87- وَلَقَدْ آتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ “Andolsun, Mûsâ’ya Kitab’ı verdik.”
وَقَفَّيْنَا مِن بَعْدِهِ بِالرُّسُلِ “Ondan sonra ard arda peygamberler gönderdik.”
وَآتَيْنَا عِيسَى ابْنَ مَرْيَمَ الْبَيِّنَاتِ “Meryem oğlu İsa’ya beyyinat verdik.”
Hz. İsa’ya verilen beyyina, ya ölüleri diriltmek, anadan doğma körlerin gözünü açmak, cüzzamlı hastaları iyileştirmek, gaybî şeylerden haber vermektir veya Ona verilen İncildir.
وَأَيَّدْنَاهُ بِرُوحِ الْقُدُسِ “Onu Ruhu’l-Kudüs ile destekledik.”
Ruhu’l-Kudüs,
-Bundan murat, Hz. Cebrail’dir.
-Bundan muradın Hz. İsanın kendi ruhu olduğu da söylenmiştir. Onun ruhunun böyle vasfedilmesi, şeytanın dokunmasından temiz kalması sebebi iledir.
-Veya Allah nezdinde kıymetini ifade etmek içindir. Bundan dolayı Allah onu kendine izafetle söylemiştir.
-Veya Hz. İsa’nın bir erkek sulbünde veya hayızlı kadın rahminde bulunmaması yönüyledir.
-Ruhu’l-Kudüs’ten murat İncil de olabilir. Keza, Allahın ism-i azamı da olabilir. Hz. İsa o isimle ölüleri diriltiyordu.
أَفَكُلَّمَا جَاءكُمْ رَسُولٌ بِمَا لاَ تَهْوَى أَنفُسُكُمُ اسْتَكْبَرْتُمْ “Ama siz, her peygamber nefislerinizin hoşunuza gitmeyen şeyleri getirdikçe, kibirlendiniz?!”
Her gelen peygamber nefsinizin hoşuna gitmeyen şeyleri getirdiğinde imandan ve peygamberlere tâbi olmaktan kaçındınız.
فَفَرِيقاً كَذَّبْتُمْ “Onların bir kısmını yalanladınız.”
Hz. Musa ve Hz. İsa gibi bir kısım peygamberleri yalanladınız.
وَفَرِيقاً تَقْتُلُونَ “Bir kısmını da öldürüyorsunuz.”
Hz. Zekeriya ve Hz. Yahya gibi bir kısım peygamberleri de öldürüyordunuz.
Peygamberleri öldürmeleri aslında mazide olup bitmiş bir durum iken, geniş zaman sığası ile bunu ifade etmek, o şeni’ manzarayı nefislerde hazır etmek içindir. Çünkü, yapılan iş, çok korkunçtur.
Veya ayet sonlarına uyum noktasında böyle getirilmiştir.
Veya ayetin nâzil olduğu dönemdeki Yahudilerin de Hz. Peygamberi öldürmek peşinde olduklarına delalet etmek içindir.
Nitekim Hz. Peygambere sihir yapmışlar, zehirli bir koyunla öldürmeye çalışmışlardır. Ancak Allahu Teâlâ özel lütfuyla peygamberini korumuştur.
88- وَقَالُواْ قُلُوبُنَا غُلْفٌ “Bir de, “Kalplerimiz örtülüdür” dediler.
Bundan murat, kalplerinin yaratılıştan örtülü olduğu, bundan dolayı Hz. Peygamberin getirdiklerinin buralara varmadığı ve kendileri tarafından anlaşılmadığını anlatmaktır.
Veya “kalplerimiz ilim kaplarıdır, ne duysa anlar, ama senin dediklerini anlamıyor.”
Veya “kalplerimiz ilimle dolu olduğundan, onlarda olanlar bize yetiyor, başkasına ihtiyaç bırakmıyor” manası da kastedilmiş olabilir.
بَل لَّعَنَهُمُ اللَّه بِكُفْرِهِمْ “Öyle değil, inkârları sebebiyle Allah onları lânetlemiştir.”
Ayet, onların sözlerini reddeder. Mana şöyledir:
“Hayır, durum sizin dediğiniz gibi olamaz. Kalpler fıtrat üzere ve hakkı kabule müheyya bir şekilde yaratılmıştır. Lakin Allah, onların inkârı sebebiyle kalplerini anlayışsız hâle getirmiş, kabiliyetlerini ibtal etmiştir.”
“Veya, o kalpler senin söylediğini kendilerinde bulunan bir arızadan dolayı değil, onların küfrü sebebiyle Allah o kalpleri anlayıştan mahrum bir hale getirmiştir. Nitekim Allah şöyle buyurur:
“İşte bunlar, Allah’ın lânetleyip, kulaklarını sağır ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” (Muhammed, 23)
“Veya, onlar mel’un kâfirlerdir. Onlar için ilim iddiasında bulunmak, sana ihtiyaçları olmadığını zannetmek ne kadar da uzaktır.”
