281. DERS (Ahzab Suresi, 9 - 27) Hendek Savaşı

 

9- يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ “Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini anın.”

إِذْ جَاءتْكُمْ جُنُودٌ فَأَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ رِيحًا وَجُنُودًا لَّمْ تَرَوْهَا “Hani size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik.”

Gelen ordulardan murat, sayıları oniki bin kadar olan küfür ordusudur. Bunlar Kureyş, Ğatafan kabileleriyle, Kurayza ve Nadîr Yahudileridir.

“O ordular size gelmişti de biz de onlara saba rüzgarını ve bir de görmediğiniz melekler ordusunu göndermiştik.”

Sebeb-i Nüzûl

Rivayete göre, Hz. Peygamber (asm) onların Medineye doğru yola çıktığını haber alınca şehrin etrafına hendekler kazdırdı, sonra da üç bin kişi ile onların karşısına çıktı. Aralarında hendek vardı. Doğrudan bir meydan savaşı olmadan bir ay kadar bir süre geçti. Ancak birbirlerine ok ve taş atıyorlardı. Derken Allah bir gece onların üzerine soğuk bir rüzgâr gönderdi. Rüzgâr her taraftan onları kuşattı, soğuğuyla üşüttürdü, yüzlerini toprakla doldurdu, ateşlerini söndürdü, çadırlarını söktü. Atları birbirine girdi, melekler askerlerin olduğu yerde tekbîr getirdi. Bunun üzerine Tuleyha Bin Huveylid “Muhammed size sihir yapmaya başladı, kaçın, kaçın!” diye bağırdı. Böylece, savaş olmadan hezimete uğradılar, dönmek zorunda kaldılar.

وَكَانَ اللَّهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَصِيرًا “Allah, yaptıklarınızı hakkıyla görendir.”

 

10- إِذْ جَاؤُوكُم مِّن فَوْقِكُمْ وَمِنْ أَسْفَلَ مِنكُمْ “O zaman onlar, hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan.”Gatafan kabilesi, doğu tarafından vadinin üst kısmından gelmişti.

Batı tarafından da, vadinin aşağı kısmından Kureyş kabilesi gelmişti.

وَإِذْ زَاغَتْ الْأَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ “Ve o vakit gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı.”

Gözler, şaşkınlık ve dehşetten yılmış korku yüzünden yürekler ağza gelmişti.

وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَا “Ve Allah hakkında türlü türlü zanlarda bulunu yordunuz.”

Muhlis olanların ise kalbi sebat üzere idi. Dinini yüceltme hususundaki Allahın vaadine güveniyorlardı. Veya bunun bir imtihan olduğunu bildiklerinden, ayakların kaymasından ve yükü tam kaldıramamak, kalplerinin zayıf düşmesi ve imtihanın hakkını verememekten korkuyorlardı. Münafıklar ise, ayetlerin devamında hikaye edildiği şekilde idiler.

 

11- هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ “İşte burada mü’minler imtihan edildi.”İşte o sırada mü’minler çetin bir sınavdan geçirildiler, böylece muhlis olan münafıktan, sebat eden ise sarsılandan ayrıldı.

وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَدِيدًا “Ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsıldılar.”

Korkunun şiddetinden dolayı, çok şiddetli bir şekilde sarsıldılar.

 

12- وَإِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذِينَ فِي قُلُوبِهِم مَّرَضٌ مَّا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ إِلَّا غُرُورًا “O vakit münâfıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunanlar,‘Allah ve Rasûlü bize bir aldanıştan başka bir vaat yapmadı’ diyorlardı.”“Kalpteki hastalık”tan murat, inanç za’fiyetidir.

Bunlar, Allah ve Rasûlünün kendilerine vaat ettiği zaferi ve dinin galip gelmesini, ancak batıl bir vaat olarak görüyorlardı.

Denildi ki: Bunu söyleyen Mu’tib Bin Kuşeyr’dir. Şöyle demişti: Muhammed bize Fars ve Rum diyarlarını fethedeceğimizi vaat ediyor. Hâlbuki şimdi bizden biri bu fırkaların karşısına çıkamıyor. Bu, aldatıcı vaatten başka bir şey değil!”

