67. DERS (Nisa Suresi, 144 - 152) Kâfirleri Dost Edinmek

 

144- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْكَافِرِينَ أَوْلِيَاء مِن دُونِ الْمُؤْمِنِينَ “Ey iman edenler! Mü’minleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin.”

Çünkü böyle bir tavır, münafıkların işidir ve onların âdetidir. Öyleyse onlara benzemeyin.

أَتُرِيدُونَ أَن تَجْعَلُواْ لِلّهِ عَلَيْكُمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا “Kendi aleyhinizde Allah’a apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?”

Çünkü onlara dostluk, münafıklığa bir delildir.

 

145- إِنَّ الْمُنَافِقِينَ فِي الدَّرْكِ الأَسْفَلِ مِنَ النَّارِ “Şüphesiz ki münafıklar, cehennem ateşinin en aşağı tabakasındadırlar.”

وَلَن تَجِدَ لَهُمْ نَصِيرًا “Onlara asla bir yardımcı bulamazsın.”

Münafıklar, cehennemin dibinde en aşağı tabakada yer alırlar. Çünkü onlar kâfirlerin en aşağı olanlarıdır. Küfre ilâve olarak İslâm diniyle alay etmek, Müslümanları aldatmak gibi cürümleri vardır.

Hz. Peygamber şöyle buyurur:

“Kimde şu üç özellik varsa, namaz kılsa, oruç tutsa ve Müslüman olduğunu iddia etse bile, o münafıktır:

-Konuştuğunda yalan söyler.

-Va’dini yerine getirmez.

-Emanete hıyanet eder.”

Hz. Peygamberin bu hadisini teşbih ve tağliz olarak yorumlamak daha uygun olur. Yani, her kimde bu üç özellik olsa, münafıklara benzemiş olur. Hz. Peygamber bu kötü hâlden sakındırmak için, sert bir üslûb kullanmayı tercih etmiştir.

Cehennemin yedi tabakasından “dereke” olarak bahsedilmesi, bunların üst üste olmaları sebebiyledir.

 

146- إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَاعْتَصَمُواْ بِاللّهِ وَأَخْلَصُواْ دِينَهُمْ لِلّهِ Ancak tevbe edenler, durumlarını düzeltenler, Allah’a sarılanlar ve dinlerini Allah’a has kılanlar müstesnadır.”

فَأُوْلَئِكَ مَعَ الْمُؤْمِنِينَ “İşte bunlar mü’minlerle beraberdir.”

Yani, nifaktan dönen ve münafık iken kendilerinde görülen bozuk halleri düzelten, Allaha güvenip O’nun dinine yapışan, itaat ile sadece Allahın rızasını gözeten kimseler dünya ve ahirette mü’minlerle beraberdir.

وَسَوْفَ يُؤْتِ اللّهُ الْمُؤْمِنِينَ أَجْرًا عَظِيمًا “Allah, mü’minlere büyük bir mükafat verecektir.”

 

147- مَّا يَفْعَلُ اللّهُ بِعَذَابِكُمْ إِن شَكَرْتُمْ وَآمَنتُمْ “Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki?”

Allahu Teâlâ, fayda ve zarar görmekten yücedir ve kimseye de gayzı yoktur. Ancak küfürde ısrar edeni cezalandırır. Çünkü kişinin küfürde ısrarı, bir hastalığa yol açan kötü bir mizaç gibidir. Kişi iman ve şükürle bunu ortadan kaldırsa, ilâhî cezadan kendini kurtarmış olur.

Ayette şükür imandan önce zikredildi. Çünkü âleme nazar eden kimse, önce nimetleri fark eder, müphem bir şekilde şükreder. Sonra dikkatle bakar, Mün’imi tanır ve ona iman eder.

وَكَانَ اللّهُ شَاكِرًا عَلِيمًا “Allah, Şakir’dir – Alîm’dir.”

Allah Şakirdir, yani az bir amel de yapılsa onu kabul eder, büyük mükafat verir. Allah Alimdir, şükür ve imanınızın hakkını bilir.

 

148- لاَّ يُحِبُّ اللّهُ الْجَهْرَ بِالسُّوَءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَن ظُلِمَ “Allah, zulme uğrayanın dile getirmesi dışında, çirkin sözün açıktan söylenmesini sevmez.”

Zulme maruz kalan kişi, zalime beddua edebilir.

