60- وَإِذِ اسْتَسْقَى مُوسَى لِقَوْمِهِ “Hani Musa kavmi için su istemişti.”
فَقُلْنَا اضْرِب بِّعَصَاكَ الْحَجَرَ “Biz de “asanla taşa vur!” demiştik.”
Rivayete göre, bu taş Hz. Musanın Tur dağından getirdiği bir taştı. Dört köşeli bu taşın her yüzünün üç ayrı yerinden su akıyordu. Böylece on iki kabilenin her birine ayrı bir cedvelden su geliyordu. Çöldeki İsrailoğullarının sayısı 600.000 idi ve oniki millik bir mesafede kamp kurmuşlardı.
Veya bu taş Hz. Âdemin cennetten getirdiği bir taş idi. Hz. Şuayba kadar elden ele gelmiş, O da asa ile beraber bunu Hz. Musa’ya vermişti.
Veya şu olaydaki taş olabilir: Hz. Musanın kavminden bazıları, iftira yoluyla O’nun haya organlarının şişkin olduğunu söylemişlerdi. Birgün Hz. Musa yıkanmak için elbiselerini çıkardı, bir taşın altına koydu. Yıkanırken taş harekete geçti, elbiseleriyle beraber yukardan aşağıya doğru yuvarlanmaya başladı. Hz. Musa, elbiselerini yakalamak için koşarken, kavmi O’nda böyle bir rahatsızlık olmadığını görmüş oldu. Cebrail (a.s.) Hz. Musaya bu taşı yanına almasını söyledi.
Veya ayetteki taş, özel bir taş olmayıp cins ifade eder. Böyle olması delil yönünden en zâhir olandır.
Şöyle de denildi: Allahu Teâlâ aslında belli bir taşa asa ile vurmasını emretmedi. Lakin İsrailoğulları “Hiç taş olmayan bir yere vardığımızda halimiz nice olur?” dediklerinde torbasına bir taş koydu. Bir yerde konakladıklarında asası ile ona vuruyor, ondan su fışkırıyordu. Yola koyulduklarında tekrar vuruyor, taş kuru hale geliyordu. Derken İsrailoğullarından bazısı şöyle demeye başladı: “Musa asasını kaybederse, susuzluktan ölürüz.” Allahu Teâlâ bunun üzerine Hz. Musaya vahiy ile şöyle bildirdi: “Asayı taşa vurma, taş ile konuş, taş sana itaat edecektir. Bunu görünce belki ibret alırlar.”
فَانفَجَرَتْ مِنْهُ اثْنَتَا عَشْرَةَ عَيْناً “Bunun üzerine o taştan on iki pınar fışkırmıştı.”
قَدْ عَلِمَ كُلُّ أُنَاسٍ مَّشْرَبَهُمْ “Her grup insan kendi su alacağı yeri bildi.”
Ayette hazıf vardır. Bu, “eğer vurursan ondan su fışkırır” veya “Hz. Musa, bu emir üzerine asasını taşa vurdu, ondan su fışkırdı” şeklinde takdir edilebilir.
كُلُواْ وَاشْرَبُواْ مِن رِّزْقِ اللَّهِ “Allah’ın rızkından yiyin ve için.”
Bundan murat, önceki kudret helvası ve bıldırcın nimetleriyle beraber, sonraki su nimeti olabilir.
Veya, murat sadece su nimetidir, bundan içmişler ve bu su ile yiyecekleri şeyleri de yetiştirmişlerdir.
وَلاَ تَعْثَوْاْ فِي الأَرْضِ مُفْسِدِينَ “Ama bozguncu kimseler olarak yeryüzünde aşırılık yapmayın.”
Ayetteki “bozguncu kimseler olarak yeryüzünde aşırılık yapmayın” ifadesinde bu kaydın getirilmesi, her ne kadar aşırılık daha çok fesatta kullanılsa da, haddi aşan bir zâlime mukabelede bulunmak gibi kendisinde fesat olmayan aşırılıklar da vardır. Hz. Hızırın çocuğu öldürmesi ve gemiyi yaralı hâle getirmesi gibi, sonuç itibariyle salah ciheti galip gelen aşırılıklar da vardır.
Taştan su çıkması mu’cizesi gibi olayları inkâr eden kimseler, Allahı bilmede son derece cahil oluşlarından ve O’nun hayret verici sanatını düşünmemelerinden böyle yaparlar. Allahu Teâlânın taşlara saçı traş etmek, gıda maddelerini bozulmaktan korumak ve demiri çekmek gibi özellikler verdiğini görmekte iken, Allahın özel bir taşı da yerin altındaki suları cezp etmekte musahhar kılmasına, veya etraftan havayı cezp edip soğutma kuvveti veya başka şekilde bunu sıkıp su haline getirmesine bir engel yoktur.