 

13- وَإِذْ قَالَت طَّائِفَةٌ مِّنْهُمْ يَا أَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُوا “O vakit bunlardan bir grup: Ey Yesrib halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün, diyorlardı.”

Böyle diyenler, Evs Bin Kayzî ve etbaı idi.

Yesrib, Medinedir.

Şöyle de denilmiştir: Yesrib, bir bölge ismi olup, Medine o bölge içinde bir kısımda yer alır.

 “Sizin için duracak yer yok, hemen dönün” demelerinden murat, şunlar olabilir:

-”Ey Medine halkı! Burada size yer yok. Kaçın, evlerinize dönün.”

-Denildi ki: Mana şöyledir: “Muhammedin dini üzere olmak size uygun değil. Şirke dönün, Muhammedi de onlara teslim edin, selâmette kalın.”

-Veya “Yesrib’de size yer yok, küfre dönün, o zaman burada kalabilirsiniz.”

وَيَسْتَأْذِنُ فَرِيقٌ مِّنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ إِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍ “Ve onlardan bir kısmı da Peygamberden izin istiyor, açık olmadığı halde “evlerimiz gerçekten açıktır” diyorlardı.”Onlardan bir fırka da dönmek için peygamberden izin istiyordu. “Evlerimiz açık, korumalı değil” diyorlardı. Hâlbuki onlar açık değil, korumalı idi.

إِن يُرِيدُونَ إِلَّا فِرَارًا “Onlar sadece kaçmak istiyorlardı.”

Onlar böyle demekle, ancak savaştan kaçmayı planlıyorlardı.

 

14- وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِم مِّنْ أَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَآتَوْهَا “Eğer etraftan üzerlerine varılsa ve sonra da dinden dönmeleri istense onu yapacaklardı.”

Şayet Medine’ye veya evlerine etraftan girilseydi. Sonra da kendilerinden dinden dönmeleri ve Müslümanlarla savaşmaları istenseydi, bunu yaparlardı.

وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَا إِلَّا يَسِيرًا “Ve bu konuda çok az bir tereddüt göstereceklerdi.”

Denildi ki: Bundan murat şu da olabilir: “Şayet böyle yapsalar dinden dönselerdi, artık Medinede çok az kalabilirlerdi.”Ayette, “üzerlerine varılsa” denilip kimin varacağının zikredilmemesinde şöyle bir incelik vardır: Onları kuşatan bu orduya karşı böyle bir teslimiyet gösterecekleri gibi, şayet bir başka ordu olsa ona da benzeri bir tavır sergilerlerdi.

 

15- وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللَّهَ مِن قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْأَدْبَارَ “Hâlbuki bundan önce arkalarını dönmeyecekleri hususunda Allah’a söz vermişlerdi.”Bunlar Benî Harîse’dir. Uhud savaşında korkup gevşediklerinde Hz.

Peygambere söz vermişler, bir daha böyle yapmayacakları hususunda tevbe etmişlerdi.

وَكَانَ عَهْدُ اللَّهِ مَسْؤُولًا “Allah’a verilen söz ise, mesuliyetlidir.”

Allaha verilen söze vefa gösterilip gösterilmediği sorulacak, vefa gösterilmeme hâlinde ceza verilecektir.

 

16- قُل لَّن يَنفَعَكُمُ الْفِرَارُ إِن فَرَرْتُم مِّنَ الْمَوْتِ أَوِ الْقَتْلِ “De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez.”

وَإِذًا لَّا تُمَتَّعُونَ إِلَّا قَلِيلًا “O takdirde, ancak pek az faydalandırılırsınız.”Çünkü her şahıs alâ külli hâl ya kendisi ölecek veya şayet takdir edilmişse ve kalem yazmışsa belli bir vakitte başkası tarafından öldürülecektir.Şayet kaçmak bir fayda verse, bu da daimi olmayacak, çok az bir zaman işinize yarayacak.