فَقَلِيلاً مَّا يُؤْمِنُونَ “Bu yüzden pek az iman ederler.”
Yani, onların imanı çok çok az bir imandır. Mesela sadece bazı kitaplara inanırlar.
Bundan murat, iman etmemeleri de olabilir.
89- وَلَمَّا جَاءهُمْ كِتَابٌ مِّنْ عِندِ اللّهِ مُصَدِّقٌ لِّمَا مَعَهُمْ “Kendilerine ellerindekini (Tevrat’ı) tasdik eden bir kitap (Kur’an) gelince (onu inkâr ettiler).”
Allah katından gelen Kur’an, onların kitaplarında olanı tasdik etmektedir.
وَكَانُواْ مِن قَبْلُ يَسْتَفْتِحُونَ عَلَى الَّذِينَ كَفَرُواْ “Hâlbuki, daha önce (bu kitabı getirecek peygamber ile) inkârcılara karşı yardım istiyorlardı.”
Yahudiler, müşriklere galip gelmek için böyle bir kitabın gelmesini bekliyor ve “Allahım, Tevratta bildirilen ahir zaman peygamberiyle bize yardım et” diyorlardı.
Veya bundan murat, Yahudilerin onlara “sizden bir peygamber çıkacak, zamanı yaklaştı” diye haber vermeleri de olabilir.
فَلَمَّا جَاءهُم مَّا عَرَفُواْ كَفَرُواْ بِهِ “(Tevrat’tan) tanıyıp bildikleri (bu peygamber) kendilerine gelince, onu inkâr ettiler.”
Önceden bilmiş oldukları hak geldiğinde, hasetleri sebebiyle ve riyasetlerinin ellerinden kaçma korkusuyla onu inkâr ettiler.
فَلَعْنَةُ اللَّه عَلَى الْكَافِرِينَ “Artık Allah’ın lâneti kafirlerin üzerine olsun.”
“Onların üzerine olsun” yerine “kâfirlerin üzerine olsun” denilmesi, küfürleri sebebiyle böyle bir lanete müstahak olduklarını gösterir. Bu durumda, ayette ifade edilen kâfirler belli kâfirlerdir.
Ancak, ayet bütün kâfirleri içine alan bir laneti ifade ediyor da olabilir. Onlar da evleviyetle bu hükme tâbi olurlar. Çünkü kelâm onlar hakkındadır.
90- بِئْسَمَا اشْتَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ أَن يَكْفُرُواْ بِمَا أنَزَلَ اللّهُ بَغْياً أَن يُنَزِّلُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ عَلَى مَن يَشَاء مِنْ عِبَادِهِ “Allah’ın kendi lütfundan kullarından dilediğine vahiy indirmesine hased ederek, Onun indirdiklerini inkâr etmek yüzünden kendileri için ne kötü şey satın aldılar!”
Onlar, bu yaptıklarıyla kendilerini cezadan kurtarmış sanıyorlardı.
فَبَآؤُواْ بِغَضَبٍ عَلَى غَضَبٍ “İşte bu yüzden de gadap üstüne gadaba uğradılar.”
Mahlûkatın en efdali olan Hz. Muhammedi inkâr etmeleri ve Ona hasetleri sebebiyle Allahın gadabına maruz kaldılar.
Veya bundan murat, önce Hz. İsayı, ardından da Hz. Muhammedi (asm) inkârları olabilir.
وَلِلْكَافِرِينَ عَذَابٌ مُّهِينٌ “Kâfirler için zillet verici bir azap vardır.”
Günahkâr kimselerin azabı, onları temizleyicidir. Ama kâfirlerin azabı daimidir ve zillet vericidir.
91- وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ آمِنُواْ بِمَا أَنزَلَ اللّهُ قَالُواْ نُؤْمِنُ بِمَآ أُنزِلَ عَلَيْنَا “Onlara, “Allahın indirdiğine iman edin” denildiğinde, “Biz kendimize indirilene iman ederiz” dediler.”
Ayetin ifadesi, Allahın indirdiği bütün kitaplara imanı içine alır.
وَيَكْفُرونَ بِمَا وَرَاءهُ “Ve ondan başkasını inkâr ederler.”
وَهُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقاً لِّمَا مَعَهُمْ “Hâlbuki o, yanlarındakini (Tevrat’ı) tasdik eden hak bir kitaptır.”
Ayetin bu kısmı, onların sözünü reddi tazammun eder. Çünkü onlar Tevrata uygun olanı inkâr edince, aslında onu da inkâr etmiş olurlar.
