58. DERS (Nisa Suresi, 60 - 70) Tağutu İnkâr

 

60- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ “Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ettiklerini iddia edenleri görmedin mi?”

يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ “Tağut önünde muhakemeleşmek istiyorlar.”

وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ “Hâlbuki onu inkar etmekle emrolunmuşlardı.”

وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا “Şeytan da onları büsbütün yoldan çıkarmak düşürmek istiyor.”

Sebeb-i Nüzûl

İbnu Abbastan şöyle rivayet edilir: Bir münafık ve bir Yahudi aralarında ihtilaf etti. Yahudi, meselenin halledilmesi için onu Hz. Peygambere gitmeye çağırdı, münafık ise “Ka’b Bin Eşref’e gidelim” dedi. Önce Hz. Peygambere geldiler, Hz. Peygamber Yahudi lehine hükmetti. Münafık bu hükme razı olmadı “Ömer’i hakem seçelim” dedi. Ona gittiler, Yahudi Hz. Ömere durumu anlattı, muhatabının Rasulullahın hükmüne razı olmadığını söyledi. Hz. Ömer münafığa “durum böyle mi?” diye sordu. O da “evet” dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer “siz burada bekleyin, geliyorum” dedi. Evine girdi, kılıcını kuşandı. Ardından dışarı çıkıp münafığın boynunu uçurdu. “Allah ve Rasulünün hükmüne razı olmayan kimse hakkında ben böyle hükmederim” dedi. Bu münasebetle üstteki ayet indi. Hz. Cebrail Peygamber efendimize “Ömer, hak ile batılın arasını ayırdı” dedi. Bunun üzerine Peygamber efendimiz Hz. Ömere “Faruk” lakabını verdi.

Bu nüzul sebebine göre tağut, Ka’b Bin Eşreftir ve Onun gibi batıl ile hükmeden her kimsedir. Tağut denilmesi, aşırı tuğyanı veya şeytana benzemesi itibariyledir.

Veya hüküm vermesi için ona yapılan müracaat, şeytana müracaat gibi526

 b Beydâvî Tefsiri

dir. Şeytana da gidilse öyle hükmederdi. Zaten ayetin devamında şeytandan da bahis vardır.

 

61- وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا “Onlara: “Allah’ın indirdiğine ve Peygambere gelin!” denildiğinde, münafıkların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün.”

 

62- فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ ثُمَّ جَآؤُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلاَّ إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا “Bak nasıl, elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir musibet gelince, hemen sana geldiler de: “Biz sadece iyilik etmek ve arayı bulmak istedik” diye Allah’a yemin ediyorlar.”

 

63- أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ “İşte onlar, Allah’ın kalplerinde ne olduğunu bildiği kimselerdir.”

 فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ “Artık onlardan yüz çevir.”

Bu emir iki anlamda olabilir:

1-Bir maslahat varsa, onları cezalandırma!

2-Onların mazeretlerini kabul etme!

وَعِظْهُمْ “Onlara öğüt ver.”

وَقُل لَّهُمْ فِي أَنفُسِهِمْ قَوْلاً بَلِيغًا “Ve kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle!”

1-Onların kendileriyle alakalı konuş.

2-Onlarla insanların içinde değil, başkaları yanlarında yokken konuş. Çünkü böyle konuşmak daha etkilidir.

Burada, münafıklarla alakalı Hz. Peygamberin yapması gerekenlere dikkat çekildi. Bunlar,

1-Onları hatalarından dolayı cezalandırmak.

2-Onlara nasihat etmek.

3-Tergib ve terhip, yani iyiliklere teşvik ve kötülüklerden sakındırmak yoluyla etkili bir anlatım. Bu tarz hareket, peygamberlerin şefkatinin bir gereğidir.

 

64- وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ “Biz her peygamberi ancak Allah’ın izni ile itaat edilmek üzere gönderdik.”

وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذ ظَّلَمُواْ أَنفُسَهُمْ جَآؤُوكَ فَاسْتَغْفَرُواْ اللّهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُواْ اللّهَ تَوَّابًا رَّحِيمًا “Eğer onlar nefislerine zulmettikleri zaman sana gelip Allah’tan günahlarının bağışlanmasını dileselerdi ve peygamber de onlar için mağfiret dileseydi, elbette Allah’ı Tevvab - Rahîm (tevbeleri kabul edici, merhametli) bulurlardı.”

 

65- فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا “Hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp sonra da senin verdiğin hükme karşı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe iman etmiş olamazlar.”

 

66- وَلَوْ أَنَّا كَتَبْنَا عَلَيْهِمْ أَنِ اقْتُلُواْ أَنفُسَكُمْ أَوِ اخْرُجُواْ مِن دِيَارِكُم مَّا فَعَلُوهُ إِلاَّ قَلِيلٌ مِّنْهُمْ “Eğer biz onlara: “Nefislerinizi öldürün veya yurtlarınızdan çıkın” diye yazmış olsaydık, içlerinden pek azı hariç, bunu yapmazlardı.”

Ayette nefislerin öldürülmesinden murat, cihad ile emredilmesidir. Çünkü savaşta nefislerin ölüme maruz kalmaları vardır.

Veya İsrailoğullarına verilen emir gibidir.[1>

وَلَوْ أَنَّهُمْ فَعَلُواْ مَا يُوعَظُونَ بِهِ لَكَانَ خَيْرًا لَّهُمْ وَأَشَدَّ تَثْبِيتًا “Şayet kendilerine verilen öğütleri yapsalardı, elbette haklarında hem daha hayırlı, hem de daha sebat verici olurdu.”