 

17- قُلْ مَن ذَا الَّذِي يَعْصِمُكُم مِّنَ اللَّهِ إِنْ أَرَادَ بِكُمْ سُوءًا أَوْ أَرَادَ بِكُمْ رَحْمَةً “De ki: Eğer Allah size bir felâket diler veya bir rahmet dilerse, sizi Allah’a karşı kim koruyabilir?”

وَلَا يَجِدُونَ لَهُم مِّن دُونِ اللَّهِ وَلِيًّا وَلَا نَصِيرًا “Ve onlar kendilerine Allah’tan başka bir veli de bulamazlar, bir yardımcı da.”

Onlar, Allahın dışında (madûnunda) kendilerine fayda verecek bir velî ve de kendilerinden zararı def edebilecek bir yardımcı bulamazlar.

 

18- قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الْمُعَوِّقِينَ مِنكُمْ وَالْقَائِلِينَ لِإِخْوَانِهِمْ هَلُمَّ إِلَيْنَا “Şüphesiz Allah, içinizden o savaştan alıkoyanları ve kardeşlerine “bize gelin” diyenleri biliyor.”

“Allah, Medine sakini olan ihvanlarına “bize gelin” diyenleri bilmektedir.”

Bunlar, münafıklardır, insanları Allah rasûlünden alıkoymaya çalışıyorlardı.

Helümme kelimesinin aslı ile ilgili açıklama, En’am sûresinde yapıldı.[1>

وَلَا يَأْتُونَ الْبَأْسَ إِلَّا قَلِيلًا “Ve onlar pek az zora gelen kimselerdir.”

Bu, birkaç şekilde anlaşılabilir:

-”Onlar, zora çok az gelen kimselerdir.”

-”Onlar zorluğa çok az bir zaman dayanabilirler”

-”Onlar, ancak az bir zorluğa dayanabilirler.” Çünkü özür beyan ederek geri dururlar, başkalarını da mümkün olduğunca alıkoymaya çalışırlar.

-Veya mü’minlerle beraber savaşa çıkarlar, lakin şu ayette nazara verildiği gibi, çok az savaşırlar:“Onlar içinizde kalacak olsalar da pek az harb ederlerdi.” (Ahzab, 20)

-Denildi ki: Bu ifade, onların sözünün devamı da olabilir. Yani, “Muhammedin ashabı gelen bu orduyla savaşamazlar. Savaşsalar bile çok az direnebilirler.”

 

19- أَشِحَّةً عَلَيْكُمْ “Size karşı cimrilik ediyorlardı.”

Onlar size karşı cimridirler. Onların cimrilikleri,

-Yardımda,

-Allah yolunda infak etmekte,

-Zaferde

-Veya ganimette olabilir.

Bu ibare, daha evvelinde geçen savaşa gelmelerini veya engel olmalarını tasvir eder.

Yani, “size karşı cimri bir halde gelirler.”

“Cimri oldukları hâlde içinizden bir kısmına engel olmaya çalışırlar.”

فَإِذَا جَاء الْخَوْفُ رَأَيْتَهُمْ يَنظُرُونَ إِلَيْكَ تَدُورُ أَعْيُنُهُمْ كَالَّذِي يُغْشَى عَلَيْهِ مِنَ الْمَوْتِ “Korku geldiğinde, üzerine ölüm baygınlığı çökmüş kimse gibi gözleri dönerek sana baktıklarını görürsün.”

Korku kendilerine geldiğinde, Sen onları ölüm sekeratı korkusundan baygınlık geçiren kimsenin bakması gibi Sana bakıyorlar görürsün.

فَإِذَا ذَهَبَ الْخَوْفُ سَلَقُوكُم بِأَلْسِنَةٍ حِدَادٍ “Korku gidince ise, sizi keskin bir dille eleştirirler.”

Korku gidip de ganimet elde edildiğinde sivri bir dille Seni tenkid ile ganimetten pay isterler.

أَشِحَّةً عَلَى الْخَيْرِ (Böyle yapmaları), mala karşı aşırı düşkünlüklerindendir.”

Onlar bunu, mala düşkün oldukları hâlde yaparlar.

أُوْلَئِكَ لَمْ يُؤْمِنُوا “İşte bunlar iman etmediler.”

İşte bunlar samimi iman etmiş değillerdir.