Sebeb-i Nüzûl

Rivayet edilir ki, adamın biri bir kavme misafir oldu, ama kendisine ikramda bulunmadılar. O da onlardan serzenişte bulununca, bu tavrından dolayı ayıplandı. Bu münasebetle, üstteki ayet nazil oldu.

وَكَانَ اللّهُ سَمِيعًا عَلِيمًا “Şüphesiz Allah, Semi’ – Alîm’dir (hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir).”

Allah mazlumun kelâmını işitir, zâlimin ne yaptığını bilir.

 

149- إِن تُبْدُواْ خَيْرًا أَوْ تُخْفُوهُ أَوْ تَعْفُواْ عَن سُوَءٍ فَإِنَّ اللّهَ كَانَ عَفُوًّا قَدِيرًا “Onu eğer bir hayır olarak açıklar veya gizlerseniz yahut bir kötülüğü affederseniz (bilin ki), Allah da çok affedicidir, her şeye gücü yetendir.”

Eğer, şikayete hakkınız olan bir meselede taat ve hayır olarak güzelce söyler veya onu gizlerseniz veya onu affederseniz, -ki en ideal olanı affetmektir-, zaten Allah da cezalandırmaya kâdir olduğu halde affetmeyi tercih eder. Kendisine isyan edenlerden intikam almaya tam bir kudreti varken çokça affeder. Sizin de böyle yapmanız daha uygun olur.

Ayet, mazluma beddua ruhsatı verilmişken, yüce ahlâka sevk ile affetmeye teşvik etmektedir.

 

150- إِنَّ الَّذِينَ يَكْفُرُونَ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ “Şüphesiz Allah’ı ve Onun peygamberlerini inkâr edenler.”

وَيُرِيدُونَ أَن يُفَرِّقُواْ بَيْنَ اللّهِ وَرُسُلِهِ “Ve Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isteyenler.”

وَيقُولُونَ نُؤْمِنُ بِبَعْضٍ وَنَكْفُرُ بِبَعْضٍ “Kimine inanırız, kimini inkâr ederiz” diyenler.”

وَيُرِيدُونَ أَن يَتَّخِذُواْ بَيْنَ ذَلِكَ سَبِيلاً “Ve böylece bunlar arasında (imanla küfrün arasında) bir yol tutmak isteyenler var ya…”

“Allaha inandım” deyip bazı peygamberlerini kabul etmemek, imanla küfür ortası bir yol arayışıdır. Hâlbuki bu işin ortası yoktur. Çünkü hak, farklılık arzetmez. Allaha iman, ancak peygamberlerine iman ve onların Allahtan tebliğ ettikleri meseleleri tafsilen veya icmalen tasdikle tamam olur. Bu durumda, bunların bir kısmını inkâr eden, tamamını inkâr etmiş gibidir. Yüce Allah şöyle bildirir:

“Artık haktan sonra dalaletten başka ne vardır?” (Yunus, 32)

 

151- أُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ حَقًّا “İşte onlar gerçekten kâfirlerin ta kendileridir.”

Onlar, küfürde kemâle ermiş kimselerdir. Bazılarına inanmalarının bir kıymeti yoktur.

وَأَعْتَدْنَا لِلْكَافِرِينَ عَذَابًا مُّهِينًا “Biz de kâfirlere zillet verici bir azap hazırladık.”

 

152- وَالَّذِينَ آمَنُواْ بِاللّهِ وَرُسُلِهِ وَلَمْ يُفَرِّقُواْ بَيْنَ أَحَدٍ مِّنْهُمْ أُوْلَئِكَ سَوْفَ يُؤْتِيهِمْ أُجُورَهُمْ “Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince, işte Allah onlara daha sonra mükâfatlarını verecektir.”

وَكَانَ اللّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا “Allah, Ğafur’dur – Rahîm’dir (çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir).”

Önceki ayette medar-ı bahs olan kâfirler Allah ve elçileri arasında tefrikte bulunuyorlardı. Buna mukabil bu ayette nazara verilen mü’minler ise, böyle bir ayrım yapmazlar.

Ayette bunlara va’ad edilen mükâfatın “sevfe” yani “sonra” ile getirilmesi, va’di te’kid içindir, bu mükâfatın verilmesi biraz zaman alsa da mutlaka olacağına delalet etmektedir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
4. Nisa
Gönderi tarihi: 13-01-2012
3,248 kez okundu
Block title
Block content