196- وَأَتِمُّواْ الْحَجَّ وَالْعُمْرَةَ لِلّهِ “Hacc ve umreyi Allah için tamamlayın.”
“Hacc ve umreyi eksiksiz yapın, yapılması gerekenlerin hepsini yaparak ifa edin.”
Bu manaya göre, her ikisinin de vücubu anlaşılır.
Hz. Cabirden ise şöyle bir rivayet vardır: Hz. Peygambere “Ya Rasulllah, umre de hac gibi vacip midir?” diye soruldu. “Hayır, dedi. Lakin umre yapman senin için bir hayırdır.”
Bir başka rivayette ise şöyle anlatılır: Bir adam Hz. Ömere “ben hac ve umrenin bana yazıldığını (farz kılındığını) gördüm, ikisini de eda ettim.” Dedi. Hz. Ömer “peygamberinin sünnetine muvaffak kılındın” diye cevap verdi.
Hac ve umrenin tam yapılmasından murat, “her biri için ayrı bir sefer düzenlemek, bunlara dünyevi bir maksat bulaştırmamak, helalinden kazançla bunları yapmak” gibi durumlara işaret de olabilir.
فَإِنْ أُحْصِرْتُمْ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ “Eğer bunlardan alıkonursanız, artık size kolay gelen kurbanı gönderin.”
Yani “düşman tarafından kuşatılır, engellenirseniz...”
İmam-ı Malik ve İmam-ı Şafii, ayetin bu ifadesini “düşman tarafından kuşatılma” olarak anlarlar. Çünkü ayetin devamında “emniyette olduğunuzda…” ibaresi geçmektedir.
Ayrıca bu olay Hudeybiyede gerçekleşmiş, Müslümanlar orada fiilî bir kuşatma yaşamışlardı. Ayrıca İbnu Abbas şöyle der: “Kuşatma, ancak düşmanın kuşatmasıdır.”
Ebu Hanife ise ayetteki kuşatmayı sadece düşman tarafından kuşatılma olarak görmez, düşman tarafından olan her türlü engelleme, hastalık ve benzeri durumlar olarak açıklar. Hz. Peygamberden şöyle rivayet edilir: “Kim hacca niyetlenmiş iken bir yeri kırılır veya ayağı topal olursa, diğer yıl haccını yapsın.”
“Artık size kolay gelen kurbanı gönderin.”
O zaman size düşen, kolaylıkla yapabileceğiniz şeydir. Yani, ihrama giren kimse kuşatma altında olduğunda kurbanını kesmek isterse; deve, sığır ve koyundan hac kurbanı olarak kesebileceği yerde keser. Ekser âlimler bu görüştedirler. Nitekim Hz. Peygamber Hudeybiye senesinde bu şekilde kesmişti.
وَلاَ تَحْلِقُواْ رُؤُوسَكُمْ حَتَّى يَبْلُغَ الْهَدْيُ مَحِلَّهُ “Kurban, yerine varıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin.”
فَمَن كَانَ مِنكُم مَّرِيضاً أَوْ بِهِ أَذًى مِّن رَّأْسِهِ فَفِدْيَةٌ مِّن صِيَامٍ أَوْ صَدَقَةٍ أَوْ نُسُكٍ “İçinizden her kim hastalanır veya başından rahatsız olur (da tıraş olmak zorunda kalır)sa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi, ya da kurban kesmesi gerekir.”
Şayet biri rahatsızlığı veya başında bulunan bir yara veya bit sebebiyle daha kurban kesilmeden başını tıraş ederse, fidye vermesi gerekir. Bu da, oruç, sadaka veya kurban şeklinde olur. Bunun mikdarı hakkında hadiste şöyle geçer:
Hz. Peygamber, kurban kesilmeden başını tıraş eden Ka’b Bin Aceze’ye “herhalde haşerelerin seni rahatsız ediyor” dedi. Ka’b da “evet ya Rasulallah” deyince şöyle buyurdu: “Başını tıraş et, üç gün oruç tut, veya altı miskini doyuracak şekilde tasaddukta bulun veya bir koyun kurban et.”
فَإِذَا أَمِنتُمْ فَمَن تَمَتَّعَ بِالْعُمْرَةِ إِلَى الْحَجِّ فَمَا اسْتَيْسَرَ مِنَ الْهَدْيِ “Emniyette olduğunuzda, hacca kadar umreyle sevab kazanmak isteyen kimse,
kolayına gelen kurbanı keser.”