فَأَحْبَطَ اللَّهُ أَعْمَالَهُمْ “Allah da amellerini ibtal etti.”

Allah, bunların amellerinin batıl olduğunu ortaya koydu. Çünkü, kendileri için bir takım ameller sabit olmadı ki, boşa çıkarmış olsun.

Veya bundan murat, onların tasannu ve nifaklarını Allahın boşa çıkarmasıdır.

وَكَانَ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرًا “Bu, Allah’a çok kolaydır.”

Onların yaptığını boşa çıkarmak Allaha çok kolaydır. Çünkü iradesinin taalluku yeterlidir ve buna engel olacak bir şey de yoktur.

 

20- يَحْسَبُونَ الْأَحْزَابَ لَمْ يَذْهَبُوا وَإِن يَأْتِ الْأَحْزَابُ “Onlar düşman birliklerinin gitmediğini sanıyorlar.”

Bunlar, korkaklıkları sebebiyle, gelen müşrik ordusunun hezimete uğramadığını sanıyorlar. Hâlbuki düşman birlikleri hezimete uğradılar, ta şehir içine kadar kaçtılar.

يَوَدُّوا لَوْ أَنَّهُم بَادُونَ فِي الْأَعْرَابِ يَسْأَلُونَ عَنْ أَنبَائِكُمْ “Eğer düşman birlikleri (bir daha) gelecek olursa, çölde bedevi Arablar içinde olup da, sizin haberlerinizden sormayı isterler.”

Şayet müşrik ordusu ikinci kere gelse, bunlar sahraya çıkıp orada bedevilerin arasında olmayı temennî ederler. İsterler ki çölde olsunlar da, Medine tarafından gelenlere sizin başınızdan geçenleri sorsunlar.

وَلَوْ كَانُوا فِيكُم مَّا قَاتَلُوا إِلَّا قَلِيلًا “Şayet içinizde olsalardı pek az savaşırlardı.”

Bunlar bu defa da şayet Medineye dönmeyip içinizde olsalardı ve savaş çıksaydı, ancak gösteriş için ve ayıplanma korkusuyla çok az savaşırlardı.

 

21- لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِّمَن كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الْآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا “Andolsun ki, Allah Rasûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.”

Şüphesiz sizler için Allah rasûlünde,

-Harpte sebat etmek,

-Zorluklara göğüs germek gibi güzel hasletler vardır. Bunların hakkı, örnek alınmalarıdır.

Veya “O, zâtında model insandır, O’na uymak lazımdır.”

“Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok zikreden kimseler için”

O’nun model insan olması Allahın sevabını veya O’nu ve ahiret nimetlerini uman kimse içindir.

Allaha kavuşmayı ummaktan maksat, “Allahın günlerini ummak’’[2> ve özellikle de bunlar içinde yer alan “ahiret gününü” ümit etmek olabilir.

Denildi ki, “Allahın günleri ve ahiret günü” ifadesi, “Zeydi ve lütfunu umuyorum” demen gibidir.

Çünkü lütuf Zeyde dâhil olduğu gibi, ahiret günü de hüküm hasebiyle Allahın günlerine dâhildir.

Ayetteki reca (ummak) hem ümit hem de korkuya ihtimali vardır.

“Allah’ı çok zikreden kimseler için”

Allah rasûlünde olan güzel örnek, Allahı ve ahiret gününü uman ve sırf ummakla kalmayıp Allahı çokça anan kimse içindir. Çokça zikir ise, insanı Allaha itâate sevkeder. Çünkü peygamberi örnek alan kimse, O’nun gibi olan kimsedir.

 

22- وَلَمَّا رَأَى الْمُؤْمِنُونَ الْأَحْزَابَ قَالُوا هَذَا مَا وَعَدَنَا اللَّهُ وَرَسُولُهُ وَصَدَقَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ “Mü’minler, ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman:‘İşte bu, Allah ve Rasûlü’nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Rasûlü doğru söyledi’ dediler.”

