49- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يُزَكُّونَ أَنفُسَهُمْ “Nefislerini temize çıkaranları görmedin mi?”
Bunlar “Biz Allahın oğulları ve sevgili kullarıyız” diyen kitap ehlidir (Maide, 18).
Bir rivayette ise şöyle anlatılır:
Sebeb-i Nüzûl
Yahudilerden bazıları Rasulullaha geldiler yanlarında küçük çocuklarını da getirmişlerdi. “Bunların bir günahı var mı?” diye sordular. Hz. Peygamber “hayır” dedi. Bunun üzerine şöyle dediler: “Vallahi, biz de ancak bunlar gibiyiz. Gündüz günah işlediğimizde gece bizden bunlar silinir. Gece işlediklerimiz de gündüz silinir.”
بَلِ اللّهُ يُزَكِّي مَن يَشَاء “Hayır! Ancak Allah, dilediğini tezkiye eder (temize çıkarır).”
Esas olan Allahın nefsi tezkiyesidir, buna itibar edilir. Kişinin kendini veya başkasını günahlardan tertemiz zannetmesi bir mana ifade etmez. Çünkü Allah insanda bulunan güzel – çirkin ne varsa hepsini bilendir. Bildiği için de, asıl tezkiye O’nun tezkiyesidir.
Tezkiyenin aslı, çirkin telakki edilen fiil ve sözlerin nefyedilmesidir.[1>
وَلاَ يُظْلَمُونَ فَتِيلاً “Onlara kıl kadar zulmedilmez.”
Ayet metnindeki “fetil” kelimesi, çekirdek içindeki incecik zara denir. Küçük şeylerde darb-ı mesel olarak kullanılır. Yani, “en küçük bir zulme de maruz kalmazlar” demektir.
50- انظُرْ كَيفَ يَفْتَرُونَ عَلَى اللّهِ الكَذِبَ “Bak, Allah’a karşı nasıl yalan uyduruyorlar?”
Onlar kendilerini Allahın oğulları ve O’nun nezdinde tertemiz kimseler olarak görmek sûretiyle Allaha iftira etmektedirler.
وَكَفَى بِهِ إِثْمًا مُّبِينًا “Apaçık bir günah olarak bu yeter.”
51- أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ أُوتُواْ نَصِيبًا مِّنَ الْكِتَابِ “Şu kendilerine kitaptan azıcık bir nasip verilmiş olanları görmedin mi?”
يُؤْمِنُونَ بِالْجِبْتِ وَالطَّاغُوتِ “Onlar puta ve tağuta inanıyorlar.”
وَيَقُولُونَ لِلَّذِينَ كَفَرُواْ هَؤُلاء أَهْدَى مِنَ الَّذِينَ آمَنُواْ سَبِيلاً “Ve Allah’ı inkar edenler hakkında, “Bunlar, mü’minlerden daha doğru yoldadır” diyorlar.”
Ayet “putlara tapmak, Allah katında Muhammedin davet ettiğinden daha evlâdır” diyen Yahudilerden bir kısmı hakkında nazil olmuştur.
Sebeb-i Nüzûl
Rivayete göre, içlerinde Huyey İbni Ahtab ve Ka’b Bin Eşref de olduğu halde bir Yahudi topluluğu Rasulullaha karşı savaşmak hususunda anlaşma yapmak üzere Mekkeye vardılar. Mekke müşrikleri onlara dediler: “Siz ehl-i kitapsınız, Muhammede bizden daha yakınsınız. Dolayısıyla sizin bize tuzak hazırlamış olmanızdan emin değiliz. Emin olabilmemiz, size güvenebilmemiz için bizim ilahlarımızın önünde secde ediniz.”
Bu Yahudi topluluğu, bu teklifi reddetmeyip putlar önünde secdeye vardılar.
Ayette geçen “cibt” ifadesi, asıl olarak Allah dışında ibadet edilen her put hakkında kullanılır.
Tağut ise, her batıl şey için kullanılır. Bunun batıl mabud veya başka şey olması fark etmez.
52- أُوْلَئِكَ الَّذِينَ لَعَنَهُمُ اللّهُ “İşte onlar, Allah’ın lanet ettiği kimselerdir.”
وَمَن يَلْعَنِ اللّهُ فَلَن تَجِدَ لَهُ نَصِيرًا “Allah kime lanet ederse, artık ona asla bir yardımcı bulamazsın.”
53- أَمْ لَهُمْ نَصِيبٌ مِّنَ الْمُلْكِ “Yoksa onların mülkten bir payı mı var?”
فَإِذًا لاَّ يُؤْتُونَ النَّاسَ نَقِيرًا “Eğer öyle olsaydı, insanlara çekirdeğin zerresini bile vermezlerdi.”
Ayet, onların son derece cimri olduklarını ifade etmektedir. Faraza bunların mülkten, saltanattan nasipleri olsa insanlara en ufak bir yardımları olmayacaktır. İmkânları olmadığında zaten yardım yapamayacakları ise, ortadadır.