Düşman kuşatması kalktığında veya genişlik ve emniyet içinde olduğunuzda…
فَمَن لَّمْ يَجِدْ فَصِيَامُ ثَلاثَةِ أَيَّامٍ فِي الْحَجِّ وَسَبْعَةٍ إِذَا رَجَعْتُمْ “(Kurban) bulamayan kimse, üçü hacda, yedisi de döndüğünüz zaman oruç tutar.”
Bu, hacc ibadetiyle meşgul olduğu günlerde ihrama girdikten sonra yapılır. En güzeli Zilhiccenin yedi, sekiz ve dokuzunda tutmaktır.
Ekser alimlere göre kurban bayramında ve teşrık tekbirleri günlerinde caiz olmaz.
“Yedisi de döndüğünüz zaman”
Ailenize döndüğünüzde veya hacc görevinizi eda ettikten sonra yola çıktığınızda.
تِلْكَ عَشَرَةٌ كَامِلَةٌ “Hepsi, tam on.”
Ayette “hepsi, tam on” denilmesi, hesabın fezlekesidir. Bunun faydası, bazılarının “ister hacda üç gün tutun, isterseniz de döndüğünüzde yedi gün tutun” şeklinde bir vehme kapılmamaları içindir. Ayrıca, muhatapların ilgili rakamları ayrı ayrı bilmelerinin yanında, toplamını da öğrenmelerini sağlamak içindir. Çünkü Kur’anın ilk muhataplarının çoğu hesabı iyi bilmiyorlardı.
Ayrıca bu şekilde toplamın verilmesi, yedi rakamından kesret değil, adet murat edildiğini göstermek içindir. Çünkü yedi kelimesi aynı zamanda çokluktan kinaye de kullanılabilmektedir.
“Hepsi tam on” denilmesi adedi muhafazada mübalağa ifade eder. Bunda on sayısının kemâlini göstermek de vardır. Çünkü on, ilk kâmil sayıdır. Bir haneli sayılar onda son bulur.
ذَلِكَ لِمَن لَّمْ يَكُنْ أَهْلُهُ حَاضِرِي الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ “Bu durum, ailesi Mescid-i Haram civarında olmayanlar içindir.”
وَاتَّقُواْ اللّهَ “Allah’tan korkun.”
Emirlerini ve nehiylerini kollayıp gözetlemede ve özellikle hac ibadetinde Allahtan korkun
وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ “Bilin ki, Allah’ın azabı gerçekten çok şiddetlidir.”
197-الْحَجُّ أَشْهُرٌ مَّعْلُومَاتٌ “Hac (ayları), bilinen aylardır.”
Bu aylar Şevval, Zilkade, Zilhicceden de dokuz gün ve bir de Kurban Bayramı gecesi, (İmam-ı Şâfiye göre) Ebu Hanifeye göre Zilhicceden on gün, İmam-ı Malike göre ise, Zilhiccenin tamamıdır. Bu zaman dilimi, ihrama girme veya haccın amel ve menasikini yapma veya başka menasikin yapılmasının uygun olmadığı zamanı içine alır. Mesela İmam-ı Malik, Zilhicce ayının hac bittikten sonraki zamanında umre yapılmasını mekruh görür.
Hac mevsimi iki ay küsur iken “bilinen aylardır” denilmesi, eksik olan ayın da tam gibi kabul edilmesindendir.
Veya birden fazla olanlara cem (çoğul) denilebilmesindendir.
فَمَن فَرَضَ فِيهِنَّ الْحَجَّ فَلاَ رَفَثَ وَلاَ فُسُوقَ وَلاَ جِدَالَ فِي الْحَجِّ “Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda rafes, füsuk ve cidal yoktur.”
Kişiye hac hükümlerinin başlaması, İmam-ı Şafiye göre ihrama girmekle, İmam-ı Azama göre ise telbiye veya kurbanlığı sevk etmekle gerçekleşir.
“Rafes”
Ayetteki “rafes” kelimesi müstehcen söz anlamındadır.
Cinsel ilişkiden kinaye olarak da kullanılır. Hac yapan kimse, müstehcen söz söylemekten kaçınmalıdır.
“Füsuk”
Günah işlemek ve yasakları çiğnemek sûretiyle, dinin koyduğu ölçülerden çıkmamalıdır.
“Cidal”
Hizmetçilerle ve yol arkadaşlarıyla kavga yapmamalıdır.