Çünkü Allahu Teâlâ daha öncesinde “Yoksa siz, kendinizden önceki hali başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle darlıklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, peygamber ve beraberinde iman edenler, “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyecek hale geldiler.” (Bakara, 214) diyerek çetin imtihanlara maruz kalacaklarını haber vermişti.

Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştu:

“Müşrik orduları (Ahzab) toplanıp üzerinize gelecekler. Ama akıbet (galibiyet) sizin olacak.”

Keza, şöyle haber vermişti: “Onlar dokuz on gün sonra size gelecekler.”

“Allah ve Rasûlü doğru söyledi.”

“Allah ve Rasûlünün verdiği haberin doğruluğu ortaya çıktı.”

Veya “Musibet geleceğini haber vermede doğru oldukları gibi, galibiyet ve sevapta da doğru söylediler.”Ayetin evvelinde “Allah ve Rasûlü” denildiği için burada zamirle yetinilebilecek iken açık isim olarak yine “Allah ve Rasûlü” denilmesi, tazim içindir.

وَمَا زَادَهُمْ إِلَّا إِيمَانًا وَتَسْلِيمًا “Bu, ancak onların iman ve teslimiyetini artırdı.”

Onların düşman ordusunu görmeleri, ancak Allaha ve vaatlerine olan imanlarını ve ayrıca emir ve mukadderatına olan teslimiyetlerini artırdı.

23- مِنَ الْمُؤْمِنِينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا عَاهَدُوا اللَّهَ عَلَيْهِ “Mü’minlerden öyle o erler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadakat gösterdiler.”

Allaha vermiş oldukları söz,

-Hz. Peygamberle beraber sebat etmek,

-Dinin yüceltilmesi (i’lay-ı kelimetullah) için savaşmak gibi durumlardır.

فَمِنْهُم مَّن قَضَى نَحْبَهُ وَمِنْهُم مَّن يَنتَظِرُ “Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir.”Onlardan bir kısmı, Hz. Hamza, Hz. Musab Bin Ümeyr ve Hz. Enes Bin Nadr gibi, Allah yolunda savaştı, sonunda şehit oldu.Bir kısmı da Hz. Osman ve Hz. Talha gibi, şehit olmayı bekliyor. وَمَا بَدَّلُوا تَبْدِيلًا “Onlar, (ahidlerini) hiç değiştirmediler.”

Verdikleri sözden dönmediler, en küçük bir değişiklikte bulunmadılar.

Rivayete göre Hz. Talha Uhud günü Hz. Peygamberin yanında sebatedip kalanlardandı, kolundan yaralandı. Hz. Peygamber şöyle dedi: “Talhaya cennet vacib oldu!”Ayette sözünden dönen nifak ehline (münafıklara) ve inancı zayıf olanlara bir tariz vardır.

 

24- لِيَجْزِيَ اللَّهُ الصَّادِقِينَ بِصِدْقِهِمْ وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِقِينَ إِن شَاء أَوْ يَتُوبَ عَلَيْهِمْ “Çünkü Allah sadıklara sadakatleriyle mükâfat verecek, dilerse münafıklara da azab edecek veya tevbe nasib edecektir.”Ayetin bu kısmı, üstte doğrudan bildirilen ve tariz yoluyla anlatılan durumun sebebini beyan eder. Sanki münafıklar sözlerinden dönmekle kötü akıbeti murat ettiler, samimi mü’minler de sebat ve vefa ile en güzel akıbeti istemiş oldular.

Üstte nazara verilen onları bağışlamak, yapacakları tevbeye bağlıdır.

Veya bundan murat, onları tevbeye muvaffak kılmaktır.

إِنَّ اللَّهَ كَانَ غَفُورًا رَّحِيمًا “Şüphe yok ki Allah Ğafur’dur – Rahîm’dir.”

Şüphesiz Allah tevbe eden kimse için çok affedici ve çok merhamet sahibidir.

 

25- وَرَدَّ اللَّهُ الَّذِينَ كَفَرُوا بِغَيْظِهِمْ لَمْ يَنَالُوا خَيْرًا “Ve Allah inkâr edenleri, hiçbir hayra ulaşmaksızın kin ve öfkeleriyle geri çevirdi.”

