. Kâbil buna kızdı. Çünkü kendi ikizi olan kız kardeşi daha güzeldi. Bunun üzerine Hz. Âdem onlara dedi: “Her biriniz birer kurban takdim edin. Hanginizinki kabul edilirse, o onunla evlenir.”
Her ikisi kurbanlarını sundular. Hâbilinki semadan bir ateş inip kendi kurbanını yakmasıyla kabul edilmiş oldu. Bunun üzerine Kâbil büsbütün kızdı ve yapacağını yaptı.
Denildi ki: Ayette bahsi geçen Âdemin iki oğlu kendi öz evlatları değildir, İsrailoğullarından iki adamdır. Bundan dolayı ayetin devamında “İsrailoğullarına şunu yazdık…” denildi.
إِذْ قَرَّبَا قُرْبَانًا فَتُقُبِّلَ مِن أَحَدِهِمَا وَلَمْ يُتَقَبَّلْ مِنَ الآخَرِ “Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti.”
Kurban, Allaha yakınlık için sunulan kurbanlık veya kurbanlık dışında şeylerin ismidir.
Denildi ki: Kâbil çiftçi idi, kurban olarak buğdayın en düşük kalitelisini sundu. Hâbil ise sürü sahibi idi, semiz bir deveyi kurban olarak takdim etti.
قَالَ لَأَقْتُلَنَّكَ “(Kurbanı kabul edilmeyen), “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” dedi.”
قَالَ إِنَّمَا يَتَقَبَّلُ اللّهُ مِنَ الْمُتَّقِينَ “Diğeri de, “Allah, ancak takva sahibi olanlardan kabul eder” dedi.”
Yani, “sen takvayı terk ederek nefsanî hareket ettin. Niye beni öldürüyorsun?”
Bunda şöyle bir işaret vardır: Hased eden kimse, kusurundan dolayı mahrum kalacağını görmeli ve haset ettiği kimse hangi şekilde başarılı olmuşsa öyle hareket etmeye çalışmalıdır. Yoksa başarılı kimsenin elindekini ortadan kaldırmaya çalışmak uygun değildir. Çünkü böyle bir hareket kendisine zarar verir, fayda getirmez. Ayrıca, yapılan itaat, ancak takva sahibi mü’minden kabul edilir.
28- لَئِن بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَاْ بِبَاسِطٍ يَدِيَ إِلَيْكَ لَأَقْتُلَكَ “Andolsun! Beni öldürmek için bana el uzatsan da, ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim.”
إِنِّي أَخَافُ اللّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَ “Ben âlemlerin Rabb’i olan Allah’tan korkarım.”
Denildi ki, aslında Hâbil Kâbilden daha güçlü idi, ancak onu öldürmekten çekindi, Allahtan korkarak teslimiyet gösterdi.
Çünkü o zaman henüz mukabele mubah kılınmamıştı.
Veya karşılık vermemesi, daha efdal olanı aramaktan kaynaklanabilir. Hz. Peygamber şöyle der: “Allahın maktûl kulu ol, katil kulu olma.”
29- إِنِّي أُرِيدُ أَن تَبُوءَ بِإِثْمِي وَإِثْمِكَ فَتَكُونَ مِنْ أَصْحَابِ النَّارِ “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennem ashabından olasın.”
وَذَلِكَ جَزَاء الظَّالِمِينَ “İşte bu, zalimlerin cezasıdır.”
Bu, ona saldırmama gerekçesi olarak ikinci bir sebebi beyandır.
Burada “benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip” şeklinde ifade edilen durum, “beni öldürme günahın ve bir de kurbanının kabul edilmemesine sebep olan durum” olabilir.
Belki de Kâbil bu ifadeyle kardeşinin günah ve şekavetini murat etmedi. Bundan maksadı, “eğer bu mutlaka olacaksa, isterim ki yapan sen ol, ben değil” manası olabilir.
30- فَطَوَّعَتْ لَهُ نَفْسُهُ قَتْلَ أَخِيهِ فَقَتَلَهُ “Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de onu öldürdü.”
فَأَصْبَحَ مِنَ الْخَاسِرِينَ “Böylece hüsrana düşenlerden oldu.”
Böylece dinen ve dünya itibariyle zarara düşenlerden oldu. Çünkü ömrü boyunca matrud (kovulmuş) ve mahzun bir şekilde yaşadı.