Ayette “Kim o aylarda hacca başlarsa, artık ona hacda rafes, füsuk ve cidal yoktur” derken, gayet beliğ bir şekilde bunları yapmayı yasaklamıştır.
Bunlar aslında sadece hacda yasak şeyler değildir. Ama ayette “hacda” kaydının da getirilmesi şunu ifade eder: Bunlar her ne kadar hadd-i zatında çirkin işler ise de, bunları hacda yapmak daha da çirkindir. Tıpkı bir erkeğin ipek elbiseyi namazda giymesi gibi.
وَمَا تَفْعَلُواْ مِنْ خَيْرٍ يَعْلَمْهُ اللّهُ “Siz ne hayır yaparsanız, Allah onu bilir.”
Ayetin bu kısmı hayra teşviktir. Evvelinde şer olan bazı durumlar yasaklanmıştı. Bunların peşinde hayırdan bahsedilmesi, alternatif göstermektir.
وَتَزَوَّدُواْ “Azık edinin.”
فَإِنَّ خَيْرَ الزَّادِ التَّقْوَى “Şüphesiz en hayırlı azık, takvadır.”
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Ayet Yemenliler hakkında indi. Hacca geldiklerinde yanlarında azık getirmiyorlardı. “Biz mütevekkil insanlarız” diyorlar, ama insanlara yük oluyorlardı. Bunun üzerine azık edinmeleri, başkalarından istemekten ve onlara yük olmaktan kaçınmaları kendilerine emredildi.
وَاتَّقُونِ يَا أُوْلِي الأَلْبَابِ “Benden korkun! Ey akıl sahipleri!”
Çünkü meselenin özü Allahtan korkmak ve O’ndan sakınmaktır. Ayet, onları takvaya teşvik etti, sonra bundan maksadın Allah olması ve O’nun dışında her şeyden teberri etmek gerektiğini bildirdi. Bu, hevâ şaibelerinden sıyrılabilmiş aklın gereğidir. Bundan dolayı, bu hitap “ulu’l- elbab” olanlara has kılındı.
198-لَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ أَن تَبْتَغُواْ فَضْلاً مِّن رَّبِّكُمْ “(Hac mevsiminde ticaret yaparak) Rabbinizden lütuf istemenizde size bir günah yoktur.”
Ayetten murat ticarî kazançtır.
Sebeb-i Nüzûl
Denildi ki: Cahiliye döneminde Arabların Ukaz, Zülmecaz gibi hac mevsiminde kurulan pazarları vardı, bunlarla geçinirlerdi. İslâm dini geldiğinde hac mevsiminde pazar kurulmasını günah zannedenler olunca, bu ayet nazil oldu.
فَإِذَا أَفَضْتُم مِّنْ عَرَفَاتٍ فَاذْكُرُواْ اللّهَ عِندَ الْمَشْعَرِ الْحَرَامِ “Arafat’tan ayrılıp sel gibi akın ettiğinizde, Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin.”
“Arafattan sel gibi akın ettiğinizde…”
Arafat, Arafe kelimesinin çoğuludur. Hacıların Kurban Bayramından bir gün önce durdukları mekânın adıdır.
Buna Arafat denilmesi, şu gibi cihetlerdendir:
Hz. İbrahim oraya varmadan kendisine özellikleri söylenmişti. Orayı görünce hemen tanıdı.
Veya Cebrail (as) Hz. İbrahime haccın alametleri olan yerleri gösteriyordu. Arafatı gösterince “tamam tanıdım” dedi, “Arafat” ismi buradan geldi,
Veya Hz. Âdem ve Hz. Havva burada buluştular, birbirlerini tanıdılar.
Veya insanlar burada birbirleriyle tanışırlar, ondan “Arafat” denildi.
Ayette Arafatta vakfeye durmanın vücubuna bir delil vardır. Çünkü ayette nazara verilen “sel gibi akmak” ancak orada toplandıktan sonra olur.
“Meş’ar-i Haram’da Allah’ı zikredin”
Arafattan Müzdelifeye doğru sel gibi akarken telbiye, tehlil ve dua ile, vardığınızda da akşam ve yatsı namazını kılarak Allahı zikredin.[1>
Meş’ari’l-Haram, Kuzeh denilen bir dağdır, imam bunun üzerinde durur.
Arafat ile Muhsir Vadisi arasında bir yer olduğu da söylenmiştir.
Birinci yorumu şu rivayet teyid eder: Hz. Peygamber Müzdelifede sabah namazını erkenden kıldı, devesine bindi, Meş’ar-i Harama geldi, dua etti, tekbir ve tehlilde bulundu, sabah aydınlığına kadar orada durdu.