61-وَإِذْ قُلْتُمْ “Hani şöyle demiştiniz:”
يَا مُوسَى لَن نَّصْبِرَ عَلَىَ طَعَامٍ وَاحِدٍ “Ey Musa, biz tek çeşit yemeğe asla katlanamayız.”
İsrailoğullarının “tek çeşit yiyecek” deyişlerinden murat, çölde rızıklandırıldıkları kudret helvası, bıldırcın eti ve su’dur. Buna “tek çeşit yemek” demeleri değişmez bir menü olmasındandır. Mesela, “hükümdar sofrasının yiyeceği birdir” denildiğinde çeşitlerinin değişmediği anlaşılır.
İsrailoğulları çiftçilikle meşgullerdi. Bundan dolayı eski karışık yemek düzenlerini özlediler, alışmış oldukları yemekleri arzuladılar.
فَادْعُ لَنَا رَبَّكَ يُخْرِجْ لَنَا مِمَّا تُنبِتُ الأَرْضُ مِن بَقْلِهَا وَقِثَّآئِهَا وَفُومِهَا وَعَدَسِهَا وَبَصَلِهَا
“Bizim için Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, kabağından, sarmısağından, mercimeğinden ve soğanından çıkarsın.”
“Yerin bitirdiği şeylerden” ifadesinde bitirme fiilinin arza nisbeti mecazîdir, bitirmeye kabil oluşu, fail makamına konulmuştur, gerçekte ise bitiren Allahtır.
قَالَ أَتَسْتَبْدِلُونَ الَّذِي هُوَ أَدْنَى بِالَّذِي هُوَ خَيْرٌ “O da dedi: Daha hayırlı olanı daha aşağı olanla değiştirmek mi istiyorsunuz?”
Bunu söyleyen Cenab-ı Hak olabileceği gibi, Hz. Musa da olabilir.
Daha hayırlı olan, kudret helvası ve bıldırcın etidir. Çünkü bu ikisi daha lezzetli ve daha faydalıdır, ayrıca çalışmaya da ihtiyaç bırakmaz
اهْبِطُواْ مِصْراً فَإِنَّ لَكُم مَّا سَأَلْتُمْ “Bir şehre inin, istedikleriniz orada var.”
“Çölden çıkın, bir şehre varın.”
Bundan “Mısır’a gidin” manası da murat edilmiş olabilir. Nitekim İbnu Mes’udun mushafında özel isim olarak tenvinsiz gelmiştir.
وَضُرِبَتْ عَلَيْهِمُ الذِّلَّةُ وَالْمَسْكَنَةُ “Üzerlerine zillet ve meskenet damgası vuruldu.”
Nasıl ki bir kubbe, üzerinde bulunduğu her şeyi kuşatır, zillet ve meskenet de bunları aynı şekilde her taraftan sarmıştır.
Veya çamurun duvara yapışması kabilinden, nankörlüklerine bir ceza olarak zillet ve meskenet bunların ayrılmaz bir parçası olmuştur.
Yahudiler çoğu hallerde zelil ve miskindirler. Bu zillet ve meskenet ya hakikat olarak zaten kendilerinde vardır veya cizyelerinin artırılmasından korkmaları gibi hallerle kendini gösterir.
وَبَآؤُوْاْ بِغَضَبٍ مِّنَ اللَّهِ “Ve Allah’tan bir gazaba uğradılar.”
ذَلِكَ بِأَنَّهُمْ كَانُواْ يَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللَّهِ وَيَقْتُلُونَ النَّبِيِّينَ بِغَيْرِ الْحَقِّ “Bunun sebebi şu idi: Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar ve haksız yere peygamberleri öldürüyorlardı.”
Yani, zillet ve meskenete maruz kalmaları, Allahın gadabını celbetmek Allahın ayetlerini yalanlamak ve haksız yere peygamberleri öldürmek gibi hallerindendir.
“Allah’ın Âyetleri”
Denizin yarılması, bulutun kendilerine gölgelik yapması, kudret helvası ve bıldırcın eti gönderilmesi, taştan her kabile için ayrı bir yerden su çıkması gibi durumlar Allahın onlara izhar ettiği bazı mu’cizelerdir, onlar bu ilâhî ayetleri yalanlamışlardır.
Allahın ayetlerinden murat, Tevrat ve İncil gibi semavî kitaplar da olabilir.
Keza, Tevratta yer alan recm ayetini ve Hz. Peygamberin vasfını inkâr etmeleri şeklinde kitabın bir kısmını yalanlamak da olabilir.
