80- مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ “Kim peygambere itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur.”
Çünkü Peygamber gerçekte bir mübelliğdir, emri veren ise Allahtır.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber şöyle der:
“Beni seven Allahı sevmiş olur, bana itaat eden Allaha itaat etmiş sayılır.”
Bunu duyan münafıklar “Kendisi şirki yasaklarken şirke vardı. Hristiyanların Hz. İsayı bir Rab edindikleri gibi, O’nu Rab edinmemizi istiyor” deyince üstteki ayet nazil oldu.
وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا “Kim de yüz çevirirse, biz seni onlara bekçi olarak göndermedik.”
81- وَيَقُولُونَ طَاعَةٌ “Sana “baş üstüne” derler.”
Yani, “bizim işimiz itaattir” derler.
فَإِذَا بَرَزُواْ مِنْ عِندِكَ بَيَّتَ طَآئِفَةٌ مِّنْهُمْ غَيْرَ الَّذِي تَقُولُ “Fakat senin yanından çıktıklarında, içlerinden bir grup, geceleyin (gündüz) söylediklerinin aksini kurarlar.”
Onların bir kısmı, Senin onlara dediğini veya kendilerinin sana demiş oldukları kabul ve itaat sözlerini gece vakti değiştirir. Çünkü böyle işler genelde gece vakti tasarlanır.
وَاللّهُ يَكْتُبُ مَا يُبَيِّتُونَ “Allah, onların geceleyin kurduklarını yazar.”
Allah onların gece tasarladıklarını, onları cezalandırmak için amel defterlerinde yazar.
Veya Seni onların sırlarına muttali kılmak için, vahiy yoluyla onların gece neler tasarladıklarını sana haber verir.
فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ “Artık onlardan yüz çevir.”
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللّهِ “Ve Allah’a tevekkül et.”
وَكَفَى بِاللّهِ وَكِيلاً “Vekil olarak Allah yeter.”
Onlara aldırma ve bütün işlerinde, özellikle böyle dessasane tavırlarında Allaha tevekkül et. Allah onların zararlarına karşı sana yeter ve senin hesabına onlardan intikam alır.
82- أَفَلاَ يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ “Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı?”
Yani, onlar Kur’anın manalarını düşünmüyorlar mı, onda olanları görmeye çalışmıyorlar mı?
Ayetteki tedebbür kelimesinin aslı, bir şeyin arkasına nazar etmektir.
وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ اللّهِ لَوَجَدُواْ فِيهِ اخْتِلاَفًا كَثِيرًا “Şayet o, Allah’tan başkası tarafından olsaydı, mutlaka onda pek çok çelişki bulurlardı.”
Kâfirlerin iddia ettiği gibi o bir insan sözü olsaydı, elbette onda,
-Mananın birbirini nakzetmesi,
-Nazmın birbirinden farklı olması,
-Bazısının fasih, bazısının rekaketli olması,
-Bazısına muaraza kolay, bazısına zor olması,
-Gelecekle ilgili haberlerinin bir kısmı gerçek, bir kısmı gerçek dışı olması,
-Bazı hükümlerinin akla uygun, bazılarının akla aykırı olması gibi çelişkili durumlar bulacaklardı. Çünkü, tecrübeyle sabit olduğu gibi, insanın eserlerinde mutlaka noksan bulunur.
Ayetin burada zikri, bahsi geçen hükümlerdeki farklılığın hükümde tenakuz olmadığına, duruma göre hüküm ve maslahatların değişebileceğine bir uyarı gibidir.
83- وَإِذَا جَاءهُمْ أَمْرٌ مِّنَ الأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُواْ بِهِ “Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde onu hemen yaydılar.”
Sebeb-i Nüzûl
Bazı zayıf mü’minler, Rasulullahın etrafa gönderdiği seriyyeler (keşif birlikleri) ile ilgili haberleri duyduklarında veya Hz. Peygamber onlara zaNisa
Sûresi - 63. Ders b 537
ferle ilgili ya da kâfirleri korkutmakla alakalı bazı durumları vahiy yoluyla haber verdiğinde sır tutamıyor, bunları ifşa ediyorlardı. Bu ise, Müslümanların aleyhine oluyordu.
وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُوْلِي الأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنبِطُونَهُ مِنْهُمْ “Hâlbuki onu peygambere ve aralarında ulu’l- emr olanlara (yetkili kimselere) götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı.”
Hâlbuki böyle nazik meseleleri ulu orta konuşmayıp Hz. Peygambere veya ulu’l-emr durumunda olan büyük sahabilere, idarecilere sorsalar, elbette onlar engin tecrübeleri ve derin nazarları ile, o meselelerin ne şekilde söyleneceğini ortaya koyarlardı.