626 b Beydâvî Tefsiri
Hâbili yirmi yaşındayken Hira yokuşunda veya Basrada Mescid-i Azamın olduğu yerde öldürdüğü söylenir.
31- فَبَعَثَ اللّهُ غُرَابًا “Derken Allah bir karga gönderdi.”
يَبْحَثُ فِي الأَرْضِ لِيُرِيَهُ كَيْفَ يُوَارِي سَوْءةَ أَخِيهِ “Karga, ona kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için toprağı eşeliyordu.”
قَالَ يَا وَيْلَتَا أَعَجَزْتُ أَنْ أَكُونَ مِثْلَ هَذَا الْغُرَابِ فَأُوَارِيَ سَوْءةَ أَخِي “Yazıklar olsun bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten âciz mi kaldım?” dedi.”
Rivayete göre Kâbil, Hâbili öldürünce onu ne yapacağını bilemedi. Çünkü Hâbil, Âdemin evladından ilk ölen kimse idi. Derken Allah iki karga gönderdi, bunlar birbiriyle dövüştüler, biri diğerini öldürdü. Gagası ve iki ayağıyla çukur kazıp, öldürdüğü kargayı oraya koydu.
فَأَصْبَحَ مِنَ النَّادِمِينَ “Böylece, pişman olanlardan oldu.”
Öldürdüğüne pişman oldu. Çünkü, onu ne yapacağını bilmedi. Rivayete göre uzun süre sırtında taşıdı, kargaya talebe oldu, öldürdüğüne ceza olarak rengi karardı, anne babası ondan teberri etti.
Rivayet edilir ki, kardeşini öldürdüğünde cesedi karardı. Bunun üzerine Hz. Âdem, kardeşi Hâbilden sordu. “Ben onun vekili değilim” diye cevap verdi. Hz. Âdem, “Hayır sen onu öldürdün, bundan dolayı cesedin karardı” dedi ve ondan uzaklaştı. Bundan sonra yüzyıl yaşadı, hiç gülmedi ve yaptığı hiçbir işte başarılı olmadı.
32- مِنْ أَجْلِ ذَلِكَ كَتَبْنَا عَلَى بَنِي إِسْرَائِيلَ “Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık:”
أَنَّهُ مَن قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ أَوْ فَسَادٍ فِي الأَرْضِ فَكَأَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمِيعًا “Kim bir canı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.”
Çünkü kan dökmenin haramlığını çiğnemiş, öldürmek çığrını açmış, insanları buna cür’ete sevk etmiştir.
Veya şu cihetten de bakılabilir: Allahın gadabını ve büyük azabı celbetmede bir kişiyi öldürmekle bütün insanları öldürmek arasında fark yoktur.
وَمَنْ أَحْيَاهَا فَكَأَنَّمَا أَحْيَا النَّاسَ جَمِيعًا “Kim de onu ihya ederse, sanki bütün insanları ihya etmiş gibidir.”
“Canı ihya etmek”ten murat,
-Affederek birinin hayatta kalmasını sağlamak.
-Onu katlden alıkoyarak yaşamasına sebebiyet vermek.
-Ölüme yol açabilecek bazı sebeplerden kurtarmak gibi durumlardır.
İşte kim bunu yapsa, sanki bütün insanlara böyle yapmış gibidir.
Ayetin bu tarz ifadesinden maksat, haksız yere cana kıymanın ne derece büyük bir cinayet olduğunu ve hayatına sebep olmanın ne kadar önemli olduğunu göstermektir. Bu tarz ifadede, başkasına saldırmaktan korkutmak ve başkasının yaşamasına vesile olmaya teşvik vardır.
وَلَقَدْ جَاء تْهُمْ رُسُلُنَا بِالبَيِّنَاتِ “Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mu’cize ve âyetler) getirdiler.”
ثُمَّ إِنَّ كَثِيرًا مِّنْهُم بَعْدَ ذَلِكَ فِي الأَرْضِ لَمُسْرِفُونَ “Ama onlardan birçoğu bundan sonra da yeryüzünde aşırı gitmektedir.”
Üstte anlatılan Habilin öldürülmesi cinayeti sebebiyle, onlara bu şekilde sert hüküm bildirdik, apaçık ayetlerle peygamberler gönderdik. Böylece hayatı korumaları için, verilen emri te’kid ettik, ahitlerini yeniledik. Ama onların çoğu yeryüzünde katle devam ile aşırı gidiyorlar ve buna aldırmıyorlar.