Yani, onlar severek ve isteyerek Peygambere uysalar, itaat etselerdi, dünya ve ahiretleri hakkında elbette çok daha hayırlı olurdu.

 

67- وَإِذاً لَّآتَيْنَاهُم مِّن لَّدُنَّا أَجْراً عَظِيمًا “O zaman elbette kendilerine katımızdan büyük bir mükâfat verirdik.”

68- وَلَهَدَيْنَاهُمْ صِرَاطًا مُّسْتَقِيمًا “Ve elbette onları doğru bir yola iletirdik.”

Bu ayetlerin iniş sebebi hakkında şöyle bir rivayete de yer verilir:

 

Sebeb-i Nüzûl

Hatıb Bin Beltea, Zübeyir Bin Avvam ile bahçelerini suladıkları su yüzünden tartıştı. Meseleyi Hz. Peygambere arzettiler. Hz. Peygamber “ey Zübeyir, bahçeni sula, sonra suyu komşuna yönlendir” dedi. Hatıb, hükümden memnun kalmayıp “O, halanın oğlu diye böyle hükmediyorsun” dedi.

Hatıbın bu taşkın ifadelerine mukabil Hz. Peygamber Zübeyir’e şöyle dedi:

“Ey Zübeyir, bahçeni sula, sonra suyu beklet, toprak iyice sudan nasibini alsın, sonra komşuna yönlendir!”

 

69- وَمَن يُطِعِ اللّهَ وَالرَّسُولَ فَأُوْلَئِكَ مَعَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ وَالصِّدِّيقِينَ وَالشُّهَدَاء وَالصَّالِحِينَ “Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.”

وَحَسُنَ أُولَئِكَ رَفِيقًا “Bunlar ne güzel arkadaştır!”

Burada bahsi geçen peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler, varlık âlemi içinde en şerefli ve kıymetli kimselerdir. Bunlarla beraber olma vaadi, Allah ve rasulüne itaatte çok kuvvetli bir teşviktir.

Bu dört sınıf insan, ilim ve amelde derecelerine göre taksim edilmiştir.

Peygamberler, ilim ve amelde kemâldedirler. Onlardaki bu kemâl, o dereceye varmıştır ki, başkalarına da kemâl kazandırırlar.

Sıddıklar, kâh varlıklardaki ilâhî ayetleri tefekkürle mütalaa merdiveniyle; kâh nefislerini arındırmak ve manevi mücahedeler merdiveniyle irfanın zirvesine yükselmişler, eşyanın sırlarına muttali olup, o eşyayı gerçekte olduğu gibi haber vermişlerdir.

Şehitler, Allaha itaatte ve hakkı galip kılmada öyle gayret göstermişlerdir ki, Allah’ın dinini yayma uğrunda (ilay-ı kelimetullah için) ruhlarını feda etmişlerdir.

Salihler ise ömürlerini Allaha itaatte, mallarını O’nun rızası yolunda sarf etmişlerdir.

İstersen şöyle de diyebilirsin:

Kendilerine nimet verilenler işte o arif-i billah olan kimselerdir. Bunlar ise,

-Ya ayan mertebesine ulaşmış

-Veya istidlal ve bürhan ile Rablerini bilmiş kimselerdir.

Birinciler,

-Ya ayan mertebesiyle beraber bir şeyi yakından gören kimse misali kurb (yakınlık) ile müşerref olmuşlardır. Bunlar peygamberlerdir.

-Veya bir şeyi uzaktan gören kimse misali olanlardır. Bunlar da sıddıklardır.

Diğerleri ise, yani istidlal ve bürhan ile Rablerini bilenler de iki kısımdır:

-Bunların irfanı ya kat’î delillerle olur. Böyleleri ilimde rasih olan âlimlerdir. Bunlar, Allahın arzında O’nun şahitleridirler.

-Veya bazılarının irfanı emâreler ve iknalara dayanır, onların nefisleri bu emareler ve iknalar ile mutmain olur. Bunlar da salihlerdir.

 

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Hz. Peygamberin kölesi Sevban bir gün Rasulullahın yanına yüzü solmuş, cismi zayıflamış bir şekilde geldi. Hz. Peygamber ona hâlini sordu. Sevban dedi: “Ya Rasulallah, herhangi bir rahatsızlığım yok. Ancak sizi görmeyince size iştiyakla dopdolu oldum. Sizin yanınıza gelinceye kadar kendimi büsbütün yalnız hissettim. Sonra ahireti hatırladım ve orada sizi görememekten korktum. Çünkü, biliyorum ki Sen orada peygamberlerle beraber olacaksın. Cennete alınsam bile benim mertebem Senin mertebenin altında olacak. Cennete alınmasam, zâten Seni bir daha asla göremeyeceğim.”

Sevbanın bu içten duyguları üzerine, üstteki ayet nazil olmuştur.

 

70- ذَلِكَ الْفَضْلُ مِنَ اللّهِ Bu lütuf, Allah’tandır.”

 وَكَفَى بِاللّهِ عَلِيمًا “Alîm olarak Allah yeter.”

Allah, itaat edene vereceği mükâfatı elbette en iyi bilendir. O, kimin neye layık olduğunu bilir, ona göre verir.

 

 


[1> Bu konuda (Bakara, 54) no’lu ayetin açıklamasına bakılabilir.

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
4. Nisa
Gönderi tarihi: 25-11-2011
3,261 kez okundu
Block title
Block content