قُلْ فَلِمَ تَقْتُلُونَ أَنبِيَاء اللّهِ مِن قَبْلُ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ “De ki: Eğer gerçekten mü’min kimseler iseniz, niçin daha önce Allah’ın peygamberlerini öldürüyordunuz?”
Tevrata iman iddiasıyla peygamberleri öldürmek bir arada olamaz. Çünkü Tevrat, böyle bir şeye izin vermez.
Ayetin ilk muhatapları Hz. Peygamber devrindeki Yahudilerdir ve onlar herhangi bir peygamber öldürmemişken, bunun kendilerine isnadı, bunların ecdadının fiili olup, onların da bu hâle razı bulunmalarından ve ellerinden gelse Hz. Peygamberi öldürmek istemelerindendir.
92-وَلَقَدْ جَاءكُم مُّوسَى بِالْبَيِّنَاتِ “Andolsun, Mûsâ size beyyinat ile gelmişti.
Beyyinattan murat, başka ayette anlatılan dokuz mu’cizedir.1
ثُمَّ اتَّخَذْتُمُ الْعِجْلَ مِن بَعْدِهِ وَأَنتُمْ ظَالِمُونَ “Arkasından sizler zalimler olarak buzağıyı ilâh edinmiştiniz.”
Yani, Musa’nın Tura gitmesinden sonra buzağıyı ilah edinerek ona ibadetle kendinize zulmettiniz.
Veya Allahu Tela’nın ayetlerini ihlal ile zalimler oldunuz.
Veya bu bir ara cümlesi olabilir. Yani, “ve siz, zulüm işlemeyi âdet edinmiş bir kavimsiniz.”
Ayetin sevki, onların biraz önce nazara verilen “Biz kendimize indirilene iman ederiz” demelerine bir reddir. Yani, bunlar aslında kendilerine indirilene de tam iman etmemişlerdir.
Ayette, onların Hz. Peygamberle olan ilişkilerinin, sebeblerinin Hz. Musa ile olan ilişkisi gibi olduğuna bir tenbih vardır.
93- وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ وَرَفَعْنَا فَوْقَكُمُ الطُّورَ “Hani, Tûr’u üstünüze kaldırıp sizden kesin söz almıştık:”
خُذُواْ مَا آتَيْنَاكُم بِقُوَّةٍ “Size verdiğimize (Kitab’a) sımsıkı sarılın.”
وَاسْمَعُواْ “Ve ona kulak verin.”
“Onlara şöyle dedik: Tevratta size emredilenleri ciddiyetle yapın, uygulamak niyetiyle kulak verin”
قَالُواْ سَمِعْنَا وَعَصَيْنَا “Onlar ise, “işittik ve isyan ettik” dediler.”
“Sözünü işittik, emrine isyan ettik” dediler.
وَأُشْرِبُواْ فِي قُلُوبِهِمُ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ “İnkârları yüzünden buzağı sevgisi onların kalplerine sindirildi.”
Nasıl ki boya, kumaşa sinerse, içilen şey bedenin her tarafına yayılırsa, buzağı muhabbeti onların dem ve damarlarına kadar işledi.
Böyle yapmaları küfürleri sebebi iledir. Çünkü onlar Mücessime veya Hulûliye görüşünde idiler.2 İlah edindikleri o buzağı heykelinden daha hayret verici bir cisim görmemişlerdi. Böylece Samirinin onları sevkettiği şey kalplerinde yerleşmişti.
قُلْ بِئْسَمَا يَأْمُرُكُمْ بِهِ إِيمَانُكُمْ إِن كُنتُمْ مُّؤْمِنِينَ “Onlara de ki: Eğer mü’min kimseler iseniz, imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor!”
Yani, Tevrata olan imanınız mı sizi buzağıya tapmayı veya daha genel bir şekilde üstteki ayetlerde sayılan kusurları işlemeyi emrediyor?
Ayetin bu kısmı, onların Tevrata olan imanının da geçerli bir iman olmadığını ortaya koyar. Yani, “Eğer Tevrata inanmış kimselerseniz, o size bu çirkin işleri yapmayı emretmedi, ona olan imanınız bunları yapmaya size ruhsat vermez.”
Veya “Eğer ona inanmış kimselerseniz, bu imanınız size ne kötü şeyler emrediyor! Çünkü mü’minin, ancak imanının gerektirdiği şeyleri yapması uygun olur. Lakin Tevrata olan iman bunu emretmiyorsa, o zaman siz gerçekte mü’min değilsiniz.”
94- قُلْ إِن كَانَتْ لَكُمُ الدَّارُ الآَخِرَةُ عِندَ اللّهِ خَالِصَةً مِّن دُونِ النَّاسِ فَتَمَنَّوُاْ الْمَوْتَ إِن كُنتُمْ صَادِقِينَ “De ki: Eğer Allah katında ahiret yurdu diğer insanlar için değil de, yalnız sizin içinse ve doğru söyleyenler iseniz, haydi ölümü temenni edin!”