Bununla, kıssa daha önceki Âdemin iki oğlunun kıssasıyla birleşmiştir.
Ayette, onların aşırılığı “müsrifün” kelimesi ile ifade edilmiştir. İsraf, herhangi bir meselede itidal sınırından uzaklaşmaktır.
33- إِنَّمَا جَزَاء الَّذِينَ يُحَارِبُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَيَسْعَوْنَ فِي الأَرْضِ فَسَادًا “Allah’a ve Resûlüne harp açanların ve yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya çalışanların cezası ancak şudur:”
“Allah ve Rasulüne harp açmak” ile, Allah ve Rasulünün dostları olan Müslümanlar kastedilmiştir. Müslümanlara karşı yapılan harbin, Allah ve Rasulüne harb ilan etmek anlamına geleceği, bu şekilde ifade edilmiştir. Bunda, Müslümanlarla harbin çok büyük bir vebâl olduğuna işaret vardır.
“Harp” kelimesinin aslında başkasından almak vardır. Burada ise harbten murat yol kesmektir. Velev şehirde de olsa çetecilik de buna girer.
أَن يُقَتَّلُواْ “Öldürülmeleri.”
Sadece adam öldürenlerin cezası, asılmadan kısas yoluyla öldürülmeleridir.
أَوْ يُصَلَّبُواْ “Yahut asılmaları.”
Eğer hem çalmış hem de öldürmüşlerse asılarak cezalandırılırlar. Fıkıh âlimleri asılma şeklinde farklı görüşler söylerler. Kimine göre önce öldürülür, sonra asılır. Kimine göre ise diri olarak asılır veya ölünceye kadar mızrak atılır.
أَوْ تُقَطَّعَ أَيْدِيهِمْ وَأَرْجُلُهُم مِّنْ خِلافٍ “Veya ellerinin ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi.”
Eğer sadece çalmış, ama öldürmemişlerse sağ elleri ve sol ayakları çapraz olarak kesilir.
أَوْ يُنفَوْاْ مِنَ الأَرْضِ “Veya o yerden sürülmeleridir.”
Eğer sadece tehdit etmişlerse, bir yerde kalıp yerleşmeyecek şekilde bir beldeden başka beldeye sürülür.
Ebu Hanife, sürgünü hapis ile tefsir etmiştir.
Ayetteki “veya” ifadesi, üstteki bu açıklamaya göre tafsil içindir. Yani, suçun durumuna göre farklı ceza uygulanır.
Ancak, “veya” ifadesinin “tahyir” yani bu şıklardan birini seçmede muhayyerlik ifade ettiğini söyleyenler de olmuştur. Bu durumda, idareci olan kimse yol kesen kimselerle ilgili bu cezalardan herhangi birini uygulamada serbesttir.
ذَلِكَ لَهُمْ خِزْيٌ فِي الدُّنْيَا “Bu, dünyada onlar için bir zillettir.”
وَلَهُمْ فِي الآخِرَةِ عَذَابٌ عَظِيمٌ “Ahirette de onlara çok büyük bir azap vardır.”
34- إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ مِن قَبْلِ أَن تَقْدِرُواْ عَلَيْهِمْ “Ancak kendilerini yakalamanızdan önce tevbe edenler başka.”
فَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Bilin ki Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Ayetteki istisna Allahın hakkı ile alakalıdır. Devamında “Bilin ki Allah, Ğafur – Rahîm’dir” denilmesi buna delâlet eder. Ama kısas olarak öldürülmesine gelince, tevbe etmesi ile bunun cevazı değil, vücubu sakıt olur.
Ayette tevbenin onların yakalanmalarından önce ile kayıtlanması, yakalandıktan sonra tevbe etseler bile had cezasının düşmediğine delâlet eder. Ancak Allah hakkı olan azap düşebilir.
Ayet, Müslüman eşkıya hakkındadır. Çünkü müşrik birisi yakalanmadan önce veya sonra tevbe etse, cezası kaldırılabilir.
35- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ “Ey iman edenler! Allah’tan korkun!”
وَابْتَغُواْ إِلَيهِ الْوَسِيلَةَ “O’na vesile arayın.”
Yani, Allaha itaat etmek, günahları terk etmek gibi O’ndan sevap elde etmeye ve O’na kurbiyete vesile olan şeyler yapın.
Hadiste şöyle bildirilir: “Vesile, cennette bir mertebedir.”