Peygamberleri öldürmeleri ise, Hz. Şiaya, Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya gibi kendilerine gönderilen bazı peygamberleri katletmeleridir. Aslında onları öldürmek için hiçbir haklı nedenleri yoktu. Onları buna sevkeden, ancak hevâ’ya uymaları ve dünyayı sevmeleri gibi durumlar oldu. Nitekim, ayet buna şöyle işaret eder:
ذَلِكَ بِمَا عَصَواْ وَّكَانُواْ يَعْتَدُونَ “Çünkü isyan ettiler ve aşırı gidiyorlardı.”
İsyan, inat, haddi aşmak onları ayetleri inkâra ve peygamberleri öldürmeye sevk etti. Çünkü küçük günahlar, büyük günahları işlemeye bir sebeptir. Benzeri bir şekilde küçük taatleri yapmak, büyüklerini de araştırmaya yol açar.
Bu son kısmın, onların peygamberleri öldürme sebebini beyan ettiği de söylenmiştir. Yani, onlar küfürleri sebebiyle böyle bir cezaya maruz kaldılar. Peygamberleri öldürmelerine gelince, bunun sebebi günahları işlemeleri ve Allahın koyduğu sınırları aşmalarıydı.
62-إِنَّ الَّذِينَ آمَنُواْ وَالَّذِينَ هَادُواْ وَالنَّصَارَى وَالصَّابِئِينَ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ وَعَمِلَ صَالِحاً فَلَهُمْ أَجْرُهُمْ عِندَ رَبِّهِمْ “Şüphe yok ki, iman edenler (Müslümanlar), Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiîler, bunlardan her kim Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman eder ve salih amel işlerse, elbette Rabbleri katında ecirleri vardır.”
إِنَّ الَّذِينَ آمَنُوا Bundan murat, samimi Müslümanlar yanında, dilleriyle iman ettiğini, Hz. Muhammedin dininden olduğunu söyleyenlerdir. Münafıklar da buna dâhildirler.
وَالَّذِينَ هَادُواْ Bundan murat Yahudilerdir.
Buzağıya tapmaktan tevbe ettiklerinde “Sana döndük” demişler, bundan dolayı kendilerine “yahudî” denilmiştir.1
Veya onlara Yahudi denilmesi, Hz. Yakubun en büyük evladının ismi Yahuzaya nisbetledir. Bu kelime muarreb yapılarak “Yahudî” denilmiştir.
وَالنَّصَارَى Bundan murat Hristiyanlardır.
Hz. İsaya yardımlarından dolayı kendilerine “Nasranî” denilir, bunun çoğulu “Nasâra” gelir.
Veya onlara “Nasranî” denilmesi Hz. İsa ile beraber “Nasran” veya “Nasıra” beldesinden olmalarındandır.
وَالصَّابِئِينَ Sabiler, Hristiyanlarla Mecusiler arasında bir kavimdir.
Denildi ki, bunların dininin aslı Hz. Nûhun dinidir.
Bunların meleklere veya yıldızlara taptığı da söylenmiştir.
Kelimenin kökü S-B-E dendir. Bu kelime çıkmak, meyletmek anlamlarına gelir. Bunlar da başka dinlerden kendi dinlerine veya haktan batıla meyledip çıkmışlardır.
“İşte bu din mensuplarından her kim, kendi dini neshedilmeden önce Allahı ve ahireti kalben tasdik eder, kendi dininin gereği üzere yaşarsa…”
Veya anlam şöyle de olabilir: “Bu kâfirlerden her kim hâlis bir imanla inanır, sadık bir şekilde İslâma girerse, iman ve amellerine mukabil vaat edilen mükâfatları kendilerine verilecektir.”
وَلاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ “Onlara bir korku yoktur, onlar mahzun olacak da değillerdir.”
Kâfirler cezadan korktukları zamanda bunlar korkmazlar, amelde noksanı olanlar ömrü zayi etmelerine, sevabı kaçırmalarına üzülürken, bunlar üzülmezler.
63-وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ “Hani sizden mîsakınızı (sağlam bir sözü) almıştık.”
Hz. Musa’ya tâbi olmak ve Tevratla amel etmek hususunda sizden kuvvetli söz aldık.
َوَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ “Ve üstünüze Tur’u kaldırmıştık.”
Tur’u kaldırınca siz söz verdiniz. Rivayete göre, Hz. Musa İsrailoğullarına Tevratı getirdiğinde, içindeki mükellefiyetleri görünce bunu gözlerinde büyüttüler, kabule yanaşmadılar. Bunun üzerine Allahu Teâlâ Cebraile Tur dağını yerinden söküp bunların üzerine kaldırmasını emretti. Hz. Cebrail, emredileni yapınca kabul etmek zorunda kaldılar.
خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ “Size verdiğimizi kuvvetle alın.”
وَاذْكُرُواْ مَا فِيهِ “Ve onun içindekileri düşünün.”