Denildi ki: Bazı ehl-i iman münafıkların yalan yanlış sözlerini duyuyor ve bunları etrafa yayıyorlardı. Bu da Müslümanların aleyhine vebal olarak dönüyordu. Hâlbuki peygambere ve rey sahibi seçkin insanlara gidip sorsalar, onlar böyle haberlerin yayılıp yayılmayacağını değerlendirirlerdi.
Ayette geçen “istinbat” kelimesi, kuyu kazıldığında oradan çıkan ilk suya verilen isimdir.
وَلَوْلاَ فَضْلُ اللّهِ عَلَيْكُمْ وَرَحْمَتُهُ لاَتَّبَعْتُمُ الشَّيْطَانَ إِلاَّ قَلِيلاً “Allah’ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız.”
Allahın irsal-i rusül ve inzal-i kütüb, yani peygamberler göndermek ve kitaplar indirmek şeklinde tecelli eden size karşı fazl ve rahmeti olmasaydı, çok azınız dışında diğerleri şeytana tâbi olur, küfür ve dalalete düşerdiniz.
Allah, Varaka Bin Nevfel gibi bazı zâtlara üstün bir akıl vermiş ve onlar bu sayede doğru yolu bulup şeytana uymaktan kurtulmuşlardır.
Ayetteki istisna şu anlamda da olabilir:
“Şayet Allahın size lütuf ve rahmeti olmasaydı, nadir durumlar dışında genelde şeytana uyardınız.”
84- فَقَاتِلْ فِي سَبِيلِ اللّهِ “Artık Allah yolunda savaş!”
لاَ تُكَلَّفُ إِلاَّ نَفْسَكَ “Sen ancak kendinden sorumlusun.”
Eğer onlar ağırdan alır, cihaddan geri kalıp seni yalnız bırakırlarsa onların bu hâline aldırma. Sen ancak kendi fiilinden sorumlusun. Onların
538 b Beydâvî Tefsiri
muhalefeti ve oturup kalmaları sana zarar vermez ve vermemeli. Kimse sana yardım etmese bile sen cihad görevini eda et! Senin yardımcın Allahtır, askerler değil.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre Hz. Peygamber “Küçük Bedir’de” insanları düşmana karşı çıkmaya çağırmış, onların bazısı bundan hoşlanmamıştı. Bunun üzerine üstteki ayet nazil oldu. Hz. Peygamber kimseye iltifat etmeden yanında ancak yetmiş kişi olduğu halde düşmana doğru çıktı.
وَحَرِّضِ الْمُؤْمِنِينَ “Mü’minleri de savaşa teşvik et.”
عَسَى اللّهُ أَن يَكُفَّ بَأْسَ الَّذِينَ كَفَرُواْ “Umulur ki, Allah kâfirlerin gücünü kırar.”
Bu konuda sana düşen vazife, ancak teşvik etmektir. Allah, Kureyşin kuvvetini etkisiz hâle getirecektir.
وَاللّهُ أَشَدُّ بَأْسًا وَأَشَدُّ تَنكِيلاً “Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir.”
Nitekim, bu olayda onların kalplerine korku salmak sûretiyle onları gerisin geriye döndürmüştür.
85- مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا “Kim güzel bir şefaatte bulunursa, ona o işin sevabından bir nasip vardır.”
Kişi, Allah rızası için,
-Bir Müslüman kardeşinin hakkını gözetmek,
-Veya ondan bir zararı def etmek,
-Veya ona bir menfaati celbetmek için aracı olabilir.
-Müslüman kardeşine dua etmek de buna dahildir. Hz. Peygamber şöyle buyurur:
“Kim Müslüman kardeşinin gıyabında ona dua ederse, duası makbul olur. Melek “senin için de bunun misli olsun” der.”
وَمَن يَشْفَعْ شَفَاعَةً سَيِّئَةً يَكُن لَّهُ كِفْلٌ مِّنْهَا “Kim de kötü bir şefaatte bulunursa, ona da o kötülükten bir pay vardır.”
Kötü şefaat, haram kılınan şeylere vesile olmaktır. Vesile olduğu şeyi kendi yapmış gibi vebal altında kalır.
وَكَانَ اللّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ مُّقِيتًا “Allah her şeyi gözetip karşılığını verir.”
86- وَإِذَا حُيِّيْتُم بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّواْ بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا “Size bir selâm verildiğinde, ondan daha güzeliyle veya aynıyla karşılık verin.”
إِنَّ اللّهَ كَانَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ حَسِيبًا “Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını tutandır.”
Sebeb-i Nüzûl
Cumhur-u ulema, ayetin selam hakkında olduğunu söyler. Ayet, verilen selamı almanın vücubuna delalet eder. Selâm, ya daha güzeliyle alınır. Yani selamı veren “Esselâmü aleykûm” demişse “ve aleykümüs selâmü ve rahmetullah” denilir.
“Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi” demişse “ve aleykümüs selamü ve rahmetullahi ve berakatühü” denilir. Veya verilen selamın misliyle cevap verilir.
Rivayet edildiğine göre bir adam Rasulullaha “Esselâmü aleyk” diyerek selâm verdi. Rasulullah “ve aleyke’s- selâm ve rahmetullah” diyerek selamı aldı. Bir başka adam “Esselâmü aleyke ve rahmetullahi” diye selâm verdi. Rasulullah “ve aleyke’s- selâmü ve rahmetullahi ve berakatüh” diyerek selâmı aldı. Bir başka adam ise “Esselâmü aleyke ve rahmetullahi ve berekatüh” diye selâm verdi. Rasululah “ve aleyke” diyerek selâmı alınca adam “ya Rasulullah, selamımı noksan aldınız” deyip üstteki ayeti okudu Rasulullah şöyle buyurdu: “Sen bana, ziyade söyleyecek bir şey bırakmadın, ben de misliyle selâmını aldım.”
Selâm, zararlı şeylerden selâmette kalmayı ve faydalı şeyleri elde etmeyi ifade eder.
Selâmı almanın vücubu, farz-ı kifaye şeklindedir. Yani, birisi bir topluluğa selâm verdiğinde herkesin tek tek selâmı alması farz değildir. İçlerinden bazılarının alması kifayet eder.
Hutbe dinlerken, Kur’an okunurken, hamamda iken, tuvalette ve benzeri hallerde selâm alınmaz.
Ayette geçen “tahiyye” kelimesi hayat kökünden olup “Allah sana hayat versin” anlamındaki “Hayyekellah” ifadesinin masdarıdır. Sonra dua için kullanıldı ve “tahiyye” denildiğinde selâm manası anlaşıldı.
87- اللّهُ لا إِلَهَ إِلاَّ هُوَ “Allah’tan başka bir ilâh yoktur.”
لَيَجْمَعَنَّكُمْ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ “O, mutlaka sizi kıyamet gününde bir araya toplayacaktır.”
لاَ رَيْبَ فِيهِ “Bunda asla şüphe yoktur.”
Kıyamet günü, insanların kabirlerinden kalkması veya hesap için Allahın huzurunda durmalarını ifade eder.
وَمَنْ أَصْدَقُ مِنَ اللّهِ حَدِيثًا “Allah’tan daha doğru sözlü kim olabilir?”
Bu tarz soru üslûbu, nehiy içindir. Buna “istifham-ı inkarî” denilir. Yani, Allahtan daha doğru sözlü biri asla olamaz. Çünkü O’nun haber verdiği şeye hiçbir şekilde yalan arız olamaz. Zira verdiği haberde yalan olması bir noksanlıktır, noksanlık ise Allah hakkında muhaldir.
88- فَمَا لَكُمْ فِي الْمُنَافِقِينَ فِئَتَيْنِ “O halde, siz niçin münafıklar hakkında iki gruba ayrılıyorsunuz?”
وَاللّهُ أَرْكَسَهُم بِمَا كَسَبُواْ “Hâlbuki Allah, onları kazandıkları günah yüzünden terslerine döndürdü.”
أَتُرِيدُونَ أَن تَهْدُواْ مَنْ أَضَلَّ اللّهُ “Allah’ın saptırdığını yola getirmek mi istiyorsunuz?”
وَمَن يُضْلِلِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ سَبِيلاً “Allah kimi saptırırsa, sen onun için asla bir çıkış yolu bulamazsın.”
Sebeb-i Nüzûl
Ayetin iniş sebebi hakkında bazı olaylara yer verilir. Şöyle ki:
1-Medinede bazı münafıklar Hz. Peygamberden Medine dışında sahrada yaşamak üzere izin aldılar. Merkezden uzak kalınca adım adım müşriklere katıldılar. Müslümanlar, bunların Müslüman sayılıp sayılmayacağı hususunda ihtilaf ettiler.
2-Uhud savaşındaki münafıklarla alakalı indiği söylendi.
3-Bazı insanlar Medineye hicret ettiler, ama “havasına alışamadık” diyerek ve vatan iştiyakı gerekçesiyle geri döndüler.
4-Bir kısım insanlar “biz müslümanız” dediler, ama hicret emri geldiğinde bundan geri durdular.
89- وَدُّواْ لَوْ تَكْفُرُونَ كَمَا كَفَرُواْ فَتَكُونُونَ سَوَاء “Arzu ettiler ki kendileri inkar ettikleri gibi siz de inkar edesiniz de, böylece onlarla beraber olasınız.”
فَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ أَوْلِيَاء حَتَّىَ يُهَاجِرُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ Artık, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar onlardan dost edinmeyin.”