Ayet, Yahudilerin mülkten ve saltanattan bir nasibi olmayacağını ifade etmektedir. “Mülk bizim olacak” iddialarının tahakkuk etmeyeceğini haber vermektedir.
54- أَمْ يَحْسُدُونَ النَّاسَ عَلَى مَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan insanlara verdiği nimetlere haset mi ediyorlar?”
Buradaki soru, onların haset edip etmediklerini araştırmak için olmayıp, onların haset ettiklerini ifade eder. Yahudiler, Peygamber efendimiz ve ashabına, hatta genel olarak bütün insanlara haset ediyorlardı. Çünkü nübüvvete hased eden kimse, bütün insanların kemâl özelliklerine de hased eder. Daha önceki ayet onların cimriliğini kınadığı gibi, bu da hased özelliklerini kınamıştır. Cimrilik ve hased, kötü özelliklerin şerlilerindendir. Bu ikisi arasında birbirini gerektirme ve birbirini cezb vardır. [2>
Onların haset ettiği şeyler son peygamberin Arablardan gelmesi, O’na indirilen kitap, Müslümanlara gelen ilâhî yardımlar ve aziz kılınmaları gibi durumlardır.
فَقَدْ آتَيْنَآ آلَ إِبْرَاهِيمَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ “Şüphesiz biz, âl-i İbrahim’e kitap ve hikmeti vermiştik.”
وَآتَيْنَاهُم مُّلْكًا عَظِيمًا “Hem de onlara çok büyük bir saltanat vermiştik.”
55- فَمِنْهُم مَّنْ آمَنَ بِهِ وَمِنْهُم مَّن صَدَّ عَنْهُ “Böylece onlardan kimi ona iman etti, kimi de sırt çevirdi.”
Yani Yahudilerden peygamber efendimize iman edenler olduğu gibi, Ona inanmayıp yüz çevirenler de vardır.
Ayetteki zamir, bundan önce bahsi geçen Âl-i İbrahime de raci olabilir. Yani, “Hz. İbrahim’in neslinden O’na iman eden olduğu gibi O’nu inkâr eden de vardı. Böyle inkâr edenlerin olması O’nun davasına bir zarar vermediği gibi, -ey peygamber- bunların inkârı da senin davana bir zarar vermez.”
وَكَفَى بِجَهَنَّمَ سَعِيرًا “(O iman etmeyenlere) ateş olarak cehennem yeter.”
Eğer Allah onlara bu dünyada bir ceza vermezse dert değil, çünkü onlar için hazırlamış olduğu cehennem ateşi onlara yeter.
56- إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ بِآيَاتِنَا سَوْفَ نُصْلِيهِمْ نَارًا “Şüphesiz âyetlerimizi inkâr edenleri bir ateşe atacağız.”
كُلَّمَا نَضِجَتْ جُلُودُهُمْ بَدَّلْنَاهُمْ جُلُودًا غَيْرَهَا لِيَذُوقُواْ الْعَذَابَ “Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için kendilerine başka deriler vereceğiz.”
إِنَّ اللّهَ كَانَ عَزِيزًا حَكِيمًا “Şüphesiz Allah, Azîz’dir – Hakîm’dir.”
57- وَالَّذِينَ آمَنُواْ وَعَمِلُواْ الصَّالِحَاتِ سَنُدْخِلُهُمْ جَنَّاتٍ تَجْرِي مِن تَحْتِهَا الأَنْهَارُ “İman edip salih ameller işleyenleri ise, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız.”
خَالِدِينَ فِيهَا أَبَدًا “Orada ebedî olarak kalacaklar.”
لَّهُمْ فِيهَا أَزْوَاجٌ مُّطَهَّرَةٌ “Onlara orada tertemiz eşler vardır.”
وَنُدْخِلُهُمْ ظِلاًّ ظَلِيلاً “Ve onları, koyu gölgeler altında bulunduracağız.”
Burada önce kâfirlerin akıbeti nazara verildi, çünkü konu onlarla alakalı idi. Tebeî olarak da ehl-i imanın ahiretteki durumu anlatıldı.
Ayette, iman eden ve salih amel işleyenlerin cennet hayatları nazara verilirken, onların zıll-i zalîl (koyu gölgeler) içinde olacakları da anlatıldı. Bu, onlara verilen bu nimetin kemâlini ve devamını anlatır. Dünyadaki gölgeler gelip geçicidir, ama cennetteki gölgeler daimi olacak, güneş insanları rahatsız etmeyecektir.
