116- إِنَّ اللّهَ لاَ يَغْفِرُ أَن يُشْرَكَ بِهِ “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz.”
وَيَغْفِرُ مَا دُونَ ذَلِكَ لِمَن يَشَاء “Bunun altındakileri ise, dilediği kimse için bağışlar.”
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre yaşlı biri Rasulullaha geldi ve şöyle dedi:
“Ben günahlara düşkün bir ihtiyarım. Ancak ben O’nu tanıdığımdan ve iman ettiğimden bu yana hiçbir şeyi Allaha şirk koşmadım. Ondan başka bir veli edinmedim. Günahlara cesurca dalmadım. Bir an bile, kaçmakla Allahtan kurtulabileceğimi tevehhüm etmedim. Ben gerçekten günahlarımdan dolayı pişmanım ve tevbe ediyorum. Allah katında benim halimi nasıl görüyorsun?”
Onun bu suali üzerine, üstteki ayet nazil oldu.
وَمَن يُشْرِكْ بِاللّهِ فَقَدْ ضَلَّ ضَلاَلاً بَعِيدًا “Allah’a ortak koşan, muhakkak ki uzak bir dalalete düşmüştür.”
Çünkü şirk, dalalet çeşitlerinin en büyüğü ve doğruluktan en uzak olanıdır. Daha önce bu sûrede, “Her kim Allah’a şirk koşarsa, gerçekten pek büyük bir günah ile iftira etmiş olur.” denilmişti (Nisa, 48). İlgili ayette iftiradan söz edilmesi, ehl-i kitap kıssasıyla bitişik olmasından dolayıdır. Onların şirkinin kaynağı ise, yüce Allaha evlat nisbet etmek şeklinde bir iftiradır.
117- إِن يَدْعُونَ مِن دُونِهِ إِلاَّ إِنَاثًا “Onlar, Onu (Allah’ı) bırakıp, yalnız dişilere taparlar.”
Yani onlar Lat-Uzza, Menat gibi dişi isimleriyle isim verdikleri putlara taparlar. Her kabilenin taptığı bir put vardı ve bu puta “falan oğullarının dişisi” denirdi. Bu ise,
-Ya put isimlerinin dişi olmasından,
Nisa Sûresi - 67. Ders b 561
-Ya da bu putların cansız şeyler olmasındandır. Camid şeyler de müennes sayılır.
Belki de Allahu Teâlâ onların son derece cahil ve ahmak olmalarına delil olması için bu putları münfail olup fiil yapamamaları cihetiyle “dişiler” olarak niteledi. Hâlbuki mabudun münfail değil, fail olması gerekir.
Ayrıca şu cihete de dikkat çekilmiştir: Müşrikler “melekler Allahın kızlarıdır” diyorlardı. Ayette “onlar dişilere taparlar” denilmesinden murat dişi kabul ettikleri meleklere tapmaları olabilir.
وَإِن يَدْعُونَ إِلاَّ شَيْطَانًا مَّرِيدًا “Ve onlar ancak inatçı şeytana tapmış olurlar.”
Çünkü, onlara bu tarz ibadeti emreden ve onları kışkırtan şeytandır. Sanki şeytana itaat etmek, ona ibadet etmek gibidir.
Allahu Teâlâ önce şirkin son derece büyük bir dalalet olduğunu ortaya koydu. Çünkü onların Allaha şerik koştukları şeyler münfail varlıklardır, kendilerinin iradî bir fiilleri yoktur. Bu ise ulûhiyete son derece zıddır. Çünkü ilahın münfail değil, fail olması gerekir.
Allahu Teâlâ bundan sonra, şöyle istidlalde bulundu:
Şeytana ibadet, dalaletin en çirkin şeklidir. Çünkü şeytan,
1-Meriddir, Tümüyle dalalete yönelmiştir, hayır ve hidayetle hiçbir alakası yoktur. Böyle olunca ona itaat, doğru yoldan tamamen çıkmak anlamına gelir.
2-Mel’undur. Yoldan çıkması sebebiyle lanetlenmiştir. Böyle olunca, ona uymak dalalet ve lanetten başka bir şeyi celbetmez.
3-Düşmandır. Şeytan, insanlara apaçık bir düşmandır, hep onların helaki için çalışır. Böyle olan bir varlığa değil ibadet etmek, dostluk göstermek bile bütünüyle yoldan çıkmaktır.
118- لَّعَنَهُ اللّهُ “Allah ona lanet etti.”
وَقَالَ لَأَتَّخِذَنَّ مِنْ عِبَادِكَ نَصِيبًا مَّفْرُوضًا “O da dedi: Elbette senin kullarından belirli bir pay alacağım.”
119- وَلأُضِلَّنَّهُمْ “Onları mutlaka saptıracağım.”
Onları hak yoldan saptıracağım.
وَلأُمَنِّيَنَّهُمْ “Onları boş kuruntulara sokacağım.”
“Öldükten sonra dirilmek yok, ceza yok, keyfinize bakın” gibi boş hülyalarla onları avutacağım.
وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُبَتِّكُنَّ آذَانَ الأَنْعَامِ “Ve onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar.”
Böylece, Allahın helal kıldığını haram kılacaklar.
Arablar, bahire ve saibe denilen hayvanlara böyle yapıyorlardı.[1>
وَلآمُرَنَّهُمْ فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ “Onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler.”
Bunda, helâl olan şeylerin haram kılınmasına, bilfiil veya bilkuvve kâmil olan şeylerin noksan yapılmasına bir işaret vardır.
Böylece onlar, Allahın mahlukatının yüz ve sûretini, veya sıfatlarını değiştirecekler. Bu cümleden olarak,
-Hâmi gözü çıkarmak,
-Köleleri iğdiş etmek,
-Döğme yaptırmak,
-Livata (eşcinsellik),
-Lezbiyenlik,
-Aya – güneşe tapmak,
-Allahın insanları yaratmış olduğu İslam üzere yaratılışı değiştirmek,
-Azaları, şehvet – gadap gibi kuvveleri nefse bir kemâl kazandırmayan ve Allaha bir yakınlığa vesile olmayan yerlerde kullanmak gibi durumlar sayılabilir.
Ayetin lafzının genel oluşu, mutlak manada iğdiş etmeyi yasaklamak ile beraber, fukaha ihtiyaca binaen hayvanların iğdiş edilmesini caiz gördüler.
Şeytan “şöyle şöyle yapacağım” diye ya bunları tek tek söylemiştir veya söylememiş de olsa zaten fiilen yapmaktadır.
وَمَن يَتَّخِذِ الشَّيْطَانَ وَلِيًّا مِّن دُونِ اللّهِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَانًا مُّبِينًا “Kim Allah’ı bırakıp da şeytanı dost edinirse, şüphesiz o, apaçık bir hüsrana uğramış olur.”
Çünkü, sermayeyi kaybetmiş, cenneti elde etmek varken, ona bedel cehennemi hak etmiştir.
120- يَعِدُهُمْ وَيُمَنِّيهِمْ “Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar.”
وَمَا يَعِدُهُمُ الشَّيْطَانُ إِلاَّ غُرُورًا “Oysa şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildir.”
Şeytan, onlara asla yerine getirmeyeceği vaatlerde bulunur, asla yapamayacakları boş kuruntularla onları avutur. Hâlbuki onun fayda gösterdiği şeyde zarar vardır.
Şeytanın bu vaadi, ya fasit vesveselerle veya dostlarının diliyle olur.
121- أُوْلَئِكَ مَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ “Bunların varacakları yer cehennemdir.”
وَلاَ يَجِدُونَ عَنْهَا مَحِيصًا “Ondan kurtulmak için çare bulamazlar.”
122- وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ “İman edip salih ameller yapanları ise, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız.”
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Orada ebedî olarak kalacaklardır.”
وَعْدَ اللّهِ حَقًّا “Bu, Allah’tan hak bir vaaddir.”
وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ قِيلاً “Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?”
Bu ifade, son derece beliğ – etkili bir te’kid cümlesidir. Ayetten maksad, şeytanî aldatıcı vaatler yerine, Allahın kendi seçkin kullarına yaptığı doğru vaadi nazara vermektir. Ayrıca, böyle bir neticeyi elde etmeleri için insanları bir teşviktir.
123- َّيْسَ بِأَمَانِيِّكُمْ وَلا أَمَانِيِّ أَهْلِ الْكِتَابِ “İş, ne sizin kuruntunuza, ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir.”
Yani, ey Müslümanlar! Allahın vaat etmiş olduğu sevaba ne sizin kuruntularınızla ulaşılır, ne de kitap ehlinin kuruntularıyla. Ancak iman ve salih amelle ulaşılır.
Denildi ki: İman, temenni ile olmaz. Kalpte karar kılarak ve amelin de kendisini desteklemesi ile iman gerçekleşir.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, Müslümanlar ve kitap ehli iftihar yarışına girdi. Ehl-i ki564
b Beydâvî Tefsiri
tap “bizim peygamberimiz sizin peygamberinizden önce, kitabımız da sizin kitabınızdan önce, biz Allaha sizden daha yakınız” dediler. Müslümanlar da “Hayır, biz sizden daha evlayız. Peygamberimiz son peygamber, kitabımız ise, önceki kitapların geçerliliğine son veriyor” deyince ayet nazil oldu.
Denildi ki: Ayetin hitabı müşrikleri de içine alır. Bundan önce onlardan bahsedilmesi buna delalet eder. Yani, müşriklerin “cennet yok, cehennem yok” gibi boş hülyalarına bakılmaz. İş, onların kuruntularına göre değildir.
Ehl-i kitabın boş hülyaları ise,
“Cennete ancak biz gireriz”
“Ateş bizi sayılı günler yakar” gibi ifadeleridir.
Ardından Cenab-ı Hak şunu nazara verdi:
مَن يَعْمَلْ سُوءًا يُجْزَ بِهِ “Kim kötü bir amel işlerse, onunla cezalandırılır.”