وَجَاهِدُواْ فِي سَبِيلِهِ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ “Ve O’nun yolunda cihad edin, ola ki kurtuluşa eresiniz.”
Görülen ve görülmeyen Allah düşmanlarına karşı cihad edin.
36- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ لَوْ أَنَّ لَهُم مَّا فِي الأَرْضِ جَمِيعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لِيَفْتَدُواْ بِهِ مِنْ عَذَابِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ مَا تُقُبِّلَ مِنْهُمْ “Yeryüzünde olanların tamamı ve bir o kadarı daha kâfirlerin olsa, kıyamet gününün azabından kurtulmak için hepsini fidye olarak verseler yine onlardan kabul edilmez.”
وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ “Onlara elem dolu bir azap vardır.”
Ayet, azabın onlar için kaçınılmaz olduğunu anlatan bir temsildir. Ve onlar için bu azaptan bir kurtuluş yolu yoktur.
37- يُرِيدُونَ أَن يَخْرُجُواْ مِنَ النَّارِ “Cehennem ateşinden çıkmak isterler.”
وَمَا هُم بِخَارِجِينَ مِنْهَا “Ama oradan çıkacak değillerdir.”
وَلَهُمْ عَذَابٌ مُّقِيمٌ “Onlar için devamlı bir azap vardır.”
38- وَالسَّارِقُ وَالسَّارِقَةُ فَاقْطَعُواْ أَيْدِيَهُمَا جَزَاء بِمَا كَسَبَا نَكَالاً مِّنَ اللّهِ “Yaptıklarına bir ceza ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere, hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin.”
وَاللّهُ عَزِيزٌ حَكِيمٌ “Allah, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
Müberrede göre, ayetteki “fe” harfi sebebiyet bildiren bir şart manasını tazammun ettiği için, habere dahil olmuştur. Yani, “o kimse ki hırsızlık yaptı… Siz de hırsızlığı sebebiyle ellerini kesin.”
Hırsızlık, başkasının malını gizlice almaktır. El kesme cezasının uygulanması için, korunmuş bir mal olma şartı vardır. Ayrıca, kıymet itibariyle de en az dört dinar değeri olmalıdır.
Hz. Peygamber şöyle bildirir:
“El kesme, dört dinar ve üstündeki meblağlar içindir.”
Ulema, bu konuda gelen hadisler sebebiyle bu meselede farklı görüşlere sahiptir. “Şerhu’l-Mesabih” isimli eserde bu konuyu ayrıntılarıyla ele aldım.[1>
Ayette belirtilen el, sağ eldir. İbnu Mes’udun “onların sağ ellerini kesin” şeklindeki kıraati bunu teyid eder.
Ayette “el” anlamındaki “yed” kelimesi aslında omuza kadar kolu da içine alır. Bundan dolayı Harici mezhebi, omuzdan kesilmesi gerektiğini savunur. Cumhur yani âlimlerin ekserisi ise, bundan muradın sadece el olduğunu kabul eder. Çünkü Hz. Peygambere hırsız getirildiğinde, sağ elinin kesilmesini emretmiştir.
39- فَمَن تَابَ مِن بَعْدِ ظُلْمِهِ وَأَصْلَحَ فَإِنَّ اللّهَ يَتُوبُ عَلَيْهِ “Her kim zulmünün arkasından tevbe edip durumunu düzeltirse, şüphesiz Allah onun tevbesini kabul eder.”
إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Çünkü Allah, Ğafur – Rahîm’dir.”
Her kim hırsızlık suçu işledikten sonra tevbe eder, suçu gerektiren durumlardan hassasiyetle kaçınır ve bir daha o suça dönmemeye kesin kararlı olursa, Allah onun tevbesini kabul eder, ahirette bu suçtan dolayı ceza vermez. Dünyada el kesilme cezası ise, ekser fıkıh âlimlerine göre uygulanır. Çünkü onda, malı çalınanın hakkı vardır.
40- أَلَمْ تَعْلَمْ أَنَّ اللّهَ لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ “Bilmedin mi, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah’ındır.”
يُعَذِّبُ مَن يَشَاء “O, dilediğine azap eder.”
وَيَغْفِرُ لِمَن يَشَاء “Dilediğini de bağışlar.”
وَاللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ “Allah, her şeye kadirdir.”
[1> Bu, Beğavî’nin hadise dair Mesâbîhu’s-Sünne adlı eserinin şerhidir.