فَإِن تَوَلَّوْاْ فَخُذُوهُمْ “Eğer bundan yüz çevirirlerse, onları yakalayın.”
وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ وَجَدتَّمُوهُمْ “Ve bulduğunuz yerde onları öldürün.”
وَلاَ تَتَّخِذُواْ مِنْهُمْ وَلِيًّا وَلاَ نَصِيرًا “Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.”
90- إِلاَّ الَّذِينَ يَصِلُونَ إِلَىَ قَوْمٍ بَيْنَكُمْ وَبَيْنَهُم مِّيثَاقٌ “Ancak sizinle aralarında anlaşma olan bir topluma sığınmış bulunanlar bu hükümden hariçtir.”
“…Onları yakalayın ve öldürün” ifadesinden istisnadır. Hz. Peygamber Huzaa, Eslemîler gibi bazı kavimlerle anlaşma yapmıştı. Mesela, Mekke’nin fethine çıktığı seferde Eslemî kabilesi reisi Hilal Bin Uveymir ile karşılıklı saldırmazlık anlaşması yapmış, ona sığınanın da benzeri haklara sahip olduğunu kabul etmişti.
أَوْ جَآؤُوكُمْ حَصِرَتْ صُدُورُهُمْ أَن يُقَاتِلُوكُمْ أَوْ يُقَاتِلُواْ قَوْمَهُمْ “Yahut sizinle ve kendi kavimleriyle savaşmayı içlerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelenler de.”
Burada medar-ı bahs olan kimseler,
-Sizinle ve kavimleriyle savaştan el çekenler. Bunlar muharip olmayı bırakıp muahid hâle gelmişlerdir.
-Veya Hz. Peygambere, iki fırkayla da savaşmaktan el çekmiş olarak gelenlerdir.
-Veya Hz. Peygamberle sözleşme yapmış bir kavme varanlardır.
-Veya sizin yanınızda savaşta yer almayan, ama aleyhinizde de olmayan bir kavme varanlardır.
Bunlar içinde ilk mana daha zâhirdir. Ayetin devamında gelen “Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse…” kısmı buna delâlet eder.
Beni Müdlic kabilesi, ayette belirtildiği tarzda Hz. Peygambere gelmişlerdi.
وَلَوْ شَاء اللّهُ لَسَلَّطَهُمْ عَلَيْكُمْ فَلَقَاتَلُوكُمْ “Şayet Allah dileseydi, onları size musallat kılardı, onlar da sizinle savaşırlardı.”
Allah dilese onların kalplerine kuvvet vererek, sizden korkmalarını ortadan kaldırarak onları size musallat kılardı.
فَإِنِ اعْتَزَلُوكُمْ فَلَمْ يُقَاتِلُوكُمْ وَأَلْقَوْاْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ فَمَا جَعَلَ اللّهُ لَكُمْ عَلَيْهِمْ سَبِيلاً “Eğer onlar sizden uzak durur, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse; Allah, onlara saldırmak için size bir yol (yetki) vermemiştir.”
91- سَتَجِدُونَ آخَرِينَ يُرِيدُونَ أَن يَأْمَنُوكُمْ وَيَأْمَنُواْ قَوْمَهُمْ “Diğer bir kısım kimseleri de bulacaksınız ki; hem sizden emin olmak, hem de kavimlerinden emin olmak isterler.”
كُلَّ مَا رُدُّوَاْ إِلَى الْفِتْنِةِ أُرْكِسُواْ فِيِهَا “Her fitneye çağrıldıklarında ona başaşağı dalarlar.”
فَإِن لَّمْ يَعْتَزِلُوكُمْ وَيُلْقُواْ إِلَيْكُمُ السَّلَمَ وَيَكُفُّوَاْ أَيْدِيَهُمْ فَخُذُوهُمْ وَاقْتُلُوهُمْ حَيْثُ ثِقِفْتُمُوهُمْ “Eğer bunlar sizden uzak durmazlar, sizinle barış içinde yaşamak istemezler, ellerini savaştan çekmezlerse, onları yakalayın ve onları nerede bulursanız öldürün.”
Burada anlatılan Esed ve Gatafan kavimleridir. Abdüd-Dâr oğulları oldukları da söylenmiştir. Bu kavim Medineye geldiklerinde, Müslümanlardan emin olmak için Müslüman olduklarını söylemişler, beldelerine vardıklarında eski küfür hâllerine devam etmişlerdir.
وَأُوْلَئِكُمْ جَعَلْنَا لَكُمْ عَلَيْهِمْ سُلْطَانًا مُّبِينًا “İşte bunlar aleyhinde size açık bir yetki verdik.”
Bunların düşmanlıkları açık, küfürleri ve zulümleri gözler önünde olduğundan (yerine göre) öldürmek veya sürgüne göndermekte serbestsiniz.