83- وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَ بَنِي إِسْرَائِيلَ “Hani, biz İsrailoğulları’ndan şöyle söz almıştık:”
لاَ تَعْبُدُونَ إِلاَّ اللّهَ “Allah’tan başkasına ibadet etmezsiniz.”
Ayette “Ne kâtip zarar görür, ne de şahit (Kâtip de, şahit de bir zarar görmesin.)” (Bakara, 282) ayetinde olduğu gibi nehiy manasında ihbar vardır. Yani, “Allahtan başkasına ibadet etmeyin!” Bu şekilde yasaklamak, açık yasaklamaktan çok daha etkili ve beliğdir. Çünkü bu üslûbta, sanki yasaklanan şey artık işlenmemekte ve sona ermiş bulunmaktadır.
وَبِالْوَالِدَيْنِ إِحْسَاناً وَذِي الْقُرْبَى وَالْيَتَامَى وَالْمَسَاكِينِ “Anne- babaya, yakınlara, yetimlere, miskinlere iyilik edersiniz.”
Mesakî, miskîn kelimesinin çoğuludur. Bu ise “sükûn” kökünden gelir. Sanki fakirlik onu yerinden kıpırdayamaz hâle getirmiştir.
وَقُولُواْ لِلنَّاسِ حُسْناً “İnsanlara güzel sözler söyleyin.”
وَأَقِيمُواْ الصَّلاَةَ “Namazı dosdoğru kılın.”
وَآتُواْ الزَّكَاةَ “Zekâtı verin.”
ثُمَّ تَوَلَّيْتُمْ إِلاَّ قَلِيلاً مِّنكُمْ وَأَنتُم مِّعْرِضُونَ “Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.”
Ayetteki hitap Hz. Peygamber devrindeki Yahudileredir. Onlardan öncekiler de bu hitaba dâhil olabilirler.
“Sonra pek azınız hariç...”
Bu az grup, neshedilmezden (yürürlükten kaldırılmazdan) önce Yahudiliğin şartlarını yerine getirenler ve bir de onlardan İslâma girenlerdir.
Yüz çevirmelerinin ayette ism-i fail sığasıyla nazara verilmesi, “Siz, vefadan ve taatten yüz çevirmeyi âdet haline getirmiş bir kavimsiniz” manasına işaret eder.
84 -وَإِذْ أَخَذْنَا مِيثَاقَكُمْ “Hani, sizden şöyle söz almıştık:”
لاَ تَسْفِكُونَ دِمَاءكُمْ “Birbirinizin kanını dökmezsiniz.”
وَلاَ تُخْرِجُونَ أَنفُسَكُم مِّن دِيَارِكُمْ “Birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmazsınız.”
Burada “şöyle şöyle yapmayınız” manası beliğ bir şekilde ifade edilmektedir. Bundan murat birbirlerini öldürmemeleri ve vatandan sürüp çıkarmamalarıdır.
Bununla beraber şu manaya da dikkat çekilmiştir:
“Birbirinizin kanını akıtmayı ve birbirinizi vatanınızdan çıkarmayı mubah kılan şeyleri yapmayınız”
Ayrıca, tasavvufi yönden şöyle de anlaşılabilir:
“Sizi küçük düşürecek ve ebedi hayatınıza zarar verecek şeyleri yapmayın. Çünkü gerçek katl, işte böyle bir durumdur. Keza, asıl vatan olan cennetten sizi alıkoyacak hallerden uzak kalın. Çünkü hakiki sürgün, cennetten uzak kalmaktır.”
ثُمَّ أَقْرَرْتُمْ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ “Sonra görerek, bunu böylece kabul etmiştiniz.”
85- ثُمَّ أَنتُمْ هَؤُلاء تَقْتُلُونَ أَنفُسَكُمْ “Sonra siz o kimselersiniz ki, birbirinizi öldürüyorsunuz.”
وَتُخْرِجُونَ فَرِيقاً مِّنكُم مِّن دِيَارِهِمْ “Sizden olan bir grubu diyarlarından çıkarıyorsunuz.”
Onlar bu konularda söz vermiş, bunu ikrar etmiş ve şehadette bulunmuşlardı.
Böyle iken bunu bozmaları bu şekilde yadırganmıştır.
تَظَاهَرُونَ عَلَيْهِم بِالإِثْمِ وَالْعُدْوَانِ “Onlar aleyhinde kötülük ve düşmanlık yapmada birbirinize arka çıkıyorsunuz.”
وَإِن يَأتُوكُمْ أُسَارَى تُفَادُوهُمْ وَهُوَ مُحَرَّمٌ عَلَيْكُمْ إِخْرَاجُهُمْ “Yurtlarından çıkarılmaları size haram kılınmış iken, size esir olarak gelirlerse fidyeleşmeye kalkıyorsunuz.”
Rivayete göre Yahudilerin Benî Kurayza kabilesi Medinedeki Evs kabilesiyle, Benî Nadîr de Hazrec’le dostluk anlaşması yapmıştı. Savaş olduğunda, öldürmek diğer tarafın diyarını harap etmek ve onları sürgüne göndermek hususunda anlaşmış oldukları kabileye yardım ediyorlardı. İki fırkadan esir olanlar olduğunda, toplanıp fidye ile kurtarmaya çalışıyorlardı.
Tasavvufî yönden, ayetten şöyle işarî bir mana nazara verilir:
“Onlar şeytanların elinde esir olduğunda, irşad ve vaazla onları kurtarmaya çalışıyorsunuz. Hâlbuki sizler kendinizi daha irşat edememişsiniz!” Bu, “İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz!” (Bakara, 44) ayetinde olduğu gibi, irşad edenlerin önce bunları kendilerinin uygulaması gerektiğini anlatır.
أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ “Yoksa siz Kitab’ın (Tevrat’ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?”
Fidye ile kurtarmak gibi kitabın bazı hükümlerine inanıyor, birbirinizle savaşmak ve birbirinizi yurdundan etmek gibi hükümleri inkâr mı ediyorsunuz?
فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا “Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir.”
Benî Kurayzanın bir kısmının öldürülmesi ve diğerlerinin de esir edilmesi, Benî Nadirin sürgüne gönderilmesi, diğerlerinin de cizyeye mahkum olmaları ayetin manasının bazı tezahürleridir.
وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ “Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar.”
İsyanları şiddetli olduğu için cezaları da şiddetli olacaktır.
وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ “Allah, yaptıklarınızdan asla gafil değildir.”
Ayetin bu kısmı, onlara yönelik ilâhî tehdidi te’kid eder. Yani Allahu Teâlâ daima onların hâlini tarassut eder, onların yaptıklarından gafil kalmaz.
86- أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُاْ الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالآَخِرَةِ “İşte onlar, ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir.”
Yani, onlar dünya hayatını ahirete tercih ettiler.
فَلاَ يُخَفَّفُ عَنْهُمُ الْعَذَابُ “Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez.”
Ne dünyadaki cizye ödemeleri azaltılır, ne de ahiretteki azapları hafifletilir.
وَلاَ هُمْ يُنصَرُونَ “Ve onlara yardım da edilmez.”