Yani, her kim bir kötülük işlerse, eninde sonunda bunun cezasını görecektir. Rivayete göre, ayet nazil olduğunda Hz. Ebubekir şöyle dedi: “Ya Rasulallah, bu durumda kim kurtulabilir ki?”
Hz. Peygamber şöyle cevap verdi: “Sen üzülmez, hastalanmaz, musibete maruz kalmaz mısın?”
Hz. Ebubekir, “evet ya Rasulallah, bunlar başıma gelir” deyince Hz. Peygamber “işte, ayetin bildirdiği ceza budur” buyurdu.
وَلاَ يَجِدْ لَهُ مِن دُونِ اللّهِ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا “O, kendisine Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilir.”
124- وَمَن يَعْمَلْ مِنَ الصَّالِحَاتَ مِن ذَكَرٍ أَوْ أُنثَى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَأُوْلَئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ “Erkek veya kadın her kim mü’min olarak salih amellerden işlerse, işte onlar cennete girerler.”
“Salih amellerden” ifadesi, “salih şeylerin bir kısmını veya onlardan birini yapsa” manasına gelir. Çünkü herkes bütün iyilikleri yapamaz ve bununla mükellef de değildir.
Ayette “mü’min olarak” denilmesi şunu gösterir: Yapılan salih işlerden sevap almanın şartı, mü’min olmaktır. İmanı olmayan biri, sevaba nail olamaz.
وَلاَ يُظْلَمُونَ نَقِيرًا “Ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.”
Sevaplarından bir noksanlık söz konusu olmaz. İtaat edenin sevabı azaltılmayacağına göre, isyan edene de fazla ceza verilmeyeceği anlaşılır. Çünkü amellere karşılık veren Allah, merhamet edenlerin en merhametlisidir.
125- وَمَنْ أَحْسَنُ دِينًا مِّمَّنْ أَسْلَمَ وَجْهَهُ لله وَهُوَ مُحْسِنٌ واتَّبَعَ مِلَّةَ إِبْرَاهِيمَ حَنِيفًا “Din bakımından, muhsin olarak yüzünü Allah’a teslim eden ve hanif olarak İbrahim’in dinine tâbi olan kimseden daha güzel kim olabilir?”
Yüzünü Allah teslim etmek, sırf Allah için hâlisane amel yapmak, kendisine O’ndan başka bir Rab tanımamaktır. Bundan muradın secdede yüzünü Allah için yere koymak olduğu da söylenmiştir.
Üslûbun soru şeklinde gelmesinde, bu hâlin beşerî kuvvetin ulaşabileceği nihai durum olduğuna bir tenbih vardır.
Medhedilen bu muhsin kimse,
-İyilikleri yapan ve kötülükleri ise terk eden bir kimsedir.
-Ayrıca bu kimse, diğer dinlerden yüzünü çevirip İslâm dinine muvafık olarak İbrahim dinine tâbi olan bir kimsedir.
وَاتَّخَذَ اللّهُ إِبْرَاهِيمَ خَلِيلاً “Allah, İbrahim’i halîl (dost) edindi.”
Allahu Teâlânın Hz. İbrahimi “Halil” edinmesi, O’nu seçmesi, özel ikramlarını O’na tahsis etmesidir. Bu, dostun dostu yanında özel konumuna benzer.
Ayetin evvelinde Hz. İbrahimin ismi geçmekle beraber, “Allah O’nu Halil edindi.” denilmeyip “Allah İbrahimi Halil edindi” denilmesi, O’nun şanının büyüklüğünü gösterir, medhe layık olduğunu ortaya koyar.
“Halil” kelimesi sevgiyle alakalıdır. Dostlukta sevginin yerleşmesi vardır. Ayrıca şu manalara da dikkat çekilmiştir:
-Dost, dostun eksiğini kapatır.
-Dost, dostuyla aynı yolda olur.
-Dost, dostuyla benzer hasletler taşır.
Bu cümle, ara cümle olarak getirilmiştir. Bu cümlede hem O’nun milletine (dinine) uymaya teşvik, hem de O’nun hüsün ve kemâlini bildirmek vardır.
126- وَللّهِ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ “Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır.”
Göklerde ve yerde yaratma ve hükmetme Allahındır. Dilediği kimseyi ve dilediği şeyi seçer.
Üstteki ayetlerde salih amellere teşvik yapılmıştı. Bu ayet de, gök ve yer ehline Allaha itaatin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Aynı zamanda, Allahın bu amellerin karşılığını vermeye kudretinin yettiğini bildirmektedir.
وَكَانَ اللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُّحِيطًا “Allah, her şeyi kuşatıcıdır.”
O’nun ilmi ve kudreti her şeyi kuşatmıştır. Dolayısıyla, kimin ne yaptığını bilir, hayır ve şer ne işlemişse ona göre karşılığını verir.
[1> Bahire, saibe için bkz. Maide 103. ayet ve açıklaması.
allah razı olsun