58- إِنَّ اللّهَ يَأْمُرُكُمْ أَن تُؤدُّواْ الأَمَانَاتِ إِلَى أَهْلِهَا وَإِذَا حَكَمْتُم بَيْنَ النَّاسِ أَن تَحْكُمُواْ بِالْعَدْلِ “Şüphesiz Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”
Ayet her ne kadar Mekkenin fethi gününde bir olay münasebetiyle inse de, bütün mükellefiyetleri ve bütün emanetleri içine alır. Şöyle ki:
Sebeb-i Nüzûl
Osman Bin Talha, Ka’benin görevlisiydi. Rasulullahın Ka’beye girmesi için anahtar istenildiğinde “O’nun Allahın elçisi olduğunu bilsem engel olmazdım” diyerek Ka’be’nin kapısını kapattı, anahtar vermek istemedi. Bunun üzerine Hz. Ali onun elini bükerek zorla aldı ve kapıyı açtı. Rasulullah içeriye girdi ve iki rekat namaz kıldı. Çıktığında Hz. Abbas anahtarın kendisine verilmesini, “Sikaye ve Sidane” (Hacılara su dağıtmak ve Kabeye bakmak) görevlerinin kendisinde birleşmesini istedi. Bunun üzerine üstteki ayet nazil oldu, peygamber efendimiz Hz. Ali’ye anahtarı iade etmesini ve özür dilemesini emretti. Osman Bin Talha, bu olay karşısında Müslüman oldu.
“Ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”
Öyleyse, insafla ve eşitlik üzere hükmedin.
Hüküm vermek idarecilerin vazifesi olduğundan, hitabın onlara yönelik olduğu söylenmiştir. Ama, “emriniz altında olan veya sizin vereceğiniz hükme razı olan kimseler hakkında insaf ve eşitlik üzere hükmediniz” şeklinde herkese yönelik bir hitaptır.
إِنَّ اللّهَ نِعِمَّا يَعِظُكُم بِهِ “Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor!”
إِنَّ اللّهَ كَانَ سَمِيعًا بَصِيرًا “Şüphesiz Allah, Semi – Basîr’dir.”
Allah konuşmalarınızı, hükümlerinizi ve emanetler hakkında neler yaptıklarınızı işitir ve görür.
59- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de.”
Ulu’l-emirden murat, Hz. Peygamber devrinde ve sonrasındaki Müslümanların idarecileridir. Halifeler, hâkimler, komutanlar buna dâhildirler.
Üstteki ayette idarecilere adaletle hükmetmeleri emredildi, bu ayette de onlar hak üzere oldukları sürece kendilerine itaat etmenin gerekliliğine dikkat çekildi.
“Hâlbuki onu peygambere ve aralarında ulu’l- emr olanlara (yetkili kimselere) götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı.” (Nisa 83) ayetinden hareketle, ulu’l- emirden muradın din, âlimleri olduğu da söylenmiştir.
فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ “Eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz onu Allaha ve peygambere arz edin.”
Ayetin bu kısmı ulu’l-emirden muradın halifeler, hâkimler, komutanlar olduğunu teyid eder. Çünkü “ulu’l-emirden murat din bilginleridir” dersek, onları taklit durumunda olan kimselerin onlarla dinî bir meselede nizaa düşmesi söz konusu olamaz. Ama idare edenlerle idare edilenler arasında zaman zaman problemler olabilmektedir. Böyle bir durumda yapılması gereken Allah ve Rasulüne müracaattır. Meselenin Allaha arzı, O’nun kitabına müracaatla olur. Peygambere arzı ise, Hz. Peygamberin yaşadığı dönemde bizzat kendisine müracaat, sonrasında ise sünnetine müracaatla olur.
Kıyası, yani içtihad yoluyla yeni meseleler hakkında hüküm verilmesini inkâr edenler “Allah, ihtilaflı meselelerde Kitaba ve sünnete müracaatı emretti, kıyası zikretmedi” diyerek bu ayetten delil getirmek istemişlerdir.
Hâlbuki ayette ulu’l-emr de zikredilmektedir. Ulu’l-emrin yaptığı, hakkında ihtilaf olan bir meseleyi, Kitap ve sünnetten benzeri bir hükmü esas olarak halletmektir. Bu durumda, dinle alakalı meselelerde üç çeşit hüküm karşımıza çıkar:
1- Kitap ile hükmü belli olanlar.
2- Sünnet ile hükmü belli olanlar.
3- Kıyas yoluyla hükmü belli olanlar.
إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ “Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız (böyle yapın.)”
Allaha ve ahirete iman böyle ihtilaflı meselelerde Kitaba ve sünnete müracaatı gerektirir.
ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً “Bu, daha hayırlıdır ve sonuç yönüyle daha güzeldir.”
Yani, “böyle yapmanız, sizin kendi kanaatinizle varacağınız hükümlerden daha güzeldir.
[1> Mesela, “falan kişi riyakârdır” dediğimizde o kişinin veya başkalarının bunu inkâr etmeleri o kadar da önemli değildir. Ama Allah, “o kulum riyakâr değildir” dese mesele bitmiştir. Çünkü bütün sırları bilen O’dur.
[2> Yani, cimri olan hased de eder. Hasid kimse, başkasına yardımda bulunmaz.