Onlar “Cennete ancak Yahudiler girecek” diyorlardı.
“Haydi ölümü temenni edin!”
Çünkü kendisinin cennet ehli olduğuna yakînen inanan, elbette oraya iştiyak duyar ve şâibelerle dolu şu dünyadan bir an önce kurtulmak ister. Mesela Hz. Ali şöyle demiştir:
“Ölümün üzerine düşsem veya ölüm benim üzerime düşse hiç aldırmam.”
Ammar Bin Yasir de Sıffînde şöyle demişti:
“Şimdi dostlara, Hz. Muhammede ve O’nun hizbinden olanlara kavuşuyorum.”
Hz. Huzeyfe de ölüm anında şöyle demişti: “Özlenen bir dost geldi. Pişman olan felah bulmasın!”
İşte, ölümü bilenler böyle söylemişler. Yahudiler de ahirette cenneti umuyorlarsa, ölümü temennî etmeleri gerekir.
95-وَلَن يَتَمَنَّوْهُ أَبَدًا بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ “Fakat ellerinin yaptıkları yüzünden onu hiçbir zaman temenni etmeyecekler.”
Onlar, Peygamberimizi ve Kur’anı inkâr ve Tevratı tahrif etmeleri gibi cehennemi netice verecek çok işler yaptıklarından, ölümü asla istemeyeceklerdir.
Ayette “ellerinin yaptıkları yüzünden” denilmesi,
-Çünkü, iş yapan el, özellikle insanın elidir.
-İnsan, bütün sanatlarını el ile yapar ve ekser menfaatlerini el ile elde eder.
Bundan dolayı “yed = el” kelimesiyle bazen nefis, bazen da kudret manası kastedilir.
Yahudilerin asla ölümü istemiyecekleri, gaybtan bir haberdir, haber verildiği gibi gerçekleşmiştir. Çünkü “evet, biz ölümü temennî ediyoruz” deseler elbette nakledilir ve şöhret bulurdu. Çünkü temennî kalbin ameli değildir ki gizli kalsın! Aksine temennî “keşke şöyle olsa” tarzında konuşmakla olur. Temenni kalple olsaydı “biz bunu temennî ettik” derlerdi.
Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “Şayet temenni etselerdi, bunların her biri yutkunamaz, olduğu yerde ölürdü. Yeryüzünde bir tek yahudî kalmazdı.”
وَاللّهُ عَلِيمٌ بِالظَّالِمينَ “Allah zâlimleri çok iyi bilendir.”
Ayet, Yahudiler için bir tehdittir ve onların zâlim olduklarına bir tenbihtir. Çünkü kendilerinde olmayan bir hâli dava etmekte ve olan bir hâli ise nefyetmektedirler.
96-وَلَتَجِدَنَّهُمْ أَحْرَصَ النَّاسِ عَلَى حَيَاةٍ وَمِنَ الَّذِينَ أَشْرَكُواْ “Andolsun, sen onları hayata, bütün insanlardan hatta Allah’a ortak koşanlardan bile daha hırslı olduklarını görürsün.”
Ayette hayatın elif – lâmsız gelmesi, bununla onun fertlerinden bir fert olan “uzun hayat” murat edilmesindendir.
Ayet, onların ancak dünya hayatını bildiklerini, buna da tüm hırslarıyla yöneldiklerini anlatır, onları şiddetle kınar, başlarına vurur. Çünkü onlar ahirette cezayı ikrar etmekle beraber, inkâr edenlerden çok daha fazla hırs göstermeleri, kendilerinin ateşe gideceklerini bilmelerine delâlet eder.
يَوَدُّ أَحَدُهُمْ لَوْ يُعَمَّرُ أَلْفَ سَنَةٍ “Onların her biri bin yıl yaşamak ister.”
وَمَا هُوَ بِمُزَحْزِحِهِ مِنَ الْعَذَابِ أَن يُعَمَّرَ “Hâlbuki uzun yaşamak, onu azaptan kurtaracak değildir.”
وَاللّهُ بَصِيرٌ بِمَا يَعْمَلُونَ “Allah, onların bütün yaptıklarını görendir.”
Allah, onların ne yaptıklarını elbette görür ve onları cezalandırır.
Dipnotlar:
1 Bkz. İsra, 101.
2 Mücessime, Allah’a el -ayak gibi azalar nisbet ederek O’nu insana benzeten batıl bir mezheptir. Hulûliye ise, Allahı alemin içinde münderiç görür. Hâlbuki Allah, alemin yaratıcısıdır, -haşa- ondan bir cüz değildir.