Buna “meş’ar” denilmesi, ibadet mahalli olması yönündendir, “haram” denilmesi ise hürmetinden dolayıdır. Ayette “Meş’ar-ı Haramda Allahı zikredin” denilmesi o civarda zikretmenin efdaliyetindendir, yoksa “Muhsir Vadisi” dışında Müzdelife’nin tamamı mevkıftır.
وَاذْكُرُوهُ كَمَا هَدَاكُمْ “Onu, size gösterdiği gibi zikredin.”
“Allahın size öğrettiği şekilde O’nu zikredin.”
Veya “O size haccın bütün menasikini ve diğer ibadetleri güzel bir şekilde gösterdiği gibi, siz de güzel bir şekilde O’nu anın.”
وَإِن كُنتُم مِّن قَبْلِهِ لَمِنَ الضَّآلِّينَ “Doğrusu siz daha önce yolunu şaşırmışlardan idiniz.”
O hidayet etmeden önce sizler iman ve taatin ne olduğunu bilmeyen kimselerdiniz.
199-ثُمَّ أَفِيضُواْ مِنْ حَيْثُ أَفَاضَ النَّاسُ “Sonra insanların akıp geldiği yerden siz de akıp gelin.”
Sonra insanların sel gibi akıp gittiği Arafattan siz de akın edin.
Ayetteki hitap Kureyşedir. Diğer insanlar Arafatta iken onlar topluca bir yerde dururlardı. Bunu, diğer insanlara karşı bir üstünlük gibi görürlerdi. Cenab-ı Hak bu ayetle onların da diğer insanlar gibi hareket etmelerini, onlarla aynı şartlarda bulunmalarını emretti.
Şöyle de denildi: Ayet, Arafattan indikten sonra Müzdelifeden Mina’ya gitmekle alakalıdır. Bu durumda hitap geneldir.
“Nas” (insanlar) ifadesi “Nasi” yani unutan anlamında da okundu. Bu durumda Hz. Âdeme bir işaret vardır. “Andolsun bundan önce Âdem’den söz almıştık, fakat unuttu.” (Taha, 115) de Hz. Âdemin Allaha verdiği sözü unutması nazara verilir. Yani ahdini unutan Âdemin Arafattan gelişi gibi, siz de oradan aşağıya akın edin.
Bunda şu manaya işaret vardır: “Arafat’tan geliş kadîm bir âdettir, onu değiştirmeyin.”
وَاسْتَغْفِرُواْ اللّهَ “Allah’tan mağfiret isteyin.”
Cahiliye döneminde hac ibadetinde ve benzeri şeylerde yaptığınız değişikliklerden dolayı Allahtan bağışlanma isteyin.
إِنَّ اللّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ “Çünkü Allah Ğafur – Rahîm’dir.”
Allah, istiğfar edeni bağışlar ve Ona nimette bulunur.
200- فَإِذَا قَضَيْتُم مَّنَاسِكَكُمْ فَاذْكُرُواْ اللّهَ كَذِكْرِكُمْ آبَاءكُمْ أَوْ أَشَدَّ ذِكْرًا “Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, atalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı zikredin.”
Ecdadınızla gururlanıp onlardan çokça bahsettiğiniz gibi, hac ibadetlerinizi tamamlayıp bitirdiğinizde, Allahı çokça zikredin.
İslâm öncesi Arablar haccı bitirdiklerinde Mescid ile dağ arasında Mina’da oturur, atalarının mefahirini ve tarihlerindeki önemli zaman dilimlerinin güzelliklerini yâd ederlerdi.
فَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا “İnsanlardan kimisi: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” der.”
وَمَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ “Onun için ahirette hiçbir kısmet yoktur.”
201- وِمِنْهُم مَّن يَقُولُ “Onlardan bir kısmı da şöyle der:”
رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الآخِرَةِ حَسَنَةً “Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ver, ahirette de bir iyilik ver.”
وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Ve ateş (cehennem) azabından bizi koru.”
Ayet, zikredenleri iki kısma ayırıyor: Mukill ve müksir. (Yani aza ve çoğa talip olan.)
Bunlardan birincisi, Allahı zikirden sadece dünyaya talep eder.
İkincisi ise, dünya ve ahiretin her ikisine de taliptir. Ayetin bunu nazara vermesinden murat, ikinci kısımdan olmaya teşvik ve irşada bulunmaktır.