وَكَفَى اللَّهُ الْمُؤْمِنِينَ الْقِتَالَ “Ve Allah, mü’minlere savaşta kâfi geldi.”Allah, o küfür ordusunu hiçbir şey elde etmeden öfkeleriyle geri çevirdi.

Allah, bu savaşta mü’minlere rüzgârla ve meleklerle yardım ederek onlara yetti.

وَكَانَ اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا “Ve Allah Kavi’dir – Aziz’dir.”

Allah Kavî’dir, dilediğini meydana getirir. Azîz’dir, her şey üzerine galiptir.

 

26- وَأَنزَلَ الَّذِينَ ظَاهَرُوهُم مِّنْ أَهْلِ الْكِتَابِ مِن صَيَاصِيهِمْ “Hem de kitap ehlinden onlara yardım edenleri kalelerinden indirdi.”

Bu küfür ordusuna yardım eden ehl-i kitaptan Kurayza Yahudilerini kalelerinden indirdi.

وَقَذَفَ فِي قُلُوبِهِمُ الرُّعْبَ “Ve onların kalplerine korku düşürdü.”

فَرِيقًا تَقْتُلُونَ وَتَأْسِرُونَ فَرِيقًا “Siz onların bir kısmını katlediyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz.”Rivayete göre Hz. Cebrail, küfür ordusunun hezimete uğradığı gecenin sabahında Hz. Peygambere gelip şöyle dedi: “Ümmetini evlerine mi gönderiyorsun? Hâlbuki melekler silahlarını bırakmadılar! Allah Sana Benî Kurayza’ya yürümeni emrediyor. Ben de onlara gidiyorum. İnsanlara bildir ki, ikindiyi Benî Kurayza’da kılsınlar.”

Bunun üzerine Hz. Peygamber onları yirmibir veya yirmibeş gün kuşattı. Takatleri kesilince onlara “benim vereceğim hükme razı mısınız?” diye sordu, kabul etmediler. “Sa’d Bin Muazın vereceği hükme razı mısınız?” diye sordu, O’nu kabul ettiler. Bunun üzerine Sa’d Bin Muaz onların savaşanlarının öldürülmesine, çoluk çocuklarının ise sürgüne gönderilmesine hükmetti. Hz. Peygamber “Allahu ekber” deyip şöyle değerlendirdi: “Ey Sa’d! Yedi semanın fevkinde olan Allahın hükmüyle hükmettin!”

Böylece Kurayza Yahudilerinden altı yüz veya biraz daha fazlası öldürüldü, yedi yüz kişi de esir edilip sürgüne gönderildi.

 

27- وَأَوْرَثَكُمْ أَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ “Allah onların arazilerini, yurtlarını ve mallarını size miras kıldı.”Ve sizi onların arazilerine, kalelerine, para, hayvan ve ev eşyalarına varis kıldı.

Rivayete göre Hz. Peygamber (asm) onların evlerini muhacirlere verdi. Ensardan bazıları bundan hoşlanmadı, söylenenler oldu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Sizlerin evi var, ama onların yok.” Hz. Ömer, “Ya Rasûlllah, Bedirde yaptığın gibi taksim etsen olmaz mı?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, dedi. Bu benim için askere bir bağış olarak ikram edildi.”

وَأَرْضًا لَّمْ تَطَؤُوهَا “Bir de henüz ayak basmadığınız bir yeri…”

Ve Allah henüz ayak basmadığınız Fars ve Rum diyarları gibi yerleri de size nasip edecek.

Denildi ki: Bundan murat, Hayberdir.

Denildi ki: Bundan murat, kıyamete kadar fetholunacak her yerdir.

وَكَانَ اللَّهُ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرًا “Allah, her şeye kâdirdir.”

Dolayısıyla buna da gücü yeter.


[1>Bkz. En’am, 150.

[2> Bu ifade, İbrahim, 5 ve Casiye 14 ayetlerinde geçer. İlgili ayetlerde açıklama yapılmıştır.

 

 

Yazar:
Prof.Dr. Şadi Eren
Kategorisi:
33. Ahzab
Gönderi tarihi: 15-04-2014
1,337 kez okundu
Block title
Block content