Ve onlara şöyle dedik: “Kitapta size verilenleri tam bir ciddiyet ve kararlılıkla alın, onda olanları kendinize ders edinin, asla unutmayın.”
Veya “onda size bildirilenleri tefekkür edin.” Çünkü tefekkür, kalben hatırlamaktır.
Veya “onunla amel edin!”
لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَ “Ola ki, korunursunuz.”
Bunları böyle yapın ki, günahlardan sakınabilesiniz.
Veya “bunları yaparak müttakilerden olmayı umabilirsiniz.”
Mu’tezileye göre ise mana şöyle olabilir: “Biz onlara dedik: Muttakilerden olmak için size verilenlere sımsıkı sarılın ve onda olanları tezekkür edin.”
64- ثُمَّ تَوَلَّيْتُم مِّن بَعْدِ ذَلِكَ “Sonra bunun ardından yüz çevirdiniz.”
Sizden söz alındıktan sonra, verilen söze vefa göstermekten yüz çevirdiniz.
فَلَوْلاَ فَضْلُ اللَّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لَكُنتُم مِّنَ الْخَاسِرِينَ “Şayet üzerinizde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasa idi, elbette hüsrana uğrayanlardan olurdunuz.”
Allahın onlara lütfu,
-Tevbeye muvaffak kılarak,
-Hz. Muhammedi göndererek olmuştur.
Hz. Peygamber onları hakka çağırmış ve rehberlik yapmıştır.
“Elbette zarara uğrayanlardan olurdunuz.”
Şayet Allahın bu şekilde bir lütfu olmasaydı,
-Ya günahlara büsbütün dalarak,
-Veya peygamberlerin gönderilmediği fetret döneminde ne yapacağınızı bilmeden yoldan çıkarak hüsrana düşenlerden olacaktınız.
65- وَلَقَدْ عَلِمْتُمُ الَّذِينَ اعْتَدَواْ مِنكُمْ فِي السَّبْتِ “İçinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri elbette bildiniz.”
Yahudilere Cumartesi günü sadece ve sadece ibadetle meşgul olmaları emredilmişti. Hz. Davud zamanında içlerinden bir kısmı bunu çiğnedi, av ile meşgul oldu. Bunlar Eyle isminde deniz kenarında bir beldede yaşıyorlardı. Cumartesi günü olduğunda denizdeki bütün balıklar orada toplanıyor, gün bittiğinde ise dağılıyorlardı. Bunun üzerine buranın ahalisi havuzlar kazdılar, buralara su yolları yaptılar. Böylece balıklar Cumartesi buralara geldiler, onlar da Pazar günü avladılar.
فَقُلْنَا لَهُمْ كُونُواْ قِرَدَةً خَاسِئِينَ “Onlara “sefil maymunlar olun!” demiştik.”
Tefsir âlimlerinden Mücahid, onların sûretlerinin değil, kalplerinin maymuna çevrildiğini söyler. Ona göre, Tevratı uygulamayan Yahudiler, kitap yüklü merkeple temsil edildiği gibi, haddi aşanlar da maymun ile temsil edilmişlerdir.2
Ayetteki “olun” ifadesi onlara bir emir değildir, çünkü bunu yapmaya kudretleri yoktur. Bundan murat, tekvindeki sürattir. Allah böyle olmalarını murat ettiğinde, onlar öyle olmuşlardır.
66-فَجَعَلْنَاهَا نَكَالاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهَا وَمَا خَلْفَهَا وَمَوْعِظَةً لِّلْمُتَّقِينَ “Biz bunu, hem öncekilere, hem de sonrakilere bir ibret ve müttakilere de bir öğüt kıldık.”
Böylece maymuna çevrilmelerini veya böyle cezalandırılmalarını, duyanın benzerini yapmaktan kaçınacağı bir ders kıldık. Bunu, hem öncekilere, hem sonrakilere bir ibret yaptık. Çünkü onların kıssası önceki kitaplarda da yer aldı, sonraki devirlerde de kıssaları şöhret buldu.
Veya hem yakındakilere, hem uzaktakilere, hem o şehirde olanlara, hem de çevrede bulunanlara bir uyarı hükmüne geçti.
Veya önceki ve sonraki günahlarına ceza olarak böyle bir akıbete maruz kaldılar.
Hem kendi kavimlerinden hem de olayı duyan her müttaki için bir öğüt kıldık.
Dipnotlar:
1 “Sana döndük” demeleri A’raf sûresi 156. ayette geçer. Kelimenin orijinali “Yahudi” kelimesini çağrıştırmaktadır.
2 İlgili ayette şöyle denilmektedir: “Tevrat’la yükümlü olup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir.” (Cum’a, 5)