Dünyada iyilik, sıhhat, geçim, hayra muvaffak olmak gibi durumlardır.
Ahiretin iyiliği ise, sevap ve rahmete mazhariyet gibi durumlardır.
“Ve ateş (cehennem) azabından bizi koru.”
Af ve mağfiret ile bizi cehennem ateşi azabından koru.
Hz. Ali şöyle der: “Dünyada iyilik saliha bir kadın, ahirette hasene ise hurilerdir. Ateş (cehennem) azabı ise, kötü kadındır.”
Hasan-ı Basri ise şöyle der: “Dünyadaki iyilik ilim ve ibadet, ahiretteki iyilik ise cennettir. “Bizi ateş azabından koru” kısmı ise, ateşi netice verecek şehevat (istekler) ve günahlardan bizi koru” anlamına gelir.
Gerek Hz. Ali’nin, gerekse Hasan-ı Basrinin sözleri, bazı misallerle ayetin manasını anlatmaktır.
202- أُولَئِكَ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّمَّا كَسَبُواْ “İşte bunlar için, kazandıklarından bir nasib vardır.”
“İşte bunlar” ifadesi ikinci fırkaya işarettir. Ama her ikisine işaret olarak da düşünülebilir.
Yani, kesbettikleri şey cinsinden her birinin nasibi olacaktır.
Veya dua ettikleri şeylerden takdir ettiğimizi onlara veririz. Bu yoruma göre dua, kesb olarak isimlendirildi. Çünkü, dua da insanın amellerindendir.
وَاللّهُ سَرِيعُ الْحِسَابِ “Allah, hesabı çok çabuk görendir.”
Kulları ne kadar çok, amelleri ne kadar fazla da olsa bir anda Allah onları hesaba çeker.
“Veya kıyameti her an getirebilir ve insanları hesaba çekebilir. Öyleyse taate ve iyi şeyler kazanmaya koşuşun.”
203-وَاذْكُرُواْ اللّهَ فِي أَيَّامٍ مَّعْدُودَاتٍ “Sayılı günlerde Allah’ı zikredin.”
Teşrık tekbirleri günlerinde namazların peşinde ve kurbanları keserken, şeytan taşlarken ve benzeri hallerde Allah’a tekbir getirin.[2>
فَمَن تَعَجَّلَ فِي يَوْمَيْنِ فَلاَ إِثْمَ عَلَيْهِ “Kim iki gün içinde acele edip (Mina’dan Mekke’ye) dönerse, ona bir günah yoktur.”
Şafiî mezhebine göre teşrık günlerinin ikincisinde şeytan taşlamadan sonra, Hanefi mezhebine göre ise güneş doğmadan yola çıkarsa, ona bir günah yoktur.
وَمَن تَأَخَّرَ فَلا إِثْمَ عَلَيْهِ “Kim de geri kalırsa, ona da bir günah yoktur.”
Üçüncü gün zevalden sonra şeytan taşlayıp yola çıksa, bu gecikmeden dolayı bir günah yoktur. İmam-ı Azama göre şeytan taşlamayı zevâle takdimi caiz olur. Ayet, ta’cil ve tehirde günah olmadığını, ikisi arasında muhayyerlik bulunduğunu ifade eder, aynı zamanda cahiliye ahalisine de bir reddir. Çünkü onların bir kısmı önce yapmayı, bir kısmı da sonra yapmayı günah sayıyordu.
لِمَنِ اتَّقَى “Bu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlar içindir.”
Belirtilen bu muhayyerlik veya genel anlamda bu hükümler müttaki olan kimse içindir. Çünkü gerçek anlamda haccı yapan ve bundan istifade edenler, müttakî olanlardır.
وَاتَّقُواْ اللّهَ “Allah’tan korkun.”
Bütün işlerinizde Allahtan sakının ki, size kıymet versin.
وَاعْلَمُوا أَنَّكُمْ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ “Ve bilin ki, siz ancak O’nun huzuruna varıp toplanacaksınız.”
Yeniden hayat verildikten sonra, amellerinizin karşılığını görmek üzere O’na götürüleceksiniz.
[1> Telbiye, “lebbeyk, Allahümme lebbeyk…” demektir. Tehlil ise, “La ilahe illallah” zikrinin adıdır.
[2> "Sayılı günler”, teşrık günleridir. Teşrık günleri ise, Zilhicce ayının, 9- 13. günleri, yani Arefe ve Kurban Bayramı günleridir.